Ana Sayfa Milli Demokratik Devrim ALTI OK PROGRAMI VE SOSYALİSTLER

ALTI OK PROGRAMI VE SOSYALİSTLER

1914

Turhan İÇLİ TEORİ DERGİSİ – Mayıs 2000

Altı Ok Programı ve Sosyalistler

Karl Marks’tan bu yana sosyalistler hep burjuva devrimlerini büyük bir coşkuyla selamladılar ve destekledirler. Bu devrimlerin mirasını sahiplenip savundular. Marks’ın bizzat kendisi Newyork Tribün gazetesinde yazdığı yazılarda, Amerikan iç savaşında devrimci kuzeyi, köleci güneye karşı övdü ve Abraham Lincoln’e ateşli kutlamalar ve destek mesajları gönderdi.
Lenin, “Büyük Rus Demokratlarının mirasına sahip çıkarak onları, Rus Devrimi’nin öncüleri olarak ilan elti. ÇKP, 1911 yılındaki burjuva devrimi’nin en samimi savunucusu oldu. Sun Yat Sen’in ortaya attığı ilkeler, kendi partisinden daha çok başta Mao olmak üzere tüm Çin komünistleri tarafından benimsendi ve Çin Devriminin asgari programı olarak kabul edildi.

Demokratik devrim bayrağını işçi sınıfı devraldı

Türkiyeli sosyalistler, milli mücadeleye bizzat katıldıkları gibi, Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarını ve Kemalizm’in devrimci mirasını her zaman içtenlikle savunageldiler. Bütün bu tutum ve davranışların arkasındaki perspektif kuşku yok ki, diyalektik maddeci tarih anlayışıdır. Bu anlayışa göre toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir aynı zamanda. Her sınıflı toplum, çıkarları birbirine karşıt ve uzlaşmaz iki temel sınıfı barındırır bünyesinde. Biri egemen konumdadır, diğeri ezilen. Nesnel ve öznel koşullar oluşup devrim anı gelip çattığında, ezilen devrimci sınıf egemen durumuna yükselirken o günün egemen sınıfı muhalefet konumuna düşer. Egemen hale gelen yeni sınıf eğer sömürücü bir sınıf ise, bir süre sonra devrimci enerjisini tüketip karşısına dikilen yeni devrimci sınıfa karşı, devirdiği sömürücü sınıf ve zümrelerle ittifak ve kader birliği yapar. Böylece kendi devrimci tarihine sırt çevirir, bu tarihi örtbas etmeye, çarpıtmaya ve unutturmaya çalışır. Onun terk ettiği miras ve devrimci değerler, doğal olarak yükselen yeni devrimci sınıfın malı haline gelirler. Tüm yeni ve yakın çağ tarihi, bu saptamaları parlak bir biçimde doğrulamıştır. Daha doğru bir deyişle gerçekte bu saptamalar, doğrudan doğruya yeni ve yakın çağ tarihinin toplumsal pratiğinden çıkarılmıştır.

Feodal toplumun bağrında filizlenip, derebeyliğe karşı savaş bayrağı açan devrimci burjuvazi, iktidara yürürken “eşitlik, özgürlük, kardeşlik,” parolalarıyla köylülerin ve işçilerin desteğini aldı. Fakat iktidara gelip kendisini egemen olarak yeniden örgütledikten sonra işçi sınıfının yürüttüğü mücadele karşısında gericileşip devirdiği aristokrasi ile işbirliğine girişti. Bir süre sonra, kendi devrimci tarihinden ürkmeye, bu tarihi inkâra ve tasfiyeye başladı. Bir zamanlar demokrasinin, laikliğin ve aydınlanmanın şampiyonu iken, kitleleri uyutmak için kiliseye ve dine sarıldı. Emekçileri kanlı pazarlarla, darağaçlarıyla, giyotinlerle yıldırmaya çalıştı. Dolayısıyla emekçiler, demokrasinin, laikliğin ve aydınlanma mücadelesinin doğal mirasçısı durumuna geldiler. Lenin’in deyimiyle burjuvazi, “demokratik devrimin bayrağını geminin bordosundan denize atmıştı; bu bayrağı düştüğü yerden kaldırıp yükseltmek devrimci proletaryanın göreviydi”. Bu tespitini Lenin Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği adlı yapıtında ayrıntılı olarak tahlil etti.

Devrimin aşamalı karakteri

Yarı emperyalist yarı feodal Rusya, nesnel olarak burjuva demokratik görevlerle karşı karşıya olan bir toplumdu. Ne ki, bu görevleri yerine getirmesi gereken burjuvazi, devrimci barutunu tüketmiş, devrime sırt çevirmişti. Bu görevleri proletarya üstlenecek; otokrasinin tasfiyesinden, barışın tesisinden, toprakların müsaderesinden sonra doğrudan sosyalizmin inşasına girişecekti. Böylece iki aşamalı bir devrim modeli ortaya çıkmaktaydı. Demokratik devrimini başarmamış ya da tamamlayamamış tüm geri ülkeler, iki aşamalı devrim gereksinmesi ile yüz yüze bulunmaktaydılar. Demokratik devrim, her ülkede çeşitli özgün biçimler almakla birlikte genel olarak emperyalist boyunduruktan kurtulmayı; ekonomik, toplumsal yaşam ve üst yapıda feodalizmin tasfiyesini, ulusal sorunun çözümünü ve siyasal demokrasinin gerçekleştirilmesini kapsıyordu. Buraya kadar proletarya ve diğer emekçi sınıflar ile ulusal burjuvazinin programları çakışıyordu. O halde böyle bir programın yaşama geçirilmesinde, emperyalizmin işbirlikçisi küçük bir azınlık ile feodal ve tefeci- bezirgan zümre ve tabakalar dışında, tüm ulusun çıkarı vardı. Bu durum emperyalizme ve feodalizme karşı geniş bir ittifakın olanaklarını yaratmaktaydı. Bu mücadeleye, işçi sınıfının mı yoksa ulusal burjuvazinin mi öncülük edeceği sorununun yanıtı, tamamıyla çağın ve ülkenin nesnel ve öznel koşulları tarafından verilecekti.

Kurtuluş Savaşı’nda Kemalist-Sosyalist birliği

Yarı emperyalist yarı feodal Rusya’da önderliği devrimci proletarya omuzlarken, yarı sömürge Türkiye’de demokratik devrime karakterini ulusal burjuvazi verdi. Türkiye’nin Tanzimat’tan, Meşrutiyet devrimlerinden gelen demokratik devrim birikimi, Genç Osmanlılardan, Jön Türklerden, İttihat ve Terakki Partisi’nden beslenen jakoben devrimci bir geleneği bulunmaktaydı. Bu olumlu birikim ve devrimci gelenek, Sevr’le birlikte ortaya çıkan emperyalist işgal olup-bittisi karşısında yerden mantar biter gibi fışkıran çete hareketlerini ve Müdafa-i Hukuk cemiyetlerini yarattı. Devrimin öncü örgütü ve silahlı gücü oluşmaktaydı. Bütün ulusal güçler, nicelikleri, yetenekleri ve örgütlenme düzeyleri ölçüsünde bu ulusal cephenin içerisinde yer almaktaydılar.

İşçi Sınıfı, ulusal başkaldırıyı bir bütün olarak ve açık bir biçimde destekledi; gerek işgale karşı mitinglerde, direnişlerde, gerekse silahlı çete hareketlerinde etkin olarak yer aldı. Sosyalistlerin ezici bir çoğunluğu da öyle davrandı. İstanbul’da Şefik Hüsnü’nün öncülüğündeki Türkiye Sosyalist İşçi ve Çiftçi Fırkası, Ankara’daki Halk İştirakiyun Fırkası, yurt dışında bulunan Mustafa Suphi’nin başkanlığındaki Türkiye Komünist Teşkilatı, pek çok ildeki sosyalist ve komünist hücreler, kurtuluş mücadelesine var güçleriyle katıldılar. Hikmet Kıvılcımlı Aydın cephesinde Yörük Ali Efe çetesi içerisinde, Affan Hikmet, Kürt Süleyman, Ardeşenli İsmail, Topal Osman gibiler kendi kurdukları çetelerde işgale karşı başarılı direniş ve eylemler gerçekleştirdiler. “Düvel-i kabulü, saltanatın, hilafetin tasfiyesi, cumhuriyetin ilanı bu ulusal güçler cephesi (Kuvayı Milliye) sayesinde sağlanabildi.

Birliğin bozulması ve sosyalistlere baskı dönemi

1925 yılında Kemalist hükümet, doğuda başlayan İngiliz kışkırtması, gerici Kürt isyanını bastırarak gerici muhalefeti ezmek üzere yürürlüğe koyduğu önlemlere, sosyalistleri de dâhil ederek büyük bir hata işledi. Takrir-i Sükûn yasası ile ilerici-gerici tüm muhalif partiler ve basın yeraltına itildi. Sosyalistlere karşı sürek avları ve tutuklamalar başlatıldı. Böylece Kemalistlerle Sosyalistler, bir yandan göz açtırmaz teröre karşı kendilerini korumaya çalışırken diğer yandan işçi sınıfı davasında Kemalizm’in kazanımlarını savunmaya ve desteklemeye devam ettiler.

Atatürk’ün ölümünden sonra başlayan “Milli Şef döneminde de baskılar devam etti. 1939 yılında Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı gibi sosyalist önderler “askeri ayaklanmaya teşvik” suçlamasıyla uzun hapis cezalarına çarptırıldılar. Demokrat Parti iktidarına kadar cezaevinde kaldılar. 1946 yılında, esen sözde demokrasi rüzgârına paralel olarak sınıf esasına göre örgüt kurmak serbest hale gelince, kurulan Şefik Hüsnü başkanlığındaki Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Esat Adil’in başkanlığındaki Türkiye Sosyalist Partisi altı ay bile yaşayamadan kapatıldılar. Yöneticileri tutuklandı. Solcu günlük Tan gazetesi matbaası basılıp tahrip edildi. Peşpeşe kurulan sosyalist işçilerin önderliğindeki sendikal birlikler, Amerikancı sarı sendikacılık icadıyla tasfiye edildiler.

Kemalistler, bu en yakın müttefiki olan sosyalistleri ezerek gerçekte gericiliğe karşı kendi kendisini zayıflattığını fark edemedi. Devrimin partisi CHP içerisinde ortaya çıkan gerici akım, güçlenerek 1946 yılında Demokrat Parti biçiminde bağımsızlığını ilan eti ve karşı devrimin üssü durumuna geldi. 1950 yılında büyük şamatalarla ve demokrasi demagojileriyle iktidarı fethederek gemi azıya aldı. TKP’ye karşı o güne dek görülmemiş büyük bir operasyon başlatıldı. Yüzlerce TKP’li tutuklandı ve ağır işkencelere maruz kaldı. Tüm önderleri, uzun hapis cezalarına çarptırıldılar. Aydınlanmanın ocağı durumundaki halkevleri, köy enstitüleri bütünüyle tasfiye edildiler. İmam hatip okulları ve Kuran kurslarının açılması büyük bir hız kazandı. Tarikatlar, hoşgörü ve açık destek gördüler. Kore’ye asker gönderildi ve NATO’ya girilerek Mustafa Kemal’in bölge merkezli politikası ve ulusal bağımsızlık konusundaki duyarlılığı terk edildi.

İktidarın gericileşmesi ve DP dönemi

Durum apapaçık ortadaydı. Palazlanan işbirlikçi burjuvazi, dışarıdan emperyalizmle organik bağlar kurarken, içeride din istismarcısı tefeci-bezirgân hacıağa zümreleri ve toprak ağaları ile ittifakını pekiştirdi. Sosyalizmin yanı sıra Kemalizm’den tarihsel intikamını almak üzere yoğun bir programı uygulamaya koydu.

Böylece 1920’lerde olduğu gibi Kemalistlerle sosyalistlerin ittifakının ve kader birliğinin koşulları yeniden doğmaktadır. Bu yeni durumu ilk kavrayan Dr. Hikmet Kıvılcımlı oldu. 1954 yılında yüzlerce işçiyle birlikte kurduğu Vatan Partisi’nin programında, Kemalizm’in kurtuluş mücadelesinin ateşi içerisinde sınanmış ve daha sonraki devrimci süreçlerle bütünüyle doğrulanmış olan altı ilkesini (Altı Ok programını) yeniden tanımlayıp formülleştirdi. Birinci Kuvayı Milliye’nin devamı olarak “İkinci Kuvayı Milliye Seferberliği”ni ilan etti. Birinci demokratik devrim hamlesi önemli kazanımlar elde etmiş olmakla birlikte yarım kalmış, bazı görevlerini tamamlayamamıştı. Siyasal ve ulusal bağımsızlık elde edilmiş olmakla birlikte ekonomik ve toplumsal kurtuluş sağlanamamıştı. Bu yüzden Birinci Kuvayı Milliye’nin devamı ve tamamlayıcısı niteliğinde yeni bir Kuvayı Milliye seferberliği gerekmekteydi. Ama bu kez, burjuvazinin devrimci barutu bütünüyle tükendiğinden bu mücadeleye işçi sınıfımız önderlik edecekti. Kıvılcımlı, Vatan Partisi’nin gerekçesi durumundaki “Kuvayı Milliyeciliğimiz” adlı broşürü yayınlayarak neden ikinci bir Kuvayı Milliye cihadına ihtiyaç bulunduğunu ve neden işçi sınıfı öncülüğünde olması gerektiğini kamuoyuna açıkladı.

27 Mayıs ve antiemperyalizmin yükselişi

27 Mayıs 1960 devrimi, gemi azıya alan karşı devrim için bir fren rolü oynadı. İlerici güçlerin soluklanmasına yol açtı.

1961 Şubat’ında 12 sendikacı tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi (TİP) sosyalizmin, Kemalizmin Altı Ok’una yer verdi. Yer yer Kurtuluş Savaşı’na ve sonraki devrimlere atıfta bulundu. Fakat TİP’in 1. ve 2. Kuvayı Milliye diyalektiği hususunda sistemli bir kavrayışı yoktu. Zaman zaman “İkinci Kurtuluş Savaşı”ndan söz etmekte ise de bu antiemperyalist kabarışın yol açtığı ajitatif bir söylemdi. Çünkü TİP, stratejik olarak doğrudan sosyalizmi amaçlamaktaydı. Demokratik devrimin esas olarak yapıldığını düşündüğünden böyle bir sorunu bulunmamaktaydı.

1967’lerden itibaren TİP içerisinde ortaya çıkan ve güçlenerek sosyalizm platformunda egemen eğilim haline gelen MDD’ciler, ana halkayı doğru kavramaktaydılar. Türkiye, emperyalizme bağlı yarı sömürge bir ülkeydi. Yüzyılın başında ulusal kurtuluş mücadelesiyle atağa kalkan demokratik devrim girişimi yarım kalmıştı. Bu nedenle Türkiye Devrimi’nin birinci aşaması, bu yarım kalan işi tamamlamayı amaçlayan antiemperyalist, antifeodal milli demokratik devrimdi. Dolayısıyla bu devrim, bütün ulusal güçlerin savaş birliğini gereksinmekteydi.
Kurutuluş mücadelesinin antiemperyalist ruhu, devrimci gençlik içerisinde de son derece etkiliydi. Atatürk’ün gençliğe hitabesi ve Bursa nutku kulaklarda çınlıyor; 19 Mayıslarda Samsun’dan Ankara’ya “bağımsızlık yürüyüşleri” gerçekleştiriliyordu. Bu devrimci gençlik hareketinin antiemperyalist ruhu, daha sonra gençlik hareketi içerisinde çıkan, fakat gençliğin kitlesel eylem çizgisinden koparak zamanla küçük burjuva radikalizmine ve maceraya kayan THKO ve THKP-C hareketlerini de derin bir biçimde etkilemişti.
1970’li yıllar, sosyalizmin, sosyalist ve Kemalist mirasla bağlarının zayıflamasına tanıklık etti. Bu mirastan söz edildiği zaman bile onun stratejik, programatik ve taktik anlamları kavranamamıştı.

1974 yılında kurulan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP), kısmi Kıvılcımlı etkisi nedeniyle demokratik devrimi savundu ise de, programda, sosyalist ve Kemalist mirasa, cumhuriyet devrimi kazanımlarına en ufak bir biçimde yer vermedi. Tahlillerinde özgünlük ve yaratıcılık yerine, basmakalıpçılık ve Brejnevci etki egemendi.

MDD hareketinin önderi durumundaki Mihri Belli’nin başkanı olduğu Türkiye Emekçi Partisi’nin (TEP) programında kurtuluş mücadelesinden, Cumhuriyet Devrimi kazanımlarından hiç söz edilmemiş olması çok daha ilginçtir. Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) ise, sosyalist ve Kemalist mirasa sahip çıkmakla birlikte, 1970’li yıllardaki programında Akı Oku açıkça belirtmiyordu.

1980’li yıllarda, 1954 Vatan Partisi’nden sonra 150 yıllık demokratik devrim birikimine, Cumhuriyet Devrimi’nin kazanımlarına dikkat çeken, bunun stratejik değerine vurgu yapan ve programında açıkça ifade eden tek parti Sosyalist Parti oldu. İşçi Partisi, bu perspektifi daha da geliştirerek adıyla sanıyla Altı Ok programını Türkiye Devrimi’nin asgari programı olarak ilan etti. Böylece devrimci geçmişin mirasıyla tümüyle stratejik, programatik ve taktik bağlar kurdu.

Mili Demokratik Devrim
Kemalist-Sosyalist birliğiyle tamamlanacaktır

Buraya kadar söylediklerimizi özetlersek;
1. Demokratik devrimini yapmamış ya da tamamlamamış olan ülkelerde sosyalistler bakımından devrim iki aşamalıdır. Birinci aşama, emperyalizmden kopuşu ve feodalizmin tasfiyesini içeren demokratik devrimdir. Bu devrim, yarı sömürge ve sömürge ülkelerde ulusal bir nitelik kazanmaktadır. İkinci aşama, durmaksızın sosyalizmin inşasına geçiştir.
2. Demokratik devrimin stratejisi: Emperyalizme ve feodalizme karşı mücadele eden güçlerin tek bir cephede mevzilenmesidir.
3. Demokratik devrimin programı: Ulusal bağımsızlığın elde edilmesi, ortaçağın tüm kurum ve ideolojisi ile birlikte yaşamın tüm alanlarından silinmesi, ulusal sorunun çözümü ve siyasal demokrasinin kazanılması gibi köklü dönüşümlere dayanmaktadır.
Ulusal burjuvazinin azami programı, işçi sınıfının asgari programıdır.
4. Türkiye koşullarında asgari programı, Kuvayı Milliye mücadelesinin ateşi içerisinde ve daha sonraki devrimci süreçlerde sınanmış ve doğrulanmış olan Kemalizmin Altı Ok’u: Cumhuriyetçilik. Milliyetçilik, Laiklik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimciliktir.
5. Türkiye’de sosyalistlerle Kemalistler 1925 yılına dek genel olarak emperyalizme ve feodalizme karşı ittifak halindeydiler. Kemalizmin 1925 ‘ten itibaren bu yakın müttefikine diktatörlük uygulamaya kalkışması, tarihsel bir hata olmuş ve ittifakın bozulmasına yol açmıştır.
6. 1950 yılına dek çoğu zaman yeraltında mücadele eden sosyalistler, Kemalizmi emperyalizme ve gericiliğe karşı savunmakla birlikte ona muhalefet etmişler; işçi sınıfı davası bayrağını elden düşürmemeye çalışmışlardır.
7. Karşı devrimci akımın güçlenmesi, 1950’den itibaren iktidara gelerek Kemalizmin kazanımlarını birer birer tasfiye etmeye başlaması karşısında sosyalistlerle Kemalistler arasında mücadele birliğinin koşulları yeniden doğmuştur. Bunu kavrayan ilk sosyalist Dr. Hikmet Kıvılcımlı olmuştur, ilk kez Vatan Partisi Programı’yla Atatürkçülüğün altı ilkesi asgari devrim programı olarak kabul edilmiştir.
8. 1960’lı yıllar, sosyalizmin ve Kemalizmin birbirinden kuvvetle etkilendiği yıllar olmuştur. Kemalizmin devrimci mirası sosyalistler arasında genel kabul
http://genclikcephesi.blogspot.com 6
görmüş; demokratik devrimin tamamlanması perspektifi sürece egemen olmuştur.
9. 1970’ler sosyalizmle Kemalizmin arasının soğuduğu, etkileşimin azaldığı yıllardır. Sosyalistlerde gelenek ve miras bilinci önemli ölçüde zayıflamıştır.
10. 1980’li ve 90’lı yıllarda 150 yıllık demokratik birikim ve devrimci mirasa yapılan referanslar artmış; İşçi Partisi tarafından Altı Ok ilkeleri, yeniden demokratik devrimin ve Sol Güçbirliğinin programı olarak önerilmiştir. Böylece sosyalist ve Kemalist mirasla organik, stratejik, programatik ve taktik bağlar kurulmuştur.