Yayına Hazırlayan:İbrahim ERDOĞAN
Teori Yazı Kurulu üyesi
TEORİ DERGİSİ – Şubat 2006
TKP’nin Kemalizme Bakışı
Siyasi oluşumları sınıflandırırken, güncel siyasi söylemlerinin yanı sıra dikkate alınması gereken en önemli unsurların başında, ülke tarihine ilişkin olarak yaptıkları değerlendirmeler, yani tarih tezleri yer alır. Bunun nedeni, ülkenin bugününe ilişkin olarak yapılan değerlendirmelerin köklerinin büyük oranda o siyasi hareketin tarihe ilişkin tespitlerinden beslenmesidir. Her ülkenin öznel yapısına göre, güncel siyasetteki konumlanışın belirlenmesinde ölçüt olarak belli bir dönem alınır.
Türkiye gibi Milli Demokratik Devrimini henüz tamamlayamamış bir ülke özelinde durumu irdelediğimizde ise, bu kriter kuşkusuz, Kemalist Devrim ve onun temsil ettiği değerlere bakış olacaktır. Türkiye siyaset arenasında yer alan herhangi bir kuvvetin; sağcı, solcu olduğu ya da halkın veya emperyalizmin safında hareket edip etmediği konusunda hüküm verirken kuşkusuz en büyük rolü, o hareketin Kemalist Devrime onun temsil ettiği değerlere ilişkin bakış açısı oynayacaktır.
Bu konuda ibret alması bir örnek olması nedeniyle, TKP adlı siyası oluşumun Kemalizm ve yurtseverlik üzerine görüşlerini en yetkili ağızlarının elinden çıkan bazı makaleler üzerinden irdelemeye çalışacağız.
“Marksizm” adına Kemalist devrimin özü reddediliyor
Ne parti programında, ne de yakın dönemde çıkan teorik yayınlarında Kemalizm üzerindeki görüşlerini net bir biçimde ifade etmekten nedense kaçınan TKP’nin bu konudaki en derli toplu görüşlerini, Gelenek adlı teorik yayın urganlarının Haziran 2001 tarihli 64. sayısında Aydemir Güler imzasını taşıyan, “Sosyalist Devrim ve Yurtseverlik” başlıklı yazıda bulmak mümkün. Bugünlerde doğrudan Sosyalist Devrimci siyasi stratejisini, yurtseverlik sosuyla pazarlamaya çalışan bir siyasi hareketin kaçınılmaz bir biçimde içine düşeceği tutarsızlık Aydemir Gülerin bu yazısında sık sık karşımıza çıkıyor.
Adı geçen makalenin “Gelenek” adını taşıyan alt başlığında siyasi hareketlerinin beslendiği kaynakları anlatan Aydemir Güler, Kemalizme bakışları ile ilgili olarak önce şunları söylüyor: “Bizim geleneğimizde Kemalizmin tarihsel misyonunun, toplumdaki ve rejimdeki Kemalist duyularla etkileşime girmek adına tahrif edilmesine itiraz vardır. Somut olarak bizim geleneğimizde Türkiye’de Marksizm adına burjuva devrim sürecinin alabildiğine sert eleştirisini gerçekleştiren Yalçın Küçük’ün “Türkiye Üzerine Tezler’i vardır.”
Kemalizmin tabulaştırılması karşısında, solda ana refleksin Mustafa Kemal Atatürk’e Bursa Nutku ile sahip çıkmak olduğunu belirten Aydemir Güler, bu “hataya” düşenlerden kimliği zayıf olanlarının siyasal mücadele verirken kaçınılmaz bir biçimde pragmatizme, eklektizme düştüğünü iddia ediyor. “Resmi ideoloji” diyerek Kemalizmin devrimci özünü reddeden Güler, çok değil hemen beş satır sonra bu dediklerinden şu sözlerle çark ediyor:”Bu kopuş yolu, tahmin edileceği gibi risklidir. Komünist kimliğin oluşumu için son derece sağlıklı olan bu yolun, toplumsal bir komünist hareketin inşasına engel oluşturması pekâlâ mümkündür. Siyasal mücadelelerde devrimci çizgi “toptan yıkıp sıfırdan kurmak” biçiminde özetlenemez.” Bu noktadan sonra ise kendi tarihlerinin sorumsuz kopuşlarını değil, sorumlu kopuşların tarihi olduğunun altını çizen Güler böylelikle Kemalizmin Türkiye solu üzerine koyduğu “ipotekten” de kurtulmuş oluyor.
Bugün TKP’nin Genel Sekreterliği görevini yürüten Kemal Okuyan’ın, Kemalizm konusundaki billurlaşmış fikirlerine Gelenek dizisinden 1998 yılında çıkan Asker Partisi Ne İstiyor? adlı kitapta rastlıyoruz. Kemal Okuyan’a göre Mustafa Kemal’i ve yaptıklarını solcu ve devrimci olarak tanımlamak mümkün değildir; yani onda solcuların sahipleneceği hiçbir şey yoktur. Okuyan esas olarak 28 Şubat dönemiyle ilgili tespitlerine yer verdiği kitabın 99. sayfasında bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:”Mustafa Kemal hareketinde solculuk bulmak, bizim anti-emperyalist kimliğimizin kimi öğelerini ona yakıştırmak veya komünist hareketin rolünü oralara bağlamak mümkün değildir.'”
“Türkiye’de antiemperyalist bir gelenek var mı?”
“Sosyalist Devrim ve Yurtseverlik”‘ başlıklı yazısının bir bölümüne bu soruyu sorarak başlayan Aydemir Güler’in cevabı olumsuz. Güler’e göre Kemalist Devrim’in tepe noktası, Kurtuluş Savaşı özel bir antiemperyalist stratejiye oturmamış, yolunu da içinde sosyalist Rusya’nın da dâhil olduğu uluslararası dengelere bakarak çizmiştir.
Bu yaklaşım gerçekte bir milletin varlık yokluk mücadelesi vererek kazandığı başarıyla tüm ezilen milletlere örnek olan Türk Kurtuluş Savaşı’nı aşağılamaktadır. Aydemir Güler’in bir diğer tahliline göre Kurtuluş Savaşı, “… emperyalistlere Anadolu’da bir bağımsız kapitalist birimin rasyonalitesini kanıtlama mücadelesidir.”
1930’lardan itibaren başlayan devletçi kalkınma hamlesi ve bunun sonucunda alınan başarılar da Güler’in nazarında bir değer ifade etmiyor. Zira ona güre antiemperyalist bir ideolojisi olmayan Türkiye burjuvazisinin bağımsızlıkçı değerler geliştirmesini gerektirecek ekonomik nedenleri de yoktur, tersine kendi zayıflıklarını gidermek için başından beri uluslararası işbirlikleri yoluna gitmişlerdir.
Böylesi bir durum karşısında Gülere göre, antiemperyalist gelenekleri abartan sol Kemalizm ya da ulusal solcu tezler ”gerçeklerden çok uzağa düşüyor” ve bir bağımsızlık ütopyası resmederek tahrifat yaratıyormuş.
“Türkiye’de kayda değer bir yurtseverlik damarı var mı?”
Aydemir Güler makalesinin bir diğer bölümünde hemen arabaşlığa taşıdığımız bu soruyu da okuyucusuna yöneltiyor. Bu soruya verdiği cevapta, püriztenizmin ilginç bir örneğini sergileyen Güler’e göre. “Türkiye’de antiemperyalizmin rafine bir biçimde geniş halk kitlelerini harekete geçirme yeteneği oldukça tartışmalı.” Ona göre Türkiye’de siyasetin böylesine ilkeli bir tarihi bulunmuyor.2
Söz bu noktaya geldiğinde, Aydemir Güler’in yazısında göze çarpan bir başka noktaya da değinmek gerekiyor ki bunu yabancı hayranlığı olarak adlandırmak yanlış olmasa gerek. Ülkesinden ve onun geçmişinden esirgediği övgüleri Güler, sözkonusu olan Latin Amerika ülkeleri ya da Fransa gibi devletler olduğunda, oldukça cömertçe kullanıyor. Dikkat çekici olması nedeniyle Güler’in makalesinde Latin Amerika’nın yurtsever geçmişine ilişkin yazdığı satırları buraya almak gereğini duyuyoruz: “Latin Amerika’nın sömürgecilere karşı savaşçı geçmişi burjuva devrimler çağına aittir. Ama bu geçmiş kendi ulusal pazarını ve devletini kurmaya çalışmış burjuva devrimcilerim fersah fersah aşmış ve kıta halklarının karakterine işlemiştir. Bölgedeki tüm devrimci kalkışmalar bu geleneğin üzerinde yükseldiler.”
Verdiğimiz bu örnekte yer alan Latin Amerika ulusal devrimlerinin bugüne de ışık tutan ilerici rolünü yadsımak tabii ki mümkün değil. Ancak tarihsel şartları hiçe savarcasına ülkemizin geçmişinde, bugüne dair ilerici hiçbir şey bulamamak sanırız cehaletle açıklanabilecek bir hoşgörüyü dahi hak etmiyor.
Peki, sosyalizmin büyük ustaları Kurtuluş Savaşımıza ve onun önderi Mustafa Kemal’e nasıl bakıyorlar? İlk olarak Lenin’e bakalım. Türkiye’ye gönderilen Sovyet Elçisi Aralov’la yaptığı konuşmada Lenin, Mustafa Kemal ve özellikle yaptıklarıyla ilgili olarak şunları söyler: “Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir. Kabiliyetli bir lider, milli burjuva iktidarını idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılâbımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum… Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor.”
TKP önderlerinin kaleme aldıkları makalelerde Lenin’in yanı sıra eserlerinden birçok alıntıya rastlayabileceğiniz bir diğer isim ise Stalin. Stalin 28 Şubat 1921’de Moskova İşçi Köylü Delegeleri Sovyet’inde yaptığı konuşmada Türk Kurtuluş Savaşı ve onun ifade ettiği anlam hakkında şunları söyler: “… Kemal hükümetinin kişiliğinde, bütün diğer sömürgeleri ve yarı sömürgeleri etrafında toplayan devrimci bir çekirdeğimiz var.” Bu konuda Stalin’den yer vermemiz gereken bir başka alıntı ise 10 Mart 1921 tarihli bir raporda yazdıkları: “Milli Meselede Partinin İlk Görevleri Üzerine” adlı raporunda Stalin emperyalizmin saldırıları karşısında bağımsızlık mücadelelerini yaratan etkenleri irdelediği bölümde Türkiye ile ilgili şunları yazıyor: “… Müslüman halklar arasında devlet olarak daha gelişmiş bir ülke olan Türkiye, böyle bir duruma boyun eğmezdi; mücadele bayrağını kaldırdı ve emperyalizme karşı Doğu halklarını etrafında topladı.”
Gerek Kurtuluş Savaşı ve hemen sonrasında yaşanılanlar gerekse de yakın dönemde yaşanan pek çok olay Güler’in bu konudaki fikrini de yalanlamakta. Yalnızca önderliğini sosyalistlerin yaptığı halk hareketlerini ilerici olarak değerlendirmesi hiç kuşkusuz lideri olduğu TKP’nin hayattan kopuk stratejisiyle birebir örtüşüyor.
TKP için antiemperyalistlerin de yabancısı makbul
Makalemizin bu noktasında taşıdığı dikkate değer derecedeki önemi nedeniyle TKP’deki yabancı hayranlığına biraz daha değinmekte yarar var. Aydemir Güler ve arkadaşlarının siyası geçmişi 1970’lerin sonuna kadar uzanıyor. Bu dönemde TİP içinde Yalcın Küçük’ün liderliğini yaptığı Sosyalist Devrimci bir hizip içinde oluşan bu hareketin en belirgin özelliği, ideolojik gıdasını büyük oranda Sovyet Revizyonizminden almasıydı.3
Kendi ülkesinin gerçeklerinden kopuk her siyasi harekette olduğu gibi bu grup da, besleneceği kaynağı yurtdışından buluyor. O dönemin şartlarında Sovyet Revizyonizminden beslenen bu akım, Kruşçev (kendi telaffuzlarıyla Hrusçov) ve Brejnev’i referans almaya başlar ve bugün hala Sovyetlerin Afganistan’ı işgalini hararetle destekler bir çizgide bulunur.
Bugünlerde ise, TKP’nin yayın organlarında özellikle Hugo Chavez’e hayranlık ifade edilen pek çok yazıya rastlamak mümkün. Kemal Okuyan’ın 11 Kasım 2005 tarihinde Komünist adlı dergide yayınlanan makalesinde yazdığı şu satırlar bunun iyi bir örneği: “… Geçtiğimiz hafta ABD Başkanı Bush Arjantin’de, Chavez’in başını çektiği. Castro’nun manevi önderliğini yaptığı güçlü devrimci ve yurtsever tavır karşısında tarihsel bir başarısızlığa uğramıştır.” Ezilen Dünyanın tipik bir antiemperyalist önderi olan Venezüella Cumhurbaşkanı Chavez’in bugüne kadar çizdiği profilin övgüyü hak etmediğini asla düşünmüyoruz, ancak TKP gibi doğrudan ve saf Sosyalist Devrimci bir partinin, bir milli burjuva devrimcisi olan Chavez’i yere göğe sığdıramamasının nedeni bu hareketin ne ayaklarının ne de kafasının bu topraklarda bulunmamasındandır. Venezüella’da emperyalizme direnen Chavez’den esirgenmeyen sevgi ve saygı, onun devrimciliğine övgü, kendi tarihimizin büyük devrimcisi Mustafa Kemal’den esirgeniyor. Yine bugün yaşadığımız Kıbrıs davasında, çok daha olumsuz koşullar altında ABD ve AB’nin saldırı ve planlarına karşı dişe diş mücadele eden Rauf Denktaş’tan da aynı saygı esirgeniyor.
“Türkiye denilen ülkede bağımsızlık mücadelesi kendi başına bir anlam ve geçerlilik taşımıyor”
Bu “rafine” tespite TKP’nin teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen Mesut Odman’ın “Sosyalizm Mücadelesi ve Bağımsızlık” başlıklı makalesinde ulaştık. Odman’a göre bugün yeryüzünde emperyalizm karşısında; ekonomik, politik, askeri gücüyle varlığını sürdürüp geliştiren, bir çekince, bir gözdağı oluşturacak bir sosyalizm seçeneği bulunmadığından dolayı antiemperyalizmin ete kemiğe bürünebileceği koşullardan çok uzaktayız.
Kendi jargonlarında bir nevi asr-ı saadet olarak sık sık söz ettikleri reel sosyalizm dönemi de bittiğinden dolayı, emperyalizm ile ulus devletler arasındaki çelişkide “ilerici ulusalcılık”ın çözüm anahtarı bulunmamaktaymış.
Oysa, bir “sosyalist” devletin vesayeti altında ancak Afganistan’daki Babrak Karmal ve Necibullah benzeri bir kukla yönetim kurulabilir.
“Ulusal çıkar” değil “ülke çıkarı”
TKP, kimse onlara şovenist demesin diye, “ulusal çıkar”‘ kavramının yanlış olduğu ve etnik anlam taşıdığı gerekçesiyle bir başka kavram ortaya atıyor: Ülkesel çıkar.
Aşağıda “Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi Tezleri arasında 2005/1” olarak kamuoyuna açıklanan metinden yapacağımız alıntı, doğrudan ve saf Sosyalist Devrimci anlayışın, ulusal çıkara ırki bir anlam yükleyerek bugün içinde bulunduğumuz koşullarda halk içinde siyaseten nasıl bölücü bir rol oynadığını açıkça ortaya koymakta: “Ayrıca ‘ulusal çıkar’ ve ‘ülke çıkarı” kavramları arasında gözetmemiz gereken başka bir fark daha vardır. ‘Ulusal çıkar’ etnik bir ima da içerir; burada söz konusu olan, şu ya da bu biçimde tanımlanmış bir ulusun çıkarıdır. ‘Ülke çıkarı’ ise, etnik bir ima içermez; burada ‘çıkar’ kavramıyla eşleştirilen, etnik kökenleri farklı olabilen halkların yaşadıkları belirli bir coğrafyadır, ülkedir. Bu durumda, örneğin, ’emperyalist projelerin dışında kalmak Türkiye’nin ulusal çıkarları gereğidir önermesiyle 4 ’emperyalist projelerin dışında kalmak ülke çıkarları gereğidir’ önermesi arasında özlü bir fark vardır. Örneğin, aynı coğrafyada birlikte yaşama kararındaki Türklerin ve Kürtlerin emperyalist projelere itibar etmemeleri ‘ülke çıkarı’ gereği sayılabilir, ama ‘ulusal çıkar’ gereği sayılamaz.”
TKP önderleri, ulus kavramını etnik bir kavram olarak tanımlayarak, son günlerde liberal, şeriatçı ve bölücü işbirlikçilerin gündeme getirdiği, siyasi birleştirici Türk ulusal kimliğini tasfiye etmeyi amaçlayan ABD ve AB’nin Türk milletini bölme planının bir aracı oluyorlar’. Ulus, bir coğrafyadaki pek çok etnik unsurun yüzyıllar boyunca devam eden harmanlanmasıyla ortaya çıkan siyasal bir kimliktir. Stalin’in 10 Şubat 1921’de Bolşevik Parti 10. Kongresi’ne sunduğu raporda yer alan millet tanımı burada bu harmanlanmayı özlü bir biçimde ortaya şöyle koymakta; “Modern milletler, belli bir çağın ürününü temsil ederler. Feodalizmin tasfiyesi ve kapitalizmin gelişine süreci, aynı zamanda insanların milletler halinde birleşmeleri sürecidir. Feodal parçalanmaya karşı zafer kazanan kapitalizmin başarıyla geliştiği sırada; İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İtalyanlar milletler meydana geldiler.”
Tüm bu nedenlerden dolayı ulusal çıkar kavramı bugün basbayağı sınıfsal bir kavramdır. Ulusal çıkar, günümüzde işçi sınıfı ve onun müttefiklerinin çıkarlarından başka bir şey değildir. Ulusal çıkarın varlığını kabul etmeyenler emperyalizm olgusunu ve onun bugün Türkiye için yarattığı büyük tehlikeyi de reddetmektedirler. Bugün özelleştirmelere karşı mücadele edenler, vatan için, ulusal çıkar için mücadele ettiklerinin bilincinde kendi işleri, aşları için yaptıkları mücadelenin aynı zamanda vatanları için de yaptıklarının bilincinde hareket etmektedirler.
19. yüzyıla çakılıp kalan kolej sosyalizmi
Emperyalizm içinde bulunduğumuz son dönemde saldırılarını “Ezilen Dünya”da kendisi için potansiyel tehdit olarak gördüğü milli devletler üzerinde yoğunlaştırmaktadır. 1990’lardan beri artarak devam eden bu süreçte devrimcilere düşen görev, bu saldırıya karşı, vatan savunmasında tüm gücüyle yer almaktır.
TKP, kafası hala 19. yüzyıl Marksizminde kalmış bir hareket olduğu için günümüz dünyasını algılayamamaktadır. Bugüne kadar yaşanan sosyalizm pratiklerinin gösterdiği önemli bir gerçek şu ki, doğrudan ve saf Sosyalist Devrim stratejisi ile gerçekleşen bir devrim yoktur.
Ülkemizin ihtiyacı, Kemalist Devrimi tamamlamak ve onu kesintisiz bir devrimle sosyalizme, daha ileri devrimci aşamalara taşımak olunca, böyle bir hedefi “yurtsever” Sosyalist Devrimci TKP gibi hor gören, ona yer yer hakaret etmekten de çekinmeyen bir siyasi hareket ne solcu olarak nitelendirilebilir ne de halkın safında konumlandırılabilir.
Türkiye gibi, bir avuç, azınlık dışında hemen hemen tüm fertlerinin, çözümünde ortak çıkarı olduğu emperyalist saldırıya karşı mücadele edilen bir ülkede, yalnızca bir kesimin çıkarını öne almak, emperyalizme karşı mücadelede cepheyi bölmekten başka bir anlam ifade etmeyecektir. 5