Ana Sayfa Emperyalizm Anarşi mi, devrim mi?

Anarşi mi, devrim mi?

2611

Anarşi mi, devrim mi?
Bir tepki akımı olan Anarşizm, Büyük Fransız Devrimi’nin yarattığı zengin entelektüel
birikimi de bu yüzden değerlendirememiştir. Anarşizmin devrimci bir akım olamamasının
temel sebeplerinden birisi budur.
Erdem Ergen

Kökenbilimel temeli, An-tik Çağ Yunan medeniyetinde atılan bir kavramdır Anarşizm. An-Archia, yani; hâkimiyetsizlik, tahakkümsüzlük ve her türlü otoritenin yokluğu anlamına gelir. Burada ise makalenin çerçevesini belirleyen, anarşizmin politik bir Hım olarak ortaya çıktığı tarih olan 19.yy ve etkilendiği ya da etkilediği Bilimsel Sosyalizm ile ilişkisidir. Diğer bir deişle anarşizmi salt ontolojisi ya da epistemolojisi bağlamında değil, aynı zamanda siyasal bir akım olarak gelişimi ve kronolojisi çerçevesinde ele alacağız.

Antik Yunan’daki kimi kullanışlarını saymazsak anarşizm 19. yüzyılda Bilimsel Sosyalizm’e bir tepki olarak varolmuştur. Tarihsel olarak gelişim süreci de bu varlık zeminine paralel bir seyir izlemiştir. Bir tepki akımı olan Anarşizm, Büyük Fransız Devrimi’nin yarattığı zengin entelektüel birikimi de bu yüzden değerlendirememiştir.
Anarşizm’in devrimci bir akım olamamasının temel sebeplerinden birisi budur.

Anarşizm, 19. yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın sonuçlarından biri olan Ütopik Sosyalizm içerisinden filizlenmiştir. Modernizmin ileri bir aşaması olarak tanrı anlayışının tamamen
reddedildiği ateist söylemle ahlak ve mantık konularına yaklaşmıştır. Ayrıca farlılıklara yaptığı vurgu ile toplumda kapsayıcı olma, o zamana kadar görüşleri hiçe sayılan “sessiz çoğunluğa” “devrimci” bir “kimlik” kazandırma girişimine de tanık oluyoruz. Ancak gerek nesnel gerekse de öznel kimi sebepler sonucunda
toplumsallaşamayan bir akım olarak kalmıştır. Devlet, özgürlük, eşitlik, adalet, ahlak gibi üst yapı kavramlarına getirdiği farklı yorumlar sebebiyle tartışma gündeminde kendisine hep bir yer bulur. Ama bu ilginin sebebi getirdiği yorumların derinliğinde değil, son çözümlemede, verili düzenin sınırlarını aşmayacak olan bakış açısından kaynaklanır. Siyasal çıkışlarındaki hedefsiz muhalifliği ise çok geçmeden hakim sınıflar tarafından keşfedilmesini sağlar. Egemen sınıfların ideolojik üretim merkez ve araçlarındaki bu ilgi günümüzde de devam etmektedir. Ancak günümüzde Anarşizm bir ideolojik akımdan çok, Batılı orta sınıflara dönük bir yaşama biçimi, bir algılayış yani genel olarak bir kültür, daha yerinde bir ifadeyle, alt-kültür olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
noktada Anarşizm artık günümüzde bağımsız bir siyaset olarak var değildir. Ancak Türkiye’de
sosyalist siyasetin çeşitli akımları üzerinden Marksizm’e bulaştırılmaya çalışılan bir anarşizan leke söz konusudur. Yeni sol, özgürlükçü sol gibi etiketler altında pazarlamaya çalışılan bu düşünce akımları özünde sosyalist siyasetin burjuva geriliklerle iğdiş edime çabasından başka bir şey değildir. Bunun için anarşizmin çıkışı itibariyle taşıdığı özelikleri tekrar ele almak sanırım Anarşizm’in devrimcilikle ne kadar alakalı olduğunu saptamamız bakımından yararlı olacaktır. Anarşizm’in çıkışında devrimci olduğu gibi bir yanılsama Türkiye’de sıkça karşılaştığımız bir durumdur. Anarşizm’in birey merkezciliğini ve toplum düşmanlığını tamamen Max Stirner’e indirgeyerek işin içinden çıkma çabası aslında eğer bir kurnazlık taşımıyorsa cehaletten başka bir şey değildir.

“… Anarşizm, çelişkili niteliğini ortaya koyduğu Liberalizm’in bir eseridir. Aynı şekilde Anarşizm’in felsefi temelleri de, liberal yapının ideolojik temeli işlevini gören fikir hareketlerindedir. Anarşizm ya fikir hareketlerine karşı bir tutum takınır, ya da bu fikir hareketlerini en uç noktasına vardırarak çıkarsamalar yapar. Anarşizm’in felsefi temelleri bazen çok karışıktır, “bilmediğimiz gizli bir geçmiş’le ilgisinden söz edilir. Ancak Anarşizm’in felsefi temellerini, kendisine yakın büyük ideolojik akımların incelenmesiyle çıkartmak mümkündür: Bir yandan rasyonalist Fransız bireyciliği, diğer yandan zaten büyük ölçüde Fransız rasyonalist bireyciliğinden kaynaklanan Alman mutlak idealizmi… ” (1)
Ama burada konumuz daha çok Anarşizm’in ortaya çıktığı koşullarda fikri gelişimine ışık tutmak değil siyasal gelişmeler doğrultusunda oynadığı rolleri sergileyebilmek. Bilimsel Sosyalizm ile tartışmaları ve dönemin kimi gelişmelerine yaklaşımlarını çerçeve olarak alacağız. Her siyasal akım gibi Anarşizm’in de kendine özgü bir retoriği, söylemi, eylem biçimi vardır. Kendisine siyasetin hep “sol” tarafında bir yer biçen Anarşizm bunu esas olarak “özgürlükçü” karakterine bağlıyordu. Özgürlük her şey miydi? Ya da mutlak özgürlük var mıydı? Bu tartışmalar
yerine, sosyalizm karşıtlığı üzerinden kimlik edinmeye çalışan bir akım olarak Anarşizm’i ele alacağız. Bu sorular da elbette yeri geldikçe cevaplanmış olacak.

Bilgiyi, ontolojik olarak yaşanan pratik süreçlerin değerlendirilmesi
olarak ele almak, bizi bilimsel sonuçlara götürecektir. Bu yüzden Anarşizm’in siyasal bir akım olarak
incelenmesi, aynı zamanda onun epistemolojisi hakkındaki çerçeveyi de genel hatları ile çizecektir.

Anarşist görüşün en temel alameti farikası devlet örgütlenmesini hemen şu an yok sayacak kadar “cüretkar” bir devlet düşmanı olmasıdır. Peki nedir bunun gerekçesi? Ve Anarşizm acaba her devlete düşman mı?

Anarşizm hangi devlete düşman?

“İnsanın insan üzerindeki yönetimi köleliktir… Her kim bana hükmetmek için elini sırtıma koyarsa, o bir zalim ve despottur. Onu kendime düşman ilan ediyorum…

Yönetilmek; polisçe gözetlenmek, denetlenmek, dikizlenmek, sevk ve idare edilmek, yasalar içinde boğulmak, sınırlandırılmış olmak, hareket alanı daralmak, nasihat ve öğüt dinlemek, kontrolden geçmek, değerlenmek ya da değerlenmemek, aşağılanmak, sansürden geçmek; hiçbir hak ve yetkisi olmayan birilerince emir altında kalmak demektir… Yönetilmek her işte, her harekette, her faaliyette kaydedilmek, bir şeylere tabi tutulmak, değerlendirilmek, damgalanmak, vergi ödemek, uyruklu olmak, ruhsatlı olmak, otoriteye maruz kalmak, yararlı olmak, uyarılmak, engellenmek, reforme edilmek, düzene sokulmak, cezalandırılmak demektir. Yönetilmek; kamu yararı bahanesiyle ve kamu yararı adına suistimal edilmek, idare edilmeye tabi tutulmak, dolandırılmak, sömürülmek, birilerinin tekelinde olmak, aldatılmak, hırsızların eline düşmek, şantaja uğramak demektir. Sonuç olarak yönetilmek en küçük bir direnişte, daha şikâyete kalkışmadan baskı görmek, cezalandırılmak, fena halde haşlanmak, hakarete uğramak, takip edilmek, tartaklanmak, bir şey söylemek için ağzını açamamak, hapse atılmak, kurşuna dizilmek, topa tutulmak, yargılanmak, lanetlenmek, sürülmek, kurban edilmek, satılmak, ihanete uğramak ve üstüne üstlük alaya alınmak, makaraya sarılmak, küfürlere maruz kalmak ve tecavüze uğramak demektir. İşte yönetim budur: onun adaleti de, ahlağı da budur.”(2) J. P. Proudhon

Proudhon’un devlet’e karşı bu fikirleri anarşist öğreti açısından genel geçer bir özellik taşımaktadır. Bu yaklaşımın siyaseten nereye denk geldiğini ise Friedrich Engels Carlo Cafiero’ya 1 Temmuz 1871’de yazdığı mektupta bakın nasıl tanımlıyor:
“… İşçi sınıfı yönünden gelecek her türlü eylem mevcut siyasal durumun tanınmasını varsayacağından ve bütün siyasal eylemler, ona göre “otoriter” eylemler olduğundan, o bunlara düşmandır. Sermayenin şu andaki siyasal baskısını ve zorbalığını nasıl ortadan kaldırmayı umduğunu ve “otoriter eylem”e başvurman mirasın kaldırılması üzerine o gözünün bebeği düşüncelerini nasıl yürürlüğe koymayı düşündüğünü açıklamıyor. Lyon ayaklanması sırasında, Eylül 1870’te, silahlı kuvvetlerin mat ettiği Bakunin, kent belediyesinde, Ulusal Muhafız’ın tüm burjuvalarına karşı hiçbir önlem almadan devletin kaldırılmasına karar çıkarttı, oysa burjuvalar, hiç tasa çekmeden güzel güzel belediye sarayına geldiler, Bakunin’i kapı dışarı ettiler ve bir saat geçmeden devleti yeniden
yerine oturttular…”(3)

Anarşistlerin, miras hakkı, ateistliğin programa konulması ve devlet konusunda gereksiz ve “radikal” tavırlarını ince bir alayla ele aldıktan sonra Engels meselenin özünü şöyle özetlemektedir:

“… İşte görüyorsunuz, Bakunin’çilerin hareketinin başlıca sonucu, saflarımızda bir bölünmeye yol açmak olmuştur. Hiç kimse onların kendi özel dogmalarının karşısına engel dikmedi, ama bu onlara yetmiyordu ve onlar tüm üyelerimizi kumanda etmek ve kendi öğretilerini herkese kabul ettirmek istediler…”(4)

Bu masumane gibi görünen karşıtlık esasen Anarşizm’in bozuk karakterinden kaynaklanıyor. Büyük fikir akımlarından Bilimsel Sosyalizm ve Kapitalizm arasındaki ikircikli tavrı siyaset düzleminde çok geçmeden onu Liberalizm’e teslimiyete götürüyor. Özgün bir karakter taşımaması kuvvetli gördüğüne biat etmeyi getiriyor. 1850’lerdeki devrimci harekette yaratmaya çalıştıkları bozgunculuk tutmuyor. Medeniyete ve tarihe karşı olan sorumsuzluk bu akımı hızla emperyalizmin koçbaşlarından biri haline getiriyor. Devrimci saflarda tutunamamanın ardından tam boy bir pervasızlıkla emperyalizmin önündeki en önemli direnç noktalarına saldırıyor.

SSCB deneyimi üzerinden sosyalizmi “mahkum” ettikten sonra ulus devletlere “modası geçen” ve gericileşen modeller olarak yaklaşarak Pentagon kurmaylarının basit sözcüsü konumuna geliyor
anarşistler, bu konuda Noam Chomsky izlenmeye değer bir kalemdir. SSCB’nin kuruluş yıllarındaki Kronştad İsyanı’na eklenen 1936 İspanya İç Savaşı’ndaki yıkıcı tavrı emperyalizm ile ilişkisini teori alanından pratiğe geçirmiştir. 2. Dünya Savaşı gibi insanlığın yaşadığı belki de en ciddi sınav, bize devlet örgütlenmesinin eşitsizlik ve emperyalizm koşullarındaki zorunluluğunu net olarak göstermiştir.

“… Devletin ortadan kaldırılmasının, komünistler için yalnız bir tek anlamı vardır o da şudur, devletin ortadan kaldırılması, sınıfların ortadan kaldırılmasının sonucudur, sınıflarla birlikte öteki sınıfları egemenliği altına almak için bir sınıfın örgütlü bir kuvvete sahip olması gereği de kendiliğinden düşer.

Burjuva ülkelerde devletin ortadan kaldırılması, devlet iktidarını, Kuzey Amerika’daki düzeyine geri getirmek anlamına gelir. Sınıf çelişkileri, orada, ancak pek eksik bir gelişme göstermişlerdir; fazla gelen proleter nüfusun Batıya doğru akma eğilimi göstermesi yüzünden orada sınıfların karşı karşıya gelmeleri sürekli olarak gölgelenmektedir… Feodal ülkelerde devletin ortadan kaldırılması, feodalizmin ortadan kaldırılması ve olağan burjuva devletin ortadan kaldırılması, devlet iktidarını, Kuzey Amerika’daki düzeyine geri getirmek anlamına gelir. Sınıf çelişkileri, orada, ancak pek eksik bir gelişme göstermişlerdir… Almanya’da, devletin ortadan kaldırılması sloganı, ya yürütülmekte olan savaşımdan sıyrılmak için korkakça bir kaçamak yolunu, ya burjuva özgürlüğünün bireyin mutlak bağımsızlığına ve özerkliğine kadar şarlatanca abartılmasını ya da en sonu burjuvanın, burjuva çıkarların ilerlemesini kösteklemedikçe her türlü devlet biçimine karşı aldırışsızlığını maskeler. Eğer bu, “en yüksek anlamında” devletin ortadan kaldırılması, böyle
ahmakça öğütleniyorsa, bunda Berlin’deki Stirner ve Faucher’lerin hiçbir kabahati yoktur. La plus bele fille de la France ne peut donner que ce qu’elle a”(5) (Neue Rheinische Zeitung, n4, s.58)…”(6)

19. yüzyılın sonlarına doğru Anarşist akım iki ana akım olarak ayırt edildi. Bireyci Anarşizm ve Komünist Anarşizm. İlkinin temsilcisi olarak, Proudhon ve Stirner, ikinci akımın temsilcisi olarak da Bakunin Ve Kropotkin’den söz edebiliriz. Anarşistler daha çok 1. Komünist Enternasyonal içinde Marx ve Engels
ile yani Bilimsel Sosyalizm’in öncüleri ile yürüttükleri tartışmalarla fikirlerini yaydılar.

I. Enternasyonal tartışmaları ve günümüzle bağıntısı

“… İlkin yık, sonra her şey kendiliğinden gelişir, ne kadar çok olursa
o kadar iyi. Devrimci entelijansiyayı ve yoksulluktan dolayı hayatından bezmiş işçileri harekete geçirmek yeterlidir. Gerekli olan tek şey, ruhlarında devrim ateşini taşıyan kararlı Kişilerden oluşan bir gurubun varlığıdır. Bakunin’in tüm öğretisinin özü buydu. Görünüşte bu, Weitling’in öğretisini andırmaktadır. Ancak
Blanqui’nin öğretisine olan benzerlik gibi, bu da yüzeyde kalmaktaydı. Meselenin özü, Bakunin’in proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden söz edilmesi dahi işitmek istememesiydi. Bakunin mevcut burjuva toplumu zemini üzerinde sürdürülen ve proletaryanın sınıf örgütlenmesi için daha elverişli koşullar yaratılmasını amaçlayan her türlü siyasal mücadele biçimini inkâr ediyordu. Siyasal mücadeleyi ve siyasal iktidarın ele geçirilmesi açısından proletaryanın siyasal örgütlenmesini zorunlu sayan herkesin ve bu arada Marx’ın, Bakunin ve çömezlerine,
gelecekteki soysal devrimi engelleyen alçak oportünistler olarak görülmesinin nedeni buydu…” (7) Anarşizm,

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ağırlığını hissettiren bir siyasal hareket olarak olgunlaşmış ve sosyal mücadeleler tarihindeki yerini almıştır. İlk mücadele yılları olarak ele alabileceğimiz 1850’lerden 1917 Ekim Devrimi’ne kadar belirli bir iddiayı taşımakla beraber, somut bir sonuç almaktan uzak müzmin bir muhalefet hareketi olarak varlığını sürdürmüştür. Özellikle 1. Enternasyonal’in belirli tartışma başlıklarındaki tavırları bu tespitimizi doğrular niteliktedir. 1866 yılının Eylül ayında toplanan 1. Enternasyonal’in Cenevre Kongre’sinde
bunu görebiliyoruz.

“… Fransız heyeti, Proudhon’un ekonomik düşüncelerini sergileyen çok özentili bir rapor sunar Kongre’ye. Bizzat doğanın kadına aile ocağı çevresinde yer verdiğini, kadının yerinin fabrika değil ev olduğunu ilan ederek, kadın emeğine şiddetle karşı olduklarını açıklarlar. Grev ve sendikalara da kesin olarak karşı olduklarını bildirerek, kooperatifçi düşüncelerinin ve mübadelenin özellikle karşılıklı yardımlaşma temeli üzerinde örgütlenmesini savunurlar.

Proudhon’cular Kongre’de İngiliz ve Alman delegelerin muhalefetiyle karşılaştı. İngiliz ve Alman delegeleri, Marx’ın raporundaki ilgili kısımları, karar taslakları halinde noktası noktasına gündeme getirdiler.

Marx’ın raporu, Enternasyonal’in baş fonksiyonunun, kendi çıkarları için mücadele eden işçi sınıfının çeşitli alanlardaki çabalarının birleştirilmesi ve eş güdümlü kılınması olduğunu vurguluyordu. Uluslararası öyle bağlar kurmak gerekiyordu ki, farklı ülkelerin emekçileri artık kendilerini yalnız kavga
arkadaşları olarak hissetmekle kalmayacak, aynı zamanda tek bir kurtuluş ordusunun üyeleri olarak eylem yürüteceklerdi… “(8)

İşçi sınıfının uluslararası bir sınıf olarak etkinliğini artırmak için, eşgüdüm ve pratik devrimci faaliyetlerinin örgütlenmesi gerekliliğini en iyi gösteren olaysanırım Amerikan İç
Savaşı (1860) olmuştu. Kuzey Amerika’nın köleliğe son vermesi sonucunda isyan eden güney devletleri ayrılık hakkını kullanmak isteyince kargaşa çıkıyordu. Dönemin Avrupa ülkelerinin endüstriyel pamuk ihtiyacının çok ciddi
bir kısmını karşılayan Güney Amerika savaş dolaylıyla pamuk ihracatında kısıntıya gidiyordu. Üstelik pamuk fiyatlarım da ciddi oranlarda artırıyordu. Azalan arzı üstelik ciddi bir fiyat zammıyla sadece büyük işletmeler alabiliyordu. Bunu aynı zamanda paralel sektörlerdeki zamlar da izliyordu. Bu da Avrupa’da binlerce küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşunun batması ve milyonlarca işçi ve emekçinin işsiz kalmasıyla sonuçlanacak süreci
başlatıyordu. Ardından ciddi çalkantılar ve sınıf mücadelesindeki sertleşme geliyordu. İşte Proudhon’cuların grev ve sendika karşısındaki olumsuz duruşları sadece bu olayla bile geçersizleşiyordu. Çünkü onların önerdiği dayanışma kooperatifleri böylesi bir dönemeçte ezilen sınıfların sorunlarına çözüm olmak bir yana bir direnç noktası dahi yaratamıyordu. 1861 yılında Çarlık Rusyası’nda serfliğin kaldırılması da yine Avrupa’da benzer sıkıntılar yaratacaktı. Emperyalizm öncesi dönemde kapitalist barbarlığın koltuk değneği olan Anarşizm, emperyalizm çağı
ile beraber onun sopası haline geliyor. Bunu bugün emperyalizmin Üçüncü Dünya’nın mazlum milletlerine karşı giriştiği savaşta görebiliyoruz. Devlet karşıtlığı bunun siyasi argümanı oluyor. Bura-da ve diğer tartışmalarda
esas olan anarşizmin bir bağımsız siyaset olarak değil ama merkezi ideolojilerden olan kapitalizmin aparatı görevini yüklenmiş olduğudur. Günümüz hakim sınıflarının sistemi olan emperyalizm üçüncü dünyaya dışarıdan terörizm ile saldırırken içten de anarşizm ile vurmaktadır. Anarşizm bu anlamda dışsal yıkım tatbikatlarının içerideki müttefikidir. Anarşizm özellikle kültür ve siyaset alanında kayıtsızlık, lümpenlik ve cehalet gibi olgular üzerinden tahrifat görevini yürütmektedir. İlkelerin yerine başıbozukluk ve etik olarak nihilizm çıkışsızlığının iki temel gerekçesidir.

Sonuç olarak

İşçi sınıfının tarihsel olarak ilk başarılı iktidar deneyimi olan Sovyet Devrimi’nin mimarı Vladimir İliç Lenin de tıpkı Marx ve Engels gibi bir burjuva akım olan Anarşizm ile ciddi bir savaş vererek teorisini olgunlaştırıyor. Bilimsel Sosyalizm’in öncülerinden olan Lenin bakın bu konuda neler diyor:
1. Anarşizm, 1866’dan bu yana sömürüye karşı genel sözlerden başka hiçbir şey ortaya koymadı. Bu sözler ise 2000 yılı aşkın bir zamandan beri kullanılagelmektedir. Eksiği: a. Sömürünün nedenlerinin kavranması, b. Toplumun, sosyalizme götüren gelişmesinin kavranması, c. Sosyalizmin gerçekleşmesinin yaratıcı gücü olarak sınıf savaşımının
kavranmasıdır.
2. Sömürünün nedenlerinin kavranması. Özel mülkiyet, meta ekonomisinin temeli. Üretim araçlarının
toplumsal mülkiyeti. Anarşizm, tersine”, bir burjuva bireyciliğidir. Bireycilik Anarşizm’in felsefi temelidir. İktidarın birleşme ve örgütlenme gücünün yadsınması.
3. Toplumun gelişmesinin –büyük üretimin rolü- kapitalizmin
sosyalizme dönüşmesinin kavranmaması.(Anarşizm umutsuzluğun sonucudur. Şaşkın aydının ya da baldırı çıplağın zihniyeti, ama proleterin değil-)
4. Proletaryanın sınıf savaşımının anlaşılamaması. Burjuva toplumda siyasetin saçma yadsınması. İşçilerin örgütlenmesinin ve eğitimin rolünün kavranamaması.
5. Her türlü politikayı reddetme
görünümüyle, işçi sınıfının burjuva siyasetine boyun eğmesi…”(9)

DİPNOTLAR
1) Arvon Henri, Anarşizm, s. 17, Çev.
Ahmet Kotil, İletişim Yayınları/Cep
Üniversitesi, İstanbul, 1. Basım, Şubat
1991.
2) Karin Kramer Verlag Yazarlar Grubu
Anarşist Kuram ve Kökeni, Birey Yayınları,
Çev.: H. İbrahim Türkdoğan s. 19-20.
3) K. Marx, F. Engels, V.I. Lenin, Anarşizm
ve Anarko-Sendikalizm, s.57, Çev. Sevim
Belli, Sol Yayınları, Ankara, 1. Basım, Mart
1979.
4) age. s.58
5) K. Marx, F. Engels, V.I. Lenin, Anarşizm
ve Anarko-Sendikalizm, s.33-34, Çev.
Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara, 1. Basım,
Mart 1979.
6) Fransa’nın en güzel kızı bile kendisinde
olanı verebilir ancak.
7) Riazanov David, K. Marx / F. Engels
Hayat ve Eserlerine Giriş, s.166-167, Çev.
Ragıp Zarakolu, Belge Yayınları, İstanbul, 3.
Basım, Haziran 1997.
8) Riazanov David, K. Marx / F. Engels
Hayat ve Eserlerine Giriş, s. 179, Çev.
Ragıp Zarakolu, Belge Yayınları, İstanbul,
3. Basım, Haziran 1997.
9) K. Marx, F. Engels, V.I. Lenin, Anarşizm ve
Anarko-Sendikalizm, s.229-230, Çev. Sevim
Belli, Sol Yayınları, Ankara, 1. Basım, Mart
1979.
40 Bilim ve Ütopya Mart 2004