Uğurcan Yardımoğlu, Vatan Partisi Öncü Gençlik Genel Sekreteri
İnsanlık tarihinin tüm ilklerinin başladığı topraklardır Batı Asya toprakları. İlk yazıdan ilk tapınağa, ilk antlaşmadan ilk merkezi devlete kadar sınıflı toplumun ilk belirtileri burada görülmüştür. Sümer, Akad, Babil uygarlıklarından Hitit ve Mısır uygarlıklarına kadar hareketli başlayan Batı Asya’da hayat bugün de savaşlarla, kırımlarla ve canlı bombalarla hareketliliğini korumaktadır.
Bugünkü hareketliliğin temelinde yer aldığı söylenen Sykes-Picot Antlaşmasını ele alacağız. PKK/PYD sözcülerinden AKP yöneticilerine, popüler tarihçilerden, dış politika analistlerine kadar geniş bir çevre 1. Dünya Savaşı’nda sınırların ve rejimlerin emperyalistler tarafından çizildiğini söyleyerek kendi siyasi hedeflerini haklı çıkarmaya çalışıyor. Çok sık rastladığımız bir anakronizma ile Sykes-Picot Antlaşmasıyla Lozan Antlaşması bir tutuluyor çünkü görüntüde bu antlaşmalar Batı Asya’yı benzer dönemlerde ve benzer şekillerde inşa etmişti(!) Burada ciddi bir yanlış var. Şöyle ki, bölgedeki mevcut düzen, bu antlaşmalar yırtılarak inşa edilmiştir. Her yazanın, çizenin retoriğini biraz deşmek; her devlet adamının ya da analistin veya teröristin perde arkasını şöyle bir aralamak bize güzel bir atasözünü hatırlatıyor: “Ama kazın ayağı öyle değil.”
İLK PAYLAŞIM SAVAŞI’NIN HIRSLI METNİ: SYKES-PİCOT
1.Dünya Savaşı’nın öncesine dayanan birikmiş siyasi hesaplaşmalar esas olarak Avrupa merkezli idi. Bu hesaplaşmalar bağlamında Osmanlı Devleti’nin hükmettiği Batı Asya topraklarının tek önemi İngiliz sömürgeleri olan Mısır ve Hindistan’a giden yolların güvenliğiydi. Ancak petrolün savaş gemilerinde kullanımı İngiltere tarafından 1910’da keşfedildiğinde işin rengi değişti. Ortadoğu diye adlandırdıkları topraklara nüfuz etme girişimi çok daha önce başlamış olan İngiliz emperyalizmi açısından mesele daha kritik hale geldi. Mısır ve Hindistan yolunun güvenliği için Suriye, Filistin ve Irak topraklarını elde etme hedefi artık sömürgeleştirme hedefine dönüşmüştü. Dolayısıyla finans kuruluşlarıyla yerleştikleri bölgeye arkeolog ya da konsolos görünümlü ajanlarını da göndererek aşiretlerle görüşmeler yapmaya başlamışlardı. Bu sırada, dünya çapında artan siyasi gerilim de esas olarak sömürge paylaşımı sorununa dayalı emperyalistler arası bir gerilimdi. İngiltere-Fransa ve Rusya bu paylaşımı kendi ‘makul’ ölçülere göre çözmüştü. Almanya’nın içerisinde yer almadığı bu paylaşım planı savaş demekti.
Dünya Savaşı başladığında öncelik batı cephesine verilmişti. Fakat tali görülen ancak sorunu asıl ‘çözecek’ yer olan Batı Asya’nın lideri Türkler, imparatorluk birikimine dayanarak ve genç demokratik devrimin enerjisiyle, başta Çanakkale cephesi olmak üzere tüm emperyalist saldırıları püskürtüyordu. Filistin ve Irak cephelerinde de istediğini alamayan İngiltere-Fransa koalisyonu 1916’da birinci sıraya Osmanlı’yı yazdı. Askeri gücünü artırmanın bir bedeli olarak siyasi netleşmeyi sağlamak zorunda olan emperyalistler isimlerini antlaşmayı hazırlayıp imza eden diplomatlarından alan Sykes-Picot’yu aynı yıl imzaladı. İngiliz diplomat Mr. Mark Sykes hırsını şu şekilde dile getiriyordu: “Akka’dan başlayarak Kerkük’te biten bir çizgi çizmek istiyorum”
Gizli antlaşma statüsünde olan metinden Rusya’da haberdar edildi. Zaten asıl kıyametin kopmasına neden olan bu ayrıntıydı. Çünkü 1917 Ekim Devrimi olduğunda Vladimir İlyiç Lenin bu emperyalist paylaşım metnini dünyaya ilan etti. Bu olay pek tabii hırsların önünü kesmedi. 1919 Paris konferansında Rusya’ya ilişkin taahhütlerin metinden çıkarılmasıyla yapılan yeni düzenlemeyle antlaşma uygulamaya kondu. Savaşın galipleri metinde işaret ettikleri hedefe ulaşmıştı. Suriye Fransız Mandası oldu, Irak ve Filistin de İngilizlerin tahakkümü altına girdi. İngiltere’nin ünlü bakanı Winston Churchill’in cetvelle çizdiği yapay sınırlar ve işbirlikçi rejimler… Batı Asya’ya giydirilen kıyafet buydu. Barzani ve IŞİD ayrı ayrı Sykes-Picot’nun yırtıldığını açıkladı. Hakikaten yırtılmış mıydı yoksa kıyafet renk ve biçim mi değiştiriyordu?
MAZLUM MİLLETLER, SYKES-PİCOT’YU TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE GÖNDERİYOR!
Söz ettiğimiz parçalanma ve uydulaşma kıyafetini Sevr ile Türkiye’ye de giydirmeye çalışan emperyalistler 4 yıl süren Kurtuluş Savaşı’nın sonunda imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin bağımsızlığına razı olmak zorunda kaldı. Batı Asya’nın tüm halklarına örnek olan bu olay mazlum milletler devrimlerini başlattı. Suriye ve Irak büyük mücadeleler sonucunda ancak 2. Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız oldu. 2. Savaş’ın ertesi Hindistan’dan Cezayir’e kadar pek çok ülkenin bağımsızlığını kazandığı ya da bağımsızlık mücadelelerinin ateşlendiği bir dönem oldu. Suriye, Irak ve Mısır bağımsız olmakla da yetinmeyerek bağımsızlığı demokrasi, laiklik ve milliyetçilikle besleyen rejimler kurdu. Mısır’da Cemal Abdülnasır, Suriye ve Irak’ta Baas rejimleri devrimler yaparak geldi. İngiltere’nin ABD’ye devrettiği emperyalist kampın liderliği bu durumdan hoşnut değildi. Soğuk Savaş boyunca sürecek gerilimler, bu döneme özgü denge politikalarıyla büyük savaşlara dönüşmedi. Ancak İngilizlerin girişimiyle 1947’de kurulan İsrail bir “Batı” üssü gibi çalışarak bölgenin güvenliği açısından her dönem tehdit yarattı. Ünlü Arap-İsrail Savaşları da bunun bir kanıtı niteliğindedir. Ayrıca Filistin bölgesinin bu kukla devlet tarafından işgali Arap ulusalcıları için hep birinci sıradaki gündem olmuştur.
Batı Asya’da kurulan yeni rejimlerin en önemli amaçları ortaçağın tüm aidiyet bağlarını kırmak ve birliği sağlamaktı. Bu Türkiye’de Kemalist Devrimin başardığı şekilde hızla halledilebilecek bir görev değildi onlar için. Bilhassa söz konusu eski bağların, ilişkilerin devlet mantığının ve kültürünün ilerisine geçmesi Suriye, Irak ve Mısır için hep sorun teşkil etti. Irak’ta Kürt ayrılıkçılığı ve mezhep gerilimlerinin benzerini Suriye’de yaşıyor, Mısır sürekli gericiliğin tehdidi altında bulunuyordu. Baas Rejimlerinin sorun çözme yöntemleri de çözümün kalıcı olmasının önüne geçiyor ve bugüne uzanan bir çatal çıkmaz yaratıyordu. Bu çıkmazın çatallığı Sovyetlerin dağılmasıyla daha iyi anlaşılacaktı.
EMPERYALİZMİN ‘NEOLİBERAL’ YÖNTEMİ :TERÖR
90’lı yıllar bölgedeki tüm bağımsız ve halkçı-milliyetçi rejimler için sınanma dönemi oldu. İran’da gerçekleşen İslam Devrimi, anti-emperyalist bir kazanım olmasının yanında bölgedeki ideolojik yönelimleri de etkileyecek tersine bir rüzgar gibi duruyordu. Bu yüzden Irak ve İran yıllarca savaşmıştı. Bu ideolojik gerilimin etkisiyle İran, 1. Körfez Savaşı’nda ABD’ye destek vermişti. Suriye hareketsiz kalmış Irak’a emperyalist müdahaleyi izlemişti. Hayatın acı dersleri hepsini eğitecek, küçük hesaplardan arındıracaktı. Emperyalistlerin bölgede doğrudan müdahale olarak görülebilecek 2. Körfez Harekâtı belki de herkesi ayıltmıştı. Mısır, ABD işbirlikçisi iktidara karşı hareketlenmeye başlamış, Saddam’ın heykellerini yıkanlar direniş pozisyonuna geçmiş, Suriye üzerinde uçan akbabaları daha net görmeye başlamıştı. Üstelik 2000’li yıllar ilerledikçe ABD emperyalizminin bir tür vekâlet savaşı olarak nitelendirilebilecek terör örgütleri yoluyla planlarını gerçekleştirmeye çalıştığı da ortaya çıkmıştı. “22 ülkenin sınırlarını ve rejimlerini değiştirme” üzerine kurulu “Büyük Ortadoğu Planı” terör yöntemiyle işletilecekti. Suriye’de 2011 yılında başlayan savaş insanlık açısından bu tespitin en kesin deneylerini içeriyor.
Burada soru şudur: PKK/PYD Sykes-Picot mantığına karşı mı savaşıyor yoksa o emperyalist mantığı yerle bir eden bağımsızlıkçı Arap ulusalcığına karşı mı savaşıyor?
Şu an Suriye’nin başında 1916’da işaret edilen işbirlikçi gerici Araplar mı var yoksa laikliği, demokrasiyi ve millet olma bilincini Arap topraklarına getiren devrimciler mi?
Elbette onların bu sorulara vereceği klişe bir yanıt var. Sykes-Picot Kürtleri 4 ülkeye bölmüştü şimdi biz bunları birleştirmeye çalışıyoruz! Olaylara kör bir mikro-milliyetçilikle bakılırsa o olayların içerisinden olgular ve tarihin değişimini belirleyen yasalar/ilkeler çıkarılamaz. Bu bakış açısından mahrum söz konusu hareket, bu nedenle bölgede emperyalizmin taşeronluğu görevini yapıyor.
Beşar Esad’ın liderliğinde savaşan Suriye’nin milli devleti 80 sonrası bir fırtına halinde üzerimize gelen neoliberal programın çöküşünü gözler önüne serdi. O çöküşün memurlarını dahi milli devlet olgusu karşısında diz üstü çökertti. Çökmeyi reddeden bölücü terörün başı da Türkiye’de eziliyor. Suriye’de de ezilecektir. Irak’ta kukla devlet kurmaya kalkan “aşiret savaşçısı” Barzani, İran ve Rusya’ya selam çakmadan konuşma yapamaz hale geldi. Kendi bölgesinin bile siyasi birliğini sağlayamıyor. Mısır ise laik görünümlü işbirlikçisinden de dincisinden de kurtularak efsanevi lideri Nasır’a yaraşır bir duruma geliyor. Evet, Sykes-Picot 2. Dünya Savaşı’ndan sonra çökmüştü, onu diriltmek isteyenleri titretecek şekilde bir daha çöküyor.
Bir diğer soru da Lozan’ı gerçekleştiren anlayış ile Skyes-Picot’yu yapanların dünyaya bakış açıları aynı mıydı?
Yeni Türkiye Cumhuriyeti İngiliz Himayesinde mi kurulmuştu?
Mustafa Armağan gibileri buna “evet” diyor. Buna çocuklar bile güler. Yeni Türkiye, Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde emperyalistlere karşı savaşarak kuruldu. Türkiye’nin sınırlarını ve rejimini değiştirmeye çalışmak 20’lerde de emperyalizmin programıydı, 80’lerde de, bugün de.
ABD emperyalizminin siparişiyle bölgede bir alt-emperyalist olma hülyasıyla hareket ederek bir dönem BOP Eşbaşkanlığı yapan Erdoğan, Gül, Davutoğlu vb.leri söz konusu çabalarını ‘Yeni Osmanlıcılık’ perdesiyle gizlemeye çalışmıştı. Bu gizlemenin niyeti güya Ortadoğu’yu İngilizlere bırakan Lozan’a karşı çıkmaktı. Trajikomik olan, dün Anadolu’yu emperyalistlere teslim etme zavallılığına düşmüş olanların siyasi devamcılarının bizleri Ortadoğu’yu terk etmekle suçluyor olması. Ülkesini can havliyle kurtarmış olanların Şam’a Kudüs’e, Musul’a sefer yapmasını bekliyor olmalılar. Mustafa Armağan ve Kadir Mısırlıoğlu türevinde püsküllü saray şaklabanlarını bu tezleri savunmaya söz konusu “Yeni Osmanlıcılar” memur ediyordu. Şimdi işler değişiyor. 15 Temmuz darbe girişiminin püskürtülmesinin ardından Tayyip Erdoğan yayınladığı mesajla Lozan’ı selamlıyor. Fethullahçı Terör Örgütü’nün Türkiye’yi ABD adına işgal etme girişimine karşı mücadele Lozan’ı savunmayı mecburiyet haline getiriyor.
Tarih tanıktır. Canlı bombalarlarla, kumpaslarla yılmayan Türk Milleti darbe tezgahlarını da boşa çıkarınca modern Sykes-Picot’lar bir kez daha yırtılmıştır. Çağımızda, Türk Devleti ancak arkasını Asya’nın yükselen uygarlığına yaslayabilecek olanlar tarafından yönetilebilir. Bölgemizi ve insanımızı başı dik konuma getirecekler de onlardır. Vatan Partisi, “Teröre Karşı Devletçe ve Milletçe Topyekûn Mücadele” programıyla* Güçlü ve Aydınlık bir Türkiye’yi yaratmaya hazırdır.
*https://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/basin-aciklamalari/terore-kesin-cozum-19861
oncugenclik.org.tr, 06.08.2016