Eren Öztürk, Öncü Gençlik GYK Üyesi
Yüzyıllardır savaşlar cephelerin karşı karşıya gelmesi ve tarafların karşılıklı kuşatmalarının kapışması olmuştur. Taraflardan hiçbiri cephelerinde gedik açılsın istemez, bu yüzden elindeki kuvvet ölçüsünde bütün mevzileri tahkim etmeye çalışır.
Köle ya da toprağa bağlı köylünün emek ürününe çıplak zora dayanarak elkoyan köleci ve feodal sistemlerde savaşlar fetih niteliğindedir. Feodal devletin sahipleri olan krallar, beyler ve çevrelerindeki silahşörler açısından, o topraklar üzerinde çalışan köylü kitlesinin ürününe elkoyma hakkının ele geçirilmesidir. Bu nedenle bu savaşlarda köylünün temel konumu değişmez.
Kapitalizm çağında ise, ulusal piyasa oluşmaya başlamıştır. Çağın devrimci sınıfı olan burjuvazi, feodal pazarları parçalayıp tek bir pazarda birleştirirken, köylüyü de toprak beyinden kurtarır ve özgürleştirir. Eskiden beyin kulu olan emekçi, artık milletin üyesidir, yurttaştır. Kralın mülkü vatan, kullardan oluşan teba ise millet haline gelmiştir. Bir ülke kar elde ettiği artı-değeri yine kendi ülkesinde tüketir veya yatırır. Yabancı işgalciyse, artı-değeri kâr olarak kendi ülkesine taşır. Bu konuda sonraları Rodezya’yı kuracak olan İngiliz siyasetçi Cecil Rhodes’in şu sözünü anımsatmak gerekir: ”Birleşik Krallığın nüfusunu kanlı bir iç savaştan kurtarmak için bizler sömürge politikacıları daha fazla nüfusu yerleştireceğimiz, fabrikalarımızın ürünleri için yeni pazarlar kazanacağımız yeni topraklar elde etmek zorundasınız.” [1]
Bu açıdan kapitalizmde savaşlar işgal niteliğindedir. Halk için kapitalizm öncesi dönemdeki savaşlara göre toplumsal-ekonomik ve buna bağlı olarak ideolojik-kültürel düzlemde farklar vardır.[2] Artık savaşlarda düşmanla karşı karşıya gelinen silahlı cephelerin haricindeki ekonomi, propaganda, kitlelerin motivasyonu ve savaşa katılımı gibi “iç cephe”ler önem kazanmıştır.
Mustafa Kemal, 4 Mart 1922’de bu çok önemli stratejiye şu şekilde dikkat çekmiştir:
“Dâhili cephe, görünürdeki cephe… Asıl olan dâhili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir.
Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dâhili cephenin düşmesidir. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Hakikaten ‘kaleyi içinden almak’ dışından zorlamaktan çok kolaydır.”[3]
Bu makalemizde özellikle İttihat ve Terakki hükümetinin Birinci Dünya Savaşı’nda iç cephedeki propaganda, savaşın motivasyonu, gençlik ve kadın örgütlenmesi konularını inceleyeceğiz.
Propaganda Faaliyetleri
Propaganda, çok sayıda insanın düşünce ve davranışlarını etkilemek amacını taşıyan önceden planlanmış bir mesajlar bütünüdür. Propaganda, psikolojik üstünlük sağlar, askerlerin cesaretini ve güvenini artırır. Ülkelerin dünya kamuoyunda kendi haklılığını ispatlamasını sağlar. Birinci Dünya Savaşı aynı zamanda Birinci Propaganda Savaşı olarak da ele alınabilir. Çünkü dünyanın o zamana kadarki en büyük propaganda savaşı yapılmıştır.
Düşman propagandasına birkaç örnek
Bu yazıda propagandanın Osmanlı Devleti açısından kullanımına değineceğiz ancak meselenin büyüklüğünün ve kimlerle propaganda savaşı verildiğinin anlaşılması için İngiltere’nin propaganda faaliyetlerinden kısaca bahsetmemiz gerek. Birinci Dünya Savaşı içinde, saptırıcı propagandasının etkinliği ve derinliği, çarpıtılan olguların kapsamı bakımından İngiltere’nin en önde olduğuna kuşku yoktur. İngiliz propagandasının ilk hedefi ABD’yi ve Amerikan kamuoyunu kazanmaktı. Amerika ile ilgili çalışan, 500 görevli ve 10.000 yardımcıdan oluşan İngiliz Propaganda Heyeti adeta küçük bir orduydu. Tabi bu işin resmi kısmı, gerisi bilinmiyor.
Alman ordularının saçtığı korku uzun uzadıya işlendi. Anlatılan öykülerin bazıları, Louvain Üniversitesi’nin ve kütüphanesinin tahribi gibi, kısmen gerçeği yansıtıyordu, ama büyük çoğunluğu uydurmaydı.[4]
Almanların cesetleri gömme fabrikası imal ettiği bile söyleniyordu. İngilizler İsveç halkının sempatisini kazanmak için İsveç’te gece kulübü bile işletmişlerdi. İngiliz Propaganda Bürosu’nun yaydığı habere göre Alman askerleri papazları çanların içine asarak öldürmüşler, sokaklarda gördükleri küçük çocukları süngülemişlerdi. İngilizlerin kazandığı muharebeler abartılıyor, kaybettikleri kısaca geçiştiriliyordu.[5] Propaganda bürosu ve tarihçi Toynbee özellikle Ermeni sorununda Türkiye’ye karşı büyük bir propaganda kampanyası yürüttüler.[6] Israrlı İngiliz propagandası ABD’nin müttefikler safında savaşa girmesinde etkili oldu.
Cephenin ardı propaganda
Savaşlarda askerler cephede çarpışırken, savaşan kuvvetlerin propagandası da cephe gerisinde çarpışır. Hatta propaganda savaşı bazen cepheye o kadar yakındır ki silahlar sustuğu an konuşmaya başlar. Örneğin; siperler arasındaki sözlü propaganda çalışmalarının en ünlü isimlerinden biri Aubrey Herbert’tir. Türk siperlerine en yakın yere giderek askerlerimize seslenen Herbert, onlara nasıl iyi muamele edileceğini ve gerçek düşmanın Türkler değil Almanlar olduğunu anlatır ve atasözlerimizi kullanabilecek kadar da iyi yetiştirilmiştir. Herbet, 7 Mayıs günlü seslenişini “Eski dost düşman olmaz.” sözleriyle sonlandırır.[7]
Siperlerin yakın olması, siperler arasında sesini duyurabilme ve karşılıklı konuşabilme imkanı sözlü propaganda için bulunmaz bir fırsat yaratır. Savaşın hemen dibindeki söz oyunları zihinleri Aristo’dan Yunus Emre’ye uzanan bir söz yolculuğuna götürür ve retoriğin etkisini bize bir kez daha hatırlatır:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Yağ ile bal ede ede bir söz.”
Yunus Emre
Savaş için coşku örgütlemek
İttihat ve Terakki hükümeti savaş propagandası için yazılı, görsel ve sözlü kanalları etkili kullanmaya çaba göstermiştir. Örneğin; Osmanlı’da propaganda faaliyetleri sırasında Harp ve Sulh adlı savaş mecmuası yer alır. Birinci Dünya Savaşı sırasında propaganda faaliyeti amacıyla devlet eliyle çıkarılan Harp Mecmuası (1915-1918) yayınlanmıştır. Dergi, özelikle önemli zaferlerin kazanıldığı Çanakkale cephesine odaklanmış, savaşa dair elde bulunan görsel malzemeler nesir ve şiirlerle de desteklenerek propaganda amacıyla dergide yayınlanmıştır.
Harbiye Nezareti, edebi propagandanın yanında görsel propagandaya da önem vermiş, bu amaçla resim ve film çekecek becerideki kişileri cepheye göndermiştir. Cephede çekilen filmler, İstanbul Ferah Tiyatrosu’nda Eylül 1915’te izleyiciyle buluşmuştur.[8]
Seferberlik emrinin halka duyurulmasında sözlü ve müzikli yöntemlerin kullanılması silah başına çağrısının bilhassa okuryazarlık oranı çok düşük olan yerleşim yerleri ve nüfus kesimleri arasında daha etkin bir biçimde yayılmasına yardım etmekle kalmamış, seferberlik emri duyurusunu bir tür kutlama havasına sokmuştu.
Sözlü ve müzikli propaganda karışımının belki de en güzel örneği marşlardır. Batılı tarzdaki müzik daha 19. yüzyılda Osmanlı modernleşmesinin simgelerinden biri haline getirilmiştir. Örneğin; “Hamidiye Marşı” gibi (Callisto Guatelli tarafından 2. Abdülhamite için bestelenmişti) yeni bestelenen marşlar Osmanlı devletinin Batılı güçlerle “sembolik eşitliğini” vurgulamak için diplomatik törenlerde kullanılmaktaydı. 1908 Hürriyet Devrimi’nin ardından birçok marş yurtiçi etkinliklerde yaygın bir biçimde kullanılmaya başladı; bunlar devletin halka hitap ederken kullandığı etkileşim araçlarından biri haline geldi. İttihat ve Terakki hükümeti, Cihan Harbi seferberliğindeki silah başına çağrısına özel bir marş ısmarladı, bestecisi İsmail Hakkı Bey olan bu marşın adı “Marche Vatan(Askere Çağırır)”dı.
Sözlü ve müzikli propaganda marşlar ile sınırlı değildi, “yerel” bir tarzda bestelenmiş ve daha “milli” sözleri olan şarkılar da vardı. Mehmet Emin Yurdakul’un 1897 Türk-Yunan Savaşı esnasında yazdığı Cenge Giderken* şiiri Birinci Dünya Savaşı yıllarında popüler bir şarkı formatında bestelendi ve “Milli Asker Şarkısı” adını aldı ve askere giden gençler köylerinden ayrılırken bu şarkı sıkça söylenirdi.[9]
*Ben bir Türk’üm dinim, cinsim uludur
Sinem, özüm ateş ile doludur
İnsan olan vatanının kuludur
Türk evlâdı evde durmaz, giderim.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı propaganda faaliyetlerinin hayati bir parçasını oluşturan sözlü propaganda içerisinde, dini vaazlar ve Cuma hutbeleri de önemli bir yer tutardı. Bunlar bilhassa, gazete-dergi gibi yazılı iletişim araçlarına erişimin zor olduğu ve okuryazarlık oranının düşük olduğu kesimlerde etkili olarak kullanılırdı. Cihad söylemi savaş boyunca Cuma hutbelerinin esasını teşkil etmiştir.
Camiler aracılığıyla yürütülen bu propaganda faaliyetleri oldukça örgütlü bir karakterdedir. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti büyük camilerde mevlitler düzenledi, ordu ve donanmanın daimi başarısı için dualar edilirdi.
Sözlü iletişim biçimlerinin propaganda dışında kullanımı cami dışında da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, İttihat ve Terakki hükümetine yakın dernekler tarafından silahsız tarafsızlık döneminde ülkenin değişik yerlerinde “konferanslar” düzenlenmiştir. Halka açık bu konferanslara İttihat Terakki Cemiyeti’nin üyeleri, meclisten heyetler ve Donanma Cemiyeti reisi Yağcızade Şefik Bey gibi önde gelen isimler katılırdı.
Gençlik Teşkilatlanması
Devletin bütün gücünü açığa çıkarma arzusu, gölgede kalmış toplumsal gruplara -Gençler, çocuklar, kadınlar- yeni bir anlam yükledi. Bu dönemde siyasal ve toplumsal alanın yeni gözdesi olan genç nesil beden terbiyesi ve sporun dinçleştirici etkisiyle paramiliter örgütler çatısı altında dönemin acil ihtiyaçları doğrultusunda militarist ve milliyetçi bir yapıda kitle-iktidar ilişkileri gözetilerek makbul birer vatandaş şeklinde yetiştirilmeye çalışıldı. Böylece siyasal toplumsallaşma gereği devlet ricalinin arzuladığı dönemin koşullarına uyumlu, jimnastik ve beden eğitimi aracılığıyla itaatkar, atik ve gayretli bireylerden oluşan şuurlu ve kuvvetli bir millet meydana getirilmeye çalışıldı.
Trablusgarp ve Balkan savaşları ile Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti’ni sürekli savaşmak zorunda bırakması paramiliter*[10] gençlik örgütlerine ihtiyacı arttırdı. Aslında paramiliter gençlik örgütleri Birinci Dünya Savaşı’ndan önce kurulmuştu, savaşla birlikte sayısı ve etkinliği arttı. Napolyon’un Prusya’yı istilâsı ve Boer Savaşları sırasında gençliğin seferber edilmesiyle başlayan ve Baden Powell’in İngiltere’de “Boy Scout” adını verdiği izcilik örgütü II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında Osmanlı toplumunda yankı uyandırmış, Ragıb Nureddin’in 1910 yılında Sây ve Tetebbu, dergisinde yayımlanan yazılarıyla izcilik, ya da o günkü adıyla keşşaflık Osmanlı okuruna tanıtılmıştır. Nitekim izleyen yıllarda Edhem Nejad, Ahmed ve Abdurrahman Robenson kardeşlerin girişimiyle, Galatasaray ve İstanbul Sultanileriyle Darüşafaka’da keşşaf ocakları kurulmuştur. Bölük, takım, manga ve obalardan oluşan keşşaf ocakları birer başbuğa bağlanmıştır.[11]
Gençleri yurt savunmasına hazırlama amacı güden Osmanlı Güç Derneği, Gürbüz Derneği, İzciler Ocağı, Türk Gücü Cemiyeti, Mektep Gücü Dernekleri gibi oluşumlar önemli görevler üstlendi.
Örneğin, Harbiye Nezareti ve İttihatçı çevreden yakın destek gören Türk Gücü Cemiyeti, “Türkün Gücü Her Şeye Yeter” ilkesiyle yola çıkarak izcilik, koruyucu hekimlik ve çevre sorunları alanında çalışmalar yürüttü, Türk gençlerini bilinçlendirmeyi ve cephe gerisini kuvvetlendirmeyi esas aldı.
Genç Dernekleri’nde tütün, alkol vb. zararlı maddelere bağımlılık ile “zevk-ü sefaha” düşkünlüğün kişiye, ailesine, cemiyete ve insanlığa olan zararları da gençlere anlatıldı ve kötü alışkanlıklardan uzak durmaları sağlanmaya çalışıldı. Ayrıca suistismal, rüşvet vs. manevi hastalıkların da toplumları nasıl çökerttiği üzerinde duruldu.[12]
Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılan propaganda metotlarından biri de spor organizasyonlarıydı. İttihatçılar, futbolun kitlesel özelliğini kavrayan ilk siyasal örgüttür. İttihat ve Terakki için “gençlik” ve “spor” önemli örgütlenme alanlarıydı. “Cemiyet”, sadece futbol değil, kürek yarışlarında, at yarışlarında bile örgütlüydü. 1909’da Galatasaray Kulübü’nden ayrılan bir grup futbolcu, Kadıköy’de Progress (Terakki) adında bir futbol kulübü kurdu. Amaç, azınlıkların elinde olan futbolda bu hakimiyeti kırmaktı. Kulübün kurucusu öğretmen Aydınoğlu Raşit’ti.
İttihat ve Terakki futbolun ilk oynandığı kentler olan İzmir ve İstanbul’da kulüp oluşturma çabasındaydı. İzmir’de Altay’ı kuran İttihatçılar, Progres adlı kulübü satın aldılar. 1914’te İttihat ve Terakki’nin efsane ismi Sadrazam Talat Paşa kulübün başına geçti. Kulübün adı partinin ideologlarından ünlü sosyalist Türkçü’lerden Ziya Gökalp’in önerisiyle, Altınordu İdman Yurdu olarak Türkçeleştirildi. Kulüp 5 yıl arka arkaya İstanbul şampiyonu oldu. Altınordu kulübü, İttihat ve Terakki Partisi’nin resmi spor kulübüydü. [13]
Genç derneklerin önemli bir katkısı olarak İzmir’in işgaline karşı düzenledikleri mitingleri örnek gösterebiliriz. İzmir’in işgali, Yunanlıların katliamları ve yağmaları, tüm ülkede tepkiye yol açtı. İngiliz, Fransız ve İtalyanların işgali altında bulunan İstanbul’da da gazeteler sansür edildiği için İzmir’in işgali halka duyurulamadı. İstanbul halkı İzmir’in işgal haberini 17 Mayıs 1919 Cumartesi günü, Darulfünun’da yaklaşık dört bin öğrenci ve öğretim üyesi bir araya geldi. Türk ocağı ve bütün öğrenci kuruluşları, 19 Mayıs 1919’da Fatih Belediyesi binası önünde 80 bin kişinin katıldığı bir miting yaptı. Aynı gün, ABD Cumhurbaşkanı’na da şu telgraf çekildi: “Evet, Reis cenapları Türk ölecektir, fakat hiçbir gün alçakça değil, şeref ve namuslarıyla ölecektir.”
Gençlik örgütleri tarafından işgale karşı düzenlenen gösteriler, 20 Mayıs 1919 Salı günü, Üsküdar Doğancılar’da, 22 Mayıs 1919 Perşembe günü Kadıköy’de yapıldı. Kadıköy’de yapılan mitingte Halide Edip konuşma yaptı. İstanbul’da bu dönem işgallere karşı ve Türklere yönelik soykırımı kınamak amacıyla yapılan en büyük gösteri 23 Mayıs 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda düzenlendi. Mitinge kadın, erkek en az 200 bin kişi katıldı.[14]
Kadın Teşkilatlanması
Osmanlı kadınının I. Dünya Savaşı’nda üstlendiği görevlerden ilki hemşirelikti. Kerime Salahor, Safiye Hüseyin Elbi, Münire İsmail gibi pek çok kadın, Hilal-i Ahmer’in Besim Ömer Paşa önderliğinde açtığı eğitim programını tamamlayarak hastanelerde ve cephe gerisinde hemşire ve hastabakıcı olarak çalışmaya başlamıştı.
Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın başkanlığı ve karısı Naciye Sultan’ın himayesi altında olan Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi, Osmanlı toplumunun Müslüman kesimine mensup kadınların çalışma hayatına katılması yönünde büyük bir atılım gerçekleştirmişti.[15]
Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi, İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde uzun süren savaşlar nedeniyle, çalışmak zorunda kalan Müslüman Osmanlı kadınlarına iş bulmak ve iş olanakları sağlamak amacıyla kurulmuştu. Ancak Birinci Dünya Savaşı, Müslüman Osmanlı toplumunun bazı kesimlerinde öylesine derin yaralar açmıştı ki, sorunlar bu kesime mensup kadınlara çalışacakları birer münasip iş bulmakla bile çözülecek gibi değildi. Bırakalım kendilerine yeterli gelir sağlayacak birer iş bulup çalışmayı, bazı Müslüman Osmanlı kadınlarının kalacak yeri, giyecek kıyafeti, yiyecek yemeği bile yoktu. Cemiyetin şubelerinde yatakhaneler ve yemekhaneler kuruldu ve acil ihtiyaç sahibi kadınlara yatacak, giyecek ve yiyecek yardımı sağlanmaya başladı. Ancak alınan bütün bu önlemler geçici birer çözüm olmaktan ileriye gidemiyordu. Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin acil ihtiyaç içinde bulunan ve çaresizlik içinde kendisine sığınmış olan bütün Müslüman Osmanlı kadınlarını kendi olanakları ile barındırması, giydirmesi ve yedirip içirmesi hemen hemen imkânsızdı. İşte bu hazin durum karşısında, Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi’nin geliştirmiş olduğu en ilginç uygulama, Osmanlı Ordusu bünyesinde yer alan ve gayrimüslim Osmanlı erkeklerinden oluşan Amele Taburları arasında, deneme mahiyetinde bir de Kadın Amele Taburu kurulması fikrini ortaya atmak olmuştur. Hem Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı, hem de Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi’nin Başkanı olan Enver Paşa ortaya atılan bu fikri hemen benimsemişti. Enver Paşa, yaveri Yüzbaşı Hasan Tahsin Bey aracılığı ile 26 Temmuz 1917 günü Birinci Kadın İşçi Taburu’nun kurulması görevini Birinci Osmanlı Ordusu Kumandanı Ferik Esad Paşa’ya vermişti.[16]
Kadınlar I. Dünya Savaşı’na kendileri için kurulan amele taburlarında işçi olarak katıldılar. Bu taburlar 1917 yılında Enver Paşa’nın isteğiyle, ordu çatısı altında hem savaşın yarattığı işgücü açığını kapatmak hem de geçim derdi içindeki kadınlara para kazanma imkânı vermek için kurulmuştu. İstanbul, Çukurova, Suriye gibi farklı bölgelerde oluşturulan bu amele taburlarında görev alan kadınların çoğu tarım işçisi olarak tarlada ürün toplarken, bazıları da çukur kazma ve yol yapımı gibi daha ağır işlerde çalıştı. Değişen ekonomik yapı kaçınılmaz bir biçimde kadınlara yeni çalışma alanları açtı.
Sonuç
Birinci Dünya Savaşı sırasında hem cephe gerisinde hem de cephede oluşan zor şartlara rağmen Türk halkı birbirine tutunarak milli bir uyanışa geçti. Durum ne kadar umutsuz görünürse görünsün, koşullara boyun eğmeyi reddeden Türkler tüm yurtta emperyalizme karşı mücadele etti.
İngiliz kuvvetlerine karşı kazanılan zafer Türk milli gururunu pekiştirmekle kalmayıp, Türklere yeniden özgüven aşıladı. Seferberlik sayesinde kadınların toplumsal alandaki ağırlığı arttı, Türk milleti kendini var etti ve halka dayanan ekonomi ile Anadolu keşfedilerek, Anadolu’ya bağlılık arttı. [17]
Osmanlı “Hasta Adam” olarak anılıp, emperyal devletler tarafından parçalanırken; Türkler bu savaşta bir ulus olarak yaşama haklarının olduğuna inandılar ve büyük bir kararlılıkla yeni Türkiye’nin oluşumunda mücadele ettiler.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Kurtuluş Savaşı ile devam eden süreçte iç cephe güçlenerek varlığını sürdürdü, hatta zafer kazanılmasında belirleyici oldu. İttihat ve Terakki hükümetinin iç cepheyi sağlam tutma ve savaşı milletle örgütleme çabaları Kurtuluş Savaşı’nı yönetenler tarafından geliştirilerek sürdürüldü.
Emperyal güçlere karşı oluşan milli bilinç ile Anadolu’da “Hakların Savunulması” dernekleri (Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri) oluşturuldu ve Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasında milli bilinç önemli bir basamak oldu. Türk Devrimi emperyalizme karşı milli kurtuluş savaşları çağını başlattı ve ilk zaferini Bağımsızlık Savaşı’ndaki galibiyetlerle ve onun ardından gelen Kemalist Devrimlerle taçlandırdı.
Türkiye, bugün İkinci İstiklâl Savaşının içindedir. “İkinci” dendiğine göre, birincisi de var. Bugün emperyalizme karşı mücadele edenler, dünün mirasını benimsemek zorundadırlar. Tarihsel birikim, vazgeçilemez bir güç kaynağıdır. Savaşı kazanmak için, o güç kaynağına bağlanmak zorundayız. İttihat ve Terakki hükümetinin, İstiklal Savaşı’nın ilk kısmında iç cepheyi sağlam tutan siyasetleri, İkinci İstiklal Savaşı’na önderlik edenlere dersler içeriyor.
KAYNAKÇA
[1] Lenin, Emperyalizm, Sol Yayınları, 2. Basım,Ankara 1974, s.94.
[2] Doğu Perinçek, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet, Kaynak Yayınları, 4. Basım, İstanbul, Temmuz 2009, sayfa 128-129
[3] Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 20, Kaynak Yayınları, sayfa 168
[4] Cüneyt Akalın, Birinci Paylaşım Savaşı’nın Kanlı Serüveni, Teori, Kasım 2014, s. 20-21.
[5] Onur Öymen, Bir Propaganda Silahı Olarak Basın, Remzi Kitabevi, s.119
[6] Onur Öymen, age, s.120
[7] Oral, H. (2012). Arıburnu 1915. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
[8] Oral, H. (2012). Arıburnu 1915. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
[9] Erol Köroğlu, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı, 2004, İletişim Yayınları, s.287
[10] Yarı askeri.
[11] Zafer Toprak, “İttihat ve Terakki’nin Paramiliter Gençlik Örgütleri”, B.Ü. Beşeri Bilimler Dergisi
, VII (1979), s. 95-113
[12] Birinci Dünya Savaşı sırasında ihtiyat kuvveti olarak kurulan Osmanlı Genç Dernekleri,Yrd. Doç. Dr. Sadık SAR/SAMAN
[13] Hikmet Çiçek, Aydınlık, 28 Eylül 2017
[14] Kadircan Keskinbora, S. Yıldırır, F. Kamer-Aras, “1919 Sultanahmet Mitinglerinde Hekimlerin Katkıları”, Geçmişten Günümüze İstanbul’da Sağlık Kongresi Bildiri Kitabı, İstanbul, 2010, s. 477-485
[15] Zafer Toprak. “Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti: Kadın Askerler ve Millî Aile,” Tarih ve Toplum, Cilt. IX, No. 51, Mart 1988, ss. 34-38;
[16] 1914’TEN 2014’E 100’ÜNCÜ YILINDA BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NI ANLAMAK ULUSLARARASI SEMPOZYUM 20-21 KASIM 2014 İSTANBUL
[17] Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-8 Birinci Dünya Savaşı ve Türk Devrimi, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2015, s.114
oncugenclik.org.tr, 6.11.2018