Ana Sayfa Dünya Devrimi DEVRİMİN RUHUNU DOKUYAN DEHALAR

DEVRİMİN RUHUNU DOKUYAN DEHALAR

1689

Mehmet Ulusoy

Büyük devrimler, ulusların bütün toplumsal, siyasal, kültürel dinamiklerinin en üst düzeyde tarih sahnesine çıktığı, rollerini en üst düzeyde oynadıkları büyük patlama ve dönüşüm süreçleridir. Bir devrimi, onun oluşum sürecini, hazırlayıcı dinamiklerini iyi anlayabilmek için, sadece toplumsal ve siyasal tarihi bilmek yetmiyor. Toplumun kültürel tarihini, sanat ve edebiyatını da en az diğerleri kadar bilmek gerekiyor.

Rus edebiyat ve sanatında büyük dehalar çıkmışsa eğer, bunun en önemli nedenlerinden birisi, bütün bu yazar ve sanatçıların, Rus devrimci düşüncesi ve siyasetleriyle iç içe olmalarıdır. Halkın yaşadığı insanlık dışı koşullardan kurtuluş sorunlarına derinlemesine kafa yormalarıdır.

Rus edebiyatının ayırdedici özelliği üzerine Lunaçarski, “Rus edebiyatının bu bir çeşit propagandacılık ile peygamberce ruh taşımasını nasıl açıklayacağız?” diye sorar ve şu yanıtı verir: “Kuşkusuz şu olguyla: Bizde propaganda yapmaya ve kahince bildirimde bulunmaya hemen hemen hiç bir zaman başka bir olanak tanınmamıştır.” Böylece sanat ve edebiyatla toplumsal gerçeklik arasındaki zorunlu evrensel ilişki vurgulanmış oluyor. Devamla, Rus sanat ve edebiyatçılarının isteseler de sadece sanat ve edebiyatla ilgilenmelerine toplumsal gerçeklerin izin vermediğini belirtir. “İşte, Rusya’da iki tip halk adamının, yani yaşam öğretmeni ile katıksız sanatçının, güzel sesler ve estetik imgeler yaratıcısının birbirine içtenlikle karışıp kaynaşmasının nedeni budur. Bazı dönemlerde bu iki tip birbirine o kadar sıkı karışmıştır ki, onları birbirinden ayırmak çok güçleşmiştir.”(1)

TOLSTOY VE RUS HALKÇI, TOPLUMCU KÜLTÜRÜNÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ

Ekim Devrimi’ni hazırlayan süreci incelediğimizde, çok açık görürüz ki,  bütün geleneksel, tutucu, dinsel önyargılarına ve geriliklerine rağmen Rus halkının ruhen devrime hazırlanmasında, Rus edebiyatının oynadığı olağanüstü rolü tartışmasız kabul etmek gerekir. Kuşkusuz bu edebiyat ırmağının en etkili kolu, en yetkin temsilcisi, eserlerinin halkçı, toplumcu içeriğiyle, Rus toplumunun özgünlüklerinin en yüksek estetik anlatımını veren Tolstoy’dur.

Lenin’in Tolstoy üzerine yaptığı eleştirel değerlendirmeler, Ekim Devrimi ve edebiyat ilişkisi açısından son derece önemlidir. Tolstoy’un, toprak köleliği resmen sona erse de pratikte hâlâ büyük ölçüde varlığını sürdürdüğü bir ülkede sanatçı olarak ortaya çıktığını belirten Lenin şöyle diyor: “Rusya tarihinin bu dönemini anlatırken, Tolstoy, öylesine bir çok büyük sorunları ortaya atmayı başarmış ve bunda öylesine yüksek bir sanatsal güce erişmiştir ki, yapıtları dünya edebiyatının en büyükleri arasında yer almıştır. Köle sahiplerinin çizmeleri altında ezilen bir ülkenin kendini devrime hazırlayışı, Tolstoy’un aydınlatışı sayesinde, tüm insanlığın sanatsal gelişmesinde ileriye doğru atılmış bir adım olmuştur.”(2)

Tolstoy, yalnız yoksulluk ve açlık içindeki Rus halkının acılarını ve yaşadığı baskıları, uğradığı haksızlıkları yansıtmakla kalmamış, o günkü sistem altında ezilen “geniş kitlelerin mizacını büyük bir güçle vermeyi, yaşadıkları koşulları çizebilmeyi ve içlerinden doğan öfke ve karşı çıkma duygularını dile getirmeyi de başarmıştır. Özellikle de 1861-1904 dönemini yaşadığından, ilk Rus Devriminin kendine özgü bütün çizgilerini, bütün güçlü ve güçsüz yanlarını (…) yapıtlarında şaşırtıcı bir berraklıkta canlandırmıştır.”(3)

Tolstoy’un büyük köylü kitleleri tarafından bir ermiş, bir peygamber derecesinde saygı görmesi ve yüceltilmesinde, Rus köylüsünün ve toprak ağalarının yaşamı üzerine derin bilgiye sahip olması ve bunu eserlerinde olağanüstü bir sanatsal yaratıcılıkla bütün incelikleriyle ve bütün içtenliğiyle yansıtmış olmasının rolü büyüktür. Romanlarında Rus aristokrasisinin baskı ve zulmünü, asalak ve ikiyüzlü karakterini, ahlaksızlığını yüksek bir estetik duyarlılıkla işlemiştir.

Tolstoy’un en büyük romanı Savaş ve Barış, Rus ulusal-halkçı kültürünün oluşmasında çok önemli bir yere sahiptir. Rus düşüncesinin temel bir niteliği bireyciliğin eleştirilmesidir; bu, Savaş ve Barışın da ana temalarındandır. Romanda bireyciliğin çeşitli biçimleri, sıradan Rus insanının, köylünün Asyatik genetiğinden gelen içgüdüsel paylaşmacı davranışlarıyla sürekli karşılaştırılır.

Bilindiği gibi romanda 1812’de Napolyon işgaline karşı ulusal direnme savaşında özellikle Rus köylüsünün ilk kez gerilla çeteleri oluşturarak katılımına geniş olarak yer verir. Özetle roman, Rus aydınlanması-modernleşmesi ve ulusal demokratik devrim sürecinin en kritik dönemeçlerinden birini konu edinir. Bunun Rus halkında ve aydınında yarattığı olağanüstü değişimin, zengin karakter yaratımıyla yetkin bir tablosunu çizer.

Yazarın bir diğer büyük eseri Diriliş’te ise, kendisinin de içinden geldiği Rus aristokrasisinin çürümüşlüğü, ahlaksızlığı, asalaklığı ve halka yabancılaşması olağanüstü estetik bir yetkinlikte betimlenir. Aynı zamanda Rus aydınının toplumsal ve insani ideallere, ahlaki ilkelere ödün vermez bağlılık geleneklerinin, toplumsal, ahlaki ilkeleri arama yolundaki tutkulu çabalarının Rus sanat ve edebiyatında merkezi bir kaygıyı, temel bir sorunsalı oluşturduğu anlatılmak istenir.

DOSTOYEVSKİ’NİN AVARE RUS AYDININA “TOPRAĞA DÖN!” ÇAĞRISI                              

Tolstoy gibi Dostoyevski de, Rus Devriminin bütün düşünsel ve estetik birikiminin Aydınlanmacı halkçı ve sosyalist içerikte oluşup şekillendiği, Rus ulusal kültürünün temellerinin atıldığı 1840-1880 döneminin toplumsal ve düşünsel ikliminde eserlerini verdi. Tolstoy’un halkçılına ve eşitlikçiliğine karşın, Dostoyevski de, Rus  milletinin özgünlüklerini öne çıkaran ve yücelten Slavseverlerden de etkilenerek ulusalcı tavrını, bir çeşit Slavcı sosyalizmi eserlerine, düşüncelerine yansıtmıştır.

Avrupa kapitalizminin akılcı bencilliğine karşı Dostoyevski, köy komünlerinin Rusya’ya özgü sosyalizme temel oluşturabileceğini savunan Herzen’den etkilenir; Ortodokslukta ve Rus halk geleneklerinde sürdürülen “gerçek kardeşlik topluluğu” idealini savunur. Onun bu temel düşünceleri, romanlarında yarattığı tiplerde, onların en şeytani tutkularıyla en meleksi özellikleri arasındaki gerilimin bütün zenginliği ve derinliği ile verilerek yansıtılmıştır.

Yer Altından Notlar romanında, kapitalizmin “rasyonel bireyciliği” eleştirilirken, öte yandan kişiliksiz, ezik, köle ruhlu Rus küçük memurunun, küçük burjuva insanının, kibirli, kendini beğenmiş aristokrasiye karşı, bir güç olma arzusunun iç mücadelesi anlatılmaktadır. Bu yapılırken, hem Çarlık sisteminin insanı köleleştiren baskısına karşı birey olma mücadelesi olumlanıyor, hem de birey olunurken, toplumun ortak çıkarlarını, ortak değerlerini yok sayan liberal bencillik eleştiriliyor.

Dostoyevski’nin 1860 ve 70’lerdeki romanlarının düşünsel özünü, aynı dönemde Batı’da bireyin tanrılaştırıldığı ve  Nietszche’nin “üst insan” ve “güç istenci” felsefesi ile taçlandırdığı bir Avrupa kültürüne tepki oluşturuyordu. Kaba maddeci bir bencilliği yücelten bu kapitalist kültüre karşı tepkinin Ortadoks Rus kültürüne dayanan alternatif arayışları ise, romanlarında ve düşünsel yazılarında, Herzen’in “Rus sosyalizmi”nden de esinler taşıyan “evrensel insanlık ideali”, “insanlığın özgür birliği ideali” biçimlerinde ütopyalar oluşturuyordu.

Dostoyevski’nin Batı kültürüne tepkileri, Cinler, Karamazov Kardeşler, Suç ve Cezada çok yönlü işlenmiş, betimlenmiştir. Bu romanların ana temalarını, kendini tanrı gibi gören ve tanrısal gücü, öldürme ve ölme iradesini göstererek kanıtlamaya kalkışan Batılılaşarak toplumuna yabancılaşmış, bireyci ve bencil karakterlerin dramı oluşturur.

Dostoyevski topraktan kopmayı ve “yursuz avareliği” yalnızca şanssız bir olay değil, aynı zamanda geçmişin kamburlarından ve geleneksel önyargılardan kurtulmuş yeni bir “evrensel insan” tipi yaratmak şansını sunan bir olanak olarak gördü. Bu bağlamda “Düşünen Rus dünyanın en özgür insanıdır” görüşünde Herzen’e katıldı. Delikanlı’nın kahramanı Versilof, “Rusya’da eğitim görmüş kültürlü elit, herhangi bir Avrupalı’dan daha özgür olan ve tüm insanlığı babayurdu belleyen bir insan tipinin belki bir temsilcisini yetiştirdi” der.

Onun düşüncelerinin en özlü anlatan şey, Moskova’da yaptığı Puşkin’le ilgili konuşmasıdır. Bu konuşma, onun, toprağından kopmuş, Yevgeni Onegin, Aleko tipi avare Rus aydınına, artık yurda dönme zamanının geldiğini duyuran çok güçlü bir çağrıdır.(4)

PUŞKİN VE GOGOL: RUS EDEBİYATININ  KURUCU-ÖZGÜN KAYNAKLARI

Modern Rus edebiyatının kurucusu Puşkin’in Aleko ve Yevgeni Onegin karakterleri, Rus romanının öncüsü Gogol’ün Ölü Canlardaki Çiçikov, Turgenyev’in Rudin ve Gonçarov’un Oblomov karakteri, aynı aydın özelliğinin farklı biçimlerde sunulmasıdır. Sorumluluk üslenmekten korkan, iktidarsız, dolayısıyla hayatı değiştirme iradesinden, üretme yeteneğinden yoksun bu aydın tipleri, Rus devriminin en önemli sorunlarından birini oluşturmuştur. Çağdaş Rus edebiyatının kurucu temellerini Puşkin ve Gogol’ün yarattığı gerçekçi ölümsiz ve evrensel karakterlerdir bunlar.

Puşkin’in gözünde şair, Gorki’nin de vurguladığı gibi, halkın bütün duygularının ve düşüncelerinin sözcüsüdür. O Rus yaşamının bütün karakteristik olgularını, özgünlüklerini anlayabilmiş ve anlatabilmiş ilk çağdaş Rus aydınıdır. Puşkin’in bu edebiyat anlayışı ya da sanat-edebiyat ilkesi, daha sonra bütün aydın ve sanatçılar için yol gösterici ilke olmuştur.

“Sanatta gülmenin dehası” olarak tanımlanan Gogol, özellikle Ölü Canlar, Müfettiş ve Palto’da canlandırdığı ölümsüz tiplerle, Rus feodalizminin çürümüşlüğünü ve ahlaki çöküşünü bütün çıplaklığı ile ortaya serdi. Rusya’nın bu büyük gerçeğini zihinlerden silinmez derin çizgileriyle betimledi; “toplumsal yerginin eşsis ustası” olarak tarihe geçti, evrenselleşti.

Gogol’ün bu üstün yeteneğinin temelinde, Çernişevski’nin çok yerinde vurguladığı gibi, onun edebiyatta içeriğe yönelik çözümleyici tutkusunu ilk kez “hem de eleştiri gibi son derece verimli bir eğilim içinde” yaratıcılığıyla birleştirmesi yatmaktadır. Sonuç, kuşkusuz en yetkin, en özgün gerçekçi edebiyat ürünlerinin ortaya çıkmasıdır. Onun omuzlarının arkasında, ona fısıldayan başka hiçbir büyük yazarın olmadığı, onunla yetenekli Rus yazarlarında özgün eserler üretme döneminin başladığı, edebiyatı bu yüceliğe taşıdığı söylenebilir.(5)

RUS DEVRİMCİ DÜŞÜNCESİNİN VE EDEBİYATININ  FELSEFİ, TEORİK, ESTETİK TEMELLERİ

Rus devrimci düşüncesine, çağdaş felsefe, estetik, siyasal düşünce birikiminin en üst düzeyde, en zengin ve derin içerikle yorumlanıp aktarılmasında ve böylece Rus kültürüne olağanüstü bir dinamizm kazandırılmasında dört düşünür ve eleştirmenin belirleyici nitelikte katkıları olmuştur:Belinski, Herzen, Çernişevski ve Stasov. Bu düşünür ve eleştirmenler, özellikle çağdaş aydınlanmacı felsefe, toplumsal-siyasal düşünce ile edebiyat-sanat arasındaki felsefi ve organik bağın kurulmasında, böylece Rus devrimci kültürünün oluşmasında tayin edici bir rol oynamışlardır. Bunlarsız ele alınan bir Rus edebiyatı tek ayakla olmaya mahkumdur.

Özellikle Belinski ve Herzen, onlardan 8-10 yıl sonra doğan ve düşünce hayatına biraz daha geç katılmalarına karşın Marks ve Engels’lerle, ütopik sosyalizmin, Hegel felsefesinin etkili olduğu aynı düşünce ikliminde, aynı duyarlılıka insanlığın benzer sorunlarına çözüm arayışı içindedirler. Hegel’in idealist tarihsel felsefesinin ve bireyin sanatsal yaratıcılığını özgürleştirip ateşleyen Alman Romantizminin etkisi altındadırlar.

Onlar, Avrupa’da yükselen ve Rus aydınını da heyecanlandıran ulusal ve demokratik devrim dalgasını arkalarına alarak, bu felsefi düşünceleri Rusya gerçekliğinde bir toplumsal devrimci programında özgünleştirip hayata geçirmenin arayışı içindedirler. Henüz işçi sınıfının ciddi bir varlık göstermediği Rusya gerçekliğinde, kapitalizmin yıkıcılığına karşı bulabildikleri biricik alternatif, sosyalist bir toplumun çekirdeği olarak köy komünleriydi.

1840’ların en nitelikli ve yetenekli edebiyat ve sanat eleştirmeni olarak Belinski, döneminin Gogol, Dostoyevski gibi ünlü romancıları üzerinde gerek içerik gerekse biçimsel olarak son derece etkili, yol gösterici bir rol oynamıştır. Özellikle bu niteliksel yönlendirici etkisinin gerisinde, onun, Schiller ve Hegel’in estetikle ilgili felsefi düşüncelerini çok iyi kavramış olması yatmaktadır. Örneğin onun şu cümleleri sanatın toplumsal ve devrimci içeriğini çok güzel açıklıyor: “Sanat gerçekliğin yeniden üretimidir; (…) öyle ki yeniden kurulan bir dünyadır. (…) Çağımızda sanat ve edebiyat, daha önce hiç olmadığı kadar toplumsal sorunların ifadesi oldu.”(6)

Herzen ise, Belinski’den farklı olarak, 1848 ve 1870 döneminde Batıdaki düşünsel ve toplumsal gelişmeleri yakından izleme ve bunları Rusya özgülünde yorumlama ve devrimci, sonuçlar çıkarma çabasına öncülük etmesidir. Rus devrimci düşüncesine önemli katkılar yaptığı bu süreçte Herzen, Slavcılıkla Batıcı aydınlanmacı düşünceler arasında zaman zaman gidip gelmeler ve çelişkiler yaşasa da “Rus sosyalizmi”nin önde gelen kurucu düşünürlerinden biri olduğu kesindir.

Herzen’in daha sonra Narodniklerin devralıp savundukları “Rus sosyalizmi” düşüncesi, Slavseverlerden, Çaadayev’den ve 1840’ların Batıcılarından, özellikle Belinski’den alınmış ögelerin bir araya getirilmesiyle bir Rus tarih felsefesi oluşturmak yolunda yapılan özgün bir girişimdir. Rus sosyalizminin “bireyi özgürleştirirken topluluğu koru” ilkesi, özünde Herzen’in öteden beri üzerinde durduğu, yabancılaşmaya uğramadan özgürlüğe kavuşma, özerklik duygusu ile bir topluluğa ait olma duygusunun uzlaştırılması sorununun yeniden dile getirilmesiydi. Bu, 1840’larda ortaya attığı, Hegelci kavramlarla, tikelin tümelle uzlaştırılması düşüncesinin, yani evrensel aklın ve bilimin doğrularının Rusya’nın tikel (özgül) gerçekliği ile sentezlenmesi idi.

Herzen, 1869’da Eski Bir yoldaşa Mektuplar başlığı altında yayımlanan yazılarında, Rus sosyalizmi düşüncesiyle bağlantılı olarak savunduğu, Rusya’da kapitalizm yaşanmadan doğrudan sosyalizma geçiş teorisinin dikkate değer önemli bir gerekçesini dile getiriyordu. Ona göre, kapitalist “eski dünya” yıkılıyor gibi görünüyordu. Batı Avrupa, eski Roma gibi büyük bir tarihsel çöküş içine girecek ve bu olayda Ruslar, -Roma İmparatorluğunun yıkılışında barbarlartın oynadığı rolü hatırlatırcasına- yeni barbarlar rolünü oynayacaklardı.(7)

Çernişevski ise, devrimci düşüncenin felsefi-teorik düzeyden ve halkçı-ulusalcı içeriklerden bilimsel sosyalizme doğru evrilme sancıları yaşadığı 1860’lı yıllarda etkili oldu. 1860’lar ve 70’ler, “radikal/devrimci demokratlar”ın teoriden pratiğe, düşünceden eyleme geçiş ve ülke çapında örgütlenme yıllarıdır. İşte bu süreçte bir düşünür ve eleştirmen olarak Çernişevski, ahlak, estetik, edebiyat incelemeleri, tartışma yazıları, edebiyat yapıtları üreterek içten gelen devrimci bir tutkuyla çalışmalar yapmaktadır. Marks’ın yakından tanıdığı, düşüncelerine büyük değer verdiği Çernişevski, diğer bir çok devrimci Rus aydını gibi Çarlık tarafından Sibirya’ya sürülmüş, yaklaşık 20 yıl sürgünlüğün çilesine hiç eğilmeden onurla katlanmış ve önemli eserlerinin çoğunu da sürgün koşullarında vermiştir.

Çernişevski’nin maddeci estetik düşüncesinin, doğacı-mekanik bazı hatalar içerse de, Rus edebiyat ve sanatı üzerinde azımsanmayacak etkileri oldu. En başta, Rus gerçekçi edebiyatında olağanüstü bir atılımın ateşleyicisi, enerji kaynağı oldu. Onun, Sanat ve Gerçeklik Arasındaki Estetik İlişkiler kitabındaki ana tezleri, ilerici Rus sanat eleştirisinin temel inançları olarak benimsendi ve Nekrasof, Saltıkof-Sçedrin, Gleb Uspenski ve Viladimir Korolenko gibi halkçı yazarlar, İlya Rapin gibi Rus resminin en büyükleri Çernişevski’nin ilgili düşüncelerini kendi yaratıcı yapıtlarına uygulamaya çalıştılar.

Özellikle toplumcu ütopyasının uygulamalı bir açılımı olan Nasıl Yapmalı romanından esinlenerek Ne Yapmalıyı yazan Lenin, Onun Rus devrimci kuşağı üzerindeki büyük etkisinin en büyük tanığıdır. Lenin 1904’teki bir söyleşisinde Çernişevski’nin gençliğinde çok sevdiği bir yazar olduğunu söyler ve “Onun etkisiyle yüzlerce genç devrimci oldu… örneğin kardeşimi[Narodnik hareketin önderlerinden olan abisi; 1883’te Çara suikastten idam edildi] büyüledi, büyüsüne ben de kapıldım. İçimde çok derin bir iz bıraktı.”(8)

Çernişevski’nin estetik görüşlerinin önde gelen savunucularından biri de, estetik ve plastik sanatlar alanında en büyük Rus eleştirmenlerinden sayılan Viladimir Stasov idi. Aynı zamanda büyük bir estetik kuramcısı olarak Stasov, sadece plastik sanatlar, resim vb alanında değil, müzik ve edebiyatta da, özgün Rus sanatının stratejisini çizen, sanatçıları bu doğrultuda yönlendiren, cesaretlendiren tarihsel bir kişiliktir. Özellikle Rus kültürünün Turan, İskit kökenlerine ilişkin tezleri ve bunları sanatçıların eserlerine yansıtmaları konusundaki çabaları çok önemlidir. Onun düşünsel katkılarının büyüklüğü ve önemi, Rus kültür ve sanatının özgünlüğünün temellerinin, kaynaklarının nerede ve neler olduğunu olağanüstü bir berraklık ve derinlikte kavramış olmasıdır.

Kuşkusuz bu kaynaklar, özellikle Puşkin, Gogol, Belinski ve Herzenlerin de işaret ettiği gibi, Rus halkının ruhsal dünyasında, günlük hayatında yaşatmaya devam ettiği Avrasya kültürüdür; İskit, Turan kültürüdür. Rus müziğinin dahileri, Borodin, Balagirev, Rimsi-Korsakov’un müziklerinde, Rapin, ve Kandinski’nin resimlerinde bunun somut ürünlerini görmek mümkündür. Asyacı ya da Avrasyacı kültürel değişimin en önemli öncülerinden biridir Stasov. O, 1860’larda Rus halk kültürünün, bezeme ve folklorik halk destanlarının (byling) geçmişinin Doğuda, Turan coğrafyasında olduğunu göstermeye çalışmaktaydı. (9)

Sonuç olarak; devrimci Rus toplumsal, siyasal düşüncesi ve pratiği ile Rus edebiyat ve sanatı arasında karşılıklı birbirini yükselten, yetkinleştiren, başarıya kilitleyen derin diyalektik ve kopmaz bir bağ vardır. Bu bağ, aynı zamanda Rus edbiyatının evrensel nitelikte, estetik düzeyi yüksek yapıtlar vermesinin sırrını oluşturduğu gibi, aynı zamanda devrimin başarısının ve geniş kitlelerce benimsenip kalıcı bir zafere dönüşmesinin de vazgeçilmez koşuludur.

Dipnotlar

(1)  Anatoli Lunaçerski, Sosyalizm ve Edebiyat, Yön Yayınları, İstanbul, 1993, s.  81, 82.

(2) Marks-Engels-Lenin, Sanat ve Edebiyat, Ekim Yayınları, Ankara, 1990, s. 261-262.

(3) Marks-Engels-Lenin, agy.

(4) Bkz. Dostoyevski, Puşkin Konuşması, İletişim Yayuınları, İstanbul, 2009.

(5) Bkz. N. G. Çernişevski, Gogol Dönemi Rus Edebiyatı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015, s. 31, 32 vd.

(6) Çernişevski, age, s. 110-113.

(7) Andrzej Walichi, Rus Düşünce Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. s. 268 ve  279.

(8) Aktaran, Walichi, age, s. 314.

(9) Orlando Fighes, Nataşanın Dansı: Rusyanın Kültürel Tarihi, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2009, s. 427.