Ana Sayfa Yazılar IŞIKGÜN AKFIRAT YAZDI: ATLANTİK MEDYASINDA YENİ DÜNYANIN AYAK SESLERİ

IŞIKGÜN AKFIRAT YAZDI: ATLANTİK MEDYASINDA YENİ DÜNYANIN AYAK SESLERİ

876

Işıkgün AKFIRAT/Vatan Partisi Öncü Gençlik MYK Üyesi

*Teori Haziran 2020 sayısında yayımlanmıştır.

Dünya, uzun süredir tek kutuplu değil. Ancak koronavirüs salgınıyla birlikte Atlantik gemisinin Titanik gibi batmakta olduğu kesinleşti. Neoliberal küreselleşmenin getirdiği enkaz her yerde gün yüzüne çıkıyor. ABD’nin dünya efendiliğini sağlayan uluslararası düzenekler iflas etti. Milli devletler, yeniden uluslararası siyasetin efendisi. Kamuculuk ve dayanışmacılık yükselişte. Çin dışında dünya ekonomisi ise eşi benzeri görülmemiş bir krizle karşı karşıya. IMF Başkanı, durumu 1929 Büyük Buhranı’yla kıyasladı. Fakat borç içinde yüzen ve pamuk ipliğine bağlı bir ekonomi için bugünkü kriz, 100 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar derin.

Dolayısıyla insanlık bir çifte krizle karşı karşıya ve bir çıkış yolu arıyor. Batmakta olan dünyanın ideologları da bu arayışın dışında değil. Batı’nın nispeten hâlâ güçlü olduğu alanların başında ideolojik hegemonya araçları geliyor. Küreselleşmenin geleceği, ulus devletin geri dönüşü, ABD’nin liderliği, neoliberalizmin yarattığı yıkım, iktisadi milliyetçilik ve kamuculuk, Çin’in yükselişi, doların geleceği gibi tartışmalar Atlantik medyasının gündemine yerleşmiş durumda. Bu yazıda New York Times, Washington Post, Wall Street Journal, The Atlantic, Financial Times, Foreign Affairs ve Foreign Policy gibi İngilizce yayın yapan Atlantik medyasının demirbaşlarında çıkan mevcut krize ve koronavirüs sonrası dünyaya dair makaleleri irdeleyeceğiz. Göreceğiz ki artık mızrak Atlantik’te de çuvala sığmıyor.

Bildiğimiz Küreselleşmenin Sonu

Emperyalizmin ideolojik sözcülerinin gerçekçiliği takdire şayan. Hepsinde ortak fikir şu: Koronavirüs hiçbir şeyi yoktan var etmedi, zaten var olan eğilimleri hızlandırdı. Bu hâkim eğilimler çoktandır küreselleşmenin altını oyuyordu. “1990’larda, küreselleşmenin havarileri dünyanın ticaret, seyahat ve küresel finans entegrasyonuyla giderek birbiriyle daha yakından bağlanacağına, dijital devrime, liberal kapitalist demokrasinin bariz üstünlüğüne ve nihayetinde herkesin bu giderek düzleşen ve sınırlardan kurtulan dünyada tamamen ‘parayı vurmakla’ meşgul olacağına inanıyorlardı.”[1] Bugün ise “dünyanın düz, sermaye akışlarının sürtünmesiz, ticaretin serbest” olması tartışmaları salgın tufanının suları altında kaldı.[2] Küreselleşmenin enkazı bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı: “güvencesiz istihdam, dört nala giden gelir ve refah eşitsizliği, pek çokları için karşılanamayan sağlık, barınma ve eğitim harcamaları ve bireysel borç çukuru.”[3]

Foreign Policy’den Phillippe Legrain’in 12 Mart’ta yazdığı yazısının başlığı, Atlantik’in yaklaşımını özetliyor: “Koronavirüs, bildiğimiz küreselleşmenin sonunu getiriyor.”[4] Küreselleşmenin süreceğine dair hâlâ bir umut var. Ama bu iç karatan tabloyu yaratan neoliberal modelin süremeyeceğinin herkes farkında. Foreign Policy’nin demeç aldığı iktisatçı Carmen Reinhart koronavirüsün “küreselleşmenin tabutuna çakılan çivilerden birisi” olduğu yorumunu yapıyor.[5] Bu düzenin mimarlarından olan ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger da bu durumun geri dönülmez bir kırılma yarattığına işaret ederek “koranavirüs salgınının dünya düzenini sonsuza kadar değiştireceğini” söylüyor.[6]

Madalyonun Öbür Yüzü

Atlantik medyasında sürekli küreselleşmenin insanlığa sunduğu nimetler övülürdü. Dünya “küresel bir köy” idi. Bu sayede üretim en az maliyetli yere taşınmış ve mallar ucuzlamıştı. Sınırların kalkmasıyla dünya iş insanları için bir cennet haline gelmişti. Ama şu soru hep cevapsızdı: insanlığın kaçta kaçı için ve ne pahasına? The Washington Post yazarı Katrina vanden Heuvel, madalyonunun öbür yüzünü, neoliberal küreselleşmenin yıkım bilançosunu çarpıcı bir şekilde özetliyor: “Şirketlerin belirlediği kurallar altında küreselleşme, eşitsizliği grotesk bir düzeye ulaştırırken istihdamın dışarıya taşınmasına, işçilerin avantajlarını kaybetmesine, maaşların yerinde saymasına ve güvencesizliğin tırmanmasına yol açtı. (…) Trilyonlarca dolar, zamanımızın sorunlarını çözmek için giderek daha alakasız olan bir askeri gücün inşasına ayrıldı. Öte yanda felakete yol açabilecek iklim değişikliği, pandemi, başarısız devletler tarafından zorlanan kitlesel göçler ve sonu gelmeyen savaşlar konu dışı kaldı.”[7]

Küreselleşmenin Çatısı Çökmüş

The Washington Post yazarlarına göre bu yıkıma tepki olarak yükselen milliyetçilik, korumacılık gibi “21. yüzyılın siyasi rüzgarları mevcut küreselleşmenin temellerini zaten sarsmıştı.” Şimdi salgınla birlikte “varlığına yönelen ilk gerçekten küresel tehdit karşısında [küreselleşmenin] gerekli donanımlara sahip olmadığı” ayan beyan ortaya çıktı.[8] Güya küresel sistemin taşıyıcı kolonları olan Atlantik’in iki kıyısındaki ABD ve AB ülkeleri, birbirlerine haber vermeden aralarındaki anlaşmaları askıya aldılar ve bırakalım dünyanın geri kalanına el uzatmayı, kendi eyaletleri ve üye ülkelerinin yardım çığlıklarına bile kulaklarını tıkadılar. Foreign Affairs’te çıkan yazıya göre bu durum, Batı’nın mevcut sistemle ilerleyemeyeceğini, “yeni bir transatlantik proje”ye muhtaç olduğunu gösteriyor.[9]

Foreign Policy’den James Traub, “mevcut küresel düzenin tepe kuruluşları olan BM Güvenlik Konseyi, G-20 ve Avrupa Birliği’nin” koronavirüs her tarafta yayılırken “talihsiz hareketler” yaptığını söylüyor. Atlantik medyasının etkili ismi Robert Kaplan durumun vahametini “Beyaz Saray’ın yönlendirmesi olmadığı için herhangi bir eylem ortaya koyamayan G-7 ve diğer Batı yörüngesindeki kurumlarla birlikte ABD’nin kurduğu ve Harry Truman’dan Barack Obama’ya kadar bütün başkanların sürdürdüğü küresel düzen neredeyse harabeye dönmüş durumda” sözleriyle ifade ediyor.[10]

“Süveyş Krizi” ve Amerika Sonrası Dünya

Bu pandemi krizinin ABD’nin “Süveyş Krizi anı” olduğu fikrinin birden çok makalede işlenmesi göze çarpıyor. The New York Times yazarı Stephan Marce, 1957 yılında patlak veren Süveyş Kanalı Krizi’nin İngiliz emperyalizminin bitmiş olduğu bütün dünyaya ilan etmesi gibi, koronavirüsün de “ABD’nin zaten can çekişen küresel liderlik iddiasını silip attığını” ve “kofluğunu ortaya çıkardığını” söylüyor. ABD’nin salgın sürecinde dünyaya “eşgüdümsüz, sistemsiz, kaotik” bir görüntü verdiğini ve diğer ulusların gözünde “düzenini yitirmiş güvenilemez bir ülke” olarak görüldüğünüvurguluyor.[11]

Foreign Policy yazarı Richard Haass ise Obama’dan Trump’a süregiden askeri çekilme sürecine işaret ediyor. Bu tercihin arkasında ise “ABD’nin dünyada yaptıklarının kaynakları çarçur ettiği, gereksiz ve ülkenin selametiyle alakasız olduğu” düşüncesinin yattığını, salgınla beraber Amerikan halkında bu kanaatin daha da pekişeceğini vurguluyor. Haass’a göre bundan sonra ABD giderek daha fazla “kendisini düzeltmeye odaklanacak ve kaynaklarını dışarıya değil ülke içindeki ihtiyaçlara, silaha değil, tereyağına harcayacak.”[12]

The New York Times yazarı Neil Irwin, “ABD’nin merkezinde bulunduğu bir dünya ekonomisi düşüncesinin, Çin’in yükselişi ve Amerika’nın ulusalcılığa dönüşüyle birlikte zaten parçalara ayrıldığını”, salgının “bu değişimleri büyüttüğünü ve kalıcılaştırdığını” söylüyor.[13] Richard Haass ise bu durumun adını koyuyor: ABD artık küresel lider değil ve “post-Amerikan” (Amerika sonrası) bir dünyada yaşıyoruz.[14]

(A)merika (B)aşarısız (D)evletleri

ABD’nin Irak gibi ülkeleri işgalini meşrulaştırmak için ürettiği “başarısız devlet” (failed state) kavramının, bugün salgınla mücadele başarısızlığı nedeniyle bizzat ABD için kullanılması işlerin ne ölçüde tersine dönmüş olduğunu gösteriyor. The Atlantic yazarı, ABD’nin düştüğü durumu şöyle dramatize ediyor: “bitmek bilmeyen Mart ayı boyunca Amerikalılar her sabah kalktılar ve kendilerini başarısız bir devlete uyanmış buldular.” Ona göre, Trump’ın “Çin virüsü” tartışmasıyla heba ettiği iki kıymetli ayın sonunda “dünyanın en zengin gücü” Amerika, diğer ülkelerin yardımına muhtaç “bir dilenci ulusa dönüştü.”[15]

Aynı dergide, Çin’in başını çektiği başarılı mücadele örneklerinin ancak “etkin bir milli devletle” ortaya konabileceği, fakat ABD’de devlet aygıtının “Amerikan federalizminin grotesk bir karikatürüne dönüştüğü” işleniyor. Çinli Alibaba şirketinin CEO’su Jack Ma’nın yaptığı 500 bin test kiti yardımı üzerinden “devletin bu akut zafiyetinin dünya tarihinin en zengin ulusunu bir hayırseverlik konusu durumuna düşürdüğü”nden yakınılıyor.[16]

Neoliberalizm Her Yerde Yıkılıyor, ABD Hariç Değil

Kıssadan hisse şu: ABD, “Amerikan yüzyılı” ve “küresel düzenin efendiliği” için çıktığı küreselleşme seferinin sonunda kendisini salgın krizi karşısında “başarısız devlet” olarak buldu. “Devletin yıllardır yüzleştiği saldırı, kaynaklarının kuruyana kadar kısılması, iç yapısının bozulması, sonunda halkın yaşamıyla ödemesi gereken ağır bir bedel doğurdu.[17]Amerikalılar giderek daha fazla güvencesiz oldular, yaşam beklentileri düştü, koca bir nesil borç içine batmış durumda. Ve ABD, herkesin paylaştığı temel güvenlikleri -eşit sağlık hizmeti, hakkaniyetli maaşlar, hastalık izni, birinci sınıf eğitim vs.- sağlama konusundaki başarısızlığıyla gelişmiş ülkeler arasında tek başına öne çıkıyor.”[18]

Fakat bu durum Trump’la başlamış da değil. “Amerikalılar bir nesildir devletlerini parçalara ayırıyor. Ronald Reagan, 1980’lerde Sağlık Bakanlığı ve İnsani Hizmetlerin bütçesinden devasa kesintiler yapmıştı. Reagan, İngiliz dilindeki en korkutucu dokuz kelimenin ‘ben devlet için çalışıyorum ve yardım etmek üzere buradayım’ olduğunu söylemesiyle meşhurdu.”[19] Bu çöküş halinin Trump hükümetinden değil, neoliberalizmin yarattığı yapısal sorunlardan kaynaklandığına işaret eden makaleler ağır basıyor.

Toplumsal Çöküş Tehlikesi

Foreign Affairs yazarı Milanovic ise bu karmaşanın ortasında genellikle göz ardı edilen bir tehlikeye dikkat çekiyor: Toplumsal çöküş! “Eğer bu krizin içinden giderek daha fazla insan parasız, işsiz, sağlık hizmetine erişemeyen bir konumda çıkarsa, bu insanlar çaresiz ve öfkeli bir hale gelirse, İtalya’da mahkumların yakın zamanda hapisten kaçması ve 2005’te Katrina Kasırgası sırasında New Orleans’ta yaşanan yağmalar her yerde görülebilir. Eğer bunları bastırmak için hükümetler paramiliter ya da askeri güçleri kullanırsa ayaklanmalar, mülklere yönelik saldırılar baş gösterebilir ve toplum çözülmeye başlayabilir.”[20] Kısacası, durum böyle devam ederse ABD’de sistemi büsbütün sarsan halk isyanlarının yükselişine tanık olabiliriz.

Milli Devletin Dönüşü

Neoliberal küresel sistemin çaresiz kaldığı yerde milli devletin bütün heybetiyle yeniden yükselmesi karşısında pek çok yazar artık kimsenin onu ekonomi ve siyasetteki tahtından edemeyeceği kanaatini paylaşıyor. Traub, devletin “laissez-faire (bırakınız yapsınlar) ortodoksluğunun zincirlerinden kurtulduğuna” ve olağanüstü bir kamu harcamasıyla krizin çözümünde merkezi konuma yerleştiğine işaret ediyor. The Economist’ten aktardığı analize göre bu yıl en zengin ülkelerde devlet harcamasının GSYH’ye oranı %40’ın üzerine çıkabilir. Bu tarihte görülmemiş bir oran. Hatta geçen yarım yüzyılda bu oran en kötü krizlerde bile %5 ila %10 arasında seyretmişti. ABD’nin tedbir paketi şimdiden GSYH’sinin üçte biri. Yazar bu durumu, neoliberalizmin sözcüsü olan yeni muhafazakâr (neo-con) Cumhuriyetçilerin “devlet karşıtlığının” çökmesi olarak yorumluyor.[21] Kamu, tartışmasız bir şekilde ipleri eline alıyor.

Neoliberal Ezberler Bozuluyor

Foreign Affairs yazarı Karabell de bu harcamaları “Hiper Keynesçilik” olarak adlandırıyor. Bu süreçte atılan adımlarla “küresel ekonominin geniş bir bölümünün devlet bilançolarına taşınacağı” son derece önemli bir saptama. Bu düzeyde bir devlet harcamasının ekonomistleri fiyatlandırma, piyasa ve hükümet bilançolarının “yasaları” hakkında yeniden düşündürmeye zorlayacağını söylüyor. “Bütün ekonomik faaliyet durduğunda serbest piyasa diye bir şey kalmaz” diyen yazar “kamu ve özel sektörlerin kaynaştığı” yeni bir döneme girdiğimizi ilan ediyor: “Koronavirüs kamu ve özel sektörler arasındaki ayrımı -en iyi ihtimalle geçici, belki de tamamen kalıcı olacak şekilde- ortadan kaldırmış durumdadır.”[22]

Foreign Policy’de ise tarih profesörü Adam Tooze, “Merkez Bankası Efsanesinin Ölümü” başlıklı yazısında neoliberal “bağımsız merkez bankası” dogmasının yıkıldığını anlatıyor. Alman Anayasa Mahkemesi’nin, genişleme politikasını (QE) kısıtlayan Avrupa Merkez Bankası’nın iktisadi egemenliklerini ihlal ettiği yönünde bir karar almasının “anakronik (şaşzamanlı) statüko”yu derinden sarstığını söylüyor. Bir zamanlar “sadece enflasyonu düşük tutmakla görevli teknik bir araç” olarak düşünülen merkez bankalarının, artık bütün dünyada “kısır deflasyon döngüsünü engelleyen (…) ve bütün finansal sistemin dayanağı” olan bir rol üstleneceğini vurguluyor.[23] Merkez bankası yeniden milli devletin aracı oluyor.

Kamuculuğun Yükselişi

The Atlantic’ten Peter Nicholas de mevcut devlet müdahalesinin kof ideolojik etiketleri söktüğünü meşhur bir deyime nazireyle anlatıyor: “Siperde ateist olunamadığı gibi ulusal acil durumlarda da laissez-faire (bırakınız yapsınlar) hükümeti diye bir şey kalmaz.” Görüşlerine başvurduğu Columbia Üniversitesi Profesörü Jean Cohen ise “istediğiniz adı koyabilirsiniz: düzenlenmiş kapitalizm, müdahaleci devlet ya da demokratik sosyalizm. Eğer özel kâr dürtüsü yerine kamu yararına hizmet etmek istiyorsanız devletin başa geçtiğinden emin olmanız lazım” diyor.[24] Foreign Policy’den Legrain de “güçlü devlete, toplumsal ihtiyaçların bireysel özgürlükten daha öncelikli olduğuna ve ulusal eylemin uluslararası işbirliğinden daha önce geldiğine inananların” bu süreçten daha güçlü çıkacağı görüşünü dile getiriyor.[25] Özel kâr yerine kamu çıkarı, küreselleşme yerine halkını koruyan güçlü devlet. Kendini dayatan formülün, Batı dünyasında da görülmeye başladığı anlaşılıyor.

Üretimin Güvenliği

Foreign Policy’nin demeç aldığı CFR (Dış İlişkiler Konseyi) araştırmacısı Shannon K. O’Neil, gümrükler, lisans sınırlamaları, kotalar ve açıktan ithalat yasaklarına vurgu yaparak “sanayi politikası geri döndü” diyor.[26] Aynı dergide çıkan bir başka makaleye göre “şirketlerin hem kendi adlarına hem de hükümetleri adına önemli girdilerin tedarikini çeşitlendirecekleri ve yurtiçinde ya da bölgesel üretime kayacağı” aşikâr. Ülkeler arası ekonomik ilişkilerin “küresel düzeyden bölgesel ve ikili ilişkiler düzeyine kayması” bekleniyor.[27] Üretim çarkının güvenliğini sağlamaya yönelik vurgular da öne çıkıyor. “Pek çok işletmenin tedarik zincirleri yeniden şekillendireceğini ve daha dirençli ve çoğu zaman da daha yerel üretim kalıplarına kaydıracağı” ifade ediliyor.[28] Foreign Affairs yazarı Haass da “odağın yeniden, ülke içinde üretimi tetikleme amacıyla tedarik zincirlerine müdahaleye kayacağı” fikrine katılıyor. Dünya ekonomisinin geleceğine dair öngörüsü ise “çoğunluğu piyasalardan ziyade hükümetler tarafından idare edilen” bir dünya ticareti.[29]

Yeniden Planlama ve Korumacılık

The Atlantic yazarı Susskind, “hayatın öğrettiği dersin (…) aşağıdan yukarıya kaotik piyasanın yerini işin ehli tepeden aşağı planlamacıların alması” olduğunu söylüyor. Bunun için o da “güçlü devlet” ihtiyacına işaret ediyor. Keynes’in kendisini savaşın ortasında “kendi kendine yeterliliğin erdemleri” üzerine düşünürken bulması gibi yakında kendimizi “stratejik korumacılıkla”, “ekonominin ulusal açıdan önemli bazı kısımlarını bilinçli olarak inşa etmenin ve korumanın” önemiyle ilgili tartışmaların içerisinde bulacağımızı ifade ediyor.[30] Planlama ve yerli üreticiyi koruma gibi “modası geçmiş” ilan edilen ulusal kalkınma paradigması yeniden hâkim hale geliyor. Foreign Policy’nin mikrofon uzattığı iktisatçı Adam Tooze da bu araçların devasa borçların biriktiği ve kredi kıtlığının çekildiği bir ortamda işleyebilmesi için “tarihin sunduğu bazı radikal alternatiflere” başvurulması gerektiğini söylüyor: “enflasyonun tırmanmasına izin verme ve organize bir kamu borçlanması.”[31]

Alternatif Bir Küreselleşme

Küreselleşmenin yenileneceğine dair umudun hemen yanında dizginlerin milliyetçi reflekslere kaybedileceğine dair endişeler yer alıyor. “Dünya temelden bir değişimle karşı karşıya: doğal -daha doğrusu kendi kendine yeten- bir ekonomiye dönüş. Bu küreselleşmenin tam zıttı demek.[32]İnsanlığa zararları kanıtlanmış” olan ve “1930’ların otoriterlerinin ideallerini yansıtan” “otarşi (ulusal kendine yeterlik)” ve “korumacılık” tehdidine karşı uyarılar yapılıyor.[33] Foreign Policy yazarı Paulson da “ekonomik bir demir perdenin” dünya ekonomisinin toparlanma şansını bitireceğine ve istikrarı bozacağına dair “hatırlatma” yapıyor. Bunu önlemek için “ülkelerin, sınırlar arası bağlantıların kesilmesine karşı direnmeleri, küresel kurumların ise silkinip dönüşüm geçirmeleri gerektiğini” söylüyor.[34]

Bu noktada, finans sistemini kırılganlaştıran ve yurtiçinde işsizliği arttıran “hiperglobalizasyon” yerine “sınırlandırılmış bir küreselleşme”ye geçilmesi gerektiği vurgulanıyor.[35] Richard Fontaine, salgının “küresel tedarik zincirine aşırı bağımlılığa içkin riskleri ortaya çıkardığını, üretimin yeniden ulusallaşmasını tetiklediğini ve uluslararası karşılıklı bağımlılık kavramının önemini arttırdığını” söylerken bunun küreselleşmenin sonu anlamına gelmediğini vurguluyor. Uzun süredir var olan bu hareketin “yeni, farklı ve daha sınırlı bir küresel bütünleşme” modeline dönüşeceğini öngörüyor.[36]

Çok Kutuplu Bir Dünya

Dünya liderliğinin geleceğiyle ilgili Haass şu yanıtı veriyor: “ABD, şu anda, Afganistan ve Irak’taki iki uzun savaşın ve içeride artan ihtiyaçların sonucu olarak, uluslararası alanda lider bir rol üstlenmeye istekli değil. Kasım seçimlerini Başkan Yardımcısı Joseph Biden gibi dış politikada ‘gelenekçi’ bir isim dahi kazansa, Kongre’nin direnci ve kamuoyu, ABD’nin kapsamlı bir yayılmacı role geri dönmesini engelleyecektir.” Pek çok yazıda bu durumun Trump’a bağlı olmadığı düşüncesi tekrar ediyor. Bu noktadan itibaren yoğun bir “liderlik boşluğunu kim dolduracak?” tartışması yapıldığını görüyoruz. Farklı makalelerde Çin’in özellikle salgın kriziyle birlikte hamle yaptığına işaret ediyor. Haass’a göre ise “Başka bir ülke de; ne Çin ne bir başkası, ABD’nin yarattığı boşluğu dolduracak arzuya ve yeteneğe birden sahip değil.”[37]

Foreign Affairs yazarları, liberal demokratik dünya için cazip bir alternatif sunamadığından ötürü 21. yüzyılın “Çin yüzyılı” olamayacağı ancak Güney Kore, Japonya, Tayvan gibi ülkelerin başarısı üzerinden bir “Asya yüzyılından” bahsetmenin daha isabetli olduğunu söylüyor.[38] Foreign Policy’den James Crabtree de salgının getirdiği zorlu koşullarla baş etmeye muktedir “geleceğin devletinin”, aynı ülkelere göndermeyle Asya’da şekilleneceğini söylüyor.[39] Kısacası Batı, liberal demokrasinin kurtuluşunu dahi Asya’dan bekler duruma gelmiş. Bütün senaryolar, mevcut küresel liderlik modelinin çöktüğü varsayımına dayanıyor.

Foreign Policy’de çıkan “Popülistler Neden Çok Kutuplu Bir Dünya İstiyor?” başlıklı makale ABD’nin bu gelişme karşısındaki çaresizliğini özetliyor. Filipinler Başkanı Rodrigo Duterte, Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ismen anıldığı makalede ABD güdümüne direnen ülkelerin “çok kutupluluk” diye anılan ortak bir dış politika anlayışı ve uluslararası düzen vizyonu oluşturmaya başladığı işleniyor. Bütün bu liderlerin ABD’nin öncülük ettiği güvenlik düzeninde göreve başlayıp şimdi buna kafa tutmasına dikkat çekilmesi de önemli. Bunun Rusya ve Çin’in 1997’de ortaya koyduğu “hegemonyacılığa karşı ve dış ilişkilerde çeşitliliği esas alan” tavırla paralel olduğu ve bu iki ülkenin, sadece iktisadi değil, güvenlik açısından da ABD’ye karşı bağımsız hareket etme kabiliyeti sağlayan işbirliği seçenekleri haline geldiği vurgulanıyor. Daha önce “ABD korkusuyla (…) dışarıdan fonlanan NGO’ları kapatmak” gibi işlere girişmekten çekinen ülkelerin, bu çok kutuplu iklimle birlikte, artık ulusal değerlerini ve çıkarlarını korumak için daha rahat ve özgüvenli hareket etmeye başladığına işaret ediliyor.[40]

Çin’in Yükselişi ve Yeni Soğuk Savaş

Tek kutuplu olmayan bir dünyada uluslararası siyasetin yeniden “büyük güçler rekabetine” döndüğü öne çıkan fikirlerden biri. “Çin yükseldi ve Amerika’nın eski hakimiyeti bitti. Dünyanın iktisadi ve askeri ağırlık merkezi Batı’dan Doğu’ya kayıyor.” Bu durum, Moskova ve Pekin’e “liberal uluslararası düzenin çöküşünden” özgüvenle bahsetmeleri için zemin sağlıyor.[41] Foreign Policy’nin demeç aldığı iktisatçı Kishore Mahbubani de “Covid-19 salgınının zaten başlamış olan bir değişimi hızlandırdığını” söylüyor: “ABD merkezli bir küreselleşmeden Çin merkezli küreselleşmeye geçiş.”[42]

Her büyük gücün kamu-özel işbirliğine yöneldiği daha parçalara ayrılmış bir dünyaya doğru gidiyoruz. Kademeli olarak arkada bıraktığımız, Amerikan şirketlerinin ulussuzlaşma yolunda ilerlediği o küresel dünyanın tam zıddına. Bu ise Çin ve Rusya’nın, sıkı kontrol edilen bürokrasiler ve devletin yönettiği şirketlerle, uzmanlaştığı bir şey” diyen Robert Kaplan, KİT diyebileceğimiz bu devlete ait iktisadi şirketlerin “hükümetlerin bir uzantısı gibi davrandıklarını” ve “artık savaşın yeni yüzünün bu olduğunu” söylüyor.[43]

The Atlantic yazarı Thomas Wright, Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi ve 5-G dijital altyapısı gibi projelerle krizin en şiddetli etkilediği Afrika, Latin Amerika, Orta Asya ve Güneydoğu Asya’daki ülkeleri kazanacak uzun vadeli bir strateji ortaya koyduğunu vurguluyor. ABD’nin ise ne üretimin Asya’ya kaymasına çözüm, ne de Kuşak ve Yol’a ciddi bir alternatif üretemediğinin altını çiziyor.[44] Salgının “Rusya’dan Türkiye’ye, Venezuela’dan Mısır’a dünyadaki otokratları güçlendirdiğini” vurgulayan bir diğer yazıda Batı’nın salgın başarısızlığıyla birlikte “Çin’in merkezinde olduğu bir dünya düzeni için elverişli,” daha istikrarsız, güvenliksiz ve kötü yönetilen” bir konjonktüre gidildiği, Atlantik güçlerinin bunu önlemek için mutlaka harekete geçmesi gerektiği uyarısı yapılıyor.[45]

Bir diğer yazıda Batı’nın “liberal demokrat yaşam tarzını korumak için” birlikte hareket eden ve salgınla birlikte dünyayı etki alanlarına çekmek için bir “cazibe operasyonu” başlatan “otokrasi güçlerine” (Rusya ve Çin) karşı birleşmesi gerektiğinin altı çiziliyor.[46] The Atlantic’in Mayıs sayısında yer alan McMaster imzalı yazıda Çin’in Devlet Güvenliği Bakanlığı, Birleşik Cephe Komitesi, Çinli Öğrenciler ve Akademisyenler Derneği gibi “yurt dışında etki operasyonları yapan ajansları”yla mücadele etme çağrısı yapıyor.[47] Özetle Atlantik medyasının daha şahin bir kesimi yeni dönemin özellikle Çin’e karşı yeni bir Soğuk Savaş’la karakterize edileceğini ve Batı’nın bu savaşa hazırlanması gerektiğini dile getiriyor.

Çin’le Anlaşma Taraftarları

Atlantik İttifakı’nı diriltip dünyayı yeni bir Soğuk Savaş’a sürüklemek isteyenlerin yanında küreselleşmenin devamı ve insanlığın iyiliği için Çin’le işbirliği yapılması gerektiğini savunanlar da var. Örneğin The Atlantic yazarı David Frum, “Batı Çin’i değiştiremez. Çin çok büyük ve çok güçlü. Batı ülkelerinin Çin’in eski Sovyetler Birliği gibi olmadığını anlamaya ihtiyacı var. Çin devleti saldırgan değil, yayılmacı değil ve ideolojik değil” uyarısını yapıyor.[48] Foreign Affairs yazarları ABD’nin toparlanmak için kavga etmek yerine “Çin’le pratik ve anlamlı bir işbirliği” yapması gerektiğine işaret ediyor.[49] Foreign Policy’nin demeç aldığı iktisatçı Mahbubani’ye göre de “eğer ABD’nin amacı toplumsal koşulları gerilemiş olan kendi halkının iyiliğiyse, Çin’le anlaşma yapmalıdır. [50]

Dolar Saltanatının Geleceği

Atlantik yayınlarında konuya kıyısından değinen yazılarda Dolar saltanatına yönelen ciddi bir tehdit yokmuş gibi bir hava görüyorsunuz. Fakat bu durumu sorgulayan yazılar da kaleme alınmaya başlamış. Örneğin 2006-2009 yıllarında ABD Hazine Bakanlığı yapan Henry M. Paulson Jr., Foreign Affairs’a yazdığı makalede “ABD, küresel güven ve inandırıcılığa sahip bir ekonomi ortaya koymayı başaramazsa zaman içinde Dolar’ın konumunun tehlikeye gireceğini” itiraf ediyor. Dolar’ın “küresel rezerv para olarak sahip olduğu (…) ‘doğal tekel’ konumunun” özgün bir tarihsel ve jeopolitik konjonktürün ürünü olduğunu, ABD’nin bu durumu ancak güçlü bir ekonomiyle bugüne taşıyabildiğini vurguluyor. Bugün “devasa ulusal borcu ve yapısal mali açığın gidişatını düzeltemezse” bu üstünlüğü sürdürmenin mümkün olmadığını vurguluyor. ABD’nin uygulanan yaptırımlarla Doları “silah haline getirmesinin hem Amerikan müttefiklerini hem de düşmanları alternatif rezerv para birimleri geliştirmeye yönelttiği” uyarısı yapıyor. [51]

Foreign Affairs’ta çıkan, Eski ABD Savunma Bakan Yardımcısı Eric Rosenbach’ın eşyazarı olduğu bir başka makalede ise Çin’in dijital para alanında yaptığı atılımın, Dolar saltanatının altını oyduğu tezi işleniyor. Bu makalede de İran, Kuzey Kore, Rusya ve Venezuela gibi ülkelere uygulanan yaptırımların “diğer ulusları ABD’nin liderlik ettiği ve dolar egemenliğindeki küresel finans sistemine alternatif aramaya yönelttiği” vurgusu yapılıyor. ABD’nin mali tahakkümünün belkemiği olan ve günlük 5 trilyon $ para transferinin yapıldığı SWIFT sistemine halihazırda geliştirilen alternatifleri sayıyor: Rusya’da System Transfer of Financial Messages (SPFS), Çin’de Cross-Border Interbank Payments System (CIPS), beş AB ülkesinin ABD’nin İran yaptırımlarının çevresinden dolanmak için katıldığı Instrument in Support of Trade Exchanges (INSTEX) sistemi. Şimdi Çin’in sahip olduğu geniş dijital ödeme sistemiyle birlikte öncülük ettiği milli dijital para hamlesinin (dijital Yuan) dünyada yaygınlaşmasıyla “Dolar işlemlerinden ve ABD finansal gözetiminden kaçınma hedefinin” daha da ileriye götürüleceği ve “mevcut sistemin çevresinden dolanan ölçeklenebilir sınırlar arası mekanizmaların” oluşturulacağı öngörüsünde bulunuluyor.[52] ABD ekonomisinin geleceğiyle ilgili umutsuz yazılarla birlikte okuduğumuzda, Dolar saltanatının tahtının sallandığına dair emareler Atlantik sütunlarında yer almaya başlamış diyebiliriz.

Yeni Dünyanın Ayak Sesleri

Bütün bu aktardığımız görüşler, yeni dünyanın ayak seslerinin Atlantik medyasında nasıl yankılandığını gözler önüne seriyor. Ortaya çıkan sonuçları şöyle özetleyebiliriz:

  1. Neoliberal küreselleşme öldü.
  2. Milli devlet yeniden siyasetin hâkimi oldu.
  3. ABD’nin küresel liderlik iddiası tamamen çöktü.
  4. Kamuculuk her yerde yükselişe geçmiş durumda.
  5. Üretim için korumacılık ve planlamacılık yeniden gündeme girdi.
  6. Çin ve Asya’nın yükselişi yeni dönemin belirleyicisi.
  7. Dolar saltanatının tahtı sallanıyor.

Teori okuyucuları için bu saptamaların hiçbiri yeni değil. Yeni olan şey, bunların yaygın bir biçimde Atlantik’in ideolojik merkezlerinden de dillendirilmesi. Şüphesiz koronavirüs salgını ortaya çıkmasa da bu olacaktı. Salgın, katalizör etkisi yarattı. Şimdi küreselleşme yerine uluslararası işbirliğinin yeni biçimleri ve neoliberalizmin yıkımı yerine yeni uygarlığın inşası, insanlığın önündeki en acil gündemlerden biri haline geldi. Atlantik’ten görünen dünya manzarası teyit ediyor: Asya çağının öncü ülkelerinin önü hiç olmadığı kadar açıktır. Asya’nın inisiyatif dönemi başladı. Devrimci zamanlar, devrimci özneleri göreve çağırıyor.


[1] Stephan Walt, The Realist’s Guide to the Coronavirus Outbreak, Foreign Policy, 09.03.2020.

[2] Richard Fontaine, Globalization Will Look Very Different After the Coronavirus Pandemic, Foreign Policy, 17.04.2020.

[3] Nicholas Mulder, The Coronavirus War Economy Will Change The World, Foreign Policy, 26.03.2020.

[4] Phillippe Legrain, The Coronavirus is Killing Globalization as We Know It, Foreign Policy, 12.03.2020.

[5] Carmen M. Reinhart, Another Nail in the Coffin of Globalization, Foreign Policy, 15.04.2020.

[6] Henry A. Kissenger, The Coronavirus Pandemic Will Forever Alter the World Order, 03.04.2020, The Wall Street Journal.

[7] Katrina vanden Heuvel, After This Pandemic Passes, America Needs a Reckoning with Its National Security, The Washington Post, 07.04.2020.

[8] Karen DeYoung ve Liz Sly, Global Institutions Are Flailing In The Face of Pandemic, The Washington Post, 15.04.2020.

[9] Karen Donfried ve Wolfgang Ischinger, The Pandemic and the Toll of Transatlantic Discord, Foreign Affairs, 18.04.2020.

[10] Robert Kaplan, Why The Pandemic Should Transform the Way America Thinks About War, The Washington Post, 08.04.2020.

[11] Stephan Marche, The Suez crisis toppled the British Empire. The pandemic will bring down ours, The Washington Post, 25.03.2020.

[12] Richard Haass, The Pandemic Will Accelerate History Rahter Than Reshape It, Foreign Affairs, 07.04,2020.

[13] Neil Irwin, It’s the End of the World Economy as We Know It, 16.04.2020, The New York Times.

[14] Richard Haass, The Pandemic Will Accelerate History Rahter Than Reshape It, Foreign Affairs, 07.04.2020.

[15] George Packer, We Are Living in a Failed State, The Atlantic, Haziran 2020.

[16] Derek Thompson, America Is Acting Like a Failed State, The Atlantic, 14.03.202

[17] George Packer, We Are Living in a Failed State, The Atlantic, Haziran 2020.

[18] Katrina vanden Heuvel, After This Pandemic Passes, America Needs a Reckoning with Its National Security, The Washington Post, 07.04.2020.

[19] Stephan Marche, The Suez Crisis Toppled the British Empire. The Pandemic Will Bring Down Ours, The Washington Post, 25.03.2020.

[20] Branko Milanovic, The Real Pandemic Danger Is Social Collapse, Foreign Affairs, 19.03.2020.

[21] James Traub, After the Coronavirus the Era of Small Government Will Be Over, Foreign Policy, 15.04.2020.

[22] Zachary Karabell, A Real-Life Experiment in Hyper-Keynesianism, Foreign Affairs, 16.04.2020.

[23] Adam Tooze, The Death of the Central Bank Myth, Foreign Policy, 13.05.2020

[24] Peter Nicholas, There Are No Libertarians in an Epicemic, The Atlantic, 10.03.2020.

[25] Philippe Legrain, The Coronavirus Is Killing Globalization as We Know It, Foreign Policy, 12.03.2020.

[26] How the Coronavirus Pandemic Will Permanently Expand Government Powers, Foreign Policy, 16.05.2020

[27] Richard Fontaine, Globalization Will Look Very Different After the Coronavirus Pandemic, Foreign Policy, 17.04.2020.

[28] Philippe Legrain, The Coronavirus Is Killing Globalization as We Know It, Foreign Policy, 12.03.2020.

[29] Richard Haass, The Pandemic Will Accelerate History Rahter Than Reshape It, Foreign Affairs, 07.04,2020.

[30] Daniel Susskind, The Pandemic’s Economic Lessons, The Atlantic, 06.04.2020.

[31] Adam Tooze, The Normal Economy Is Never Coming Back, Foreign Policy, 15.04.2020.

[32] Branko Milanovic, The Real Pandemic Danger Is Social Collapse, Foreign Affairs, 19.03.2020.

[33] David Frum, The Coronavirus Is Demonstrating the Value of Globalization, The Atlantic, 27.03.2020.

[34] Henry Paulson, Save Globalization to Secure the Future, Foreign Policy, 17.04.2020.

[35] Stephen M. Walt, The Realist’s Guide to the Coronavirus Outbreak, Foreign Policy, 09.03.2020.

[36] Richart Fontaine, Globalization Will Look Very Different After the Coronavirus Pandemic, Foreign Policy, 17.04.2020.

[37] Richard Haass, The Pandemic Will Accelerate History Rahter Than Reshape It, Foreign Affairs, 07.04,2020.

[38] Michael Green ve Evan S. Medeiros, The Pandemic Won’t Make China the World’s Leader, Foreign Affairs, 15.04.2020.

[39] How the Coronavirus Pandemic Will Permanently Expand Government Powers, Foreign Policy, 16.05.2020

[40] Alexander Cooley ve Daniel Nexon, Why Populists Want a Multipolar World?, Foreign Policy, 25.04.2020

[41] William J. Burns, A Moment to Renew American Statemanship, The Wall Street Journal, 27.03.2020.

[42] Kishore Mahbubani, A More China-Centric Globalization, Foreign Policy, 15.04.2020.

[43] Robert Kaplan, Why The Pandemic Should Transform the Way America Thinks About War, The Washington Post, 08.04.2020.

[44] Thomas Wright, Stretching the International Order to Its Breaking Point, The Atlantic, 04.04.2020.

[45] Larry Diamond, Amerrica’s COVID-19 Disaster Is a Setback for Democracy, The Atlantic, 16.04.2020.

[46] Richart Fontaine, Globalization Will Look Very Different After the Coronavirus Pandemic, Foreign Policy, 17.04.2020.

[47] H. R. McMaster, How China Sees the World, The Atlantic, Mayıs 2020.

[48] David Frum, The Coronavirus Is Demonstrating the Value of Globalization, The Atlantic, 27.03.2020.

[49] Michael Green ve Evan S. Medeiros, The Pandemic Won’t Make China the World’s Leader, Foreign Affairs, 15.04.2020.

[50] Kishore Mahbubani, A More China-Centric Globalization, Foreign Policy, 15.04.2020.

[51] Henry M. Paulson Jr., The Future of the Dollar, Foreign Affairs, 18.05.2020

[52] Aiditi Kumar ve Eric Rosenbach, Could China’s Digital Currency Unseat the Dollar?, Foreign Affairs, 20.05.2020