Yunus Emre Özgün/Öncü Gençlik Eskişehir İl Başkanı
Türkiye’nin devlet ve toplum olarak geçtiği her önemli aşamada sesini daha tiz işittiğimiz sözde muhalif özde Atlantikçi çevrelerin “Türkiye’de demokrasi rafa kalktı” tutumunun son şekli “yaratıcı yıkıcılık” olarak ilan edilmiştir. Özellikle Mavi Vatan kavramı, Doğu Akdeniz’de söylemleri aşarak esaslı bir doktrin halini almışken Müstafi Amiral Sayın C. Yaycı’nın neoliberal muhalefetin uzun süredir takındığı tavırla bağdaşan İsrail savları, bu söz konusu tutumda çekici ve mantıklı görünen argümanlarla kendisine stratejik bir konum almaktadır. İstifasından sonra Bahçeşehir Üniversitesi bünyesinde kurduğu Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi (DGSM)’nin twitter hesabından Cihat Yaycı imzasıyla yapılan “Biz ne ABD’ci, ne Rusya’cı, ne Avrasyacı olmalıyız. Biz Türkiyeci olmalıyız.” paylaşımı, sahada ve masada mücadele veren sivil ve askeri kadrolarla birlikte en başta Türk milletini rahatsız etti.
Jeopolitik Körlük
Sn. Yaycı’nın TSK’ye emek vermiş vatansever bir amiral olması yanlış tutum ve savlarını doğru kılmaz. “Avrasyacılık-Türkiyecilik” söylemi üzerinden suni ve bağlamsız bir ikilem yaratmış olması Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmemekle beraber Türkiye’nin yetmiş yıl sonra sayısız bedel ödeyerek tekrar girdiği Atatürk devrimi rotasına en iyi ihtimalle bilinçsizce direnmektir.
Burada karşımıza bir ihtiyaç olarak tehdit analizi kavramı çıkmaktadır. Öyle ki bir ülke başka bir ülkeye kötü niyet besliyorsa ve bu yönde askeri bir yeteneğe de sahipse o ülke tehdit; kötü niyeti yok ama yeteneği varsa potansiyel tehdit; yeteneği yok ama kötü niyeti varsa risk; çevre ve kimlik siyasalarıyla küçük-orta çaplı yıkıcılık girişimleri güdüyorsa tehlike teşkil etmektedir. Bu bağlamda Sn. Yaycı, Türkiye’den hemen her bakımdan daha geri durumda olan(risk) Yunanistan’ı ve GKRY’yi tehdit olarak koymaktadır.
Mevcutta ekonomik ve jeopolitik, yakın gelecekteyse çok muhtemel askeri ortağımız olan Rusya’yı ise söz konusu devletlerle aynı safa koymakta ve dolayısıyla en başta tehdit analizini bile doğru yapamamaktadır. Öte yandan ABD’nin Yunanistan’la birlikte Batı sınırımızda tanklı uçaklı tatbikatlar yapmasının “bizi değil Rusya’yı kaygılandırması gerektiği”ni söylemesi jeopolitik körlüğün bir ürünüdür. Bu usavurum, bir bakıma ABD’nin “Ankara’daki kaybettiği adamı” Davutoğlu’nun karaya endeksli olduğu yetmediği gibi Türkiye’yi komşularıyla kanlı bıçaklı hale getiren ve Türkiye’ye düşmandan başka bir şey kazandırmayan “stratejik derinlik(!)” fiyaskosunu hatırlatmaktadır.
Sn. Yaycı, Türkiyeci olmayı başka bir şeyci olmamak üzerinden koyarak bir kimlik ve politik yönelim tayin etmeye çalışmakla tutarsızlığın ilginç bir fonksiyonunu sergilemektedir. ABD’ci olmamanın doğal, kârlı ve aslında zaruri bir sonucu olan Avrasyacı olmayı reddederek garip bir çıkmaza girmektedir. Avrasyacı olmayı “Rusyacı” olmak olarak kodlayıp vardığı sonuçta Türkiyeci olmayı, yalnızlaşmak ve komşularını koşulsuz şartsız ötekileştirmek olarak varsaymaktadır. Atatürk’le Rauf Denktaş’ı “Rusçu” yapan bu jeopolitik körlük Sn. Yaycı’ya Türkiyeci olamamanın formülünü yazdırmaktadır.
İsrail Savları ve Çıkmazlar
Bölgedeki Atlantik kalesi İsrail’le ABD uydusu körfez krallıklarının “normalleşme” pozları verdiği bir konjonktürde; ABD’nin Suriye hariç, bölgeden çekilişine alternatif olarak İsrail önderliğinde bir Arap NATO’sunun kurulmasını istediği gerçekliği şu durumda sokaktaki vatandaşın dahi gündemindeyken Sn. Yaycı’nın bunun üzerinde asla durmaması düşündürücüdür. Hatırlayalım; denizdeki Sevr dediğimiz Seville haritasının karadaki versiyonu olan BOP haritasında kurulması amaçlanan kukla Kürdistan’ın diğer adı 2. İsrail’dir. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen BM 75. Genel Kutulu Görüşmeleri’nde, İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Gilad Erdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in Filistin’e yönelik ”baskı, şiddet ve yıldırma politikalarından” bahsederken salondan ayrılması Türkiye’ye karşı olan tavrın bir ürünüdür. Bu rotaya rağmen Sn. Yaycı’nın çıktığı tv programlarında ve verdiği demeçlerde İsrail’le MEB anlaşması imzalanması gerektiğini vurgulaması meselenin tehlikeli çekiciliğini sorgulatması gereken bir söylemdir.
Sn. Yaycı’nın söylemlerinin çıkmaza girmesine sebebiyet veren durumlardan bazıları;
– Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı en ciddi çoklu zirve olan East-Med boru hattı projesine karşı sonuç alması son derece mümkün bir antitez olan Libya Anlaşması’nın yarattığı fiili durum,
– İtalya’nın gerek projenin verimsizlikle sonuçlanacağından, gerekse Türkiye’nin Mavi Vatan iradesinin yakın gelecekteki yansılarını okuyabilmesinden dolayı geçtiğimiz aylarda East-Med’den çekilip, şimdilerde Türkiye’yle geçiş eğitimleri düzenlemesi ve
– Doğu Akdeniz’deki durumun Karadeniz’deki gaz hidrat keşfiyle Türkiye lehine seyretmesidir.
Gerçek Tehdit İsrail’dir
Sn. Yaycı’nın “dostunu uzak, düşmanını çok yakın tut” anlamına gelen önerisinin Türkiye’yi ekonomik kaynaklar açısından değil ama düşmanlar açısından epey zengin bir boyuta geçireceği şu basit göstergelerden anlaşılabilir:
-İsrail; Yunanistan, GKRY ve ABD’yle birlikte Noble Dina, Nemesis gibi Türkiye’den ve KKTC’den “intikam almak” temalı tatbikatlar yapmıştır ve benzerlerini de yapmaktadır.
-İsrail, GKRY’nin KKTC’ye ve Mısır’a yaptığına benzer biçimde Lübnan’ın MEB’ine tecavüz etmektedir. Böyle bir devletle -geçmişten günümüze bölgede ve ülkemizdeki yıkıcı faaliyetleri bir kenara- hukuka ve hakkaniyete dayalı bir anlaşma yapmak nesnel gerçekliğe aykırıdır. İsrail’in bu tutumuna alternatif olarak GKRY’yle değil KKTC’yle anlaşma yapması durumunda kendi çıkarlarına daha uygun olacağı, yani GKRY’nin İsrail’in Afrodit sahasından kendisine alan çalmasına karşı İsrail’in KKTC’yle anlaşması durumunda yaklaşık 1.87’lik bir alan kazanımı sağlayacağı argümanını öne sürmek KKTC’nin egemenlik haklarına zarar vermeden onu tanıması imkansız olan bir devletle pazarlık yapmak demektir.
-Sn. Yaycı aynı zamanda Yunanistan’la ve GKRY’yle Ege ve D. Akdeniz’de müzakere etmenin anlamsız ve gereksiz olduğunu söylemektedir ve bu bakımdan kendisiyle çelişmektedir. Belirleyici olan, savların hukuki sağlamlığı ve onları pratiğe geçirecek olan askeri-diplomatik kuvvettir. Nitekim Yunan kamuoyu Türkiye’yle müzakereler konusunda ikiye bölünmüştür, ağır basan tezler görüşmelerin Yunanistan’ın değil Türkiye’nin elini güçlendireceğidir.
-Sayın cumhurbaşkanının Mavi Vatan kararlılığından övgüyle bahsedip, yaklaşan AB zirvesinde Yunanistan’ın provokasyonlarına karşı Türkiye’nin itidalli ve diplomatik taktikler kullanarak cevap vermesi anlamına gelen Oruç Reis’in bakıma çekilmesine cepheden karşı olması ayrı bir çelişkidir. Gambot diplomasisi her zaman seçenek dahilindedir fakat savaş sanatı minimum enerji sarfı ve maksimum sonuçtur.
– Kırım’ı Rusya toprağı olarak tanımak, KKTC’nin Rusya tarafından tanınmasını sağlamak için en gerçekçi, pragmatik ve Türkiyeci seçenektir. KKTC’nin Rusya’yı tanıması demek başta Türki Cumhuriyetlerin ve ardı sıra hızla birçok bölge devletinin KKTC’yi tanıması ve deniz jeopolitiğimizin geri dönülmez bir evreye geçmesi demektir.
– Türkiye’nin hak ve çıkarlarına saygı duymak ve KKTC’yi gözetmek şöyle dursun, iç siyasette yolsuzluklarla köşeye sıkışan İsrail hükümeti “normalleşmeler”le bölgede sadece Körfez krallıklarıyla değil, Sudan – ve Güney Sudan – Hafter Libyası, Mali gibi son derece stratejik konum ve kaynaklara sahip olan Afro-Arap devletlerin de içinde bulunduğu bir Arap-Afrika NATO’su kurmak istemektedir. Bu paktın Avrupa-Atlantik merkezli tek kutuplu küresel dizgenin karşısında duran Avrasyacı ülkelere karşı kurulmak istendiği aşikardır.
-İsrail, Türkiye’nin yaşadığı tecrübelerle Atlantikçi dizgeden koparak Avrasyacı ittifakta konumlanmasından rahatsız olduğu için bir süredir resmi düzeyde Türkiye’ye yeşil ışık yakmış fakat beklediği diyaloğu kuramamıştır. Mısır’ı da Türkiye’ye karşı -özellikle geçmişteki ihvancı söylemler üzerinden- kışkırtarak olası bir TR-MS anlaşmasının önüne geçmek istemektedir. Türkiye, İsrail’in olmadığı bir ittifaklar zinciri kurabilecek birikime ve yeteneğe sahiptir.
Hal böyleyken Türkiye, İsrail’in ve İran’dan korkan Körfez krallıklarının -Katar hariç- özellikle Libya’da Türkiye’ye karşı kendi saflarında tutmak istediği Mısır’la bile MEB ilan edebileceği bir yörüngede politika ve strateji arayışındadır. Bu gerçekliği görmeyip haydut devlet GKRY’yle MEB imzalayan İsrail’in hukuk ve hakkaniyet tanımaz projesiyle uzlaşmak anlamına gelen mantık dışı önermelerde bulunmak – EastMed’in Türkiye-Libya MEB’in’den geçtiği için izin alması gerektiğine dayanarak İsrail’le masaya oturmak gibi – Türkiye’nin 2014’ten bu yana ulusal çıkarları için değiştirdiği dış politikasını tek bir anlaşmayla pencereden aşağı atmak demektir. Oysa Libya anlaşması, Atlantik’in altı köşeli yıldızı İsrail’in bölgedeki jeopolitik ihtiraslarına Barbaros’un sancağıyla sokulan bir kama niteliğindedir.
Başta ABD’li Rand Corp., CSIS, Foreign Policy, National Interest ve İsrailli JISS gibi ABD ve İsrail’in dış politikasını ciddi oranda şekillendiren/etkileyen düşünce kuruluşlarının ve strateji merkezlerinin Türkiye ve bölgede artan etkisi hakkında hummalı bir kaygıyla yazdıkları detaylı raporlar, içinde bulunduğumuz durumu ve Türkiye’nin Avrasyacı yönelimini anlamak açısından son derece açık ve çarpıcı içeriklere sahiptir. Sn. Yaycı, söz konusu raporlarla birlikte bundan yaklaşık bir ay önce İsrail’deki en yüksek/yetkili devlet kurumu sayılan MOSSAD’ın Bşk. Yossi Cohen’in “asıl tehdit İran değil Türkiye” başlıklı raporunu çekici ekonomik argümanların sembolü halini almış “teknokrat-akademisyen gözlükleri”ni çıkararak ülkemizin milli çıkarlarını gözeten jeopolitik bir bilinçle ve okumalıdır.
İçinden geçtiğimiz jeopolitik-ideolojik kırılmaları okuyamayıp salt ekonomik güdülerle İsrail’le MEB anlaşması yapmayı savunmak Türkiye’nin politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel açılardan doğal bir parçası olduğu Avrasyacı konumlanmaya muhalefet etmekle kalmamaktadır. Bölgesel istikrarsızlıkların, savaşların ve adaletsizliklerin motoru olan tek kutuplu neoliberal küreselci dizgenin yanına düşmeyle sonuçlanmaktadır. Enerji ve sınır güvenliğimizin garantörü konumundaki Rusya’ya cephe almak Gül’cü, Davutoğlu’cu, Babacan’cı siyasetlerle jeopolitik harakiri yapmak demektir. Avrasya ittifakı/ŞİÖ konusundaki yanlış tutumunu aşması için Sn. Yaycı’ya Mayıs 2019’da Vatan Partisi liderliğinde Çinli diplomatların ve Türkiye’nin önde gelen iş insanlarının/şirket yöneticilerinin katıldığı “Üretim’de Atılım: Türkiye-Çin İşbirliği” toplantılarını ve Aydınlık Gazetesi’nin KKTC’nin 36. kuruluş yıl dönümü için hazırladığı KKTC ekini yukarıdaki raporlarla beraber okumasını tavsiye ediyoruz.
Kimsenin şüphesi olmasın: Türk’ün kılıcı uzun, gemileri demir, bahriyelileri çeliktendir.
İçeride bozgunculuğa, dış politikada yanlış yönlendirmelere geçit yok.
KAYNAKÇA:
https://aydinlik.com.tr/haber/bolgede-arap-israil-nato-su-olusturmaya-calisiyorlar-218327
https://nationalinterest.org/blog/skeptics/why-america-should-fear-russia-china-alliance-168602
https://www.aydinlik.com.tr/haber/akdeniz-in-sessiz-gucu-italya-217733-1
https://www.aydinlik.com.tr/haber/israil-den-21-yuzyil-raporu-en-buyuk-engel-turkiye-218881-1
https://www.aydinlik.com.tr/haber/turk-misir-iliskileri-ve-rus-elcinin-kahire-mesajlari-218933
https://www.csis.org/analysis/restoring-eastern-mediterranean-us-strategic-anchor
(http1) https://www.youtube.com/watch?v=pV4_tX8iReE
Polat, S. (2015). Türkiye İçin Jeopolitik Rota. İstanbul: Kaynak Yayınları
Stephen, J, F. Stephen, Anika B, vd. (2020). Rand Corporation Report.
Üsküplü, S. (2020). RAND Corporation’un “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” Raporu. Aydınlık.
Yaycı, C. (2020). Doğu Akdeniz’in Paylaşım Mücadelesi ve Türkiye, Kırmızı Kedi Yayınevi.