Türkiye’miz zor süreçlerden geçiyor. Geçmiş yazılarımızda da değindiğimiz üzere son 40 yılı çok ağır şartlarda olmakla birlikte 75 yıldır içinde bulunduğumuz Atlantik çemberini yarıyoruz. Çemberi yarmanın en can alıcı noktası ekonomi. 75 yıldır zorla alıştırıldığımız üretmeden tüketme ve dışa bağımlılık üzerine kurulu sistemi terk etmenin ve bağımsız bir milli ekonomi kurmanın sancılarını yaşıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanın da tespit ettiği üzere bir Ekonomik Kurtuluş Savaşı veriyoruz. Bir başka deyişle, 2014’te Silivri duvarlarının yıkılmasıyla ateşlenen, 2015’te PKK’nın gömülmeye başlanması ve 2016 15 Temmuz’unda ABD’nin devletimiz içindeki müttefiki FETÖ’nün ezilmesiyle çağ atlayan İkinci Kurtuluş Savaşımızın ekonomi cephesini düşmandan temizliyoruz.
Bedel Ödeteceğiz
On yıllardır içinde bulunduğumuz Atlantik sisteminden çıkarken, sistemin pisliğinin, tortusunun ve ahlaksızlığının bazı fırsatçılara bulaştığını görüyoruz. Stokçuluk (milletin emeğini milletten esirgeme), zincir marketlerin malın kendi maliyet değeri üzerinden değil geleceğe dönük spekülatif tahminlerle belirlenen fahiş fiyat politikaları, özel elektrik şirketlerinin yanlış ve yüksek faturalandırmaları, köylüye borcu nedeniyle elektrik verilmemesi ve üretime balta vurulması, spekülasyonlar doğrultusunda paradan para kazanma… Liste uzayıp gidiyor. Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve devlet yetkililerimiz de aynı olguyu görüyorlar ki bu saydığımız veballeri işleyenlere, “bedel ödeteceğiz” diyorlar. Ödetelim tabii. Milletimizin sırtından kimse haksız kazanç elde edemesin.
Bedelin de ücretlendirmesi yapılıyor. Zincir marketlere yaklaşık 2 milyar TL, stokçulara 2 milyon TL, henüz açıklanmamışsa da elektrik şirketlerine de o kadar olsa gerek… Bu iyi niyetli cezalar başta caydırıcı bir çözüm gibi gözükse de gerçekten milletimizin dertlerine derman oluyor mu?
Asıl Bedeli Kim Ödüyor
Üst satırdaki soruya cevap verelim: Olmuyor! Zincir marketlere kesilen 2 milyar TL Ayçiçek yağının fiyatını düşürmüyor. 2 milyon TL’lik cezalar stokçuları durdurmuyor. Köylünün elektriği hala kesik; kentleri besleyecek köylü üretemiyor. Şehirler için de durum aynı; devlet elektrikten aldığı vergiyi indiriyor, özel dağıtım şirketi zam yapıyor. Belli merkezlerce dolar vurgunculuğu hala yapılıyor.
Maalesef asıl bedeli milletimiz ödüyor. Köylümüz üretemiyor. Elektrik ve su çiftçimizin nefesidir. Nefes olmadan yaşam olur mu? İşçimiz aldığı maaşı –bedel ödetilen- elektrik ve doğalgaz şirketlerine teslim ediyor. Kalanı da –yine bedel ödetilen- zincir marketlerin reyonuna bırakmak zorunda kalıyor. Devletimizin yurtlarında yer bulamayan öğrenci arkadaşlarımız burslarını, aileleri bir aylık alın terlerini fahiş fiyatlı özel yurtlara veya ederinin üzerinde kiralanan evlere veriyor. Daha da kötüsü yasadışı cemaat evleri ve yurtları bir seçenek haline gelebiliyor. İşte bu satırları yazdığımız sırada bir cemaat yurdunda kalan Enes Kara arkadaşımızın intihar haberini alıyoruz. Üstelik bu cemaat yurtlarında yaşanan ilk acı olay da değil.
Krizi emekçilerin, üretenlerin, gençlerin sırtına yüklemek bir milli güvenlik sorunudur. Geçtiğimiz günlerde ABD destekli ayaklanma girişimlerine sahne olan Kazakistan gibi Türkiye’de de CIA-Soros tarafından fonlanan çokça sivil toplum kuruluşu var. Türkiye çok güçlü bir ülke, elbette öyle ayaklanmalarla çökertilemez. Fakat ABD derin devleti raporlarında, “Erdoğan Hükümetini yıkmak için yaratıcı yıkıcılık programı uygulayacağız” tezleri yayımlanırken bu ihtimali göz ardı etmek de akıl karı değil.
İşin özü, milletimiz üzerinden haksız kazanç elde edenlere bedel ödetiyoruz, ödetelim de. Fakat bu köklü bir çözüm değil. Sorunu çözmüyor, sorunu erteliyor. Çözülmeyen sorun da asıl bedeli milletimize ödetmiş oluyor.
Yukarıda yazdıklarımız karamsar bir havanın esmesine sebep olmasın. Gerçeklerin ve içinde bulunduğumuz durumun zorluklar barındırması karamsar olacağımız anlamına gelmiyor. Türk milletinin tarihi zorlukları alt ederek var olma tarihidir. O nedenle olağanüstü iyimseriz. Çünkü milletimize güveniyoruz. Ülkemizin tarihini biliyoruz, potansiyelini görüyoruz. Türk gençliğinin ateşini hissediyoruz. Yalnızca bir çıkış yolu, bir program gerekiyor. O programı da müjdeliyoruz.
Devletçilikle Sisteme Bedel Ödetelim
Sn. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devlet yetkililerimizin, “bedel ödeteceğiz” vurgusu bir zorunluluğu gözler önüne seriyor: DEVLETÇİLİK! Bir başka deyişle kamuculuk. Neyle ödetiliyor o bedel? Devletin yaptırım gücüyle. Köklü ve kesin çözüm de buradan geçiyor.
Fırsatçıların, sahtekarların, dolar spekülasyoncuların, milletimizin alın teri üzerinden vurgun yapanların önünün kesilmesinin en kesin yolu bunların bağlı olduğu sisteme bedel ödetmektir. O da devletçilikle mümkündür.
Milli Savunma Sanayinde neden tarihi başarılara imza atıyoruz? Çünkü devlet kontrolünde işleyen bir üretim yapıyoruz. Tarım Kredi Kooperatifi Marketleri de buna güzel bir örnek. Şimdi elektrikten ulaşıma, öğrenci yurtlarından gıda sektörü ve marketçiliğe kadar her sektörde devlet hamlelerinin ve kontrolünün atakta olacağı bir süreçteyiz. Gümrük duvarlarımızı yükselteceğimiz bir döneme girdik. Döviz spekülasyonları ithalatı üretmekten daha pahalı kıldı. Neoliberal sistemin son tezi olan, “dışarıdan almak üretmekten daha ucuz” çözümsüzlüğü de çöktü.
Türkiye’nin çıkış yolu devletçilik ve milli üretimdir. Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışanlara bedel ödetmenin yolu budur. Emperyalizme karşı verdiğimiz Ekonomik Kurtuluş Savaşının zafer yolu budur.