Ana Sayfa Yazılar CEMİL GÖZEL YAZDI:TÜRKİYE’NİN VE BÖLGENİN İHTİYACI GÜÇLÜ TSK

CEMİL GÖZEL YAZDI:TÜRKİYE’NİN VE BÖLGENİN İHTİYACI GÜÇLÜ TSK

1173

Cemil Gözel,Teori Dergisi Yazı Kurulu Sekreteri

 

Türkiye Suriye’de açılmak istenen Amerikan koridoruna, ikinci İsrail’e 24 Ağustos’ta silahla

müdahale etti. Amerika’nın stratejik piyonlarıyla inşa etmek istediği koridor, Türk

Ordusu’nun silahlarıyla dağıtılıyor. Önümüzdeki dönemi belirleyecek olan, her şeyden önde

gelen bu olgudur.

 

PKK’nın hendeklere gömülmesi, FETÖ’cü Gladyonun temizlenmesi, Vatan Partisi’nin de

katkılarıyla Rusya ile ilişkilerinin tamir edilmesi, bölge ülkeleriyle işbirliği ve bütün bunların

beklenen sonucu olarak Suriye’nin toprak bütünlüğü lehine Türkiye’nin askeri müdahalesi,

ülkemizin ve bölgenin büyük ihtiyacını da gösteriyor: Güçlü TSK.

 

Güçlü TSK aynı zamanda Türkiye’yi yönetebilmenin de formülü. Orduyu zayıflatan PKK’yı

hendeklere gömemez, Amerikan koridorunu parçalayamaz.

 

24 Temmuz 2015’de Türkiye yeni bir döneme girmişti. Bu gelişme, 24 Ağustos’ta bölgesel

boyut kazandı. Türkiye, TSK’nın daha da güçleneceği bir süreçtedir. Hayat, Kanun

Hükmünde Kararnameler ile TSK’nın yapısına müdahalelerin uygulanamaz olduğunu

gösterdi. Atlantik sistemi içinde üretilen projeler, programlar, düzenlemeler, tasarılar,

önyargılar Türkiye’de artık geçerli değildir. 24 Temmuz 2015 ve 24 Ağustos atakları, Atlantik

projelerini yürürlükten kaldırıyor. Türkiye, yolunu Avrasya ve Batı Asya Birliği içinde ve

kendi geleneklerinden, tarihinden beslenerek çizecek.

 

Ordunun doğumu

 

Türk tarihinde ordu geleneği açısından iki “temel” olgu vardır: Birinci olgu, ordunun tarih

sahnesine çıkmasıdır; ikinci olgu ise milli ordunun tarih sahnesine çıkmasıdır. Orduya dair

diğer bütün yapılandırmalar bu iki olgu çerçevesinde değerlendirilir.

 

Ordu örgütlenmesi, kabile toplumunun dağılması ve sınıflaşmayla birlikte doğdu. Devlet için

de aynı değerlendirme geçerlidir. Toplumun sınıflara bölünmesi, devletin temel unsuru olan

ayrı bir silahlı gücün oluşmasını sağlamıştır. Yani ordu ve devlet tarihsel bir kurumdur ve

toplumun gelişmesinin belli bir aşamasının ortak ürünüdür.(1) Bu süreç bir buçuk milyon

yıllık insan tarihinin, son beş bin yılını kapsamaktadır.

 

Sınıflı toplum öncesinde ayrı bir silahlı güçten söz etmek mümkün değildir. Çünkü

zenginleşmenin oluşmadığı, üretim araçlarının artık bir zenginlik yaratma düzeyinde

gelişmediği toplumlarda, toplum aynı zamanda silahlı güçtür; toplum ve silahlı güç özdeştir.

Kabile toplumunun dağılması ve sınıflaşmayla birlikte düzenli bir ordu örgütlenmesi oluşmuş,

kabile anarşizminin çıplak yağması, düzenli bir sömürüye dönüşmüştür.(2) Orhon Yazıtları,

devletin ve ordunun doğmasıyla oluşan toplumsal değişimi bizim tarihimiz açısından çok

esaslı anlatmaktadır: “Dizlilere diz çöktürdük, başlılara baş eğdirdik. (…) Köğmen ülkesi

sahipsiz kalmasın diye Az (ve) Kırgız halklarını nizama, düzene sokup geldik (ve) savaştık…

yeniden verdik…”(3)

 

Dede Korkut Hikayeleri de sınıflaşma öncesi toplumunu ve sınıflaşmayla birlikte gelen

toplumsal değişmeyi oldukça özlü sunmaktadır. “Kam Büre Beg Oğlu Bamsı Beyrek Boyu”

isimli hikayede, sınıfsız toplumun eşitliği, Banu Çiçeği almak isteyen Bamsı Beyrek’in,

onunla güreş tutması ve ancak sırtını yere getirmesi koşuluyla onu elde edebilmesi

hikayesiyle anlatılmıştır.(4) Bu hikaye kabile toplumunun tamamının savaşçı niteliğini

yansıtmaktadır.

 

“Salur Kazanun Evi Yağmalanduğu Boyu” isimli hikayede ise, sınıflaşmanın gerçekleştiği,

toplum ve silahlı güç özdeşliğinin bozulduğu, silahlı güç dışında, toplumun geri kalanının

silahsız olmasının toplumsal bir töre haline geldiği anlaşılmaktadır. “Kazan Bey”, görevi

çobanlık olan “Karacuk Çoban” ile düşmana saldırmayı doğru bulmaz. Çünkü “Karacuk

Çoban” ordu örgütlenmesinin dışındadır ve savaşmak artık belli bir sınıfın ve o sınıfın

etrafında toplananların işidir.(5)

 

Artık devlet vardır, hakan vardır ve devletin ordusu vardır: devlet ve ordu tarih sahnesine

çıkmıştır. Genel silahlanma sona ermiş, silah tekeli devletin elinde toplanmıştır. Burada

özellikle belirtilmesi gereken nokta, askerliğin halkın genelinden ayrılmasının, ordunun

doğuşunun özeti olduğudur.

 

Milli Ordunun doğumu

 

Milli ordu kavramı hem dünya tarihi açısından hem de Türk tarihi açısından, içinde

yaşadığımız çağın bütün dengelerinin başat unsurudur. Bütün saflaşmalar, bütün

hesaplaşmalar bu unsurun zayıflık ve kuvvet dengesi dikkate alınarak yapılmakta ve siyasal

süreçler bu şekilde yürütülmektedir. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış tehdide

de bu perspektifle yaklaşmak, iktidar denkleminin kaçınılmaz bir sonucudur.

 

Milli ordular devrimle kurulmuştur ve devrimin ordusudur. Feodal üretim ilişkilerinin, üretici

güçlerin önünü tıkaması ve feodalizmin toplumsal ilerlemeye katkısını sonlandırması

sonucunda, feodal sistemin içinden doğan burjuva sınıfı devleti ele geçirmiş, milli pazarı ve

milli orduyu oluşturmuş, toprak birliğini, dil birliğini, ekonomi birliğini sağlamış ve milleti

yaratmıştır.(6) Bu süreç içinde yaşadığımız çağa ismini vermiştir.

 

Bizim tarihimizde milli ordunun doğuşu, Batıdakine göre farklılıklar gösteriyor. Üç büyük

devrimin (İngiliz Devrimi, Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi) yaşandığı 17. ve 18.

Yüzyıllarda(7), devrim yapan bu toplumlarda milli ordular, burjuvazinin aristokrasiye ve

işgalcilere karşı yürüttüğü savaş içerisinde doğdu. Türkiye’de ise milli ordu hem

emperyalizmle uzlaşan Osmanlı hakim sınıflarına ve Osmanlı feodal kurumlarına hem de

emperyalist işgale karşı verilen savaş içerisinde doğdu. Bu savaş ve sonrasındaki devrimci

süreç, Türk Ordusu’na karakteristik özelliklerini kazandırmış ve bugüne dek o özellikleri ile

milli kimliğini koruyagelmiştir.

 

Kemalist Devrim’in ordusu, Osmanlı Ordusu’ndan köklü bir kopuşu ifade eder.(8) Bu ifade

başka açıdan, uluslaşma çağının devlet ve ordu örgütlenmesinin, feodal devlet ve ordu

örgütlenmesinin bir anti tezi olarak doğduğu anlamına da gelmektedir. Mustafa Kemal,

Sovyet Generali Frunze’yle yaptığı görüşmede, bu durumu ifade etmiştir:

 

“Bu ordu sultanın ordusu idi ve onun iradesini yerine getirir, yalnızca onu tanırdı. Bu ordu

günde üç kez “padişahım çok yaşa!” diye bağırmak zorundaydı. Yeni orduyu, tamamen yeni

prensipler ve temeller üzerinde kurduk. Bu ordu, eski ordunun halkın davasına, vatan

müdafaasına sadık kalmış kısımlarından ve emekçi köylü kitleleri arasından toplanan

kişilerden oluşturulmuştur. Biz bu orduyu kurarken, yalnızca bir tek amaç güttük. Bu da, bu

ordunun sultan ordusu değil, halk ordusu olması, tek tek kişilerin değil, bütün halkın

menfaatlerini savunmasıdır.”(9)

 

Böylece, bin yıllardır süren savaşçılık geleneği, hakana/padişaha bağlılıktan millete/vatana

bağlılık düzeyine ilerlemiştir.

 

Mustafa Kemal, Frunze ile yaptığı görüşmede, milli ordunun hangi temeller üzerinde inşa

edildiğine dair veriler sunuyor. Kemalist Ordu öncelikle cumhuriyeti ve vatanı savunma

kararlılığındadır. İkinci olarak, emekçi kitlelerden oluşan bir halk ordusudur; kişilerin değil,

halkın bütününün menfaatlerini savunur. Mustafa Kemal’in bu açıklamasında ordunun teorik/

felsefi düzleminin, stratejik düzleminin ve milli siyaset düzleminin berrak olduğu

anlaşılmaktadır.

 

Bu kristalize fikri temel, devrim dönemine her şeyiyle yansımıştır. Kemalist ordu, ezilen bir

ulusun bağımsızlık, demokrasi ve çağdaşlaşma mücadelesi mevzisinde konumlanmıştır.(10)

Türk ordusunun temelinde tarihin ilk antiemperyalist savaşıyla pekişmiş ilerici ve devrimci

bir yapı mevcuttur. Bu yapı “NATO konseptine”, 12 Mart, 12 Eylül ve Ergenekon-Balyoz

darbelerine, ABD’nin yüksek denetimine rağmen ayakta kalmayı başarmış; en son 15

Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında başat rol oynamıştır.

 

Milli Ordu direnir!

 

Türkiye’nin Atlantik Sistemi’ne bağlanma sürecinde 1980’ler kırılmadır. Bu kırılmanın

stratejik adı ise, dünya ekonomisiyle bütünleşme stratejisidir. Emperyalist devletler “dünya

ekonomisiyle bütünleşme” programı temelinde, ulus devletleri tasfiye eden uygulamaları

dayattılar: Neoliberalizm kapsamında Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) tamamının

özelleştirilmesi; dünyanın bütünleştiği yalanlarıyla gümrüklerin kaldırılması; ulusal pazarın

ve üretimin tasfiyesi için, devletin ve ordunun küçültülmesi gerekiyordu. Samir Amin bu

sürece “Dünyanın Amerikanlaştırılması” adını vermiştir.(11) 15 Temmuz darbe teşebbüsünün

önemli bir ayağı da buydu.

 

Bugün Türk Ordusu ancak Cumhuriyet Devrimi mevzisine girerek kendisini var edebilir;

Cumhuriyet Ordusu olarak birliğini sağlayabilir, Amerikan koridorunu dağıtabilir. TESEV’in

milli ordu düşmanı raporlarıyla yeniden yapılandırılan; Atlantik Sistemi’nin yarattığı

kurumsallaşma içerisinde örgütlenen bir ordunun, karşı karşıya kaldığımız tehditlere karşı

vatanı ve milleti savunması mümkün değildir.

 

Türkiye’nin mecburiyetleri, Türk Ordusunun bu cendereden çıkacağı ve kaçınılmaz olarak bu

süreci kuvvetlenerek atlatacağı yargısını içerisinde taşıyor. Güçlü Türkiye, güçlü Türk

Ordusu’na mecburdur. Orduyu, düşman programlarla yeniden yapılandıran “akılsızlaşma” bu

ters gidişi sürdüremez. 24 Ağustos’tan sonra Türkiye’nin önündeki yol Güçlü Ordu, Üretim

Ekonomisi ve Milli Hükmettir.

 

Dip Notlar:

 

1 Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları,

Ankara: 2005

2 Lenin, Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara: 1994.

3 Talât Tekin, Orhon Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: 2010, s. 55-57.

4 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, Kabalcı Yayınları, İstanbul: 2006, s.

59-90.

5 A.g.e., s. 39-58.

6 N. V. Yeliseyeva, Yakın Çağlar Tarihi, Yordam Kitap, İstanbul: Ekim 2010.

7 Michel Beaud, Kapitalizmin Tarihi 1500-2010, Yordam Kitap, İstanbul: Ekim 2015.

8 Osmanlı’da halk silahlı gücün dışındadır; silahlı güç belli bir sınıfın tekelidir. Merkezi

ordu üretimden kopuktur, halkla kan bağı yoktur. Osmanlı Ordusu’nun başlı başına bir

sınıf haline geldiği söylenebilir.

9 Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, Kaynak Yayınları, İstanbul:

2007, s.325.

10 Doğu Perinçek, Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak, Kaynak Yayınları, İstanbul:

2012.

11 Samir Amin, Liberal Virüs –Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması-,

Yordam Kitap, İstanbul: Mart 2016

 

Not: Teori dergisinin Eylül 2016 tarihinde yayınlanan bu makale bazı eklerle yayınlanıyor.