Ana Sayfa Örgütlenme NESNENİN ÖZNESİ OLMAK

NESNENİN ÖZNESİ OLMAK

1707

Aykut Diş
Nesnenin Öznesi Olmak
(Kırmızı Beyaz Dergisi, Aralık 2012)

Düzenin hâkim sınıflarının varlıklarını devam ettirmek üzere sosyal ve ekonomik anlamda saldırılarını pervasızca artırdığı dönemler geniş halk kitlelerinin artan saldırılara karşı ayağa kalkışını da beraberinde getiren dönemlerdir. Devrimci dönem olarak adlandırılan bu dönemde tarih ikiye ayrılan bir yol ayrımıyla karşı karşıya kalır. Birincisi: Mevcut üretim tarzının ve yaşantının yamalarla, çeşitli reformlarla ve zorbalıkla ömrünün uzatılarak kısa vadede sömürünün devam etmesi. İkincisi: Mevcut üretim biçiminin ve sosyal yaşantının geniş halk kitleleri lehine değişerek ilerlemesi.

Şüphesiz hem geniş halk kitlelerinin artan saldırılara karşı ayağa kalkmasında hem de tarihin akışının seyredeceği yönde öncünün belirleyici rolü var. 19 Mayıs’tan 13 Aralık’a ve bugüne halk hareketinin ve gençlik hareketinin atağa kalktığı geride bıraktığımız başarılı eylemler dizisinin arkasında da aynı gerçek yatıyor.

Öncünün Görevi ve Temel Mesele
Öncünün önünde dünya düzeninin baş çelişkisini tespit etme ve var olan sömürü mekanizmasına karşı örgütlü olarak geliştirdiği özgün politikalarla ulusal ya da evrensel düzeyde kurulabilecek en geniş cepheyi kurarak kitleleri harekete geçirme ve dönüştürme görevi vardır. Yani halk kitleleriyle birlikte tarih yapma görevi vardır. Öncü halk kitleleriyle nasıl birleşecektir? 19 Mayıs, 16 Eylül, 29 Ekim, 10 Kasım ve 13 Aralık eylemlerinde meydanlara çıkan, barikatları yıkan kitlelere nasıl önderlik ettik?

Doğru Siyasi Konumlanma
Kitleler gündelik yaşantılarında doğrudan yaşadıkları sorunlardan hareketle süreç içerisinde inisiyatif kazanarak dönüşürler. Öncünün kitlelerin yaşadıkları bu sürece önderlik etmesi için kitlelerle kaynaşıp kitlelerin taleplerine cevap veren politikalar geliştirmesi ve sürece müdahale etmesi zorunludur. Gerçeği tespit etmek ve onu kitlelerin gerçeğiyle örgütlü bir mücadelede birleştirmek müdahalenin ilk koşuludur. Öncü doğruluğu kitleler içerisinde sınanarak ortaya çıkan fikirleri tekrar tekrar kitle pratiği içerisinde sınayarak kitleleri harekete geçirmek ve tarihi ileriye taşımak için yoğunlaşır. Örgütlü mücadelede her koşulda güç toplamayı ve kitleleri kendi pratikleri doğrultusunda dönüştürmeyi esas alarak devrimci propagandada ve ideolojik mücadelede ısrar eder. Yaşadığımız coğrafyada bu konumlanma emperyalizme ve gericiliğe karşı en geniş cepheyi kurabilecek olan, bağımsız bir ülke kurup ümmetten millet yaratarak özgür yurttaşlığı getiren, kimsesizlerin kimsesi olmayı şiar edinen ve bütün ezilen uluslara yol gösteren Cumhuriyet programıydı. Cumhuriyet programını iktidar yapma iradesiyle
Cumhuriyet programının özleminin bileşimiydi.

Kararlılık ve Cesaret
Karamsarlık özgüven eksikliğinden, bilgisizlikten ve acelecilikten beslenir. Tartışmasız Atatürk Cumhuriyeti’nin fiilen yıkıldığı bugünlerde milyonların ayağa kalkışında ve kararlılığında iki yüz yıllık demokratik devrim mücadelemizin birikimlerine sarılarak 2006‘ dan beri izlediğimiz adım adım büyüme çizgisi ve emperyalizme karşı attığımız kararlı ve cesur adımlar var. Hayat doğruladı. Ortaya koyduğumuz cesur eylemler ve attığımız kararlı adımlar gösterdi. Kararlılık caydırır; cesaret büyütür.

Öncü kadro yaşantısının her anında; politik bir tartışmada, okulda, sokakta ya da bir eğlencede sistemin samimiyetsiz, iki yüzlü, çıkarcı birey profiline karşı uğruna mücadele ettiği toplumun bireyini kendisinde somutlayarak dönüştürme ve harekete geçirme faaliyetinde bulunur. Düzeni değiştirecek olanın kendisinden başlayarak kitlelerin dönüşmesi olduğunun bilincinde yaşar. Öncü ile sıradan arasındaki çelişkilerin öncünün önderliğinde yok edilmesi düzenden kopuşu sağlar.

Doğanın Diyalektiği Gibi
Türkiye halkını Kurtuluş Savaşı’ndan çıkarabilir misiniz? Dünya tarihinde de halkın öznesi olmadığı bir devrim gösterilebilir mi? Sadece kendi devrimci tarihimize baktığımızda bile bu gerçeği çok net görürüz. Devrimi halk kitleleri yapar. Nasıl toplumların kanunları varsa; bu da tarihin kanunudur. Halkın içinde olmadığı bir değişim ve dönüşüm düşünülemez. Devrimci kadrolar her koşulda halka güvenirler ve halkın çıkarlarını gözeten, halka güven veren eylem çizgisinde ısrar ederler.

“Bu halktan adam olmaz. Öyle olsaydı bu seçimde gününü gösterirdi bunlara.” gibi halkın özgüvenini kırmak ve devrimci mücadeleyi yıpratmaktan başka hiçbir işe yaramayan söylemler her dört yılda bir devrimci mücadelenin tarihsel ve sınıfsal yönlerini bilmeyenler ve anlamamakta diretenler tarafından tekrar tekrar üretilerek karşımıza çıkar. Aslında bu söylemlerin merkezi düzenin ta kendisidir. Bilerek ya da bilmeyerek bu söylemleri savuranlar doğrudan sistemin çarklarına yağ sürerler. Sistemin sandık usulü demokrasi balonunu uçuranlar ve düzenden kendilerine pay biçenler halka tepeden bakarak halk kitlelerinin şahlanışını kabullenemezler. Halk tarih yapma iradesini ortaya koyduğunda sadece egemen sınıfları ve onların uşaklarını değil; yaşam tarzından giyim kuşamına kadar kendisini aşağılayanları da ayaklarının altına alır.

Öncü kadro en olumsuz durumlarda bile yeni çıkış yolları keşfederek kitlelere özgüven ve motivasyon aşılar, her türlü karamsarlığı mahkum eder. Öncünün bu tavrı onun halkla birleşmesinde önemli etkenlerdendir.

Madde Boşluk Kabul Etmez
Halkın sömürü mekanizmasına ve zulme sonsuza dek boyun eğeceği masalları köleci toplumdan bugüne, tarih boyunca daima egemen sınıflar tarafından dillendirildi. Düzene tahammül sınırının son noktası kitleler için devrimci atılımın başlangıcıdır. Kitleleri bu noktaya getiren ve harekete geçiren öncünün demiri tavında döven müdahalesidir.

Öncünün müdahale etmediği ya da edecek kuvveti yaratamadığı, planla(ya)madığı her duruma sistem müdahale eder; her olayı sistem planlar. 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinin ardından toplanan milyonların doğrudan kürsü tarafından çözümsüz bırakılmasının ardından Ergenekon tertibi başlamış ve gerici saldırılar amansızlaşarak Cumhuriyet değerleri hiç edilmişti. Vatan ve Cumhuriyet için meydanlara çıkan milyonların yeniden tarih sahnesinde görünmesi beş yıl alacaktı. 2007 yılındaki çözümsüzlük ise yalnızca beş yıl değil, koca bir cumhuriyeti fiilen kaybettirmişti…

İzmir’in işgali sırasında İzmir’de ilk kurşunu sıkan (Milli Mücadele’nin ilk kurşunu Dörtyol’da sıkılmıştır.) Hasan Tahsin sadece bir kahraman değildir. Çıkardığı gazeteler ve bağlı olduğu dernek aracılığıyla Anadolu’nun işgaline direnen ve Yunan askerinin İzmir’e ayak basmasıyla duruma müdahale eden, halkı harekete geçiren bir öncüdür. Hatay Dörtyol’da Fransız taburlarının halkın malına el koyarak halkı taciz ettiği, öldürdüğü o günlerde köylülerle birlikte emperyalistlere milli mücadelenin ilk kurşununu sıkan Mehmet Çavuş ve o öldürüldükten sonra Fransızların yaralamasıyla çete kurup dağa çıkan Kara Hasan Paşa da birer öncüydüler. Kara Hasan Paşa Antep, Maraş, Hatay, Osmaniye dolaylarında Fransızların korkulu rüyasıydı. İlk milli direnişi başlatarak dört yüz kişilik Kuvayı Milliye taburunu kurmuştu. Hasan Tahsin, Mehmet Çavuş ve Kara Hasan Paşa tarihe doğru müdahale ederek halkın seferber olmasına tuğla koyanlardandı.

Eğer gericilik emperyalizme karşı bağımsızlık günü olan 19 Mayıs’ı yasaklıyorsa 19 Mayıs ilk gün duyulan heyecanı ve coşkuyu yansıtan bir şekilde yüz binlerle kutlanmalıdır. Eğer gericilik emperyalizm desteğiyle fiilen yıktığı cumhuriyeti ayaklar altına alıyor ve ona barikatlar kuruyorsa 29 Ekim’de meydanlar milyonlarla dolmalı, barikatlar yıkılmalıdır. İftira ve yalan delil; hukuksuzluk hukuk olduysa halk isterse duvarların kağıt parçası kadar bile dayanıklı olmayacağını hatırlatmalıdır.

Önderliğin Kritikliği
“İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamazlar.”
Mustafa Kemal 23 yaşında genç bir zabittir. Tarih 5 Ocak 1904’tür. “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı!” diye yazar not defterine. Kemalist önderlik maddeyi anlamıştır. İdareyi maslahatçılığı düzen içi görerek bir gelecek tasarımıyla Samsun’a çıkmıştır. İttihat Terakki önderliğine eleştirileri de hep bu yönde olmuştur. İttihat Terakki’nin tecrübelerini de önüne katarak bu yönüyle onu aşmıştır. Emperyalizmi sahada yenerek burnunu kırmıştır. 1921 ve 1924 anayasalarıyla devleti yeniden örgütleyerek bağımsız, demokratik bir rejim ilan etmiştir. Saltanat ve hilafeti ortadan kaldırarak, devrim kanunlarını yaparak yeni toplumun örgütlenmesi yolunda emin adımlarla ilerlemiştir. Kimsesizlerin kimsesi olma ve ortaçağı tasfiye uygulamalarıyla tarafını belli etmiştir. İlan ettiği “Arasız Devrimler” programıyla o dönemde yeni yeni oluşan küresel kamplaşmada saffını belli etmiştir. Bütün bunları ancak ve ancak idareyi maslahatçı olmayan devrimci bir hükümet yapabilirdi. Milyonların Cumhuriyet programının özlemini duyması ve uğruna meydanları doldurması tesadüf değil.

Şubat Devrimi sonrasında yoksullukla boğuşan ve yüz binden fazla Rus’un yaşamını yitirdiği Rusya’da Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin koalisyon yaptığı geçici hükümet içerisindeki savaş yanlılarının yoğun baskısına rağmen savaştan çekilme konusundaki ısrarcı fikirleri ve Nisan Tezleri de öyle.

Hayatın Dışında Müdahale Olmaz
Geçtiğimiz yıla damga vuran eylemler silsilesine üniversitelerin ayaklanması da eklenmiş durumda. Yeni YÖK yasa tasarısıyla üniversitelerin içi boşaltılırken, üniversiteler şirketleşirken faşizm bu sürece direnen öğrencilere saldırıyor. Öncü kadronun önünde 2012’nin hareketliliğini 2013’e taşıyarak meydanları akademisyeninden öğrencisine büyük üniversite direnişleriyle taçlandırma ve tarih yazma fırsatı var. Öğrencinin ilerlemesini ve yeteneklerini geliştirmesini engelleyen, onu yalnızlaştıran ve umutsuzlaştıran, özgürlüğünü elinden alan, sıradanlaştıran bu hayatı ancak müdahale edebildiğimiz ölçüde biz değiştirebiliriz. Öncü kendisi ile sıradan arasındaki farkı yalnız ve yalnız organik parçası olduğu yaşamın içerisinde kaldırabilir.
1945’lerden itibaren karşı devrimin rotasına giren Türkiye şimdi keskin bir yol ayrımında. Emperyalizmle burun buruna geleceğimiz günler yaklaşıyor. Yeter ki isteyelim.