Beş yıldan fazla bir süredir Suriye’de yaşananlar yalnızca dış politikamızın değil iç politikamızın da önemli bir gündemi haline geldi. Esas itibariyle AKP iktidarı Suriye’de ulaşmak istediği hedeflere tüm gövdesiyle girdiğinden ve bu işe ülkemizin devlet aygıtını da sürüklemeye çalıştığından Türkiye toplumu da Suriye ile yatıp Suriye ile kalkıyor. Büyük kentlerimizin her sokağı göçmenlerle dolu olduğundan toplum Suriye meselesini boğazına dayanmış bıçak kadar yakın görüyor. Siyasal literatür dahi ‘Suriyelileşmek’ gibi deyimler üretti, özel fotoğraflar, kısa filmlerle sanat dünyasını da yakından etkiliyor söz konusu mesele.
Meselenin Özü
Suriye meselesinin iç yüzünü açıklamak için çok fazla yazıldı çizildi. Bununla da kalmadı partimizin de dahil olduğu hatta öncülük ettiği eylemler dizisi Türkiye’yi sarstı. Suriye’de krizi yaratan etmenleri incelemeden önce kuklaları oynatan elin kime ait olduğunu belirleyerek başlayalım. Suriye’yi bölüp parçalayarak Batı Asya’nın enerji havzalarında egemen olma ve Orta Asya’ya açılma stratejisinin sahibi olan ABD emperyalizmidir. ABD’nin Soğuk Savaş sonrası doktrinlerini belirleyen etnik kimliklerin öne çıkarılması ve yaşam tarzlarını belirlemesi üzerine kurulu ‘Medeniyetler Çatışması’ vb. tezlerdir. Bu tezler emperyalizmin kendini saklama tezleridir. Esası ise açık ve net devletlerin savaşıdır. ABD başta olmak üzere emperyalist devletlerin IŞİD, ÖSO ve El-Nusra gibi terör örgütlerine maddi ve manevi destek vermesi bize bu savaşın Suriye devleti ile emperyalist devletler arasında geçtiğini göstermektedir.
21.yüzyıl emperyalizmi Uluslararası sıcak para komisyoncularının karşılıksız para dayatması ve borçlandırma ekonomisine dayanır. Yeni Ortaçağ diye ifade ettiğimiz modernizm öncesi değerleri topluma yeniden yaşatarak hedeflerine ulaşmaya çalışır. Hareketsizleşen ve değersizleşen insan emperyalizmin biçeceği kaftanları izleyecek kullardır ve onlar açısından idealdir. Suriye yönetimi ve toplumu ise bu kullaştırmaya direndiği için namlular ona döndü. Bakın tetikleri çeken ellere El Nusra, IŞID veya ÖSO. Hepsi de laik, demokrat bir rejimin kanlı canlı düşmanı. Böyle söyleyince burjuva demokrasisiyle yetineceğimizi zanneden kepazelere de tanık oluyoruz. Ancak biz bilimsel sosyalistler için mesele bağımsız ve demokratik bir ülkede sosyalizmi inşa etmektir. Yani biz burjuva birikiminin düşmanı değil onu ilerletecek ufka sahip olanlarız. Dolayısıyla postmodernist gericiliğin modernizmden kurtulma gibi bir derdi var bizim ise modernizmi insanlığın ilerleme mücadelesinde bir aşama olarak görmek ve geliştirmek gibi bir derdimiz var. Öyleyse Türkiye’de Kemalist, Suriye’de Baasçı, Venezüella’da Bolivarcı çizginin zaferi için verimli bir süreçten geçtiğimizi görelim.
Cenevre’de Tıkanan Gericillik
Cenevre süreci işin açığı Yeni Ortaçağ güçlerinin ve onların hamisi ABD’nin ciddi bir çıkmazda olduğunu gösteriyor. Riyad-Ankara hattının, ABD’nin doğrudan işbirliği yerine ‘kendi tasarımlarını’ hayata geçirme girişimleri derin bir hayal kırılığı ile sonuçlandı. Yüksek Müzakere bilmem nesiden Fetih Orducuğuna varan cümbüşün sonu Suriye ordusunun Rus hava destekli operasyonuyla son bulmak üzere. Riyad-Ankara merkezli gericilerin, Cenevre için ‘İstemezük’çükük yapmalarının siyasi karşılığı da umutsuzluğun çırpınışı oluyor. Suudi Arabistan’ın Yemen’de bocalayışı ve Suriye’de askeri operasyonu kışkırtarak kamuoyu yaratmaya çalışması da en büyük çöküşün göstergesidir. ABD’nin de IŞID’le açılan alanı YPG-PYD güç(!)leriyle doldurma çabası ise Suriye’nin birliğinden yana bozuldu. Piyonlar birbirine girdi, Suriye’nin milli ordusu Halep’e kadar geldi. 5 yıl öncesinde başladığı yere geri dönen ‘muhalefet’in daha fazla yapabileceği ne kaldı diye sorarsak, derin bir sessizlikle karşılaşırız.
AKP hükümetinin dış politikasının tutarsızlığı tam da Suriye konusunda gözler önüne seriliyor. Ülke içerisinde TSK’nın girişimiyle başlayan bölücü terörle mücadeleyi ancak bölge ülkeleriyle işbirliği ile sürdürmek mümkün iken hava sahamızı ihlal ettiği söylenen Rus uçağı düşürülüyor, buna karşılık NATO’dan yani PKK’ya alan açan kuvvetten yardım isteniyor. Bu çelişkiyi Abdülkadir Selvi, Hilal Kaplan vb. gibi yandaş yazarların Rusya’ya karşı ABD’den imdat çığlıkları daha da derinleştiriyor. Birlikte hareket etmemiz gereken tüm ülkeler bize karşı konumlanmış durumda. İran kısmi bir ticari ambargo uyguluyor, Rusya daha sert tutum alarak 11 Milyar dolar zarar etmemize neden olan hamleler yapıyor. AKP ise hala Suriye’de cihatçı süprüntüleri destekleyerek güya kendisine hakimiyet alanı yaratmaya çalışıyor. Bunun bedeli yani Esad düşmanlığı çizgisinin karşılığı, ülkemizde terörle mücadele ederken İran, Irak ve Rusya’nın desteğini alamamamız oluyor. Söz gelimi İsrail’in bölgede Kürdistan kurulmalı talebini İran göğüslüyor ama hükümetten çıt çıkmıyor. PYD düşmanlıkları da kendi cihatçı çeteciklerinin kuyruklarına basılmasından dolayı olduğu kuşku götürmez. PYD-PKK cephesine karşı tutarlı mücadele etmek isteyen, İran-Irak ve Rusya ile birlikte Suriye’nin meşru hükümetini destekler ve bölgede emperyalizmin piyonlarını saf dışı eder. Piyonlarla mücadele bir başka piyonu yöneterek olmaz. ABD ile aralarındaki çelişki de hakimiyet kurmak istedikleri alanların çakışmasından dolayısıyla kuklalarının çarpışmasından ibarettir. Dolayısıyla ordumuzun yarattığı insiyatife esas hançeri vuran da AKP oluyor.
Batı Asya için Ne Yapmalı?
Milletleri parçalayarak ilkelleştirme projesinin direniş kayasına çarptığı tespitini yaptıktan sonra bunun açık delili olan Cenevre sürecine bakarak mutlu olmak bizim için yeterli olmayacaktır elbette. Öncelikle ülkemizde bölücü terörle kararlılıkla mücadele etmeyi başa yazıyoruz. Aynı zamanda söz konusu terörün yeniden üretilememesi için içerisinde millet tanımının olmadığı bir anayasa yapımına izin vermememiz gerekiyor. Suriye’de düzenin yeniden tesisi ve yıkıcı unsurların tam olarak temizlenmesi gerektiğini biliyoruz.. Bunun için bölge ülkelerinin işbirliğinin sağlanması yani Batı Asya Birliği gerekiyor. Bölge ülkelerinden herhangi birinin bile bir ABD veya NATO üssüne dönüşmesinin nelere yol açtığını kavramak için yaşadığımız Suriye tecrübesi yeterli olacaktır. Hele ülkesini piyonlarla doldurup sonra onların birbirine girmesini izlemek bizim için mutluluk verici olmakla birlikte 250 binden fazla insanın ölümüyle tam bir trajedi haline gelen Yeni Ortaçağ ideolojisi çökmüştür. Bize düşen görev ise komşularımızla olan ilişkilerimizi tekrardan onarmak ve bu ilişkileri anti-emperyalist politikalarla güçlendirmektir.Partimiz bu çalışmalara Rusya, İran ve Suriye’de üst düzey görüşmeler yaparak başladı. Milletimizin bize vereceği yetki ile bu ilişkileri daha somut adımlara dönüştürerek Batı Asya’da barışı kardeşliği inşa edeceğiz. Düğümü Türk milleti çözecektir.
Uğurcan Yardımoğlu İstanbul Öncü Gençlik İl Başkanı
Özgür Altınbaş İstanbul Öncü Gençlik İl Yöneticisi
oncugenclik.org, 10.02.2016