Ana Sayfa Dünya Devrimi Yugoslav Zaferinin Sırrı: Vatan Savunmasında Birlik

Yugoslav Zaferinin Sırrı: Vatan Savunmasında Birlik

1938

Teoman ALİLİ Ulusal Kanal Haber Müdür Yardımcısı TEORİ DERGİSİ – Mart 2007

Yugoslav Zaferinin Sırrı: Vatan Savunmasında Birlik

Yugoslavya milli marşı “Yugoslavya seni savaş doğurdu” cümlesiyle başlar: “Jugoslavija borba te rodilo.” Bizim marşımızdaki vurguları içerir: “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” gibi yani. Dikkat edilirse dünyaya bağımsız yaşamanın mümkün olduğunu gösteren iki ülkenin marşı da halkına özgürlük için savaşmayı aşılarken zafer vaad eder.

Yugoslavya, aslında Partizan devrimi sonrasında değil Birinci Dünya Savaşı sonrasında ismini almıştır. Yugoslavya kelimesinin tam Türkçe karşılığı “Birleşik Güney Slavya’dır. Yug, Güney, O Birleşik ya da birleştirme bağlacı, Slavya’da Slavların yaşadığı yer anlamına gelir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Karacorceviç Hanedanı Sırbistan, Slovenya ve Hırvatistan krallıklarım birleştirmiştir. Bu dönemde savaş sonrası oluşabilecek bir iç savaşın engellenmesi için Karacorceviç Hanedanı Hırvat milliyetçisi Uztaşi çetelerini imha etmiş ve bu sayede Hırvatistan’la birleşmeyi sağlamıştır.

Makedonya’da ise bağımsız Makedonya’nın oluşması için kendilerine “Devrimci Makedon Çeteleri” diyen Komiti’ler Yane Sandavski ve Dame Grujev gibi isimlerin önderliğinde mücadele veriyorlardı. Komiti’ler Hanedana da karşı olduğu için ilk birlik hareketine katılmadılar. Ancak Komiti’ler sadece Kruşevo bölgesinde bir başarı elde edebildiler ve Osmanlı’ya karşı bir savaş kazandılar. Ancak egemenlikleri sadece 11 gün sürdü. Osmanlı 11 gün içinde Kruşevo sancağını geri aldı. Bu dönemden sonra Makedonya, Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesine kadar Osmanlı toprağı olarak kaldı. Ta ki Sırp çeteleri Makedonya’ya girene kadar. Bu dönemden sonra Makedonya toprakları Sırp denetimine geçti.

Yugoslavya içinde Makedonya örneği önemli. Daha sonra kurulacak federe devletin ikinci en küçük ve en fakir cumhuriyeti olan Makedonya, Sırp, İtalyan ve Alman işgallerinde sürekli olarak bir devrimci birikimi barındırdı. Partizanların ilk örgütlendiği merkez oldu. Birinci Dünya Savaşı ile, ikinci Dünya Savaşı arasında Yugoslavya’yı Hanedan yönetti.

Partizan örgütlenmesinin ortaya çıkışı

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Hanedan bizdeki duruma çok benzeyen bir şey yaptı. Almanlarla İtalyanların Yugoslavya topraklarını işgal etmesine izin verdi. Aynı anda yeraltında örgütlenen ve ilk hedefleri Hanedanı devirmek olan Komünist Partizanları da bir bir yakalayıp hapse attı. Tito bu dönemde parlamıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında üstün başarılar gösteren ve yaralar alan Tito, Yugoslav Ordusu’nun parlak subaylarından biriydi. Çok fakir bir ailenin demirci kalfası oğlu olarak ün salmıştı. Ama her devrimci ruh gibi o da ülkesinin içinde bulunduğu durumu daha genç yaşta fark etmiş ve ilk eşiyle evliyken Moşe Piyade isimli Komünist işçiyle tanışmıştı. Genç Tito hızla yeraltında örgütlenen illegal Yugoslav Komünist Partisi’nin önder kadrolarından biri olmuştu. Subay olması O’nun yükselmesine engel değil, tam tersine destek sağlamıştı. Çünkü Tito Komünist Parti’nin her toplantısında işbirlikçi Hanedana karşı örgütlenmeyi savunuyordu. Savaş çağrıları yapıyordu. Tito bunları yayarken bir madende yapılan toplantı sırasında tutuklandı. Hapsedildi. Arkadaşları Tito’yu hapisten kaçırdılar ve bir Kanada pasaportu sağladılar. Tito, Kanada pasaportuyla SSCB’ye kaçtı.

Tito SSCB günlerini şöyle anlatır: “Çok şey öğrendim. Beni çok sevdiler, fikirlerimi çok beğendiler. Bana Vatandaşlık teklif ettiler. Ama ülkem hızla batağın içine sürükleniyordu. Ne Moşe (Moşe Piyade), Ne Cemal (Cemal Biyediç) ne de Kiro (Kiro Gligorov) önderlik edemiyorlardı. Hatta Kiro ve Cemal hapisteydiler. Dışarıda bir tek Moşe kalmıştı. Ruslar benim ülkeme gitmemi istemiyorlardı. Amaçları neydi, ilk günlerde kestiremiyordum ama sonra anlar gibi oldum. Ruslar Alman tehlikesinin farkına varmışlardı. Yugoslavya’yı bir ön cephe olarak görüyor ve zamanı geldiğinde tam bir Rus subayı olarak yetiştirecekleri beni Yugoslavya’ya göndermeyi planlıyorlardı. Böylece Yugoslavya direnişi sayesinde zaman kazanacaklardı ve Alman tehlikesine karşı örgütlenebileceklerdi. Düşündüm, Ruslar için değil Yugoslavlar için savaşmalıydık. Israr ettim, ülkeme dönmek istedim, nihayet bana izin verdiler. Aynada gördüğüm en çirkin adamı hatırlıyorum. Bir bıyık bırakmıştım, saçlarımı öne yatırmıştım. Ben de Hitler hayranı, Kanada vatandaşı bir Sloven gibi görünerek Yugoslavya’ya doğru hareket ettim. Zor bir yolculuktu. Bazı duraklara uğradım. Ama Yugoslavya beni çağırıyordu.”

Tito’nun “Bazı duraklara uğradım” sözü bütün tarihçilerin en önemli araştırma konularından biri olmuştu. Tito’nun Türkçe tercümanı olan İlhami Emin, “Mareşal 1939 yılında Türkiye’ye gitti. Orada saklandı. Türk Hükümeti O’na iyi baktı. Önce Pera Palas’ta sonra Park Otel’de kaldı. En çok şiş kebabı sevmiş” diyordu. Tito, “komünist asi” olarak arandığı bir dönemde Türkiye’ye gönderilmişti. Tito, Spridion Mekas adına düzenlemmiş sahte Kanada Pasaportuyla bir Türk takasına binerek Odesa’dan İstanbul’a geldi. Park Otel’in ikinci katındaki 44 numaralı odada 17 gün kaldı. Sonra Paris’e gitti.

“Savaş beni çağırıyor”

Tito bir askerdi. Ülkesinin kıymetini biliyordu Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden ülkesine döndü. Yeraltında örgütlenmesi gerekiyordu. Çünkü İtalyanlar Tito’nun Yugoslavya’ya döndüğünü öğrenmişti ve başına 100 bin dinar ödül koydular.

Ama Tito müthiş bir şey bulmuştu. Bunu Yugoslavya’ya girmeden Moşe Piyade’ye bir şekilde ulaştırmıştı. Moşe Piyade bir maden işçisiydi. Tito komünist işçilerin madenlerde örgütlenmesini istemişti Madenler sadece çalışılan değil, aynı zamanda örgütlenilen yerlerdi Madenlerde işçi tugayları örgütlendi. O dönemde partizanlar hariç hiç kimse bir ülkenin vatan savunması temelinde devrime hazırlandığını bilmiyordu.

Hırvatistan ve Sırbistan

Tito devrimci kökleri olan Makedonya’dan emindi. Şimdi hedefi Sırbistan ve Hırvatistan olmuştu. Savaş devam ediyordu. Tito bu arada sürekli kimlik değiştiriyor, Paris’e gidip geliyordu. Paris’te güvenilir adamları vardı. Bir gün yine Paris’e gitti. Dönüşünde Hırvatistan’a geçecekti. Bu arada yakın dostu Kiro (Gligorov) Makedonya’daki hareketi güçlendirmiş ve Komiti çetelerini Partizanlara dahil etmişti. Tito, Belgrad’a gitti. Bu büyük bir risk gibi görünüyordu. Çünkü Belgrad’da Sırp milliyetçiler, yani Çentikler Partizanlardan nefret ediyorlardı. Ancak onların içinde bir damar vardı. Tito o yurtsever damarı yakalamaya çalışıyordu. Ancak Sırbistan’da çok yakın dostları vardı. Vladimir Bakariç devrimci subaylar grubunun başındaydı. Nikola Lyubuçiç Devrimci İşçi Grubunun başındaydı. Bu iki isme ek olarak Belgrad Üniversitesinde Yura Hrzenyak isimli öğretim üyesi büyük bir öğrenci kitlesini Partizanlara dâhil etmişti.

Bu kitle Sırbistan genelinde özellikle Banya Luka’da ciddi bir güç olmuştu. Hatta yer yer Çentik çetelerle devrimciler arasında çatışmalar yaşanıyordu. Çatışmalarda Partizanlar başarı kazanıyor ve güçlerini artırıyordu. Bir bakıma iç savaş Partizanların lehine gidiyordu. Güçlü olanın yanında olmayı çok seven Sırplar da Partizanlara yaklaşıyordu. Tito Paris’teyken muhteşem bir haber almıştı. Yugoslav Ordusu’nun en önemli komutanlarından biri olan Stane Dolanç Partizanlara katılmaya karar vermişti. Bu, Sırbistan’da işçiler, askerler ve öğrencilerden oluşan bir grubun işgale karşı savaşmaya karar verdiği anlamına geliyordu. Tito Paris’ten dönmeye ve Hırvatistan’a gitmeye karar verdi. Çünkü Zagreb maalesef Almanları büyük bir coşkuyla karşılamış ve Hırvat ırkçısı Uztaşi’ler Almanlarla birlikte hareket etmeye karar vermişlerdi. Tito burada Hırvat oluşunun avantajını kullanıp bir örgütlenmeye gitti. Miroslav Krleza, Vladimir Dedyer gibi isimlerle birlikte Hırvat bağımsız bloğunu kuran Tito, burada özellikle gençleri örgütledi. Bu gençler yeraltı sığınaklarında örgütlenip bir iç savaşa girdiler. Almanlar ve İtalyanlar Bosna ve Kosova’da Tito’yu avlamaya çalışırken Tito Hırvatistan’daki iç savaşı yönetiyordu. Hırvatistan’da iç savaşı Partizanlar kazanmıştı. Bu Hırvat cephesinde de Almanlara karşı savaş yapılacağı anlamına geliyordu. Slovenya’da ise, bir kadın kahraman Ana Kolar ön plana çıkmıştı. Ana Kolar, bir kadın partizan komutan olarak Sloven direnişini örgütlüyordu. Slovenya’da da örgütlenme tamamlanmıştı.

Merkez Bosna

Boşnakların büyük bir bölümü Almanlarla işbirliği yapıyordu ve buna karsı çıkan Partizan Boşnaklar çok rahatsızdı. Tito Boşnak Partizanların bu hırsından faydalanıp bir örnek yaratmak istiyordu ve başardı. Neretva, Yugoslavya direnişinin sembolü oldu. Tito yeraltında yaşadığı dönemde en tehlikeli günlerini Boşnak Partizanların bölgesi olan Neretva’da geçirdi. Tabii bunu yapmasının bir nedeni vardı. 1940’lı yıllardan itibaren kendilerine Genç Müslümanlar diyen bir örgüt Bosna’yı resmen Nazilere pazarlamıştı. Bosna’nın bütün topraklarında Nazi postalları dolaşıyor, hatta genç Müslümanlar Nazi ve İtalyan askerlerini evlerinde misafir ediyorlardı. Bunlara karşı çıkan iki grup vardı. Samimi Müslümanların oluşturduğu “inananlar” grubu ile komünist Partizanlar. Tito Almanların en güvenli bildiği yerde gizleniyordu. İnananlar grubu Partizanlarla sıkı temas halindeydi. Kendilerini tanıtmayan ve Genç Müslümanlara dâhilmiş gibi gösteren bu grubun en büyük görevi Almanlara çarpık istihbaratlar göndermekti. Almanlar, Tito’nun varlığını biliyorlardı. Ancak başta O’nu küçümsemiş ve İkinci Dünya Savaşanda hep yaptıkları şeyi yapmışlardı. Ayak işlerini İtalyanlara yaptırıyorlardı. Tito’yu yakalamayı da bir ayak işi olarak görmüşlerdi. İtalyanlar Tito’yu ararken, Onlara istihbaratı Almanlar gönderiyordu. Tabii bu istihbarat alış verişi sırasında Almanlar kendilerine İnananlar grubundan gelen istihbarat bilgilerini rehber alıyorlardı. Tito’nun bir fedai mangası vardı ve İnananlar grubunun verdiği her istihbaratta birkaç kişi sığmaklarda yakalanıyordu. Tito o sırada sürekli yer değiştiriyor ve onu bulmak neredeyse imkânsız hale geliyordu. Bütün bunlar Tito’nun Boşnaklar arasında daha çok sevilmesini sağlıyordu.

Başarıya inandılar

Tito bir liderden çok bir efsane haline dönüşmüştü. Bu bir avantaj haline geliyordu. Çünkü Balkanlar’da daha önce kurtuluş mücadelesi veren öncülerin hepsi yakalanmıştı. Hatta halkı kurtarmak için öne çıkanlar halkın önünde kazıklara oturtularak öldürülmüştü. Bu durum halkın devrimci öncülere güvenini azaltmıştı. Bu yüzden Birinci Dünya Savaşı’nda kaybeden tarafla savaşmalarına rağmen devrimci gruplar değil Hanedan ailesi savaş sonrasında iktidarı ele geçirmişti. Çünkü halk Hanedanı güçlü görüyor, savaşta öne çıkan devrimcilere güvenmiyordu. Tito dâhil olmak üzere pek çok devrimci Birinci Dünya Savaşı’nda en önde savaşmış olmalarına rağmen halk hareketinin başına geçememişti. Tito Birinci Dünya Savaşı’nda yer almanın kazandırdığı deneyimle İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde yeni bir örgütlenme modeli oluşturmuş ve etrafına bütün etnik grupların önemli isimlerini toplamıştı. Özellikle Bosna ve Kosova’da özel çaba harcayan Partizanlar bu iki bölgede önemli aileleri saflarına katmayı başarmışlardı. Biyediç ailesinin desteğini arkasına alan Tito, Kosova’da da Arnavut çetelerini yanına çekmeye çalışıyordu.

Blerim Bırka’yı kazandı

Tito Bosna’da istediğini elde etmiş gibi görünüyordu, ancak tehlikeli bir bölge daha vardı. Bu bölge Kosova’ydı. Kosova ağırlıklı otak Müslüman Arnavutların bulunduğu bir bölgeydi ve bu bölgenin en büyük özelliği çetelerin ağırlığıydı. Çeteler her yöne kayabilirdi. İşgal güçlerine destek verebilecekleri gibi, Hanedan ailesi hesabına çalışıp direniş hareketini hedef alabilirlerdi. Tito bu yüzden Arnavut çetelerinin en büyüğü olan “Fitore”yi ikna etmeye çalışıyordu. Bosna’dan Biyediç ailesini kendi tarafına çekmeyi başaran Tito, “Fitore” grubunun lideri Bırka (Pala) Blerim’i kazanmak için Arnavut partizanları görevlendirmişti. Ancak Arnavut partizanlar Bırka’yı bir türlü ikna edemiyorlardı. Bırka’nın beklentisi farklıydı. “Fitore” grubu savaşın çıkması halinde ganimet toplayıp ülkeden ayrılmayı planlıyordu. Tito olaya bizzat müdahale etti. Büyük bir risk alarak Neretva’dan çıktı Kosova’nın İpek kentine gitti. Sakal bırakmış, kalın camlı gözlükler takmıştı ve kendisine bir din adamı süsü vermişti. Bırka, Tito’nun görüşme talebini kabul etmişti ve bu büyük bir fırsattı. İpek’te küçük bir köy evinde buluşma gerçekleşti.

Tito daha sonra hatıralarında bu görüşmeyi şöyle anlatıyordu: “Gerçekten çok heyecanlanmıştım. Çünkü bu, savaşmayı bilen, daha doğrusu benim istediğim savaşı yapabileceğine inandığım insanların liderleriyle yapacağım bir görüşmeydi. Üstelik Bırka yanımda sadece dokuz kişi getirebileceğimi söylemişti. Biz 10 Partizan ki bunların içinde Cemal’de (Biyediç) vardı, Bırka’nın randevu verdiği yere gittik. Büyük bir kasaba tamamen Bırka’nın kontrolündeydi. Kasabaya girişimizle birlikte ispiyonlanıp ispiyonlanmadığımızı merak etmeye başladık. Ancak korktuğumuz olmamıştı. Sonra ikinci endişe başladı. Ya bizi görüşme esnasında tutuklatırsa diye düşünmeye başladık. Büyük bir risk almıştık, ancak Bırka’ya nedenini bilmediğimiz bir güven duymuştuk. Bize bir sofra kurmuşlardı. Kuzu eti sundular. Bunun Arnavut adetlerinde dostluk gösterisi olduğunu biliyorduk. Konuşmaya başladık, tartıştık, tam yedi saat sürdü. Sonunda Bırka, ‘Zaten ben size katılmayı istiyordum. Çünkü size inanan insanlar olduğunu gördüm. Dahası bize başkalarının getireceği özgürlüğe inanmıyorum. Arkadaşlarım sizin için bir gösteri hazırladılar, buyurun bahçeye geçelim’ dedi. ‘Bahçeye geçelim’ sözü beni biraz düşündürdü. Açıkçası bu işin bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. Bahçede bir tuzak olabileceğini düşündük. Ama zaten yapacak bir şey yoktu, kurtların arasındaki kuzu gibiydik. Ama sofrada bize kuzu ikram edilmesiyle bibi de kurt olarak gördüklerini düşünmüştük. Bahçeye çıkınca Skender Beg halayının melodilerini duyduk. Kılıç şakırtıları bu oyunun temposunu veriyordu. Arnavutları tanıyordum, konuklarına Skender Beg oynuyorlarsa kendilerini göstermek istiyorlardır. Bekledim, eğer halay başı kılıcını önüme atarsa Bırka’nın çetesinin bize katılacağını anlayacaktım. Galiba Bırka’da benim Arnavut adetlerini ne kadar bildiğimi test etmek istiyordu. Halayın orta yerinde Bırka kılıçlardan birini aldı. Halaya girdi. Dizlerinin üstünde üç tur döndü ve kılıcı önüme attı. Sonra karşımda taş oldu durdu. Meçkin Kamen (Makedonya’daki devrimci komitelerin anısına dikilmiş “ayı taşı” anıtı) gibi. Kılıcı aldım başına dokundum. Blerim, arkadaşlarına döndü ve ‘Artık lideriniz bu Hırvat’tır. Erkek olan yabancıların topraklarımıza girmesini istemez. Bu Hırvat da erkek, başkaldırdı. Savaş geliyorsa birlikte karşılayacağız.’ Bu şu anlama geliyordu: Kosova artık Partizanların yanında.”

Madende onur konuşması

Ortam oldukça müsaitti, kral öldürülmüştü, halk boşluk içindeydi ve işgalci güçler Yugoslav onuruna saldırmaya başlamıştı. Neydi Yugoslav onuru? Bu sorunun cevabını Tito’dan alalım:

“Zor bir ülkede yaşıyoruz. Avrupa kıtasının geçiş noktası sayılırız. Kimine göre ülkemiz zengin doğal kaynakları ve verimli topraklarıyla sömürmek için altın değerinde. Ama biz tarih boyunca kendi altınımızı başkalarıyla paylaşmadık. Ya altınımızın hepsini alırlar ki bunun için bizi yenmeleri gerekir, ya da işbirliği yapmamızı hayal edenler yanılırlar. Hanedan etrafındaki bazı kimselerin işgalcilerle işbirliği yapmasından kimse endişe etmesin. Biz yeter ki inanalım ve büyük savaşa hazır olalım. Bu savaş hem topraklarımızı, hem ekmeğimizi, hem de Yugoslav onurunu bize geri verecektir. Toprak, ekmek ve namusumuz onurumuzdur. Belgrad, Riyeka ve Dubrovnik’te gününü gün eden faşist ordularına karşı geceleri ve gündüzleri kurtarmak için harekete geçiyoruz. Öğrencilerden oluşan öğrenci tugaylarımız her gece eylem halindeler. Ordu içinde devrimci subaylar grubu oluşuyor. Bu harekete AVNOy adını verdik. Ve asıl gücümüzü teşkil edecek olan çeteler. Bu çeteler iki ana grupta oluşacak: Köylü tugayları ve işçi tugayları. İşgalciler madenlerden demir çıkıyor sanıyorlar; evet demir çıkıyor, ama onları yok edecek olan Yugoslav onurunun demir yumruğu çıkıyor. Onları aldatıyoruz. Partizanları yok ettiklerini sanıyorlar, ama yanılıyorlar. Arsa (Yavanoviç) ve Koca (Popoviç) arkadaşlar şu anda yer üstündeki birliklerimize kumanda ediyorlar Biz onlara çok şey borçluyuz. Onlar ölüyorlar, tutuklanıyorlar, işkence görüyorlar, ama bize zaman kazandırıyorlar. Onların yaşadıklarını düşünün, çoğu göremeyecekleri devrim için ölüyor, ama inanıyorlar, çocukları için onurları için ölüyorlar. O halde arkadaşlar kimseye birliğimizi bozma hakkı, ülkemizi yok etme hakkı, ekmeğimizi çalma hakkı vermeyiz. Çok üzülüyorum, bizden bunları isteyenler yok olacaklar. Artık toparlanma ve yeraltından yavaş yavaş çıkma günüdür. Arkadaşlar anam beni çağırıyor, savaş beni çağırıyor. Biz hep savaşlarda doğduk, o halde annelerinize söyleyin, hepimizin ortak anasına yürüyoruz. Yugoslav onuru için harekete geçiyoruz.”

Taarruz ve zafer

Şimdi büyük mücadele zamanıydı. Tito aynı anda Makedon komitilerinin başına geçirdiği Kiro Gligorov’a Bulgaristan’da devrimcilerle birlikte hareket etme emri vermişti. Bu sayede Almanlar ve İtalyanlar Yugoslavya topraklarına sıkıştırılmış olacaktı. Bosna’daki Neretva ise savaşın merkezi olmuştu. Partizanlar Tito’nun komutasında Neretva’da bir destan yazıyordu. Aynı anda Hırvatistan’da Miroslav Krleza liderliğindeki Hırvat Partizanlar Almanlarla savaşıyordu. Kosova bölgesinde ise, Bırka Blerim komutasındaki Arnavut çeteler savaşa katılmışlardı. Arnavutlar İtalyanları doğduklarına pişman etmişlerdi. Ana Kolar’ın partizanları ise, Almanları kilitleme görevini yerine getirmişti. En sonunda Almanlar Maribor’dan kaçmak zorunda kaldılar. Partizanlar kazanmışlardı.

Zafer Tito’nun bütün etnik grupları aynı program etrafında birleştirmesi sayesinde olmuştu. Sovyetler’den açık destek alan Partizanlar, mikro milliyetçiliği bir kenara iterek işçileri ve orduyu, öğrencileri ve köylüleri, Müslümanlarla, Ortodoksları ve Katolikleri aynı çatı altında toplamıştı. Bu şanlı vatan savunmasına önderlik eden Yugoslavya Birleşik Komünist Partisi’nin temel sloganı ise daha sonra oluşacak devletin temelini oluşturacaktı: “Bratsvo Edinsvo” (Kardeşlik, Birlik).

Şimdi tarihi bir ders… Ne zaman ki “kardeşlik ve birlik” bitti, yerine “etnik mikro milliyetçilik” geldi Yugoslavya parçalandı. Yugoslavya deneyimi açıktır. O deneyimde ilk kışkırtmalar çıktığında ne dediler: “Biz Arnavutuz, biz Sırpız, biz Makedonuz, biz Sloveniz… Ve devamı Müslümanız ya da Katoliğiz, Ortodoksuz vb. Sonra Belgrad’ta kalkışma. İki yıl öncesinde NATO bombardımanına karşı birlikte savaşan Belgrad’ta kalkışma. İşte bu yüzden “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı kalkışma planının bir parçasıdır. O halde bugün aslolan Türk olmaktır. Mikro milliyetçi akımlara karşı mücadele etmektir. Çünkü milli marşının giriş cümlesi “Yugoslavya seni savaş doğurdu” olan ve başkenti Belgrad olan ülkenin birlik içinde kalmasını sağlayan gerçek, orada yaşayanların Yugoslav olmasıydı.