Anıl Işık, Öncü Gençlik Dünya Devrimleri Çalışma Grubu Üyesi
Emre Kaya, Öncü Gençlik Dünya Devrimleri Çalışma Grubu Üyesi
Bütün Avrupa’yı sarsan Napolyon savaşları ile Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu parçalanmış, 1815 yılında sona ermesiyle toplanan Viyana Kongresi ile de Almanya bölgesi 36 devletten oluşan bir konfederasyon haline getirilmişti. Bu devletlerin en büyükleri Avusturya ve olan Prusya Krallığı’ydı ve üstünlük için birbirleriyle çekişme içindeydiler. Gelecekte Almanya’yı birleştirecek olan Prusya ise o dönemde Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinin oldukça gerisindeydi. Alman devletlerinde o dönemde makineleşme ve sanayi gelişmekte ancak ülkenin bölünmüşlüğü sanayi ve burjuvazinin gelişmesini de engelliyordu, el üretimi ve tarım hala baskın durumdaydı ve henüz bir demokratik devrim gerçekleşmediği için bütün Almanya toprak soylusu sınıfın egemenliği altındaydı. Alman burjuvazisi ise bütün siyasi hakları elinde bulunduran ve ülkede sanayi ve dolayısıyla burjuvazinin gelişimini engelleyen soylu sınıfına karşı mücadele etmekten geri duruyor, ürkek davranıyordu.
Halk Ayaklanmaları ve Burjuvazinin Tutumu
1844 yılında Silezya bölgesinde çıkan işçi ayaklanması ve aynı dönemde bütün Avrupa’ya yayılmakta olan işçi ayaklanmaları Alman burjuvazisinde proletaryanın kendisini tehdit ettiği fikrini oluşturmuştu. Bu durum karşısında Alman burjuvazisi halkla birlikte soylu sınıfına karşı değil, soylu sınıfıyla birlikte halka karşı mevzilenmişti. Bu açıdan Alman burjuvazisi İngiliz Fransız devrimlerinde halkla birlikte krala ve soylulara karşı mücadele eden bu ülkelerin burjuvazilerinden farklı olarak ilerici değil gerici bir konumdaydı. Bu durum aynı zamanda Almanya’nın birleşmesinin gecikmesinin de sebeplerinden birisi olarak göze çarpmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz isyan her ne kadar Alman burjuvazisinin ürkek olduğunu meydana çıkartmışsa da burjuvazinin politik yaşama girmesini de sağlamıştır.
1848 yılında Alman devletleri arasında en güçlü olan Prusya’da isyan patlak verdi. İsyan kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Prusya’nın ünlü prensi William emrindeki askerlere ateş emri verdi. Buna karşın isyancılar da sokaklarda barikatlar kurdular. Prusya’nın ordusunun müdahalesine rağmen bu isyan bastırılamayınca Kral IV. Friedrich Wilhelm bir çağrı yayınladı ve çatışmalarda ölen işçileri saygıyla selamladı. Halkın bu zaferinden burjuvazi yararlanmasını bildi. Kral fabrika sahiplerinden oluşan bir hükümet atadı ve Ulusal Meclis seçimlerinin yenilenmesine karar verdi. Böylelikle Prusya’da burjuvazi hükümet olmuş oldu. İşçiler genel oy hakkı ve Çalışma Bakanlığı kurulması taleplerini ilettiler ama bunlardan çekinen burjuvazi tekrar orduyu göreve çağırdı. İşçilerin bu ayaklanması bastırıldı. Yenilenen Ulusal Meclis seçimlerinde burjuvaziyi temsil eden milletvekilleri de mevcuttu. Böylelikle burjuvazi Prusya’da politik bir güç olarak kendini göstermiş oldu.
Almanya bölündükten sonra aslında bir konfedere devlet şeklini
almıştı. Frankfurt’ta tüm Alman devletlerinin toplandığı belli bir etkisi
olmayan bir parlamento mevcuttu. Etkileri sınırlı olmasına rağmen Alman
devletleri birleşmek için bu parlamentoyu kullanmak istiyorlardı ama kendi
aralarındaki sorunlar birleşmenin önüne geçti. Bu sebeple Frankfurt
Parlamentosu 1848’de tartışma sahasından başka bir işlev göremedi.
Kasım 1848’de Prusya Kralı kendi kararıyla yenilenmesini istediği Ulusal
Meclis’i dağıttı. Burada başlayacak bir halk hareketinin daha sonraki hedefinin
kendileri olduğundan korkan burjuvazi herhangi bir direnme çağrısında bulunmadı
ve meclis dağıtılmış oldu.
Bu fazlaca çetin birleşme sürecinde Alman burjuvazisini diğer Avrupa ülkelerindeki burjuvaziden ayıran ise bulunduğu konumdur. Almanya’dan önce kendi birliklerini sağlayan Avrupa ülkelerinin burjuvaları mücadelelerini krala ve o devirde hâkim olan feodal sınıfa karşı halk yığınlarının da desteğiyle vermişlerdi. Daha sonra yani gücü ellerine aldıktan sonra kralla uzlaşmışlardı. Almanya’da ise burjuvazi kral ve hâkim sınıflara değil halk yığınlarına karşı bir pozisyonda bulunmuştur. Bunun sebebi ise halkın krala olan tepkisinin kendisini de hedef alacağı düşüncesiydi. Hatta bu düşünce sebebiyle Alman burjuvazisi, özellikle Prusyalılar, kralı ve soylu sınıfı onların halka karşı verdikleri mücadelede desteklemek zorunda kalmıştır. Bu sebeple de Alman devletlerini birleştirmek için kendisinin başını çekmediği olaylardan yalnızca anlık olarak faydalanabilmiştir. Buna ek olarak bu faydaları, daha önce vurguladığımız halk yığınlarından çekinme endişesiyle, bir adım götürmekten de çekinmiştir. Bu sebeple 1848 yıllarında Alman devletlerinin birleşmesi gerçekleşmemiş, Almanya’nın birliği meselesi de ötelenmiştir.
Yukarıda bahsettiğimiz Frankfurt Parlamentosu 1849’un ilkbaharında nihayet bir anayasa taslağı hazırlayabildi. Büyük bir Alman imparatorluğu için birleşme kararını da aldı. İmparator olmasını istedikleri Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm ise alaycı bir tavırla bu teklifi ret etti. Diğer Alman devletlerinin kralları da imparatorluk teklifini ret ettiler. Hazırlanan anayasanın kabul edilmesi için Ren bölgesinde çıkan ayaklanma ise kanlı bir biçimde bastırıldı. Bu ayaklanmadan sonra da Almanya’nın birliği meselesi ötelenmiş olarak kaldı.
Birleşmenin Arifesindeki Alman Devletleri
1848 – 1849 yıllarındaki bu kırılmalardan sonra Prusya ile beraber diğer Alman devletleri de esaslı bir sanayileşme hamlesi içine girdiler. Hızla gelişen kapitalizmin önünde Almanya’nın parça pinçik olduğu sorunu mevcuttu. Bu sorunu aşmak burjuvazinin biricik önceliği haline gelmişti. Böylelikle çok daha ürünlerini çok daha rahat şekilde Almanya’nın diğer yerlerine satabilecek ve hammaddenin taşınmasını kolaylaştıracaktı. Kapitalizmin gelişi makinalı tarımın da gelişmesini sağladı. Böylelikle köylü yığınları işçi olarak şehirlere gelmeye başladılar.
Saltanatın son yıllarında iyice akli dengesini yitiren Kral IV. Friedrich Wilhelm 1861 yılında öldü. Tahta ise kardeşi Wilhelm geçti. Geçer geçmez de Bismarck’ı başbakan olarak atadı. Bismarck hem büyük toprak sahiplerinin hem de burjuvazinin çıkarlarını savunuyordu. Bu çıkarlarının daha da artmasının yolunun Almanya’nın birliğinden geçtiğinin farkındaydı. Bunun için etkin bir dış politika yürüttü ve bunun yolunun bir savaştan geçtiğini bildiği için Prusya ordusunu iyice kuvvetlendirdi.
Almanya’nın birliği meselesinde Prusya’nın iki büyük düşmanı vardı. Bunlardan ilki kendisi de bir Alman milleti olan Avusturya diğeri de Almanya’nın güneybatısında bulunan değerli Alsas-Loren havzasını elinde bulunduran Fransa. Bismarck önce kuvvetlerini Avusturya üzerine yönlendirdi ve yalnıza birkaç günde başarılı oldu. Asıl hedefi Fransa’ya yönelmeden önce Avusturya ile bir barış imzaladı. Böylelikle Almanya Konfederasyonu dağılmış oldu; onun yerine Kuzey Almanya Konfederasyonu kuruldu. Güneybatıda bulunan Alman devletleri Fransa’dan çekindikleri için bu konfederasyona katılmadılar fakat Prusya ile Alman birliğini sağlamak adına gizli antlaşmalar imzaladılar. Bununla birlikte Prusya, Fransa’ya karşı savaş hazırlıklarına başlamış oldu.
Prusya – Fransa Savaşı
Prusya ordusunun savaşa hazır olduğunu tabiri caizse Fransa’yı darmaduman edeceğini düşünen Bismarck, Fransa’ya karşı kışkırtıcı bir tutum istiyordu. Onun amacı Fransa’nın ellerine bir savaş mazereti vermekti. Bunda da “Ems Bildirisi” adıyla tarihe geçen içinde Fransa’ya hakaret edilen bildiriyle ulaşmış oldu. Bildiri Fransız kamuoyunda büyük ses getirdi ve kitleler hareketlendi. Aslında Fransa’nın o dönemki imparatoru III. Napolyon da iktidarını sağlamlaştırmak için bir savaşa ihtiyaç duyuyordu. Bu bildiri ona da istediğini vermiş oldu. 19 Temmuz 1870 tarihinde Fransa Prusya’ya savaş ilan etti. Prusya ordusu hem sayıca Fransızlardan üstündü hem de savaşa daha iyi hazırlanmıştı. 2 Eylül 1870’de Prusya ordusu Sedan Muharebesi’nde Fransa İmparatoru III. Napolyon’u ve ordusunu esir aldı. Tarihçiler Prusya – Fransa Savaşı’nın bu safhasına kadar Prusya’nın haklı olduğunu belirtirler. Fransa güneybatıdaki devletleri tehdit etmesi sebebiyle Almanya’nın birleşmesinin önünde bir engeldi ve aşılması için savaştan başka bir yol mevcut değildi diye ifade ederler. Bu muharebeden sonra ise Prusya Fransa’nın içlerine doğru ilerleyişini kesmemiş; savaşı da bir işgal savaşına döndürmüştür. Bu tarihten itibaren Fransız halkı çeşitli şehirlerde kurduğu birliklerle Prusya’ya karşı savaşmıştır. Özellikle Paris’te bulunan halk ordusu oranın iktidarını ele geçirmiş ve “Paris Komünü”nü ilan etmiştir. Bu yaşanan olay Fransa’nın imparatordan sonra gelen hükümetinin Prusya ile anlaşmasına neden olmuştur. 10 Mayıs 1871 tarihinde Prusya ile Fransa bir barış antlaşması imzaladılar. Fransa burjuvazisi de bu antlaşma ile Paris Komününe son verebildi.
Prusya’nın Fransa’ya karşı verdiği bu savaş sonunda Fransa’nın tehdidi altında olan devletler de Prusya’ya katıldılar. Böylelikle Alman İmparatorluğu kurulmuş oldu. Almanya birliği sağlandı. Prusya Kralı Wilhelm imparator olarak ilan edildi.
Marx’ın Fikirleri ve Ona Karşı Çıkanlar
Özellikle hareketli geçen 1848 – 1849 yıllarında Marx ve arkadaşı Engels hem olayları incelemek hem de onlara müdahale edebilmek adına Almanya’nın Ren bölgesine yerleştiler. Bu bölgede çıkan Alman birliği ve anayasası için çıkan ayaklanmalarda büyük rol oynadılar. Bismarck’ın Fransa ile yaptığı savaşın birliğini sağlama aşamasına getiren Sedan Muharebesi’ne kadar haklı bir savaş olduğu tahlilini de ortaya koydular. Marx ve arkadaşı Engels Bismarck’ın başbakan olduğu dönemde onu çeşitli konularla eleştirmekle birlikte, Bismarck’ın işçi politikaları gibi, Bismarck’ın da etkin şekilde savunduğu Almanya’nın birliğini savundular. Bu sebeple de o dönemki ideolojik rakipleri, örneğin ütopik sosyalistler, tarafından Bismarckçılıkla suçlandılar. Buna rağmen bu politikalarını değiştirmediler. Çünkü Almanya’nın birliğinin hem burjuvazinin hem de halk yığınlarının faydasına olduğunu görebiliyorlardı.
Almanya’nın Birleşmesi ve Türkiye’nin Birliği
Bugün aslında verdiğimiz “vatan savaşı” sürecindeki atışmalar,
Almanya’nın birlik sürecindeki atışmalara çok benziyor. Bugün de Türkiye’nin
birliğini savunan kuvvetlere karşı koltuk değnekliği, stepnelik gibi ipe salmaz
gelmez ithamlar kullanılıyor. O günlerde Marx’a Bismarckçı deyip Almanya’nın
birliğinin halka faydasını göremeyenler kendilerini ultra solcu olarak
görenlerdi. Bugün de kendilerini ultra solcu olarak görenler vatan savaşını
destekleyen vatansever Türk milletinin her bir ferdine saldırıyorlar.
O günlerde Almanya’nın bir olmasının karşısında duranlar bunu emekçi yığınlar
lehine yaptıklarını ve konfedere Almanya’yı bir şekilde canlarını verircesine
savunmuşlardı. Siyasetlerinin konumlanışı da Bismarck’a göreydi. Bismarck ne
derse onun tersini yapmayı kendilerine görev olarak biçmişlerdi. Marx ise bu
akıl tutucu kuşatmayı aştı. Bismarck’a göre bir politika belirlenmezdi.
Bismarck’ın kendisi bir çelişki olamazdı. Buradaki ana çelişkiyi hemen kavradı
ve ona göre tutum aldı. Hiç şüphe yok ki Marx’ın bu meseleyi çağdaşlarından
daha rahat kavramasının biricik nedeni somut durumun somut tahlilini
yapabilmesi yani bir başka deyişle meseleyi bilimsel şekilde ele alabilmesidir.
Bugün de somut durumu somut şekilde tahlil edenler Türkiye’nin girdiği rotayı
görmekte ve ona göre konumlanmaktadırlar.
Tüm bunların sonucunda gördük ki Marx’ın Almanya’nın birliğini destekleyen
tavrı kazandı. O günün ultra solcuları yenildiler ve tarihin tozlu sayfalarına
gömüldüler. Bugün de ülkemizin birliğini istemeyen ultra solcularımızın
fikirleri anbean yıkılmaktadır. Kendileri de tarih kitabının sayfalarına
gömülmektedirler.
Kaynakça
YELİSEYEVA, N.V. (Ekim, 2010), Yakın Çağlar Tarihi (Çev. Özdemir İnce), Yordam Kitap, İstanbul
BEER, Max, Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Genel Tarihi (Çev. Galip Üstün), Kaynak Yayınları, İstanbul
https://tr.wikipedia.org/wiki/Otto_von_Bismarck
oncugenclik.org.tr