Ana Sayfa Türk Devrimi ATATÜRK’ÜN İSTANBUL HÜKÜMETİNE “İSYANI”

ATATÜRK’ÜN İSTANBUL HÜKÜMETİNE “İSYANI”

4828

ATATÜRK’ÜN İSTANBUL HÜKÜMETİNE “İSYANI”
ŞULE PERİNÇEK
TEORİ DERGİSİ EYLÜL 2007 – SAYI: 212

”Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lazım
geliyordu.”

Mustafa Kemal Atatürk

Memleket ne durumdadır?

Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında şartları çok ağır Mondros Mütarekesi imzalanmıştır. Delege Heyeti Başkanı Rauf (Orbay) Bey Mütareke’yi şöyle yorumlar:
“Mütarekeyi imzalamak göreviyle İstanbul’dan yola çıkarken bugünkü gibi övünç ve sevinçle döneceğimi hiç aklımdan geçirmiyordum. Devletin bağımsızlığı, Saltanatın hukuku, milletin onuru tümüyle kurtarılmıştır. Sizi temin ederim ki İstanbul’umuza tek bir düşman askeri çıkmayacaktır.”1

Mütareke kamuoyuna bir başarı olarak tanıtılır. Meclis oybirliğiyle onaylar, o zaman belki de olmadığı için havai fişekler atılmaz, ama hatıra pulları basılır. Oysa İtilaf Devletleri, Mütareke hükümlerine bile uymaya gerek görmezler. On gün sonra 55 gemilik düşman donanması Dolmabahçe’ye demirler. Memleketin birçok bölgesinde düşman işgalleri başlar. Rauf Bey de zaten Mütareke’nin uygulanma döneminde, imzadan dört ay sonra Bahriye Nezareti’ne askerlikten istifa dilekçesini verir.

İki çizgi

Yıldırım Ordular Grubu Komutanı olarak Adana’da bulunan Atatürk, “Her ordunun kendine ait hususları derhal tatbiki elzemdir” kaydıyla gönderilen emire ekli Mütareke şartlarını baştan sona inceler. “Bende oluşan kanaat şuydu” diyor: “Devleti Aliyei Osmaniye bu mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmanımıza teslim etmeye razı olmuştur. Yalnız razı olmamış, düşmanların memleketi istilası için ona yardımı da vaat etmiştir. Bu beni hazin düşüncelere sevk etti. İstedim ki, İstanbul hükümetini biraz aydınlatayım. Buna çalıştığımı zannederim, fakat bu zemin üzerinde iki muhtelif zihniyet ve anlayış ortaya çıktı. (…) Yapılan Mütareke’nin sakatlığını gördüm, bu sakat noktaların düzeltilmesine çalışmak lüzumuna kani olarak ilgili makamlara söyledim. Bu Mütarekename olduğu gibi tatbik edildiği durumda memleketin baştan sona kadar işgal ve istilaya maruz olacağı kanaatini ileri sürdüm.

“Düşmanların her dediğine ‘baş üstüne’ demekten doğacak akıbetin bütün Türkiye’de istilacıların hakim olmasını sağlayacağına şüphe edilmemesi lazım geldiğini ve bir gün Osmanlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini anlattım. Bunun için de kehanete ihtiyaç yoktu. Kendini zayıf ve aciz gören insanlar, nispeten kuvvetli ve azimkâr insanlardan merhamet diledikleri zaman mutlaka kendilerine acındıracaklarına kani olmak için bilmem ne his ve haslette olmalıdırlar.”2

Katma’dan Adana’ya çağırdığı Ali Fuat Paşa’yla görüşmesinde şöyle der:

“Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.”3

Her dediklerine boyun eğersek…

Mustafa Kemal’i? Başkumandanlık Erkanıharbiye Reisi Sadrazam Ahmet İzzet Paşa arasında gerçekten müthiş bir telgraf trafiği olur. İki çizginin mücadelesi ve tartışmasıdır bu aslında:

“Toros tünelleri işgal kuvvetlerinin miktarı, İngiliz Kumandanlığı tarafından bildirilir buyuruluyor. Bu kuvvet mesela icabında bütün Anadolu’yu hükmü altına geçirecek derecede dahi olursa müsaade edilecek midir? (…) Çok ciddi ve samimi olarak arz ederim ki, (…) İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır.”4

Sadrazam, Atatürk’e, “İngilizlerin İskenderun limanından faydalanmaları konusunda bir sakınca görmediğinin Suriye’deki İngiliz Ordusu Kumandanı’na tebliğini” bildiren bir telgraf çeker.5

Emri vatan savunmasından alıyor

Atatürk’ün ise emrindeki kuvvetlere talimatı kesin ve nettir:

“İskenderun’da İngilizlerin karaya çıkmasının gerekirse ateşle önlenmesini emrettiğim arz olunur.”6

Bu emri verdiğini Sadrazam’a da bildirir. Telgrafın son paragrafı haklı ve gelecekte mutlaka başarıya ulaşacak çizginin kendine güvenini ve cesaretini taşımaktadır.

İsyan gücü bu bilinç ve bilgiye dayanmaktadır. Çünkü milletin kaderi bu değildir, çünkü tarih böyle ilerlememektedir. Aslında arkada bunun mümkün ve başarı şansı olabileceğinin deneyi de yoktu. Ancak Atatürk “maddeyi anlamıştır.” Millet henüz bunun bilincinde olmayabilir. Ancak geleneksel alışkanlıklarıyla hanedan Milli Mücadelenin kendilerinin sonunu hazırladığını farkeder ve zaten düşman olur. İstanbul artık İngiliz’den fazla İngiliz çıkarını düşünür olmuştur:

“İngilizlerin aldatıcı muamele, teklif ve hareketlerini İngilizlerden fazla haklı ve nazik gösterecek ve buna karşılık gönül alıcı emirleri iyi uygulamaya yaratılışım elverişli olmadığından ve halbuki Başkumandanlık Erkanıharbiye Riyaseti’nin görüşünü uygulamadığım takdirde birçok itham altında kalmam tabii olduğundan, kumandayı hemen teslim etmek üzere yerime tayin buyuracağınız zatın süratle emir ve tebliğini hassaten istirham ederim.”7

Yanıt ise şöyle: “İskenderun’a çıkacaklara karşı, tarafınızdan silah kullanılmasının emir verilmiş olması devletin siyasetine ve memleketin menfaatlerine katiyen aykırı olduğundan bu yanlış emrin derhal düzeltilmesi…”8

“(…) Müracaat olduğunda şehrin tahliye ve teslim olunması konusunda icap edenlere acele tebligat yapılması lazımdır. (…) Bezginlik göstermemek şartıyla bu aczimizin nazarı dikkatte bulundurulması ve söz ve hareketlerimizin buna uydurulması memleketin selameti için elzemdir.”9

Gizli ittifak mı yaptınız?

Atatürk için milletin ve memleketin selameti boyun eğmekten ve teslim olmaktan geçemez. Karşısındaki makam bugünün Başbakanı ve Genelkurmay başkanı olsa bile yanıt çok sert ve vatan savunmasında kararlılığını ifade eden bir yanıt verir:

“Acz ve zaafımızın derecesini pekâlâ bilirim. Bununla beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakârlığın derecesini de belirlemek ve sınırlamak lazım geleceği kanaatimi muhafaza ederim. (…) Şayet hükümeti seniyece İngilizlerle ciddiyet ve samimiyetine güvenebilecek bir gizli ittifak yapılmış veya yapılması kuvvetli ihtimal derecesinde bulunmuş ise, bu hususun meçhulümüz kalması bittabi yanlış muhakemelere sevk edebileceğinden, mümkünse bu konuda ima yoluyla olsun aydınlatılmamı istirham ederim. Vatanın akıbetiyle endişelenmekten doğan ve samimi olduğuna şüphe edilmemesi lazım gelen işbu görüşlerimin münakaşa mahiyetinde anlaşılmaya eğilim gösterilmemesini hassaten rica ederim. (…) Her ne hal ve vaziyette bulunursam bulunayım doğru olduğuna inandığım ve icap edenlere arz edilip bildirilmesini memleketin selameti icabı kabul ettiğim görüşlerime bağlılıktan kendimi men etmeye kadir değilim.”10

Yıldırım Orduları Komutanlığı ve VII. Ordu Karargâhı padişahın iradesiyle 7 Kasım’da lağvedilir ve Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nezareti emrine verilir.

Devlet acz ve teslimiyet içinde

Memleketin dört bir yanında İtilaf Devletleri’nin işgali hızlanır. Koca devlet başsız, sahipsiz, acz ve teslimiyet içinde kalmıştır. Harbiye Nezareti Sadrazamlığa sorar: “İtilafa mensup herhangi bir general ve subayın her istediği yapılacak mıdır? (…) Bugün bu yoldaki müracaatları uygunsuz ve mantıksız bir dereceye varmıştır. (…) Hükümetçe önleyici tedbirler alınması…”11

Veliaht Abdülmecit İngiliz Daily Mail gazetesi muhabiri Ward Price’e demeç verir: “Padişah ve ben sizin yardımınızı hararetle istemekteyiz…”12 Nitekim Vahdettin de İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope’a, “Bütün umudunu İngiltere’ye bağladığını, İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere’nin arzusuna göre, yakalatıp cezalandırmaya hazır olduğunu” bildiren bir mesaj gönderir.13

Aynı Calthrope, mesajın gönderildiği tarihten bir hafta önce, “Türk halkını teşkilatlandırıp silahlandırdığı gerekçesiyle Konya’da bulunan Nihat (Anılmış) Paşanın Yıldırım Kıtaları Müfettişliği’nden azlini istemiştir.14

Zaten hükümetlerin biri gelir, biri gider. Mustafa Kemal’in bizzat Meclis’e gelerek mebuslarla görüşmesine, engellemeye çalışmasına karşın güvenoylarını alırlar. Kurulan hükümetler İtilaf Devletleri’nin bir dediğini iki etmez. Londra’dan sağlık ve polis hizmetlerine İngilizlerce el konulması emri gelir. Bakanlar Kurulu 23 Ocak 1919 toplantısında görüşür ve “uygun” görür. İstanbul’daki Türk bankaları İngiliz memurları aracılığıyla denetlenir. Lord Curzon Amiral Calthrope’a talimat gönderir: “Sizce teslim alınmaları gerekli Türk subayları ile görevlilerin teslim edilmeleri için hemen harekete geçmesi yönünde Türk Hükümetine talimat veriniz…”15 İngiliz General Milne’nin Londra’ya yazdığı yazısında boyun eğmenin karşı tarafta yarattığı küstahlık çok açık görülür. Türk Ordusunun Kars, Ardahan bölgesinden yavaş çekildiğini, İngilizlere ve Ermenilere tesliminde geciktiğini ileri sürerek, “Türk’e çok sert bir ders vermek gerekir!” der.16 Musul’da İngiliz tecavüzlerini protesto eden Hariciye Bakanı Mustafa Reşit Paşa’ya İngiliz Amirali Webb’in yanıtı da öyledir:

“Mütarekenin yenilmiş Türkiye’ye dikte olunduğu unutulmamalıdır.”17 Elbette bu arada elde her zaman hazır bulundurulan Ermeni, Rum ve Kürt kartı İngiliz ve Fransız emperyalistlerince ülkenin dört bir yanında kullanılır.

Halk örgüt arayışında

Bir yandan da İstanbul’da ve Edirne’den Anadolu’nun değişik kentlerine kadar Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyetleri, Teceddüt Fırkası, Sosyal Demokrat Fırkası, Türkiye Sosyalist Fırkası gibi bir dizi yeni siyasi parti kurulur. Adana ve Mersin işgal mi edildi, hemen İstanbul’da Kilikyalılar Cemiyeti, Karadeniz’de Rum faaliyetleri mi artmaya başladı Samsun’da, Tokat’ta Karadeniz Türkleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti açılır. İstanbul’da bazı kuruluş ve siyasi parti temsilcilerinin katılımıyla Milli Kongre gibi örgütler kurulur, düşman işgalini engellemek için çeşitli yerlerde Kongre’ler toplanır. Trabzon’da Faik Ahmet Barutçu’nun İstikbal, Giresun’da Işık, Ahmet Remzi Yüregir’in Adana (Kuvayı Milliyeci olduğu için kapatılınca yerine Yeni Adana), İzmir’de Hasan Tahsin’in Sulh ve Selameti, Balikesir’de Doğrusöz gibi yeni milli gazeteler art arda yayına girer. Bu arada “Trabzon vilayetinde bir Rum cumhuriyetinin kuruluşu için çalışmak” üzere İstanbul’da Pontus gazetesinin çıkmaya başlamasını, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, gibi “Pera” faaliyetlerini anmadan geçmek eksik olur. Bunlardan kimi, “yabancı himayesi altında Kürt hükümeti vücuda getirmek” maksadında olanlar, kimi, “kendi şahıslarını ve şahsi menfaatlarını sevenler ve şahıslarıyla menfaatlarının dokunulmazlığı çaresini Lloyd George hükümeti marifetiyle İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır, kiminin de gizli faaliyeti, “İsyan ve ihtilal çıkarmak, milli şuuru felce uğratmak, yabancı müdahalesini kolaylaştırmak”tır.18

İdrak etmek yetmiyor

Siyasi iradesi ve ordusu tasfiye edilmeye başlayan halkın teslim olmayan bir avuç öncüsü, örgüt ve önder arayışı içinde çırpınmaktadır. “Felaketin dehşet ve ağırlığını idrake başlayanlar, bulundukları muhit ve hissedebildikleri tesire göre kurtuluş çaresi gördükleri tedbirlere başvurmakta… Ordu, ismi var, cismi yok bir halde. Kumandanlar ve subaylar Harbi Umumi’nin bunca mihnet ve meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle içleri kan ağlamakta, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında, kafaları çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul”dür.19

Hasan Tahsin Hukuku Beşer gazetesindeki “Namus Uğrunda” başlıklı yazısında şöyle yazar: “Asla, asla unutmasınlar ki, Türk ölmedi yaşıyor. (…) Ve burayı Yunan’a vermeyecektir. Vermek isteyecek kuvvetle paylaşacak kozumuz var. Hatta, süngülerimiz, silahlarımız olmasa bile. (…) Asi ruhumuzla, coşkun kanlarımızla, hararetli vicdanlarımızla, sökülmeyen dişlerimizle bu memleketi müdafaa edeceğiz.”20

24 Şubat 1919 günü Rumların öldürdüğü polis memuru Hamza Efendi’ye Türkocağı tarafından çok büyük bir cenaze töreni düzenlenir.

Aman aramızı bozmayalım

Emperyalist Avrupa devletleri de en azından kendi devrim tarihlerinden çıkardıkları deneyimle ve gelen istihbarat raporlarıyla da bilmektedirler ki, öncüleri bertaraf etmeden onlar için başarı zordur. Beyaz atıyla İstiklal Caddesi’ne giren ve tören düzenlettiren işgalci Fransız General’i Franchet d’Esperey, Dahiliye Bakanı Vekili İzzet Bey’e tutuklanmalarını istediği 36 kişinin listesini verir. İngiliz istihbaratının raporunda İstanbul’dan uzaklaştırılmasını önerdiklerinin arasında elbette Mustafa Kemal’in, Fevzi Çakmak Paşa’nın, Kazım Karabekir’in, İsmet İnönü’nün adı vardır.21

Bu listenin “gereği için” Londra’ya ulaştırıldığının ertesi günü İstanbul’daki Bakanlar Kurulu hangi kararı almakla meşguldür acaba?

“İtilaf Devletleriyle normal ilişkileri bozarak tahrik yaratacak şekilde hareket eden kabine azaları ile tehcir suçlularının doğrudan doğruya Divanı Harbi Örfide yargılanması ve cezalandırılması…”
Dışişleri Bakanı ise, İngiliz Amirali Webb’in kapısında el etek öpmektedir:

“Yazılan yazılar lütfen daha yumuşak olsun…” Webb ise İngiltere’ye yazdığı raporda ülkenin sadrazamı için şu ifadeyi kullanmaktadır: “Damat Ferit İngiltere’ye teveccüh göstermek için her istediğimiz kişiyi tutuklamaya hazırdır…”22

Zaten Damat Ferit de İstanbul’da İngiliz Yüksek Komiseri Calthrope’un ayağına gider, makamında ziyaret eder ve Osmanlı Devleti’nin İngiliz himayesini kabul ettiğini bildirir ve Padişah ile birlikte hazırladıkları bir tasarıyı sunar. “Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta”dır.23

Erzurum’da bulunan 9. Ordu komutanı Yakup Şevki Paşa Harbiye Nezareti’ne, İngilizlerin Türk komutanları tutuklamaya hakları olmadığı konusunda eleştirilerini bildirir; “eğer” der “devletimiz ciddi bir varlık gösterecek olursa, İngilizler bu kadar ileri gidemez.”24 General Milne hemen Nezarete nota verir: “Derhal İstanbul’a çağrılması ve emirlerinizi daha ziyade itimatla yapacak subayla değiştirilmesi…” Harbiye Nezareti kısa bir süre sonra 9. Ordu’yu lağveder ve Şevki Paşa’yı derhal İstanbul’a çağırır.

“Şuraya, buraya asker çıkarmak işgal sayılmaz!”

Muğla ilçelerinin işgali üzerine eşraf ve memurlar Dâhiliye Vekili Mehmet Ali Bey’e protesto telgrafı çekerler. Vekil beyin yanıtı şöyle olur: “Şuraya, buraya asker çıkarılması, kati bir işgal mahiyeti taşımaz…”25

Oysa kısa bir süre sonra İzmir’in işgal edileceği bir notayla Babıâli’ye bildirilir. İzmir’de “13 Mayıs’tan itibaren fiili emareler gören bazı genç vatanperverler, 14 Mayıs gecesi bir araya gelirler, işgalin ilhakla sonuçlanmasını engellemek konusunda fikir birliğine varırlar ve Reddi İlhak ilkesini ortaya atarlar.”26 Bir bildiri yayımlayarak halkı mitinge çağırırlar: “Ey bedbaht Türk! Wilson prensipleri unvan insaniyetkâranesi altında senin hakkın gasp ve namusun yırtılıyor. Buralarda Rum’un çok olduğu ve Türklerin Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edecekleri söylendi. (…) Yunan hâkimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster. (…) Yüzbinlerle toplan ve kahir ekseriyetini bütün dünyaya göster. Burada zengin, fakir, alim, cahil yok. Fakat Yunan hâkimiyetini istemeyen büyük bir kitle olduğunu ilan ve isbat et. Bu, sana düşen en büyük vazifedir.”27 Kazım Özalp anılarında o gece evden kardeşleriyle birlikte mitinge katılmak için ayrılırken annesinin nasıl gözyaşları içinde, onları gitmeye teşvik ettiğini, küçük büyük İzmir halkının bir nehir gibi sokaklardan aktığını, ağlayarak, haykırarak gece karanlığında mitinge koştuğunu anlatır.28

Ancak “ertesi gün sabahleyin, Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu teşebbüs ümit edilen derecede maksadı temin edememiştir.”29 O zaman “fiili netice” alınana kadar mücadeleye devam edilmelidir.

Ülkenin dört yanında mitingler

İzmir’in işgali üzerine, hemen ertesi günden başlayarak ülkenin birçok yerinde mitingler yapılır. Muğla, Denizli, Giresun, Denizli’nin Çal kazası, Erzurum, Aydın, İstanbul’da Fatih Belediye Dairesi’nin önünde, Samsun’da mitingler; İstanbul Darülfünun konferans salonunda heyecanlı bir toplantı, İstanbul’da 300 kadar İzmirlinin toplanarak. Aydın Vilayeti Muaveneti Hayriye Cemiyeti’ni kurmaları, İstanbul’da Üsküdar Doğancılar’da, Kadıköy Belediye Dairesinin önünde miting, Aydın’da Ramazanpaşa Camiinde halk toplantısı, Diyarbakır’da şehrin ileri gelenlerinin Belediye binasında toplantısı ve bina önünde halkın katıldığı miting…

“Mitinglerde millete yardım etmeliyiz”

Atatürk, o zaman 15. Kolordu Komutanı olan Kazım Karabekir’e “gizli ve kişiye özel” şu telgrafı çeker: “İtilaf hükümetlerinin duygularımız ve siyasi varlığımız aleyhinde İzmir’i Yunanlılara işgal ettirmek suretiyle başlayan haksız davranışlarına karşı her tarafta yapılan gösterilerin ve yapılan müracaatların arkası bırakılmayarak fiili netice alınıncaya kadar devam ettirilmesi ve her tarafta bu milli gösterilerin iyi bir şekilde idare ettirilmesi fevkalade önemlidir.

“Hilafet, Saltanat ve milli bağımsızlık ancak ve ancak milletin bu heyecan ve üzüntüsünün layık olduğu nüfuz, genişlik ve şiddetle dışarı yansıtılmasına bağlıdır.

“Merkezi hükümetin bu şekilde etkili ve devamlı milli gösterilere muhtaç olduğu sonucu çıkıyor. Bu etkili gösterilerle elde edilecek başarı, devletin ve memleketin öteki kısım ve havalisinin dokunulmazlığının sağlanmasına da pek çok yardım edecektir.

“Hükümetin ve askeri makamların el ele vererek bu vatanperverine hizmetleri düzenlemede millete yardım etmesi ve fakat memurlarla askerlerin bu konudaki çalışmalarının gözle görülmez ve hissedilmez kalarak, gösterilerin sırf halk yüreğinden doğduğunu ve adaletin ortaya çıkmasının heyecanla beklendiğinin Dersaadet’teki İtilaf devletleri ‘temsilcilerine ve Babıâli’ye ulaştırılması hakkındaki hızlı girişimleri arz ve rica ederim.”30

Milli Hükümet

Mitingleri Atatürk etkili bir mücadele aracı olarak değerlendiriyor. Sonuca ulaşmaya yardım edecektir. Ancak çözüm burada değildir. Atatürk’ün kafasında artık eski ve köhnemiş olanı yıkmak, yeniyi kurmak projesi vardır. Milli bir hükümet programı şekillenmeye başlamıştır.

“Millet ve ordu kurtuluş çaresi düşünürken bu miras kalmış alışkanlığın şevkiyle, kendinden evvel yüce hilafet ve saltanat makamının kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halife ve padişahsız kurtuluşunu anlamak kabiliyetinde değil… Bu inanca muhalif fikir ve görüş ortaya koyacakların vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain, reddolunmuş olur… Diğer mühim noktayı da ifade etmek lazımdır. Kurtuluş çaresi ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek esas gibi kabul olunmaktaydı. Bu devletlerden yalnız biriyle dahi başa çıkılmayacağı vehmi, hemen bütün kafalarda yer etmişti. (…) Bu zihniyette olan yalnız avam değildi; bilhassa muhterem denilen insanlar böyle düşünüyordu.”31

Arkadaşlarıyla günlerce gecelerce dertleşir, konuşurlar. Birbirlerine hep aynı soruyu sorarlar:

Ne yapılabilir?

Eski İttihatçılarla, İtilafçılarla, işgal kuvvetleriyle beraber çalışanlara kadar çok kişiyle teması vardır. Bir gün Fethi Okyar ve dört ortak arkadaşlarıyla birlikte uzun bir tartışmadan sonra ihtilalci bir komite kurmaya karar verirler ve kendi ifadesiyle “ihtilalci tedbirler” düşünmeye başlarlar: Padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek, yeni bir kabine kurarak daha azimli hareketlere başvurmak gibi…

“Günler gelir, günler geçer. Atatürk ve bazı arkadaşları şu kanaate vardılar ki, Vahdettin’i öldürmekten hükümeti düşürmekten esaslı bir netice almaya imkân yoktu. Nihayet yeni hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngüleri karşısında bulunmak vaziyetinden kurtulmuş olmayacaklardı.”

Atatürk Falih Rıfkı Atay’a o günleri şöyle anlatmayı sürdürür:

“Bununla beraber bu temaslarımda devam ediyordum. İçlerinden bir kısmında saf bir vatanperverlik hissinin coşkunluğundan başka ne fikir, ne de tedbir kabiliyeti vardı. Bir kısmının hâlâ hasis politikacılık menfaatlerinden başka düşündükleri yoktu. Kendi kendime şu kararı verdim: Uygun bir zaman ve fırsatta İstanbul’dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk milletine felaketi haber vermek!”32

Kayıtsız şartsız bağımsızlık

Şişli’deki evinde yeni durumu değerlendirir. “Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul’un yüz binlerce halkı, sesleri kesilmiş bir haldeydi. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler, yalnız düşman sesleri, düşman hakaretleri, düşman bayrak ve süngüleriydi. Şayanı hayrettir; artık adi bir mezbele gibi ayakaltında çiğnenen bir muhitte hâlâ bir saltanat, bir hükümet, bir varlık farz edenler vardı.”33

16 Mayıs’ta Atatürk İstanbul’dan ayrılır.

Gerçek kararı ve projesi nedir?

“Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da milli hâkimiyete dayalı, kayıtsız, şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek!

“İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”

Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık nedir?

“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık olamaz.”
Başka, yabancı bir devletin koruyucu ve kollayıcılığı istenemez mi?

Bunu “kabul etmek insanlık vasıflarından mahrumiyeti, acz ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Hakikaten bu derekeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.

“Hâlbuki Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır!

“Dolayısıyla, ya istiklal ya ölüm!

“İşte hakiki kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktı.” Ya istiklal, ya istiklal olamaz mı?
Atatürk’ün görüştükleri arasında Anadolu’ya gitmek düşüncesini tehlikeli bulanlar az değildi. İngilizlere güven, verebilsek yahut Fransızları kazanabilsek, veya İtalyanlarla hoş geçinme yollarını arasak gibi ümitler besleyenler vardı.34

“Bir an için, bu kararın tatbikatında başarısızlığa uğranılacağını farz edelim! Ne olacaktı? Esaret! Peki efendim, diğer kararlara boyun eğmek halinde netice bunun aynı değil miydi?

“Şu fark ile ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran dost düşman gözündeki mevkii farklı olur.”

Padişah olumlu yönde etkilenemez mi?

İlişkiyi sürdürerek Padişah’ı olumlu yönde etkilemek mümkün değil miydi?

“Osmanlı hanedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük fenalığı işlemekti. Çünkü millet her türlü fedakârlığı sarf ederek bağımsızlığını temin etse de, saltanat devam ettiği takdirde, bu bağımsızlığa emniyet altına alınmış gözüyle bakılamazdı. Artık vatanla, milletle hiçbir vicdani ve fikri alakası kalmamış bir sürü delinin, devlet ve millet bağımsızlık ve haysiyetinin muhafızı mevkiinde bulundurulması nasıl caiz görülebilirdi?

“Hilafet vaziyetine gelince, ilim ve fennin nurlara boğduğu hakiki medeniyet aleminde gülünç kabul edilmekten başka bir mevzuu kalmış mıydı?”

Çözüm neydi?

“Görülüyor ki, verdiğimiz kararın tatbikatını temin için henüz milletin alışmadığı meselelere temas etmek lazım geliyordu. Herkesçe söz konusu olmasında, büyük sakıncalar tasavvur olunan hususların söz konusu olmasında mutlak zaruret bulunuyordu.

“Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lazım geliyordu.”35

Atatürk, işte bu zorun başarılabileceğini gördüğü için Atatürk oldu.

1 Bilal. N. Şimşir, Malta Sürgünleri, 1976, s. 18–19.
2 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.2, s.63–64.
3 Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, 1953, s. 28–29. 4 ATABE, 5 Kasım 1918, c.2, s. 265–266.
5 ATABE, 5 Kasım 1918, c. 3, s. 68.
6 ATABE, c. 2, s. 264.
7 ATABE, 6 Kasım 1918, c. 3, s. 69. 8 ATABE, c. 3, s. 69.
9 ATABE, c. 3, s. 71.
10 ATABE, c. 3, s. 73.
11 Türk İstiklal Harbi, c. 1, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, 1962, s. 124.
12 Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri, 1971, s. 12.
13 Malta Sürgünleri, s. 36–37.
14 TİH, c. 1, s. 74.
15 MS, s. 42.
16 MS, s. 32.
17 Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, 1970.
18 MS, s. 32.
19 ATABE, c. l9, Nutuk I, s. 29.
20 Zeynel Kozanoğlu, Anıt Adam Osman Nevres, “Hasan Tahsin”, 1972, s. 8. 21 MS, s. 60–61.
22 Gotthan Jaeschke, TKSK, s. 20.
23 Nutuk, ATABE, c. 1, s. 20.
24 MS, s. 33–34.
25 Ünal Türkeş, Kurtuluş Savaşı’nda Muğla, 1973, s. 168–169. 26 Nutuk I, ATABE, s. 24.
27 Celal Bayar, Ben de Yazdım, 6. cilt, 1968, s. 1784. 28 Kazım Özalp, Milli Mücadele, cilt 1. 1971, s. 6–7.
29 Nutuk I, ATABE, c. 19, s. 24.
30 ATABE, c. 2, s. 324.
31 Nutuk 1, ATABE, c. 19, s. 29. 32 ATABE, c. 3, s. 79–80.
33 ATABE, c. 3, s. 76.
34 ATABE, c. 3, s. 82.