20 Mart 2022
Sayın Öncü Gençlik Genel Başkanı,
Sayın Merkez Yöneticileri ve İl Başkanları,
Değerli arkadaşlar hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bir soruyla başlayacağım. Bugün dünyada Atlantik sistemine karşı elinde silahla kim savaşıyor? Bir, Rus ordusu savaşıyor. İki, Türk ordusu savaşıyor. Üç, Suriye ordusu savaşıyor.
Amerika’nın merkezinde bulunduğu emperyalist sistemle göğüs göğse gelen, cephe cepheye gelen ve savaşa hazır olan çeşitli ülkeler de var. Venezuela gibi, Latin Amerika’sından Çin Halk Cumhuriyeti’ne kadar, Asya’sına kadar hepimiz bunun farkındayız. Dün de elde silah Afganlar savaştı. İstiklal Savaşı’ndan Afgan ordusu, bugünkü Afganistan’ı yaratan askerler, silahlı güçler zaferle çıktı.
Niçin bunu söylüyorum? Biz bugün Türkiye olarak emperyalizme karşı silahla mücadele eden, emperyalizmin FETÖ’süne karşı ve PKK’sına karşı onun üzerimize sürdüğü kuvvetlere karşı silahla mücadele eden ve Amerika’nın bölgemizdeki kuvvetlerini, hem Suriye’nin kuzeyinde, Irak’ın kuzeyinde hem de Karabağ’da, Kafkaslarda bozguna uğratan bir mücadelenin ülkesiyiz. Siz de onun gençliğisiniz.
Bunun anlamı ne? Türkiye Atlantik sisteminden zincirlerini kırıyor. Bu 2014 yılından bu yana yaşadığımız bir süreç. Bu süreç Vatan Partisi’nin önderliğinde Silivri duvarının yıkılmasıyla başladı. Yine Vatan Partisi’nin hep tarihe müdahaleleriyle yani 15-16 Temmuz’da, o kritik durumda Vatan Partisi kalktı “Bu Amerikancı bir FETÖ darbesidir, Türk Silahlı Kuvvetleri bunu ezecektir” dedi. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sorumluluk ve görev hatırlattı. Bir nevi görev vermiş oldu ve “Türk milleti silahlı kuvvetlerini destekleyecektir ve bu darbe ezilecektir” dedi. Ondan sonraki süreçte de hep Vatan Partisi’nin öngördüğü yani Türkiye, Suriye’nin kuzeyine silahla girmeli; Türkiye Karabağ’da başlayan savaşta dünyaya çağrılar yaparak “ey dünya müdahale edin, durdurun bu Ermenistan’ı” falan bunlarla olmaz, bu silahla olur, silahla oldu. Dikkat ederseniz bu sürecin bütün kritik noktalarında Vatan Partisi müdahale etmiştir, inisiyatif göstermiştir ve Türkiye devletini de yönlendirmiştir. Böyle bir sürece girdik.
Dolayısıyla bu bir devrim süreci. Yani Türkiye’nin 1876, 1908 Hürriyet Devrimi, 1920’de başlayan Kemalist Devrim; hepsi milli demokratik devrimimizin halkalarıdır. O süreçte şimdi kesin, nihai darbeyi indireceğimiz ve zaferi kazanacağımız tarihi döneme girdik.
Burada gençliğin rolü Türkiye tarihine baktığımız zaman 1876 Talebe-i Ulum hareketiyle başladı. Talebe-i Ulum ne? İlim talebeleri, ilim öğrencileri. Yani üniversite öğrencileri. 1876’da Talebe-i Ulum hareket geçti, arkasında harp okulu öğrencileri harekete geçti. 1876 I. Meşrutiyet talebe hareketleriyle başladı. 1908 Hürriyet Devrimi yine Genç Türkler; Tıbbiye’nin bodrumlarında kurulan, yine İttihat Terakkilerle onun önderliğinde 1908 Devrimi.
1920 Atatürk Devrimi, Cumhuriyet kuruluşunun kadrolarına baktığımız zaman hep neyi görüyoruz? Atatürk dahil hepsi genç insanlar. İşte Mustafa Kemal de 1920 yılında 39 yaşındaydı. Sonuç itibariyle sizden 5-10 yaş büyük konumdaydı. Çevresine baktığımız zaman hep yeni bir kadro var. O tükenmiş olan Osmanlı Devleti’nin paşaları İstanbul’da padişahın dizinin dibinde otururken o genç kadrolar, genç generaller, genç subaylar, genç aydınlar Anadolu’ya geçtiler ve onların önderliğinde bir devrim başarıldı. Gençlik hep Türkiye’nin devrim tarihinde ateşleyici, öne atılan, ilk başlayan, harekete geçiren güç oldu. Bugün de Türkiye’nin yaşadığı tecrübenin aynen tekrar edeceğini göreceğiz. Zaten sizin gençlik içinde büyümeniz, güçlenmeniz ve kendinizi rakipsiz ilan etmeniz de bunun bir işareti ve habercisi oluyor.
Bunun için değerli arkadaşlar, bizler Vatan Partisi olarak tecrübeli kadrolarıyla ve siz genç kadrolarıyla tarihin bize yüklediği sorumluluk ve görevlere hazır olmak durumundayız. Zaten siz hazırsınız. Bunu görüyoruz ve sizinle hiç abartmadan söylüyorum sizinle onur duyuyoruz, gurur duyuyoruz ve gece yatağa yattığımız zaman rahat uyuyoruz. Diyoruz ki evet Türkiye’nin geleceğini, en 40 yılını, emanet edebileceğimiz, sigortaladığımız kadrolar yetişti. Bu parti o kadroları yarattı. Onun için sizler Türkiye’nin önündeki 40 yılı yönetecek arkadaşlarsınız. Bu sorumlulukla, bu görev anlayışıyla ve bu umutla önümüzdeki yıllara bakıyoruz. Bunun yalnız başına sade bir umut olmadığını tamamen gerçeğe dayandığını da hayat sizin tecrübelerinizle, pratiğinizle ispatlıyor.
Arkadaşlar, önümüzde başarılar var, devrimci başarılar var. Üreticilerin milli hükümetine bu parti önderlik edecek. Orada da siz ateşleyici güç olacaksınız, ülkeyi yöneteceksiniz, hükümet olacaksınız, hükümet görevleri yapacaksınız. Her düzlemde, yalnız Ankara’da, Meclis’te, hükümette değil aynı zamanda illerimizde, belediyelerimizde ve bütün emekçi, üretici alanlarında lider görevlere şimdiden hazır olmak durumundayız ve hazırsınız.
Burada bildiğiniz konuşmayı yaptım ama şimdi belki biraz farklı bir görevi önünüze koymak istiyorum. O da kültürel planda olacak.
Her devrim aynı zamanda nedir? İnsanı değiştirmek, insanı değiştirmesi. Daha doğrusu devrim insanı, toplumu değiştiriyor. Devrim ne demek? Hükümeti almak, iktidar mevzilerini ele geçirmektir.
İktidar mevzilerinden yapacağımız iş nedir? Yeni toplumun insanını yaratmak, insanı değiştirmektir. Bütün devrimler en sonunda insanı değiştiriyor, toplumu değiştiriyor. Toplum da kendi pratiği içinde devrimci eylemlere, mücadelelere girerek o devrimci eylemler içinde dönüşür. Biz de kendi hayatımıza baktığımız zaman hiçbirimiz anamızdan kızıl olarak doğmadık ondan sonra bir emekçi devrimcisi olarak, bilimsel sosyalist olarak veya halkçı olarak, devrimci olarak, vatansever, milliyetçi olarak anamızdan doğmadık. Hepimiz kendi serüvenimiz içinde, tecrübelerimiz içinde devrimcileştik. İnsanlığın bilim birikiminin doruğu olan bilimsel sosyalizmi kendi tecrübelerimiz içinde öğrendik ve benimsedik, hayatımıza kılavuz yaptık.
Toplum da bu tecrübeleri paylaşarak değişecek, dönüşecek ve geleceğin Türkiye’sini kuracak. Başı dik bir Türkiye’yi, bağımsız bir Türkiye’yi, üreten bir Türkiye’yi emekçi değerlerinin kültürel düzlemde hâkim olduğu bir Türkiye’yi, devrimci bir Türkiye’yi kuracak. Onu kurmaya çalışıyoruz ve onu kurmak da o Türkiye’nin insanını yaratmak, o insanın yaratılması ve o görev bugünden başlıyor. İktidarı ele geçirdiğimiz andan itibaren değil, o iktidara yönelik mücadelelerin içerisinde hepimiz o kültürel değişimleri yaşıyoruz. Somut olarak da önümüze koyarsak, bugün Türkiye, emperyalizmin aynı zamanda Atlantik’in 1945’lerden bu yana bir kültürel saldırısı altında. Atlantik dönemi de kendi bireyci, bencil, çıkarcı, özel mülkiyetçi insanını yaratmaya çalıştı ve burada belli ölçülerde etkili de oldu.
Kemalist Devrim’le ondan evvel İttihat Terakkiyle, Namık Kemallerle 1876’dan bu yana yaratılan o hürriyetçi, istiklalci, bağımsızlıkçı, devrimci insan, 1945’ten bu yana erozyona uğradı. Bunu görmemiz lazım.
Bizim hedefimiz, özlemlerimiz, kurmak istediğimiz dünya nedir?
Bir, her türlü sömürü kalkacak. Sınıflar olmayacak, sınıfsal sömürü olmayacak. İkincisi her türlü baskı ve tahakküm kalkacak. Buralarda genellikle bir anlaşma sağlamak, kafa berraklığı daha kolay oluyor. Bir de üçüncü maddesi var, o da özlediğimiz dünya, her türlü yabancılaşmaya son vermek. Yani insanın topluma yabancılaşmasına, insanın emeğine yabancılaşmasına, insanın üretime yabancılaşmasına ve insanın kendisine yabancılaşmasına son vermek.
Dikkat edersek emperyalist-kapitalist kültürün içimize soktuğu bu yabancılaşma ve hatta insanın cinsiyetine yabancılaşması; erkeği kadın, kadını erkek yapma noktasına geldi. Tüm çürüyen sistemlerde olduğu gibi bütün bu yabancılaşma türlerinin, bizim hayatımıza pratiğimize sokmak istediği değerler var, pratikler var, kendi hayat anlayışları var, hayat tarzları var. Dolayısıyla biz bu mücadelede aynı zamanda kendi toplumumuzun tarihten gelen halkçı, paylaşmacı, fedakarlık, verici değerlerini yeniden ayaklandırmak durumundayız. Çünkü o değerler ile yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlar ben bunu da gündeminize getirmek istiyorum. Zaten bu hepimizin gündemindedir. Yaşadığımız hayat sade yaşamak, basit yaşamak, üreticiler gibi yaşamak, üretici olarak yaşamak emperyalist kültürün bencilliğinden, kendimize sevdalı olma bencilliğinden, özel mülkiyet düşkünlüğünden, özel çıkar düşkünlüğünden arınmak. Yunus Emre’nin sözünü söylüyoruz: “Miskin Yunus var imdi üryan olup gir yola, yüz çukallı gelürse yaluncağı soyamaz”. Yani Miskin Yunus, Derviş Yunus üryan ol, yani arın. Üryan olmak ne demek çıplak olmak arınmak. Arın ve bir yola gir. Siz o yola girdiniz, hem bir davanın adamısınız hem bir davanın yoldaşısınız. O yola girdiniz. “Yüz çukallı gelürse”, çukallı ne demek zırhlı, eski Türkçede zırhlı demek, yani yüz tane zırhlı asker gelse yalıncağı soyamaz. Yani çıplak bir insanı yüz tane zırhlı asker gelse soyamaz çünkü zaten çıplaksın.
Marx’ın 1848’de “zincirlerinizden kaybedeceğiniz başka bir şeyiniz yok” seslenişi var emekçilere ama Yunus bunu çok daha güzel söylemiş yani üryan olun, üryan olunduğu zaman sizin soyulacak bir şeyiniz kalmıyor. Burada müthiş bir diyalektik var. İnsanın bencillikten uzaklaşması bir davaya toplum içinde bir davaya girmesi dolayısıyla o toplum için girdiği davadaki bütün ümitleri temizlemesi beyninden, zihninden, manevi ortamından, hayatından, çevresinden, toplumundan ve kendisinden O zaman o çıplak insanı, yaluncağı yüz tane zırhlı gelse tanklarıyla gelse, toplarıyla gelse soyamaz çünkü zaten soyulacak bir şeyi yok.
Aziz kardeşlerim, bizim tarihimizden gelen bu kültürü, Orta Asyalardan buralara taşıdığımız, Anadoluya taşıdığımız, Rus steplerine taşıdığımız, Ortadoğu’ya taşıdığımız, Balkanlara taşıdığımız, Hindistana, Pakistana yani Dünyanın her yerine taşıdığımız bu yaluncağın soyulamayacağı kültürünü, bencillikten arınma kültürünü, bugünden topluma yaymamız çünkü onu yayarken biz de üryan oluyoruz, biz de arınıyoruz. Bunu önümüzde bir görev olarak koymalıyız.
Her şeyimize yansıyacaktır. Aşklarımıza, sevgilerimize, kardeşliklerimize, dostluklarımıza, el ele verişlerimize, gönül ilişkilerimize insanla ilişkilerimize, çiftçi ile ilişkilerimize, işçi ile ilişkilerimize, toplumla olan ilişkilerimize, bütün kıyafetlerimize, giyimlerimize yansıyacaktır. Üreticilerin onayladığı insanlar olmaya yansıyacaktır. Çünkü sonuç itibariyle üreticilerle birleşiyoruz ve üreticilerin kültürü de yanılmayan bir kültür; ürettiği için arındıran kültürdür. Üretmek insanı arındırır.
Emek kullanmak, emek sarfetmek sonuç itibariyle sonun başlangıcı, dolayısıyla emek sarfetmek aynı zamanda arınmanın başlangıcı. Derin emek sarfettiğimiz zaman ne oluyor bencillikten arınıyoruz, kendi geleceğimizi kendi ellerimizle yaratıyoruz. Yalnız kendi geleceğimizi değil kendi ürettiklerimiz ile başkalarını doyurmak, içirmek, yedirmek, giydirmek, gezdirmek, ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak, edebi ihtiyaçlarını karşılamak dolayısıyla verici bir kültüre insan aynı zaman da üreterek giriyor.
Bizim Öncü Gençlik olarak ve kitle örgütümüz olarak Türkiye Gençlik Birliği olarak da bu verici kültürü, üretici kültürü bütün tarihsel mirasını da ayağa kaldıraracağız ve canlandıracağız. Orhun Yazıtları’ndan, Kutadgu Bilig’den 11. Yüzyıl Dede Korkut destanlarındaki erdem, mertlik, oradaki kahramanlık, oradaki vericilik, oradaki kardeş sevgisi, toplum sevgisi, toplum için insanın kendini feda etmesi, yer sevgisi, vatan sevgisi bütün o değerleri canlandıracağız.
13. Yüzyıl Yunus Emreler, Hacı Bektaşi Veliler, Hacı Bayram Veliler, bütün o Türklerin muazzam bir tarihsel değeri var. Büyük bir verici Türk kültürü var. Onu şiirimizde, edebiyatımızda, modern Türk Edebiyatında da görüyoruz, Halk Masallarında da görüyoruz.
Keloğlanlarımız, Nasreddin Hocalarımız çok derin bir Türk kültürü bunlar ve daima hayata iyimser bakan Türk kültürü var. Diyelim bardak yere düşüp kırıldığı zaman ne diyoruz yağ gelecek diyoruz ve bir şey oldu mu hemen onu iyimser bir şekilde yorumluyoruz. Öyle bir Türk kültürü var, bu çok önemli bir şey bardak kırıldığı zaman bir acıyla hemen yanıp yıkılmak yok her türlü kötülüğün umutları yeşerten bir mirasa sahibiz.
Yine Timur’un fillerine karşı Nasreddin Hocanın o alaycı tavırları, Keloğlanın saraylara karşı, padişahlara başını dik tutması. Keloğlan çok büyük bir icat. Keloğlan’a bakıyorsunuz zavallı aciz, başı bile kel çelimsiz bir oğlan. Keloğlan Masallarında yaratıcı değişimci, devrimci, güçten, şiddetten korkmayan ve bütün paylaşma değerlerini savunan bir kahraman olarak çıkıyor Keloğlandan kahraman yaratan bir kültür, bu çok önemli. Zırhların içinde 2 metre değil, Keloğlan masallarda kahraman oluyor ve destan yaratıyor, böyle bir kültürümüz var.
Bu kültürümüzü canlandırmamız lazım ve bunu modern edebiyatımıza uzantılarını, Orhan Kemaller, Cemal Süreyalar, bunları tekrar ayağa kaldırmamız ve yaymamız lazım. Kendi özel hayatımızda da, sevgilerimizde beraberliklerimizde, el ele tutuşmalarımızda, paylaşmalarımızda, kantindeki oturuşlarımızda, vericiliğimizde bu kültürü ayağa kaldırmamız lazım.
Ben burada bir arkadaş topluluğu, bir önderler topluluğu olduğu için daha da açık konuşacağım. Erkeklerde küpe olmaz. Erkek ve kadın olarak hepimiz bir cinsiyete sahibiz ve cinsiyetimizle de gurur duyuyoruz. Cinsiyeti sergileyen kılıklar kıyafetler bunlar da çok yanlış. Yani cinselliğimizle ve cinselliği sergileyerek değil insanlığımızla, paylaşmacılığımızla, el ele verişlerimiz ile toplum içine çıkalım, bunları yukarıdan aşağıya yayalım. Otoriterliğimizle değil, diktatörlükle değil, yarattığımız kültürel ortamla. Erkeklerin saçlarının uzunluğundan tutun da kılıklarımız kıyafetlerimiz, oturuşlarımız, eteklerimizin boyu, göğüslerimizin dekoltesine kadar buralarda her türlü yabancılaşmaya karşı gönüle dayanan, dayatmalardan kaçınan, o tür ortamları ve bunun temellerini, kültürel değer olarak temellerini, bütün notlarımıza sindiren, kafalarımıza sindiren bir ideolojik ortam yaratıyoruz.
Mesela Özay Gökçe arkadaşımızı kaybettik, bu tür arkadaşlarımızı Hasan Yalçınlar, Özay Gökçeler, Soner Polatlar partimizin 60-70 yıldır kahramanları var. Örnek olacak bize emekçi kahramanları, üretici kahramanları, devrimci aydın örnekleri. Özay Gökçenin cenaze konuşmasında ben bir şeyden bahsettim, dedim ki o hiçbir zaman psikoloğa gitmedi, seans almadı. Bunu niye söylüyoruz. Seans belki sizin de içinizde vardır. Eğer incitiyorsam kusuruma bakmayın, seansla meansla olmaz. Seansa giderek
psikoloğa giderek, seansla olmaz.
Arkadaşlığımız yani bir tavla oynarsın arkadaşınla bir kantine gidersin, bir el ele verip kıra çıkarsın, terlersin işte bütün ruhumuzu belirleyecek olan, inceltecek olan belirginleştirecek olan o insan ilişkileridir. Mesela bunun yayıldığını görüyorum. Belki bana kızacaksınız bir tartışma açmak için de söylüyorum. Ben bilimi kılavuz edinmiş bir arkadaşınızım, benim için psikoloğun, Amerika’nın yetiştirmiş bir psikologların, üfürükçüden muskacıdan bir farkı yok.
Psikolog bizi tanımıyor, psikoloğa ben içimi açacağım sırlarımı söyleyeceğim ondan sonra bu kız bana bakmıyor bu oğlan bana bakmıyor diyeceğim psikolog da o kız sana nasıl bakar, o oğlan gönlünü nasıl alır…. Bunları birbirimize anlatacağız, birbirimizle el ele vererek, yardımlaşarak bu sorunların üstesinden geliriz.
Tabi hepimizin sorunları var, zaten bu sorunlar sayesinde insan olarak kendimizi geliştiriyoruz, birleştiriyoruz, büyütüyoruz, ilerletiyoruz. Kendi hayatımızda da çetin problemlerin üstesinden gele gele, taş üstüne taş koyuyoruz. Onun için hayat ve tecrübeler burada bize ışık tutar yoksa, psikolog falan filan hepsi Amerikan eğitimi almış. Bunlara karşı da aramızda tartışmalar yapalım, konuşmalar yapalım, birbirimizi aydınlatalım, aydınlanalım.
Bakın böyle bir cereyan Türkiye’de gözüküyor ve her türlü yabancılaşmadan arınalım. Bizi insana yabancılaştıran her şeyden, bizi cinsiyetimize yabancılaştıran eğilimlerden arınalım. Kadınız, erkeğiz; aşk, muhabbet bunlar güzel mutluluk kaynakları hepimiz bunları yaşayacağız ve yaşıyoruz buralarda hiçbir taassup bağnazlık yok. Ama hayat bundan ibaret değil. Yani her şey televizyonlarda gördüğümüz gibi, Netflixlerde gördüğümüz gibi cinsellikten ibaret değil. Cinsellik o da yanlış o da büyük bir yanlış. Ama her şey bundan ibaret değil.
Mesela biz bunları hapishanelerde, diğer tecrübelerde çeşitli şiddetlerle karşılaştığımız zaman yaşadık ve partimizin tecrübesinde de o baskılar, zorbalıklar, şiddetler şunlar bunlar hep birbirimize sarılarak, birbirimize yapışarak birbirimizle el ele vererek bir vücut olarak onları aştık. Neşeyle karşıladık şiddetleri. Nasreddin Hoca gibi Timur’un şiddetini tebessüm ederek karşıladık. Çok zorbalıkla karşılaşmış bir Türk halkı, Türk kavmi o zorbalıkları tebessüm ederek yalnız eliyle bileğiyle değil tebessüm ederek karşılıyor.
Biz de kendi aramızda bu kültürel kaynaklarımızı pekiştirelim yayalım, buna yönelen okumalar yapalım, tartışmalar yapalım ve önümüzdeki eğitimlerimize ve insan ilişkilerimize bu kültürel değerleri de koyalım. Bu yeni toplumu yaratmakta çok çok önemli. Kendimizi dönüştürürken toplumu dönüştüreceğiz, toplumu dönüştürme mücadelesinde kendimizi değiştireceğiz. Bu devrimci mücadelede sen toplumu değiştirirken kendini de değiştirirsin ve mutlu olursun. Bundan daha engin bundan daha zengin bir mutluluk kaynağı yok bunun tadına bakmak lazım bunun tadını vermemiz lazım. Devrimci hayatın insana verdiği tat, devrimci hayatın insana verdiği mutluluk, devrimci hayatın kişisel problemleri tasfiye etmede üstesinden geldiği mutluluk yani Yunus Emre’nin önerdiği gibi üryan olup yola gir çok olağanüstü bir şey.
Değerli arkadaşlar, benim bu toplantıdan yararlanarak size sunmak istediğim mesaj budur, bunu gündemimize almayı öneriyorum. Onun ötesinde başında da söylediğim gibi Türkiye devrimci bir sürecin içindedir ve buradan bir Üreticilerin Milli Hükümeti ile çıkacaktır. Türkiye yine tarihinde olduğu gibi 1876, 1908, 1920; bütün bu tarihsel dönemeçler yalnız Türkiye tarihinde değil insanlık tarihinde özel işler. Türkiye’nin gelişmesi, devrim yapması, özgürleşmesi, bağımsızlaşması bakımından, Türkiye’yi değiştirirken dünyayı değiştiren büyük tarihi sorumluluklar ve görevlerin içindesiniz. Önümüzde bizleri bekleyen çok büyük zaferler var başarılar var. Bundan kaynaklanan mutluluklar var. Bu mutlulukları paylaşmayı bütün milletimize halkımıza ve çevremizdeki komşu halklara hep birlikte taşıyalım.
Sizlere yürekten sevgiler ve saygılar, başarılar diliyorum.
Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek