Ferdi Tanhan, Öncü Gençlik Genel Sekreteri
Dilek Çınar, Öncü Gençlik GYK Üyesi
Ekonomi, tarih boyunca savaşla iç içedir. Bu olgu kabile toplumunun çözülüp devlete sıçrama süreciyle başlar. Göçebe kabile aristokrasisi, diğer kabileleri yağmalama peşinde koşmakta ve kendi kabilesi üzerinde de bir baskı kurmaktadır. Köleci Roma, ekonomik sistemini sürdürebilmek için mutlaka Roma dışındaki dünyaya seferler düzenleyerek köle tedarikini sürdürmek zorundadır. Feodal çağda zenginliğin kaynağı toprağa sahip olmak olduğu için yeni topraklar uğruna savaş bu kez gaza ve fetih olgusuyla devam eder. Vahşi kapitalizmin ortaya çıkmasıyla, ekonominin sürdürülmesi için gerekli olan hammadde sömürgecilik anlayışı ile savaşların niteliğini belirler. Emperyalizm çağında da sermaye ihracını sağlamak için ezilen uluslara karşı kurulan ekonomik, siyasal ve kültürel üstünlük en nihayetinde silahlı kuvvetlerle dayatılır. Emperyalizm çağında, ABD’nin emperyalizmin liderliğini alması da silahla ortaya çıkmıştır. Kısaca ekonomi ve savaş arasındaki ilişki tarihin ortaya çıkmasıyla başlamıştır.
ROMA’DA SAVAŞ VE EKONOMİ İLİŞKİSİ
Köleci Roma tarihin gördüğü en yaygın sınırlara sahipti, bilinen dünyanın bütün ticareti Roma’ya akıyordu ve o dönemin en önemli ticaret güzergahı olan Akdeniz havzası bir Roma gölüydü. Bu dönemde bütün yollar Roma’ya çıkardı. Meta ekonomisi o kadar gelişmişti ki insanlar bile alınıp satılıyordu. Ekonomi esas olarak köle emeğine dayanıyordu. Üretimin köle emeğine dayandığı bu sistemde zenginliğin yegane kaynağı bir üretim aracı olarak köle sayısına bağlıydı. Roma savaş makinesi kusursuz bir şekilde işlediği dönemde köleler köle sahibine çok ucuza mal oluyordu. Öyle ki bu durum mevcut kölelere yaşam vasıtalarını sürdürecek kadar bile kaynak ayrılmamasına neden oluyordu. Kölelerin yaşam süresi çok düşüktü, yaşam vasıtaları da kısıtlandığı için çelimsiz ve güçsüzlerdi. Köle sahibinin daha çok kâr edebilmesi için en kestirme yol, kölelerin yaşam vasıtalarına ayırdığı kaynağı en düşük seviyeye indirmekti. Ayrıca köleler bilgisiz ve cahil bırakıldıkları için de beceri gerektirmeyen toprak işlerinde ve ağır işlerde çalıştırılıyorlardı. Daha çok çalışmaları, ya da işlerini daha iyi yapmaları onlara ayrılan kaynağın artmasına neden olmadığı için de verimsiz üreticilerdi. Ayrıca yaşam vasıtalarının yetersiz olması nedeniyle kölelerin üreme ve aile kurma gibi özellikleri de çok sınırlıydı.
Bu koşullarda köle sayısını arttırmanın ve sürekli hale getirmenin tek yolu uzak diyarlara yapılan seferlerde zafer kazanarak ganimet olarak yeni kölelere sahip olmaktı. Zenginlik kaynağı daha çok köleye sahip olmak olduğu için teknoloji ve bilim üretimi bir süre sonra durdu. Kaynaklar lüks ve şatafata aktı. Peki bu sistemin yıkılmasının köleye dayanan ekonomik sistemin bu açmazlarının dışında esas sebebi neydi?
Roma Uygarlığı doğal sınırlarına ulaşıp artık seferlerde zafer yerine yenilgi almaya başladığında, açılan savaşlar çok uzun süre neticeye ulaşmadığında, ekonomiyi döndürecek ucuz üretim aracı olan yeni köleler yabancı topraklardan ele geçirilemedi. Bunun sonucu olarak muazzam Roma ordusunu beslemek ve savaş makinesini takviye etmek güçleşti. Ordu güçsüzleştikçe savaşlarda zafer kazanmak giderek daha da zorlaştı hatta en sonunda Roma İmparatorluğu yalnızca kendi sınırlarını korumak maksadıyla savunma savaşlarına girmek zorunda kaldı. Bu durumda köle emeğine dayanan ekonomik sistem çatırdadı ve daha Roma yıkılmadan çok daha önce bazı köleler azâd edilerek toprağa bağlı serflere dönüştürülmeye başlandı. Feodalizm, Roma’da eski toplumsal sistemin içinde böylece filizlendi. Buna dışarıdan baskısını iyice arttıran barbar akınları son darbeyi vuracak ve köleci Roma uygarlığı tarihe karışacaktı. Bu sistemin asla yıkılmayacağını düşünen Roma soylu sınıfının temel varsayımı Roma’nın asla yenilmeyeceğiydi. Özetlersek, köleci sistem hem büyük bir üretim gücüne hem de belli bir süre sonra önlenemez bir biçimde üretimin verimsizleşmesine ve üretimden kopmaya yol açıyordu. Bu noktada üretimden kopmayı izleyen askeri başarısızlıklar Roma uygarlığının tarihe karışma nedenleriydi. Sistemin iki önemli ayağı askeri ve ekonomik güç yitirilmişti. Bugün ABD’nin kurduğu “dolar saltanatı” da önce üretimden koptu, sonra askeri olarak yenilgiler almaya başladı. Aynı yıkılma akıbetini paylaşacakları ortada değil mi?
OSMANLI’DA EKONOMİK BUNALIMIN KAYNAĞI
Aynı şey tarihin gördüğü en gelişmiş feodal devlet olan Osmanlı İmparatorluğu için de geçerliydi. Okullarımızda Osmanlı Devleti’nin yıkılma nedenleri olarak tımar sisteminin bozulması öğretilmiştir. Peki bu sistem nasıl bozulmuştu? Osmanlı Devleti azami sınırlarına ulaştıktan sonra savaş dönemleri artık oldukça uzun sürer olmuştu. XVII. yüzyılın ikinci yarısından sonra bu savaşlar imparatorluğun maliyesinde büyük bunalımlara neden oldu. Bunalımların ortaya çıkış ve şiddetlenme dönemleriyle savaş yılları arasında büyük bir paralellik vardır. XVII. yüzyıldan önce savaşların imparatorluğun ekonomisini olumlu yönde etkilediği, hatta savaş gelirlerinin imparatorluk ekonomisinin temel gelir kaynaklarından biri olduğu gözükür. Savaşlardan ganimet ve üzerinde tarım yapılacak yeni topraklar kazanılır. Bu topraklar ayrıca topraksız ve ekonomiyi çok fazla katkısı olmayan konar-göçer nüfusun iskânında kullanılır. Vergilendirilebilir yeni nüfus kazanılır. Savaşlarla biçimlenmiş eski Osmanlı düzeninin artık savaşlardan olumsuz etkilenmesi, devlet yapısının topyekün zarar görmesine neden olmuştur. Savaşların artık gelir kapısı olmamasındaki nedenleri ise imparatorluğun iç çelişkilerinde ve zamanla kurumların yapısında ileri gelen değişikliklerde aramak gerekir.
Osmanlı’da mali sistem 3 ayaklı bir yapıya sahiptir. Hazine, tımar alanları ve padişah hazinesi mali sistemin temellerini teşkil eder. Bu ayaklardan herhangi birinin diğerleri aleyhine dengesizlik yaratmasına müsaade edilmeyerek her dönem ufak düzenlemeler yapılmıştır. Merkezi devlet hazinesinin adı Hazine-i Amire’dir. Bu hazineye ülke içinde oluşan ve tahsili gereken tüm gelirler girmez, yalnız havass-ı hümâyun adı verilen yerlerden tahsil olunan gelirler ulaşırdı. Bu gelirler Kapıkulu Ocakları’nın maaşlarını ödemek ve ihtiyaçlarını gidermek için kullanılırdı. Gelirlerin geri kalanı ise sarayın masraflarına giderdi. Has, tımar ve zeâmet adı altında çeşitli büyüklükteki dirliklere ayrılmış bölgelerin vergi hâsılatı ise merkezdeki hazineye ulaşmazdı. Bu gelirler maaş biçiminde yerel asker ve memurlara tahsis edilmişti. Bu sayede devlet maaş ödemek gibi büyük bir angaryadan kurtuluyordu. Genel bir adlandırmayla “tımar sistemi” de denen bu uygulama sac ayağının ikinci öğesini oluşturmaktaydı. Nasıl merkezdeki Hazine-i Amire gelirleriyle merkezi ordu besleniyorsa, taşrada da tımar sahipleri bu gelirlerinin bir kısmıyla “tımarlı sipahi” yetiştirmek zorundaydı. Tımarlı sipahiler maaş almazdı. Bunlar yalnız savaşa çağrıldıklarında orduya katılır, diğer zamanlarda ise toprağa bağlı tarım yaparlardı. Osmanlı Devleti’nin başarısının sırrı bu ikili ordu sistemiydi. Sistemin üçüncü öğesi ise ceb-i hümâyun yani padişahların özel hazinesiydi. Bu hazine padişahın gücünün dayanağıydı. İmparatorluktaki bazı önemli gelir kaynakları doğrudan bu hazineye aktarılıyordu.
Bu sistem savaşların hep kazanılacağı ve savaş masraflarının asla nakit olarak karşılanmayacağı ön kabullerine dayanıyordu. Bu ön kabullerden birincisine yaslanan sistem tımar sistemiydi. Tarımsal üretimin sürmesi için cepheye giden sipahinin uzun vakitler kaybetmeden üretime dönmesi gerekliydi. Tımar sistemi üretici nüfusu yıllarca cephede tutmaya uygun bir sistem değildi.
Hazine-i Âmire belli, gelenekselleşmiş, zorunlu masrafları finanse etmeye yönelik bir kurumdur. Dolayısıyla gelir kaynakları sabit ve dardır. Savaşçı bir devlet niteliği taşımasına rağmen savaş masrafları bütçede yer almazdı. Çünkü bu masraflar barış dönemlerinde doğrudan doğruya tımar sistemiyle karşılanırdı. Tımar sistemi, savaş masraflarını ayni ve nakdi yükümlülükler halinde taşra halkından sağlamayı öngören bir sistemdir. Bunun sonucu olarak savaşların gelir getirmeyen bir yapıya varması ve yeni masraflar yaratması, bu masrafların merkezi hazineye yüklenmeye kalkılması halinde Osmanlı “bütçe”leri açık vermek zorundadır. Bu gibi açıklar verilince haliyle yukarıda bahsedilen denge bozulacak ekonomik yapı ağır bir hastalığı doğuracaktır. 19. yüzyılda Osmanlı’ya hasta adam denilmesinin kökleri buradadır.
Savaşlar eskiye göre daha uzun sürmeye başlayınca bu sistem çatırdadı. Buna, ticaret yollarının değişmesi, batıda ticaret burjuvazisinin doğuşu, Amerika’nın keşfi ve yeni tarım alanları, bilimsel gelişmenin yön değiştirmiş olması ayrıca nüfus artışı gibi nedenlerde eklenince mali sistem iyice çıkmaza girdi. Savaşların finansmanında nakit ihtiyacının alabildiğine yükselmesi de bu sürecin sonucuydu.
Hazine-i Amire’nin ihtiyaca cevap vermemesi diğer iki temelden Hazine-i Amire lehine değişiklik yapma zorunluluğunu ortaya çıkardı. Savaş yıllarında, iç hazinenin merkezi hazineyi desteklemesinin de belli bir sınırı vardı. Bu sınırın ihlali durumunda otoritenin simgesi olan padişahın kaynaklarının daralması söz konusu olur. Bu da devlet içinde otorite boşluğu doğurabilirdi. Diğer bir çare gibi görünen tımar alanlarının Hazine-i Amire lehine daraltılması ise eyalet ordusunun çökmesine neden olabilirdi. Merkezde savaşı tek başına kazanacak büyüklükte bir ordunun bulunmaması bu tedbirin uygulanmasını oldukça tehlikeli kılmaktadır. Askeri güçlerden birinin diğeri aleyhine gelişigüzel ihmali büyük tehlikeler doğurabilirdi. Dolayısıyla geçmiş yıllarda fevkalade iyi işleyen Osmanlı mali sistemi, savaşların uzun sürmesi ve nakit ihtiyacının artması sonucunda akamete uğramıştı. Dolayısıyla aynı sistemin içinde denge arayarak bu sorunu çözmek mümkün değildir. Köklü bir değişiklik büyük bir ihtiyaçtır. Ancak klâsik sistemden kopan çözümler Osmanlı yöneticileri tarafından uygulanmamıştır. Mali sorunlara çareyi üretimin ve ticaret hacminin arttırılmasında aramak yerine gelir paylaşımını yönetici zümre içinde yeniden ayarlamada arayan Osmanlı yöneticileri bu çıkmazdan çıkamamıştır. XVIII. yüzyılla birlikte savaş masraflarına çare olur diye girişilen bu ayarlamalar sistemi tamamen akamete uğratarak, savaşların artık maliyeyi doğrudan çökertmesine neden olmuştur. Buna Osmanlı çevresinde yaşanan gelişmeler ve kapitalizmin gelişmesi de eklenince Osmanlı’nın klasik feodal sisteme bağlı kalarak aşamayacağı sorunlar ortaya çıkmıştır. Bunalımın kaynağı bundan sonra büyük ölçüde iç ve dış savaşlardır. Birçok girişime rağmen bu bunalım ancak köklü bir devrimle Mustafa Kemal önderliğinde yeni bir devlet ve ekonomik sistem kurarak çözülecektir.
DOLAR SALTANATINI TAHTI DEVRİLİYOR
Tarihi örneklerde gördüğümüz üzere savaşa ve silahlı güce dayanan devletlerin çöküşü savaş güçlerinin kırılması ve üretim sistemlerinin bunalıma girmesiyle doğru orantılıdır. Bu köleci bir devlet de olsa, feodal bir devlet de olsa, emperyalist bir devlet de olsa değişmezdir. Nitekim emperyalist İngiltere’nin dünya üzerindeki hâkimiyetini kaybettiği sürece baktığımızda da yine aynı olguyu görürüz. ABD’de saltanatını farklı bir çağda, farklı ideolojik nedenlerle ama yine silahla kurmuştur.
ABD özellikle 2007’den beri dünya ekonomisi içerisinde kendi yarattığı sistemin krizlerinde boğulmamak için çırpınmakta ve çırpındıkça daha da batmaktadır. ABD ekonomik hegemonyasını kaybetmektedir. Amerikan menşeili internet sitesi Vikipedi’de 2012 itibariyle dünyanın en büyük ekonomik gücü Çin’dir denmektedir. IMF tarafından 2011-2012 verilerine göre dünya ülkelerinin gayri safi yurtiçi hâsılalarına göre hazırlanan tabloda Çin, dünya gayri safi yurtiçi hasılasının yaklaşık %18’ine, ABD yaklaşık %16’sına sahiptir. Güncel veriler yerine eski verileri sunmamızın sebebi ABD’nin ekonomik gücünü daha önce yitirmiş olmasına rağmen askeri ve kültürel egemenliğinin bu gerçeğin üzerini örttüğünü gösterebilmektir.
Gücünü yitirmesine rağmen dans etmeye devam eden ABD’nin maskeli balosu sona erdi. Çünkü askeri gücü Vietnam’da, Irak’ta, Suriye’de defalarca bütün dünyanın gözleri önünde yenildi. Bu yüzden ABD’nin ekonomik ve askeri gücünü yitirmeye devam ettiğini inkâr etmek, gizlemeye çalışmak nafile çabalardır. Nitekim bunu gizleyebilecek tek gücüne yani kültürel egemenliğine de korona virüs bulaştı. Korona virüs neoliberalizmin çürümüşlüğünü gösteren bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Toplum sağlığı ve refahı için değil bir sınıf veya bir kesim adına politika üretenler bu süreçte kültürel etkilerini de yitirdiler. Çünkü o çok övdükleri süslü kelimelerle bezedikleri bireycilik, özel çıkarlar, bırakınız yapsınlar sistemi çatırdadı. Paylaşmacılık, yardımlaşma, toplumculuk bu süreçte tekrar hatırlanan ve yükselen değerler oldu. Emperyalizmin hayat damarlarından biri daha zedelendi. İnsancıllık, yeni kültürün temeli olacağını gösterdi.
DÜNYANIN LOKOMOTİFİ: ASYA UYGARLIĞI
ABD emperyalizmi yalnız ezilen ve gelişen Dünya üzerinde değil, aynı zamanda kapitalizmin gelişmiş ülkeleri üzerinde de denetim ve tahakküm kurmuştur. Bu nedenle ABD hegemonyasının yıkılması gerektiği fikrine karşı dünya ülkeleri hemfikirdir. Ancak son yıllarda sıkça tartışılan soru “yerine ne gelecek?”sorusudur. Yerine ne gelecek tartışması başka bir incelemenin konusudur. Ancak kısaca özetlersek yerine paylaşmacı ve lokomotifi Asya’da olan bir sistem geleceğini söyleyebiliriz. Lokomotifi Asya’da diyoruz çünkü ABD’nin savaş aygıtını dengeleyen silahlı devlet güçleri Asya’dadır. Ekonomik güç, üretim merkezleri Asya’dadır. İnsanca yaşama kültürü ve birikimi Asya’dadır.
AKILLARDAKİ SORU: ŞİMDİ NE OLACAK?
Aklımıza şu haklı soru geliyor olabilir: “Yeni ekonomik sistem yeni bir savaşın sonucunda mı kurulacak?” Yeni bir dünya savaşı ihtimali olmadığını ABD tarafından yaptırılan savaş simülasyonlarından öğreniyoruz. Pentagon’un RAND Corporation’a yaptırdığı savaş simülasyonuna göre ABD, Çin ve Rusya’ya karşı nükleer olmayan bir savaşı kaybediyor. Ayrıca mevcut durumda zaten Çin, Türkiye, Rusya, İran gibi devletler silahlı güçleriyle de ABD eşkiyasının dünyada at koşturmasına müsaade etmemektedir. ABD, bu koşullarda yeni bir dünya savaşına girmek yerine sistemi iyileştirmeye yönelik adımlar atmayı tercih edecektir. Bu iyileştirme sürecinde ABD kendi içine dönmek zorunda kalacaktır. Tahakkümünden kurtulmak için çözüm yolları aranan ve karşısında çeşitli ittifaklar oluşturulan bir emperyalist kuvvetin kendi içine dönmek zorunda kalması kurduğu haraç sisteminin yıkılması anlamına gelmektedir. Bu koşullarda dolar saltanatının sürmesi mümkün değildir.
DOLAR KURUNU ARTTIRMANIN YOLU: ESARETİN BEDELİ
“Dolar saltanatı yıkılıyor diyorsunuz ama dolar kuru olmuş 7 TL nasıl yıkılıyor?” itirazlarını duyar gibiyiz. Doların TL karşısında kazandığı veya kaybettiği değer emperyalizmin gerileyip gerilemediğini gösteren bir gösterge değildir. Döviz kuru ne zaman düşük seyreder? Yani TL ne zaman değer kazanır? Emperyalizmin istediği doğrultuda hareket ettiğimiz zaman. Mesela Ergenekon operasyonu yaparsanız dolar kurunuz yükselmez ama Barış Pınarı Harekatı düzenlerseniz dolar kurunuz yükselir. Çünkü emperyalizmin yoluna taş koyarsınız, piyonlarını temizlersiniz. Kur manipülasyonlarını “hak eder” duruma düşersiniz. Lenin, “Ekonomizmin temel hatası siyasal sorunları belirlemedeki yetersizliği.” demektedir. Dünyayı sadece iktisadi verilerle okumaya çalışmak en başta iktisat bilimine aykırıdır. Çünkü iktisat bir sosyal bilimdir ve siyaset biliminden, sosyolojiden, psikolojiden, istatistik ve matematikten asla bağımsız değildir.
YARINLARIN AYDINLIĞI
Askeri ve ekonomik gücünü kaybeden emperyalizmin varlık göstermesi mümkün değildir. Çünkü “Dünya egemenliği emperyalist siyasetin özüdür.” Özünü kaybeden bir emperyalist kuvvetin sisteminin ayakta kalma koşulu yoktur. Milli paralarla ticaretin arttığı, alternatif sistem arayışlarının tartışıldığı bir dünya yarınların daha aydınlık olacağını müjdeliyoruz.
Kaynakça:
1) Yalçın Büyükdağlı, Yeni Bir Dünya Doğarken,Teori Dergisi Mart 2009 – Sayı: 230
2) https://tr.wikipedia.org
3) V.İ.Lenin, Emperyalist Ekonomizm Marksizmin Bir Karikatürü, Sol Yayınları,Sy.13- Sy.32
4) Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII.yydan Tanzimat’a Mali Tarih), Alan Yayıncılık, 1986
5) Haydar Çakmak, ABD’nin Askeri Müdahaleleri 1801’den Günümüze, Kaynak Yayınları, 2013