Yadigar Özen, Öncü Gençlik Genel Başkanvekili
Dünya Sağlık Örgütü’nün kadın cinayetleri raporuna göre, 50 ülke içerinde Türkiye 45. sırada yer alıyor. Aynı sıralamada Guatemala, Brezilya, Kolombiya ve Meksika ilk 4 sırada, Rusya 5’inci, ABD 11’inci sırada, Almanya, Norveç, İsveç, İspanya ve Hollanda gibi gelişmişliği ile bilinen ülkeler Türkiye ile aynı sıralarda yer almaktadır.
Türkiye’de 2017 yılında 353, 2018 yılında 280 ve 2019 yılında ise 299 kadını cinayete kurban verdik. Birçoğunun davası sonuçlandı ve failleri ceza aldı. Davaların bir kısmı ise hala devam ediyor ve failleri tutuklu yargılanıyor.
Kadın cinayetlerinin en fazla işlendiği ve sayı artışlarının yaşandığı ülkelere baktığımız zaman farklı nedensellik bağlantıları ortaya koyabiliriz. Feodalizmin kalıntıları, sömürgeleşmenin bıraktığı toplumsal enkaz, emperyalizmin ve kapitalizmin yarattığı toplumsal çürüme, kadın erkek eşitliğinin üretim alanları içerisinde ve toplumsal yaşamda sağlanamaması, eğitimin bütün vatandaşlara eşit imkanlarla ulaşamaması gibi daha birçok nedeni sıralayabiliriz.
Peki kadın cinayetleri, kadına şiddet veya “ataerki” bugünün sorunu olarak mı karşımıza çıkıyor? Tarihe baktığımız zaman bugünün değil yüzyıllardır devam eden bir sorun olduğunu görebiliyoruz. Sınıflı toplumun ortaya çıktığı, yani üretim fazlasının yaratılmasıyla mülkiyetin oluşmaya başladığı ilk yüzyıllardan itibaren kadın üretim alanlarında yer alamamış ve ikinci cins konumuna itilmiştir. Kadınlar ancak 19. ve 20. yüzyılda yaşanan demokratik ve sosyalist devrimler süreciyle haklarını kazanmışlar ve üretim içerisinde yer almaya başlamışlardır.
Sistem, Hem Kadının Hem de Erkeğin Hayatını Alıyor
Devrimlerle özgürleşen ve toplumsal yaşamda yer edinen kadının 2019 yılında yeniden yakarışlarının arttığını duyuyoruz. Bu yakarışın arttığı dönemi iyi anlamamız gerekiyor. Son 30 yılda kadına şiddetteki artış dönemlerini incelediğimiz zaman karşımıza ortak bir tablo çıkıyor. Dünya genelinde ekonomik krizin derinleştiği dönemlerde, toplumsal buhranın oluşmasıyla, kadına şiddet eğiliminin arttığını görüyoruz.
Kapitalist-emperyalist sistemin çarkının tıkandığı, çözümsüzlük içerisinde çırpındığı dönemlerde, insanlığımız da can çekişiyor. İnsanlığımız can çekişiyor çünkü ekonomik kriz içerisinde toplum sağlığımız bozluyor, şiddete eğilimi artıyor ve bunu en zayıf halka olarak gördüğü cinsin üzerinde gösteriyor. Sistem kurbanı olarak, kadınımızın canını alırken, failini de hayattan hiçbir beklentisi kalmayan katil yapıyor. Aslında hem kadının hem de erkeğin hayatını alıyor. Aynı sistem asıl krizin kaynağının kendisi olduğu gerçeğini kapatmak için hedefi şaşırtıyor. Fonladığı kadın örgütleri eliyle hedef tahtasına sistemi değil erkeği oturtuyor. Sistem burada kadın sorununun çözümünü değil çözümsüzlüğünü dayatıyor.
Türk Milleti Adına Utanç
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele gününde, Şili’deki Las Tesis isimli feminist grubun yaptığı danslı protesto gösterileri dünya gündemine oturdu. Eylem, birçok ülkede kadın örgütleri tarafından tekrarlandı. Şili’de geniş katılımlarla ülkenin farklı noktalarına yayılarak yapılan eylemler, 18 milyon nüfusa sahip ülkede, yılda 600 kadının cinayete kurban gitmesi ve son olarak 2 kadının polis tarafından öldürülmesinin sonucunda, kitleselleşerek bütün Şili’ye yayılıyor ve kadınlar bu zulmün durması için baş kaldırıyor. Şili, emperyalist sistemin koltuğunun altında yer alan, neoliberalizmin çürüttüğü insan örneklerinin en fazla görüldüğü Latin Amerika ülkelerinden birisi olarak karşımıza çıkıyor. Şili’de devletin çözüm üretemediği ve hukuki çözümleri bile işletemediği şartlarda, Las Tesis’le birlikte kadınlar; öfkelerini çıkmaza girmiş, çürümüş sisteme yöneltiyor. Bunun nasıl bir çözüm sağlayacağı sorusu Şili için de geçerli. Fakat bir eylem başka bir ülkeye değiştirilmeden kopya edilebilir mi? Mevsimlerin farklı dönemlerde yaşandığı, güneşin bile farklı açılardan doğduğu ülkelerin toplumsal sorunlarının çözümleri aynı olabilir mi? Bir ülkedeki yakarış başka bir ülkede çözümsüzlüğü derinleştirir ve emperyalizmin güdümüne hizmet edebilir mi? Evet edebilir.
Bu çözümsüzlüğünün yarattığı insan bilincinin uyuşması örneğini 14 Aralık Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gördük.
“Tecavüzcü sensin
Öldüren sensin
Polisler
Hakimler
Devlet ve başkan
Direnen kadınlar”
Yukarıdaki sözler CHP vekilleri tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin meclis sıralarında söylendi. Onlar bu sözleri söylerken bizler utandık. Bu sözlerin Türkiye’de “helal olsun” notlarıyla paylaşıldığını görünce bir kat daha utandık.
Neden mi Utandık?
Kadınıyla erkeğiyle savaşarak kurduğumuz Cumhuriyet’imize, savaşın yönetildiği meclisimizde “tecavüzcü ve katil” denildiği için…
Emperyalizmin piyonları olan terör örgütlerine karşı, canı pahasına mücadele veren, Türk Ordusuna, Türk Polisine, Türk Hakimine “tecavüzcü ve katil” denildiği için…
Türk kadının, başı dik bir şekilde yaşamasının güvencesi olan, Dünya’da birçok ülkeden daha önce seçme seçilme ve hakkını kazandığı Türk Devleti’ne “tecavüzcü ve katil” denildiği için…
Emine Bulut’un failine müebbet hapis cezası veren hâkime “tecavüzcü ve katil” denildiği için…
Devletin ve milletin bütünlüğü için, karnında bebeğiyle şehit verdiğimiz Şerife Özden Kalmışlara, Songül Yakutlara, Esma Çeviklere hesabını veremediğimiz için utandık.
Özür Dileyin ya da İstifa Edin
Şimdi eyleme katılan vekillerimizin önünde iki seçenek yer almaktadır.
Birincisi; sarf ettikleri kelimelerin anlam idrakini sağlayamadıklarını ifade ederek Türk milletinden özür dilemelidirler. İkincisi; sarf ettikleri kelimelerin arkasında duruyorlarsa “tecavüzcü ve katil” olarak nitelendirdikleri devletin vekili sıfatından istifa edip, maaşını almayı bırakmalıdırlar.
Her iki koşulda da haklarında gerekli hukuki işlemlerin başlatılması gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olan bir kişinin, meclis kürsüsünde toplumu ayrıştıran, kin ve nefreti körükleyen, devlet düşmanlığını dayatan söylemler içinde bulunma özgürlüğü yoktur. Boyunlara takılan mor şal, ellerde öldürülen kadınlarımızın fotoğraflarıyla, kadın hakları savunucusu görüntüsü altında duygu sömürüsünün arkasına sığınan bu eylemin, PKK’nın sokak eylemlerinden bir farkı yoktur. Türk milletinin özellikle de Türk kadınının bu zehri hızla bünyesinden atması gerekmektedir. Türkiye’de kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet ancak devletin ve milletin seferberliğiyle çözüme kavuşturabilir.
Kadının Özgürleşmesi İçin Topyekûn Mücadele
Özgecan Aslan’la birlikte hepimiz yandık. Failleri müebbet hapis cezası aldı.
Şule Çet’le birlikte biz de plazanın tepesinden düştük. Faili müebbet hapis cezası aldı.
Emine Bulut’un feryadı hala kulaklarımızda çınlıyor. Faili müebbet hapis cezası aldı.
Cevahir Çay’la birlikte otobüs durağının yanında hala uzanmış yatıyoruz. Faili ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası aldı.
Türkiye kadın cinayetlerinde hukuki yaptırımları açısından belirli bir noktaya geldi. Bu yıl devletin yeni başlattığı uygulamalarla, sorunun sadece ceza süreçleriyle değil, şiddetin aile içinde önlenmesi, rehabilitasyon süreçlerinin uygulanması gibi eyleme önceden müdahale araçlarının oluşturulmaya başlandığını biliyoruz. Özellikle son 5 yıldır kamuoyu baskısının önemli seviyede arttığını da gözlemleyebiliyoruz. Bütün bunlar göz önüne alındığında kadınların kaybındaki oranı düşüremeyişimizin nedenleri ve sonuçları açısından daha temelden çözümlerin işletilmesi gerektiği net görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarına göre öldürülen kadınlarımızın faillerinin %7’sinin okuma yazması yok, %46’sı ilkokul mezunu, %18-22’si ilköğretim mezunu; faillerin %30’u nitelik gerektirmeyen işte çalışıyor, %26’sı işsiz.
Türkiye’de öldürülen ve şiddete uğrayan kadınlarımız için sesimiz hep gür çıkacak fakat saydığımız veriler başka bir gerçeği de yüzümüze çarpıyor. Bu gerçekle yüzleşecek ve çözümlerimizi ona göre konuşacağız. Türkiye’de üretim alanlarını çoğaltıp, nitelikli insan gücünü arttırmaya dönük eğitim politikası belirlemeden toplumsal barışı tam ve kalıcı olarak sağlayamayız. Emperyalist saldırılara karşı direnip bağımsız ekonomimizi kuramazsak üretim alanlarını genişletemeyiz; kadınlarımızın ekonomik bağımsızlığını var edemeyiz. Kadın ile erkeğin ekonomik ve toplumsal hayatta, emeği ve kazancı paylaşarak, uyum içinde ve uygar bir biçimde yaşamasını sağlayamayız. Nitelikli insan gücümüzü oluşturamayız. Saydığımız bu nedenlerle Türkiye’de kadın mücadelesi ve sorunlarına dair çözümlerin çok yönlü yürütülmesi zorunluluktur.
Meclisimizde ellerimiz sıralara; kadınımızın hakça ve özgürce yaşamasının ön koşulu olan devletimize karşı değil, emperyalizmin insanlığa yönelik saldırılarına, üretimi yok eden ve toplumu çürüten neoliberalizme karşı vurulmalıdır. Vekillerimiz, kadını ve erkeği birlikte kurtarmanın çözümlerini tartışmalıdır. Sorunun kökenine işaret eden toplumsal gerçeklere ve yaşanan pratiklere muhalefetçilik adına gözlerini kapatmamalıdır.
Diyarbakır’da 100 günü aşan nöbetleriyle emperyalizme karşı, çocuklarına olduğu kadar devlete de kalkan olan annelerimiz; kadınının özgürlüğe giden taşlarını döşemektedir.
İş yerlerinde, fabrikalarda, tarlalarda işine sıkı sıkıya sarılan ve gerektiğinde hakları için mücadele eden kadınlarımız, bağımsız ekonomimizin inşasında özgürleşmektedir.
Türk adını geleceğin üreten, gelişen, paylaşan, başı dik Türkiye’sinden umutlu; kadınlarımızın ve bütün toplumun özgürleşmesi için görevlere hazırdır.
Kadın çözümün yegâne adresi olan devlete, polise, yargıya düşman değildir; Türk kadını devlettir, polistir ve yargıdır.
oncugenclik.org.tr