Her konuşmamızda, yazılarımızda sistemin sonu geldi diyoruz. Biz bu gerçeği dillendirirken sonu gelen sistem de hiç olmadığı kadar pisliğin, çamurun içine batıyor. Sistemin, milletin sorunlarını çözecek bir programı olmadığı için siyaset mühendisliği üretiliyor. Kirli oyunlar çevriliyor. Ayak kaydıracak hesap kitaplar yapılıyor. Sandalye savaşları, rol çalmalar, kaçak göçek işler planlanıyor. Kavgalar ediliyor, hem de yumruk yumruğa, hem de Gazi Meclis’te…
BANA BİR ADAYLIK VER BABA
Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum filmini izlerken hepimizin gözleri dolar mutlaka. Sektörde dram deniyor bu filmlere, tiyatrodaki tanımı ise trajedi. Filmdeki en dramatik sahne de Fikret Kuşkan’ın Çetin Tekindor’a oğlu için, “Ona bir oda ver baba” sözüyle başlayan bölüm. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu arasında yaşananlar da en az Babam ve Oğlum kadar trajik. Bir o kadar da komik. Kılıçdaroğlu İmamoğlu’na “Ben senin babanım” diyor. İmamoğlu da “Bana bir adaylık ver baba” diyerek yanıtlıyor.
Siyasetleri, fikirleri o kadar çürümüş o kadar millete yabancılaşmış ki taraftarları bu iki siyasinin mimiklerinden, konuşmalarının satır aralarından bir şeyler çıkarmak için çırpınıyor. Biri acele mitingler tertipliyor, diğeri kameralar önünde ben senin babanım diyor. İşin siyasi boyutu da var tabii. İkisi de ABD’ye yaranmak için çırpınıyor. Biri terörist Demirtaş’a selam gönderiyor, öteki HDP’yi alkışlatıyor. Biri ABD ve Almanya turuna çıkıyor, öteki her gün bir başka Büyükelçiyle gizli yemekler yiyor. Hepsinin babası Washington yani aslında.
Milletin dertleri boyu aşmış bunlar hala ABD’den iktidar dilenmek için birbirlerinin kuyusunu kazmakta…
KARANLIKTAN HÜRRİYET DOĞMAZ
Sistemin kusmasını engellemek için türlü çaresiz operasyonlar çekiliyor. MHP’nin bölünmesi, İmamoğlu hamlesi, 6’lı masa formülüyle HDP’nin meşrulaştırılma girişimleri… Hepsinin arkasında tek başına olmamakla beraber bir isim beliriyor. Türkiye’nin en tehlikeli operasyon elemanı, en karanlık dönemlerde imzası olan bir gladyo kraliçesi; Meral Akşener tabii.
Akşener, İmamoğlu’yla yaptığı otobüs konuşmasında 1908 Devrimiyle ve İttihat ve Terakki’yle özdeşleşmiş, “Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet” sloganını kullandı. Bu slogan İmparatorluğun emperyalizm tarafından parçalanmasını ve düşmana teslimiyeti önlemek ve bu teslimiyet koşullarını yaratan baskı ve jurnal atmosferine karşı hürriyeti savunmak için ortaya çıkmıştı. Nitekim İttihat ve Terakki’nin programı da milli ekonomi ve sanayi kurmak, milli demiryolları yapmak, kapitülasyonları kaldırmak, yerli tohum atağıyla milli üretimi geliştirmekti. Yani tam bağımsızlık programıydı. Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi önderleri vardı. Kaynağı katıksız vatanseverlikti. Nitekim TBMM ve Cumhuriyet bu hareketin devamında kuruldu.
Siz, ABD’nin emriyle hareket edenler, FETÖ’ye af, PKK’ya yasallık vadedenler, Türkiye ekonomisini tümüyle AB-D piyasalarına bağlamak isteyenler, Ankara’ya göz diken NATO’ya sadakat yemini edenler, Türk gençliğinin hayatını ve geleceğini internet paketi kandırmacalarıyla mahvetmek isteyenler, siz Türk Devrimine düşman olanlar… Sizin hangi programınız, hangi ilkeniz, hangi hareketiniz Türk Devrimiyle uyuşuyor da sloganınız uyuşsun? Siz hangi fikriniz veya hareketiniz Talat Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşa’nın, Ziya Gökalp’le uyuşuyor da isminiz uyuşsun?
Yaklaşık 80 yıldır içinde bulunduğumuz ABD sisteminden ala bir istibdat düzeni var mı? Vatanseverler, Atatürkçüler, devrimciler hapislere atılırsa istibdat olur. Mithat Paşalar Taif zindanlarında boğdurulur, Doğu Perinçekler Silivri cezaevlerine konulursa istibdat olur. ABD, kurguladığı darbelerle tepemize binerse istibdat olur. Uğur Mumcular, Eşref Bitlisler, Gaffar Okkanlar katledilirse istibdat olur. Yoksa bugünkü gibi FETÖ’nün ve PKK’nın ezildiği yerde istibdat olmaz. Türkiye’nin ABD hegemonyasını yardığı bu sürece istibdat demek ABD “demokrasisine” teslimiyettir.
Karanlıklardan hürriyet doğmaz. Türkiye’yi ABD karanlığına hapsetmek isteyenler için hürriyet bir gazete isminden fazlası değildir. Dillendirdikleri hürriyet Türk milletine değil ABD’ye hürriyettir.
TİKTOK TOKATÇILARI VS MECLİS TOKATÇILARI
Mustafa Sarıgül’ün tiktok videoları çıkıyor karşımıza. Sürekli bir şeylere tokat atıyor. Bazen bir insana, bazen bir baklava tezgahına, bazen de bir sucuğa. Bir kere de tokatladığınız şeylerin fiyatının nasıl düşeceğini söyleyin be kardeşim! Yalnız bununla da sınırlı değil; bir bakıyoruz Sarıgül, partisinin ilçe başkanını azarladığı videoyu da internete yüklüyor. İnanılır gibi değil. İnsan kendi “dava arkadaşının” onurunu böyle ayak altına alır mı? Bunlar komik gibi görünse de sistem siyasetinin ne denli yozlaştığını gösteriyor. Programı, fikri olmayan böyle absürtlüklerle kendisine alan açmaya çalışıyor.
Sarıgül’e özenen bir siyasi de Öztürk Yılmaz. Partisinin ismi Yenilik fakat yeni bir şey vadetmiyor. Siyasi programını anlatacağına ses tellerini yırtıyor. Milletin %50’sinden fazlasının karasız olarak gittiği seçimlerde ne kapsak kardır diye bakıyor herhalde ama milletimiz en siyasi ve devrimci dönemini yaşıyor. O nedenle ses tellerine verilecek 1 oy dahi yok.
Tiktokta olduğu gibi Meclisimizde de toktaçılar var. Biz Türklerin meclis geleneği çok köklüdür. Ülkeyi ilerleten, millete çözüm sunan kararlar hep meclislerden çıkmıştır. Atatürk, Türk Ordusuna dahi TBMM Orduları demektedir. Gelin görün ki bugün Meclisimiz çoğu zaman tiktoku anımsatıyor. Tokatların havada uçuştuğu, çözümsüz diyalogların yapıldığı bir binadan milletin hangi derdi çözülebilir?
BU TORPİL ELİNİZDE PATLAR
Çamurun içine batmış sistemin en kirli taraflarından biri de rüşvet, torpil ve kartvizitin insan emeğinden, başarısından ve yeteneğinden daha üstün görülmesidir. Millet nezdinde elbette böyle bir durum yok fakat yönetim erklerine bu kir yapışmıştır. Köy koruculuğu gibi kutsal bir görevde dahi rüşvetlerin döndüğü, işe alımlarda “Ankara’da dayısı olmak” sözünün işletildiği ve makamların kartvizitlerinin havada uçuştuğunu biliyoruz. Liyakatin olmadığı, işin ehline verilmediği yerde başarısızlık ve gerileme olur. Bunlara ek millete düşmanlık olur.
İktidarından muhalefetine neredeyse tüm yöneticiler bu torpil batağında yaşıyor. Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, belediyelere torpilsiz kimsenin alınmayacağını itiraf ediyor mesela. Kendisini dürüstlüğünden dolayı tebrik, liyakatsizliğinden dolayı tevkif ediyoruz. Uyaralım, bu torpil elinizde patlar.
2023 yalnızca bir Cumhurbaşkanlığı seçimi değil, bu kirin, pasın, tortunun kapı dışarı edileceği seçimdir.