Ana Sayfa Parti Tarihi Vatan Partisi Tarihi

Vatan Partisi Tarihi

7381

Ali Karşılayan, MKK Üyesi
Ağustos, 2014

GİRİŞ

27 Mayıs Devrimi’nin getirdikleri
27 Mayıs Devrimi özgürlükçü bir anayasa getirdi ve sosyalizmin yasal örgütlenmesinin önünü açtı. 27 Mayıs 1960 Devrimi halk hareketiyle geldi ve halk hareketine dayandı. Türkiye, 1960 sonrasında bir özgürleşme ve ekonomik gelişme dönemine girdi.

27 Mayıs Devrimi’nin önder kadrosu Atatürk devrimcisiydi; içlerinde Suphi Karaman, Sami Küçük, Haydar Tunçkanat, Suphi Gürsoytrak, Ahmet Yıldız kendilerini açıkça sosyalist olarak tanımlıyorlardı. Türkiye sosyalistleri ittifak halinde 27 Mayıs Devrimini desteklediler. Hikmet Kıvılcımlı’nın Milli Birlik Komitesi’ne yolladığı mektup önemli bir yol gösterici belgedir ve “İkinci Kuvayı Milliyeciliğimiz” başlığıyla yayınlanmıştır.
1961 Anayasa’sını yapan Kurucu Meclis üyeleri arasında sosyalist subayların yanında, Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal gibi sosyalist aydınlar ve bilim adamları vardı. Kurucu Meclis “sosyalizme açık” bir anayasa yaptı. Bu “sosyalizme açık anayasa” sözü, Mehmet Ali Aybar’ın önderlik ettiği TİP’in temel sloganlarından biri oldu.
İşçi ve köylü hareketi 27 Mayıs Anayasası’nın getirdiği hak ve özgürlükler ortamında, Cumhuriyet tarihinin en büyük atılımını yaptı. Türkiye, halk hareketinin hızla yükseldiği bir döneme girdi. Sosyalist siyasal örgütlenmede en önemli atılım Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin kuruluşudur. 13 Şubat 1961 günü 12 sendika önderi TİP’i kurdular. Kısa süre sonra Mehmet Ali Aybar TİP Genel Başkanı oldu. 1965 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde TİP yüzde 2,7 oy alarak meclise 15 milletvekiliyle girdi ve grup kurdu. 20 Aralık 1961’de Doğan Avcıoğlu önderliğinde YÖN dergisi yayına başladı. 1962 yılında Mümtaz Sosysal’ın kurucuları arasında bulunduğu Sosyalist Kültür Derneği kuruldu. 1966 yılında yayına başlayan Mihri Belli önderliğindeki Türk Solu dergisinin başyazarı Suphi Karaman idi. 1967 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kuruldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) Fikir Kulübü, sosyalist fikirlerin etkisine girdi. Fikir Kulüpleri hızla birçok üniversitede örgütlendi ve 17 Aralık 1965’de Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) haline geldi.

Partinin ilk önder kadroları nasıl ortaya çıktı?

27 Mayıs devriminin açtığı özgürlük ortamında üniversite gençliğinin, işçi ve köylü kitlelerinin mücadelesi hızla yükseldi. Önceleri Aydınlıkçılar olarak bilinen, sonraları Partiyi oluşturacak olan önderler, esas olarak gençlik içinden, aşağıdaki üç alanda yürütülen devrimci siyasi çalışmalar içinde yetişti.
1. Gençliğin ve emekçilerin kitle mücadelesi; 68 devrimci gençlik hareketi, işçilerin grev ve fabrika işgalleri, köylülerin toprak işgalleri ve üretici mitingleri
2. Türkiye İşçi Partisi içinde Milli Demokratik Devrim- Sosyalist Devrim ekseninde yürütülen ideolojik mücadele
3. Aydınlık Dergisi çevresindeki teorik çalışmalar

Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz

1968’den itibaren mücadelemize yol gösteren temel ilke “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” ilkesidir. Ama teori de gökten zembille inmez. Teori pratikten çıkar ve daha ileri pratiklere yol gösterir. Parti programı, teorik ve pratik mücadele içinde olgunlaşır. Ancak mücadeleye başlarken elimizde pratiğimize yol gösteren bir teori olmalıdır. İşte buna teorik miras diyoruz. Partimiz her dönemde gençlik önderleri ve emekçi önderleriyle program temelinde birleşerek ilerledi.

Vatan Partisi’nin geçtiğimiz 44 yılda yıkılmadan, dağılmadan devrim yolunda yürümesinin, yenileşerek, gençleşerek ilerlemesinin temelinde yatan temel ilkeleri şunlardır:
1. Tarihe yaslanmak, teorik bir mirasa sahip olmak
2. İşçi ve emekçi sınıflara dayanmak ve mücadele içinde halkın öncülerini ve aydınları kazanmak
3. Bilimi rehber kabul etmek, Bilimsel Sosyalizmi benimsemek
4. Örgütsel ve ideolojik bağımsızlığını korumak
5. Halka güvenmek, kitlelerin gücüne güvenerek, kitle hareketinin yükselmesine dayanarak ilerlemek ve doğru bir eylem çizgisiyle güç toplamak
6. Mücadele içinde yetişmiş, sınavlardan geçmiş, kararlı devrimci kadrolara sahip olmak

TARİHE YASLANMAK VE TEORİK BİR MİRASA SAHİP OLMAK

Öncü Geleneği ve Devrim Mirası
“Vatan Partisi, 150 yıllık devrimimizin Namık Kemal’lerden Mustafa Kemal’lere uzanan öncü parti geleneğinin ve bu sürecin ayrılmaz parçası olan emekçi partilerin ürettiği düşünsel ve örgütsel birikimin devamı ve mirasçısıdır.” (Vatan Partisi Tüzüğü madde: 3)

Tarihsel Örgütlenme Modeli
“İktidar hedefine ulaşmak için, Türk Devrimi’nin yalnız programı değil, başarılar kazanmış örgütlenme modeli de geçerlidir… Yeni Osmanlılar, İttihat ve Terakki ve Müdafai Hukuk partileri ile sosyalist partilerin temsil ettiği örgütlenme geleneği, Türkiye’nin 19. ve 20. yüzyıldaki bütün ileri atılımlarının yaratıcısıdır. (Milli Hükümet Programı)

22-23-24 Aralık 2006 günlerinde Ankara’da toplanan 7. Genel Kurultayımızda kabul edilen Program ve tüzüğümüzde öncekinden farklı olarak Vatan Partisi’nin tarihsel kökleri ve örgütsel mirası böyle ifade edilmişti.
1988’den 2006 yılına kadar geçerli olan tüzüğümüzde ise şöyle deniyordu;

“İşçi Partisi, daha sonra TKP adını alan Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nın Şefik Hüsnü önderliğinde örgütlü mücadeleye başladığı 22 Eylül 1919 tarihini kuruluş günü olarak kabul eder.”

2006 öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönem olarak ele alırsak tüzük ve programda önemli fark olduğunu görürüz.
Bu fark nereden geliyor? Türkiye 1950’den sonra Amerikan emperyalizminin baskı ve tahakkümü altına girmişti. Şefik Hüsnü liderliğinde TKP, devrim programı olarak Milli Demokratik Devrimi savunuyordu. Aydınlıkçılar da bu teorik mirasa sahip çıkarak 1968’den beri Milli Demokratik Devrimi savunundular. Ancak 2003 yılında, ABD’nin Irak’ı işgal ettiği tarihe kadar, Türkiye’nin toprak bütünlüğü yakın bir tehdit altında değildi ve henüz vatan savunması düzlemine girmemiştik. Vatan savunması söz konusu değildi ve milli çelişki baş çelişki haline gelmemişti. 2003 yılında toplanan 6. Genel Kongremiz; “Türkiye’nin Amerikan emperyalizmi ile çelişkisi baş çelişki, milli çelişki haline gelmiştir, vatan savunması dönemine girdik” kararı aldı. Genel Başkanımız “Savaş düzenine giriyoruz” dedi.
2006 yılında toplanan 7. Kurultayımızda Türk devriminin milliyetçi, halkçı ve sosyalist geleneğinden gelen bütün öncülerini parti bayrağı altında toplayacak bir program ve tüzük yaptık. Bu tüzükte İşçi Partisi’ni şöyle tanımladık: “İşçi Partisi, Türkiye işçi sınıfının, köylülerin, esnaf ve zanaatkârların, kamu çalışanlarının, milli sanayici ve tüccarların ortak milli iktidarı için mücadele eden öncü partidir.”

Böylece İşçi Partisi’nin devrimci kökleri, teorik mirası ve örgütlenme modeli, sadece sosyalist hareket ve TKP değil ama aynı zamanda İttihat Terakki, Müdaafai Hukuk birlikteliği oldu.

Aydınlık Hareketi belgesel videosunda görüleceği gibi Doğu Perinçek 1968’den beri Milli Kurtuluş Savaşımızı, Atatürk’ü ve Cumhuriyet Devrimi’ni savunmaktadır. Aydınlık dergisi ve Aydınlık gazetesi arşivi tanıktır, belge doludur. Kemalist Devrim kitap serisi 1975 yılından itibaren devam etmektedir.

10 Kasım 1979 günü, Atatürk’ün ölümünün 41.yılında, Aydınlık gazetesinin düzenlediği açık oturumda TİKP Genel Başkanı Doğu Perinçek şöyle konuştu: “Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye halkının yetiştirdiği en büyük devrimcidir.”
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve 5. Olağan Kongre delegeleri 18 Aralık 1999 Cumartesi günü Anıtkabir’i ziyaret etti. Genel Başkan Doğu Perinçek Anıtkabir özel defterine şu sözleri yazdı: “Milletimiz, senin devrim davana sarılarak, Altı Ok Programını uygulayacak ve 21. Yüzyılın başında Küçük Amerika rejiminden kurtularak Kemalist Devrimi tamamlayacaktır. Milletin azim ve kararı ve senin devrimci hatıran büyük kuvvet kaynağımızdır. Derin saygılarımla.”

PARTİMİZİN DOĞUŞUNA YOL AÇAN ÜÇ TAVIR, TEORİ VE PRATİĞİMİZİ BELİRLEYEN ÜÇ ANA DAMAR:

1. Program temelinde birleşmek
2. Partili devrimcilik
3. Kitle inisiyatifi

Bu damarları kuşkusuz bir ideolojik kaynak besledi: Mao’nun katkılarıyla zenginleşen Bilimsel Sosyalizm.
Aydınlık hareketinin teori ve programı, aslında 1960’ların ünlü Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışması içinde oluştu. 1960 sonrasındaki otuz yılın en önemli ve anlamlı ideolojik kazanımları bu saflaşmanın ürünüdür. Partimiz temel programını Bilimsel Sosyalizmi 1960’ların devrimci kuşağına taşıyan Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli’ler aracılığıyla Proleter Devrimci Hareketten aldı. Ayrıca FKF ve Dev-Genç içinde, maceracılığa, darbeciliğe, partisiz devrimcilik anlayışına karşı mücadele içinde devrimci program oluştu.

PARTİMİZİN DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

1968 – 1971 Dönemi
Bu dönemin en önemli olayları şöyle sıralanabilir;

23-24 Mart 1968 günlerinde Ankara’da toplanan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) 2. Kurultayı’ ında Doğu Perinçek Genel Başkan seçildi. TİP Genel Merkezi Doğu Perinçek’in Genel Başkan olmasını istemiyordu. TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın bizzat kongreye gelerek tavır koymasına rağmen Perinçek seçimi kazanmayı başardı. FKF, sosyalist gençliğin kitle örgütüydü. FKF yönetici ve üyelerinin bir kısmı TİP üyesiydi ama TİP’ in gençlik kolları durumunda değildi.

Doğu Perinçek FKF içinde Milli Demokratik Devrim (MDD) stratejisini savunan gençlerin önderi durumundaydı. Onun Genel Başkan olması MDD mücadelesinin başarısı olarak görüldü.

Milli Demokratik Devrim- Sosyalist Devrim tartışması şöyle özetlenebilir: Türkiye, Amerikan emperyalizminin baskı ve tahakkümü altında, o günlerin ifadesiyle “yarı sömürge, yarı feodal” bir ülkeydi. Sosyalizm hedefine ulaşmak için, milli yani bağımsızlık mücadelesi, demokratik yani toprak devrimiyle köylünün özgür yurttaşa haline getirildiği, ortaçağ karanlığının kökünün kurutulduğu demokrasi mücadelesi verilmek zorundaydı. Devrimin ilk aşaması Milli Demokratik Devrimdi. Sosyalist Devrim Tezini savunanlar ise bu aşamayı atlayarak doğrudan işçi sınıfı önderliğinde sosyalizme ulaşmayı savunuyordu. Milli Demokratik Devrimin başarısı için milli ve demokratik güçlerin güçbirliği temel şarttı. Sosyalist Devrimi savunan TİP yönetimi ise ittifakları reddediyordu.

Milli Demokratik Devrim (MDD) – Sosyalist Devrim (SD) tartışması TİP’ de bölünmeye sebep oldu ama öte yandan Türkiye Devrimi’nin stratejisinin belirlenmesinde ve teorinin gelişmesine büyük katkı sağladı. Milli Demokratik Devrim – Sosyalist Devrim tartışması, Türkiye sosyalist hareketindeki en önemli tartışmadır; son kırk dört yılın doğru ve yanlış çizgileri en sonunda bu eksende toplanır. Bu ayrılık, ülke gerçeğine dayanmakla gerçeklere kafa tutmak arasındadır. Türkiye halkının önüne sosyalist devrimi koymak, tarihsel aşamaları bir çırpıda geçmek gibi gerçek dışı bir programı dayattığı için kaçınılmaz olarak Sovyetler Birliğine bağlanmayı temsil etmiştir.
TİP Genel Merkez yönetimi (1969’a kadar Mehmet Ali Aybar-Sadun Aren-Behice Boran, 1969’dan sonra Aren-Boran):

1. Sosyalizm için mücadeleyi parlamento içine hapseden, kitle mücadelesine önderlik etmekten vazgeçen bir siyaset belirledi (parlamentarizm).
2. Kendi programına aykırı olarak Sosyalist Devrim stratejisini benimsedi. Bunun sonucu olarak parti içi demokrasiyi rafa kaldırdı ve MDD’yi savunanları partiden ihraç etti. 1966 yılında Malatya’da toplanan TİP Genel kongresinde MDD’yi savunan üyeler ihraç edildi. İhraç edilen üyelerin önemli bir kısmı TKP kökenliydi.
3. 1965 sonrasında Türkiye’de NATO’ya ve ABD 6. Filosuna karşı gençlik mücadelesi, köylülerin toprak ve özgürlük mücadelesi, işçilerin sendika özgürlüğü ve grev mücadelesi yükseliyordu. TİP yönetiminin bu mücadelelere sırtını dönmesi büyük tepki alıyordu.

Öte yandan, Türkiye gibi emperyalizmin baskı ve tahakkümü altındaki ülkelerde tek geçerli devrim stratejisinin MDD olduğunu savunan aydınların karşısına Sosyalist Devrim dayatması çıkarılıyordu. Bu tartışma FKF’ye sıçradı. FKF içinde MDD’yi savunanların başında Doğu Perinçek geliyordu. Doğu Perinçek TİP Çankaya ilçe örgütü üyesi, Bilim Kurulu üyesi, Ankara Hukuk Fakültesinde 26 yaşında bir öğretim üyesi ve FKF üyesiydi.

DOĞU PERİNÇEK ÖNDELİĞİNDE FKF’NİN BAŞARILARI

Doğu Perinçek, Genel Başkan olduğu dönemde FKF demokratik güçbirliği çalışmasında önder bir rol oynadı. Bu dönemin en önemli olayları şunlardır:
Birincisi, Devrimciler Güçbirliği (DEV-GÜÇ) kurulması. ‘68 Baharı Devrimciler Güçbirliği ile başladı. Devrimciler Güçbirliği, 27 Mart 1968’de “Tam Bağımsız Demokratik Türkiye” hedefiyle kurulmuştu. Yürütme kurulu beş üyeden oluşuyordu.

1. Kadri Kaplan 27 Mayıs Devrim Derneği Başkanı (Tabii Senatör)
2. Doğu Perinçek (Fikir Kulüpleri Federasyonu Genel Başkanı)
3. Uğur Cankoçak (DİSK Ankara Şube Başkanı)
4. Prof. Dr. Bahri Savcı (TÖDMF/Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu Genel Başkanı)
5. Sencer Güneşsoy (TMTF/Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı)

Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği ile ODTÜ Öğrenci Birliği de DEV-GÜÇ içinde yer aldı. DEV-GÜÇ’ ün ilk eylemi 29 Nisan 1968 Ankara mitingi oldu. Kemalist-Sosyalist ittifakı sağlandı.

İkincisi, 14-19 Mayıs 1968 NATO’ya Hayır haftası. İstanbul FKF örgütünün başında bulunduğu 17 örgüt “NATO’ ya Hayır” haftası yaptı.

Üçüncüsü, 10-25 Haziran 1968 üniversite işgalleri ve boykotlar. Türkiye tarihinin en kitlesel öğrenci hareketidir. Genel Başkan Doğu Perinçek’in başkanlığında Ankara’da FKF Genel Merkezinde üniversite işgallerini başlatma kararı alındı. 10 Haziran 1968 günü Ankara’da Dil Tarik Coğrafya Fakültesi, Hukuk ve Fen Fakültelerinde işgal başladı. Bu fakültelerin Fikir Kulüpleri başkanları, hem FKF’ nin yöneticileri ve hem de yayına hazırlanan Aydınlık Sosyalist Derginin kurucuları arasında yer alıyorlardı. 12 Haziran’da İstanbul Üniversitesi’nde Deniz Gezmiş’in önderliğinde işgal hareketi başladı. Diğer üniversite ve fakültelerde de boykotlar yapıldı. Bu eylemler “Demokratik Üniversite” talebiyle yapılıyordu.

Bu eylemlerin temel özellikleri:
1. Kitlesel olması
2. Gençlik kitlesinin bağımsızlık ve demokrasi taleplerini dile getirmesi
3. Halkın desteğini kazanması
4. Kitlelerin doğru bulduğu eylem biçimini uygulamasıdır.

1968 gençlik hareketine damgasını vuran ideolojik önderlik, 23-24 Mart 1968 günleri toplanan FKF 2. Kurultayında oluştu. Genel Başkanlığa seçilen Doğu Perinçek o kurultaya bir program sunmuş ve kabul edilmişti. Bu program Milli Demokratik Devrim Programıydı.

1968 Haziran ayında üniversite işgal ve boykotları en etkili eylemlerdi. İki hafta içinde gençlik kitlesel olarak CHP ve TİP önderliklerinin etkisinden kurtularak devrimci saflara geçti.

1968’in ideolojik biçimlenişinin bir öncesi vardır bir de sonrası. Öncesi, MDD stratejisinin kabul edilmesidir, sonrası ise 1971 maceracılığıdır, 68’in reddidir. Şöyle de söylenebilir; 1968 gerçeği, daha sonra efsaneye dönüştürülerek 1971 kılığına büründü. Her efsane aslında bir ideolojik kırılmadır. 68 efsanesi, 68 gerçeğinin “1971 Direniş Ruhu” denilen ideolojik değerlerle yeniden imal edilmesiyle oluşmuştur.

‘68, gençliğin kitle hareketinin doruğudur; kitleseldir, büyük bir demokratik çıkıştır, gençlik kitlelerini dönüştürmüştür.

‘71 ise, kitle hareketinin dibe vurduğu bir sırada bireysel çıkışlardır. Kitlelere güvensizlikten ve karamsarlıktan kaynaklanmıştır; kitlelerden kopuktur, saman alevi gibi parlamış ve sönmüştür. Arkasında umut değil, eziklik ve yenilmişlik duygusu bırakmıştır. Ama aynı zamanda, arkasında efsane haline getirilmiş kahramanlar bırakmıştır. Bugün ‘68 konulu panellerde kahramanlar anılıyor.

Dördüncüsü, Temmuz-Ağustos1968 Ankara, İstanbul ve İzmir’de yapılan “6. Filo Defol!” mitingleri. 15 Tem¬muz 1968’de İs¬tan¬bul’a ge¬len ve Dol¬ma¬bah¬çe ön¬le¬ri¬ne de¬mir¬le¬yen ABD’nin Akde¬niz’de¬ki 6. Fi¬lo¬su, üni¬ver¬si¬te genç¬li¬ği¬nin bü¬yük pro¬tes¬to gös¬te¬ri¬le¬riy¬le kar¬şı¬lan¬dı. 15-16 Temmuz gün¬le¬rin¬de gös¬te¬ri¬le¬ri ön¬le¬mek¬te ba¬şa¬rı¬sız ka¬lan po¬lis, 17 Tem¬muz gü¬nü sa¬ba¬ha kar¬şı İTÜ Gü¬müş¬su¬yu Öğ¬ren¬ci Yur¬du’nu bas¬tı. Öğ¬ren¬ci¬le¬ri ya¬tak¬la¬rın¬dan kal¬dı¬rıp vah¬şi¬ce döv¬dü, Ve¬dat De¬mir¬ci¬oğ¬lu’nu ikin¬ci kat pen¬ce¬re¬sin¬den at¬tı. İlk şehidimiz Vedat Demircioğlu oldu. Polis, 47 öğren-ci¬yi has¬ta¬ne¬lik et¬ti ve 30 öğ¬ren¬ci¬yi gö¬zal¬tı¬na al¬dı. Bu sal¬dı¬rı, 17 Tem¬muz sabahından başlayarak 18 Tem¬muz gü¬nü¬ne ka¬dar sü¬ren ve ABD de¬niz pi¬ya¬de¬le¬ri¬nin Dol¬ma¬bah¬çe’de de¬ni¬ze dö¬kül¬me¬si ile so-nuç¬la¬nan da¬ha bü¬yük gös¬te¬ri¬le¬re yol aç¬tı. Vey¬si Sa¬rı¬sö¬zen’ in ba¬şın¬da ol¬du¬ğu FKF İs¬tan¬bul Sek¬re-ter¬li¬ği, 17 Tem¬muz gü¬nü Dol¬ma¬bah¬çe’ye akan genç¬li¬ği dur¬dur¬ma¬ya kal¬kış¬tı, ama De¬niz Gez¬miş’in ön¬der¬li¬ğin¬de¬ki genç¬lik kit¬le¬si on¬la¬rın en¬ge¬li¬ni çiğ¬ne¬yip geç¬ti.

18 Tem¬muz 1968 Ey¬le¬minin ba¬şın¬da, De¬niz Gez¬miş ile bir¬lik¬te üç ay ön¬ce¬si¬ne ka¬dar İs¬tan¬bul Tek-nik Üni¬ver¬si¬te¬si Öğ¬ren¬ci Bir¬li¬ği Baş¬kan¬lı¬ğı ya¬pan Ha¬san Yal¬çın vardı.

Beşincisi, Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’yı işgali ve Modern Revizyonizme karşı mücadelenin gelişmesidir. 1960 sonrasında, dünyaya Pekin- Moskova çatışması olarak sunulan ama aslında Çin Komünist Partisi’nin lideri ve Bilimsel Sosyalizme büyük katkıları olan Mao Zedung’un, Sovyetler Birliğinde sosyalizmden geri dönüş tezi tartışılıyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi devrimcilikten vazgeçmiş ve revizyonist bir parti haline gelmişti. Sovyetler Birliği 1950’lerin ikinci yarısından itibaren geri dönüş sürecine girmişti. Mao, 1960’larda Sovyetler Birliği’nin kapitalizme geri döndüğünü saptamıştı.

Revizyonizm bu kez büyük bir sosyalist devletin yönetimine hakim olmuş ve emekçiler üzerinde diktatörlük uygulayan bir rejimin uygulayıcısı haline gelmişti. Sovyet devleti sosyal emperyalist bir devlet olmuştu. Bu olgu teorik tartışmanın ötesinde 1968’de Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’ yı işgal etmesiyle dünyanın gündemine oturdu. 21 Ağustos 1968 günü Sovyetler Birliği tankları Çekoslovakya’ya girdi. Aynı gün TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar bir basın bülteni yayınladı, Sovyet müdahalesine karşı çıktı ve “Sosyalist ülkeler arasında müdahaleye yer yoktur” dedi. Behice Boran da 27 Ağustos 1968’de Milliyet gazetesine verdiği demeçte “Bu müdahale milli bağımsızlık ve eşitlik haklarına olduğu kadar sosyalist enternasyonalizm ilkelerine de aykırıdır” dedi. Ancak daha sonra bu görüşlerinden vazgeçti, sosyalizm ve enternasyonal dayanışma adına Çekoslovakya işgalini savunmaya başladı. Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı hep Sovyet revizyonizmine karşı, devrimci çizgiyi Mao’nun temsil ettiğini söylemişlerdir. Ancak Sovyetler Birliğini karşıya almamak ve emperyalistlerle aynı safa düşmemek adına Çekoslovakya’nın işgalini onayladılar. 1 Kasım 1968 günü yayın hayatına başlayan Aydınlık Sosyalist Dergi Yazı Kurulu’nda Vahap Erdoğdu Çekoslovakya’nın işgaline açık ve cepheden karşı çıktı. Ancak Doğu Perinçek dahil yazı kurulunun çoğunluğu bu tavrı benimsemedi. Aydınlıkçılar bir yıl içinde tavırlarını düzelterek Çekoslovakya’nın işgaline Aybar ile birlikte cepheden tavır aldılar ve Sovyetler Birliğinin bu eylemini sosyal-emperyalizm olgusuyla açıkladılar.

Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) 21. sayısında (Temmuz 1970) “Modern Revizyonizmle Mücadele Proleter Devrimci Mücadelenin Bir Parçasıdır” başlıklı bir yazı yayınladı. Tabii kıyamet koptu. Herkes PDA’ya tavır aldı ve anti-sosyalist olmakla suçladı. PDA yayına devam etti. PDA’nın 24. sayısında yayınlanan Doğu Perinçek’in “Marksizm-Leninizm- Mao Zedung Düşüncesi Bütün İnsanlığın Malıdır” yazısı, bilimsel temelleri açıkladı.

Mihri Belli, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin revizyonist olduğunu kabul etmekle birlikte, Sovyetler Birliği’nde kapitalizme geri dönüş olduğunu kabul etmedi. Dolayısıyla “bir devlet olarak Sovyetler Birliği’ne karşı tavır almayalım, yine de sosyalist devlet olarak bizim devrimimize destek olur” dedi. Çin’e ve Sovyetler Birliği’ne eşit mesafede durma tezini savundu. Mahir Çayan da aynı tavrı aldı. Aydınlıkçılar ise bütün saldırıları göğüsleyerek devrimci bir tavır aldı. Böylece ideolojik ve örgütsel bağımsızlık temelinde partiyi inşa etti.
17-18 Ekim 1970’de toplanan DEV-GENÇ’ in 5. Kurultayında, Doğu Perinçek kürsüye çıktı ve konuşmasına şöyle başladı: “Arkadaşlar, Sovyetler Birliği’ne dayanarak, ona güvenerek devrim yapma hayallerinden vazgeçin”. Konuşması burada kesildi ve kürsüden indirildi.

Aydınlıkçıların Sovyetler Birliği’ne karşı mücadelesi, 1975-1985 döneminde “Ne Amerika Ne Rusya Tam Bağımsız Türkiye” sloganıyla devam etti.

Altıncısı, Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü. Doğu Perinçek, Temmuz ayında TİP yönetiminin bir tertibiyle FKF Genel Başkanlığından düşürülmüş olmasına rağmen DEV-GÜÇ içinde etkiliydi. Öğrenci dernekleriyle beraber bu yürüyüşü düzenlediler. Yürüyüş 1 Kasım’da Samsun’dan başlayacak, 10 Kasım’da Ankara’da sona erecekti ve Ankara’da bir miting yapılacaktı. Ancak Gladyo bir dizi tertip ve provokasyon ile eylemi baltaladı. MİT gazetelerde, “Yürüyüşçüler Ankara’ya girince bombalar patlayacak, suikastlar yapılacak, yürüyüşçüler kızıl bayrakla yürüyorlar” gibi haberler yayıyordu. Halbuki yürüyüşün başında Deniz Gezmiş vardı ve Türk bayrağıyla yürüyordu. Bu haberlere İsmet İnönü de inandı ve CHP’li gençlik önderlerinin yürüyüş komitesinden çekilmelerini istedi. Türkiye Milli Gençlik Federasyonu (TMTF) ve Ankara Üniversitesi Öğrenci Birliği yürüyüşten çekildi. Doğu Perinçek, Elmadağ’dan Ankara’ya kadar Deniz Gezmiş ile birlikte yürüdü, son durumu değerlendirdiler ve mitingin iptal edilmesine karar verdiler. Yürüyüş kolu doğrudan Anıtkabir’e çıktı ve defteri imzaladı.

Yedincisi, Aydınlık Sosyalist Derginin yayına başlaması. 1 Haziran 1921 yılında İstanbul’da Şefik Hüsnü önderliğinde yayına başlayan, 1925 yılında kapatılan Aydınlık, 47 yıl aradan sonra 1 Kasım 1968 günü Ankara’da yayın hayatına atıldı.

Aydınlık Sosyalist Dergi MDD hareketinin teorisinin yapıldığı yayın organı ve aynı zamanda devrimci bir karargâh haline geldi. Derginin yazı kurulunda Doğu Perinçek, Vahap Erdoğdu, Erdoğan Güçbilmez, Seyhan Erdoğdu, Ömer Özerturgut, Gün Zileli, Şahin Alpay, Münir Ramazan Aktolga, Cengiz Çandar görev aldılar. MDD hareketinin o günkü lideri Mihri Belli idi.

Aydınlık Sosyalist Dergi çıkış bildirisinde amacını şöyle açıklıyordu;

“AYDINLIK, bağımsızlık ve demokrasi mücadelemizi, halkımıza ve onun en devrimci sınıfı proleteryaya mal edecek proleter devrimci militanların, teorik yönden doğru devrimci çizgide en iyi bir şekilde yetişmesine katkıda bulunmak için çıkmaktadır.”

Aydınlık Sosyalist Dergi proleter devrimcilerin, hem TİP içinde hem FKF içinde, ideolojik mücadelede ile üyeleri devrim saflarına kazanarak, bu örgütleri devrimcileştirme çalışmasına önderlik etti.
FKF 3. Kurultayı: Ocak 1969’da FKF 3. Kurultayında, Doğu Perinçek tarafından kaleme alınan Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan karar tasarısı kabul edildi. Ancak Veysi Sarısözen ve arkadaşları, FKF Genel Başkanı olabilecek adayları oy pusulasından sildirerek, bu adayların genel yönetim kuruluna seçilmesini engellediler. Hiç olmayacak bir isim, Yusuf Küpeli, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının adayı olarak Genel Başkan oldu.
Yusuf Küpeli, zayıf kişiliğiyle ve MDD’yi anlamayan geri bilinciyle olumsuz bir rol oynadı; FKF’nin DEV-GÜÇ’e katılma kararı almasını önledi.

Maceracı eğilim başlamadan önce: Doğu Perinçek ve arkadaşları, FKF’li gençlerin üniversite sınırları içine hapsolmaması, işçi ve köyü kitlelerinin mücadelesi içine girmesi için çalıştı. 1969 Şubat ayında Akhisar tütün üreticileri mitinginin örgütlenmesine Doğu Perinçek önderlik etti. Yüzlerce devrimci genç Akhisar’da köyleri dolaştı, kitleyle kaynaştı ve çok başarılı bir miting yaptı. Bunu Ödemiş mitingi izledi. Haziran ayında İŞÇİ-KÖYLÜ gazetesi yayınlandı. İzmir’in Torbalı ilçesi Atalan ve Göllüce köylüleri ağaların topraklarını işgal ettiler, devrimci gençler orada da köylülerle beraberdi. İstanbul’da Alibeyköy’de Demirdöküm işçileri fabrikayı işgal etti, devrimci gençler oradaydı.

FKF içinde iki çizgi mücadelesi: 1969 yaz aylarında iki eğilim ortaya çıktı. Birinci eğilim kitle çizgisinde ısrar edelim eğilimiydi. Bu eğilimi Aydınlıkçılar temsil ediyordu. Bu çizgi “İşçilerle, köylülerle birleşmek için, onların sorunlarına sahip çıkalım, onları seferber eden kitle çizgisinde ısrar edelim” diyordu.
İkinci eğilim ise, aceleci, maceracı, kitleden kopuk eylem çizgisiydi. “İşçileri, köylüleri gördük, bunlar düzene boyun eğiyor, bunları beklersek devrim olmaz. Biz öncü savaşçılar silahlı eylemlerle, oligarşiye indireceğimiz darbelerle, düzenin zayıf olduğunu göstereceğiz” diyorlardı. Miting sonrasında Amerikan TUSLOG binasına bomba atmak, Filistin’e adam göndermek gibi davranışlar, FKF’yi kitlelerden koparıyordu.

1969 Haziran ayından itibaren ülkücü militanların silahlı saldırılarıyla artan şiddet eylemleri başladı. Aydınlık Sosyalist Derginin Mayıs 1969 sayısında Doğu Perinçek’in çok önemli bir yazısı yayınlandı. Yazıda şöyle deniyordu: “Gençler, güçbirliği bozguncularına karşı olduğu kadar, gençliğin eylemine anarşizmi ve terörcülüğü sokmak isteyenlerle de mücadele ediyor. Gençlik eylemini, 27 Mayıs Anayasa’sının meşruiyet sınırları dışına taşırmak isteyen küçük burjuva anarşistleri karşısında uyanık devrimciler olarak hareket ediyorlar, polisten gelen bombalı tertiplere, suikast tekliflerine yüz vermiyorlar.”

Bu iyi niyetli uyarı itibar görmedi. Tam aksine Doğu Perinçek “devrimci mücadeleyi Anayasa’nın meşruiyet sınırlarına hapsetmekle” suçlandı. Gençlik eylemlerine sızıp bombalama eylemlerini yapan polis ajanları “yiğit devrimci militanlar” olarak adlandırılıp korundu. Muzaffer Köklü örneğinde görüldüğü gibi (Muzaffer Köklü, Ankara’da ODTÜ’ de öğrenci, İzmir’li bir gençti. 1969’da polis ajanı olduğunu itiraf etti). Şiddet ve zorbalık sosyal demokrat gençlik örgütlerine ve Ecevit’e yöneldi.

Parti’nin ilk yönetici çekirdeği kuruluyor: Mayıs ayında çok önemli bir gelişme yaşandı. Doğu Perinçek bu çok önemli gelişmeyi Arkadaşım Deniz Gezmiş kitabında şöyle anlatır:

“O zaman Türkiye İşçi Partisi dışında bir örgütlenmemiz yoktu. Mihri Belli’ nin çevresinde bir önderler grubu oluşmuştu. Mihri ağabey ile ben yönlendiriyorduk hareketi… Böyle gidemezdi. İçimizde partileşme tartışmaları başladı. Hem Türk Solu Yazı Kurulu ve hem de Aydınlık Yazı Kurulundaki arkadaşlar ‘Artık partisiz olmaz’ diyorduk. Deniz de tabii bu tartışmalara katlıyordu. 1969’un 21 Mayıs günü Ankara’da Demirtepe’de Mihri Belli’nin annesinin evinde toplandık. Toplantıda, Mihri ağabey, Doğu Perinçek, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Ömer Özerturgut, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar ve Gülten Çayan vardı… Deniz Gezmiş o toplantıda benimle birlikte partileşmenin şart olduğunu söyledi… Mihri ağabey bana 1951 tutuklamasından ders çıkardığını, çevremizde belli sınavlardan geçmiş insanlar olmadığını, çalışmaları böyle gevşek bir yapıyla götürmenin şart olduğunu söyledi” (Sayfa: 88)
“Gerçekten de ilk yönetici çekirdek o gün kuruldu. Mihri Belli arkadaşın önderlik ettiği Proleter Devrimci Grup, Aydınlıkçıların ısrarlı önerilerine rağmen, parti halinde örgütlenmedi. Mihri Belli, TKP 1951 tutuklamasından sonra partili mücadeleden uzak duran bir tutum benimsemişti. Ayrıca yeni baş gösteren bireysel terör eğilimlerine karşı ortak bir tavır alınamadı. Bunun üzerine Aydınlıkçılar, bir işçi sınıfı partisi inşasına girişmek için ilk adımı attılar ve yönetici çekirdeği kurdular. Bu çekirdek, bütün proleter devrimcilerin örgütsel birliği için çalışacaktı. Bu amaçla 1970’de, daha önce Hikmet Kıvılcımlı arkadaşın önerdiği Sosyalist Kurultay gündeme getirildi. Ancak 12 Mart geldi ve mücadele farklı örgütlerle yürütüldü.” (TİKP BİLANÇO, TEORİ Şubat 1993, Sayfa: 7)
Aydınlık Sosyalist Dergi Yazı Kurulu devrimci gençliği uyarıyor: “Aydınlık’ın Ekim 1969 tarihli 12. sayısında çıkan bildiri tarihsel önemdedir. Yükselen maceracı eğilimleri tartışan Aydınlık Yazı Kurulu, devrimci gençliği uyarmak için bir bildiri yayınlamaya karar verdi. Bildiriyi yaptığımız görüşme ışığında ben yazdım. ‘Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim’ başlıklı bildiriyle gençliğe yaptığımız uyarı şu vurguları içeriyordu: ’Yığınları politikalarımızın doğruluğuna inandırmak için canla başla çalışılması gereken uzun ya da kısa bir süre vardır. Bu süre atlanamaz. Bu sürenin atlanabileceğini sanmak aptallıktır’ (Doğu Perinçek, Arkadaşım Deniz Gezmiş, Kaynak Yayınları, Sayfa: 90)

FKF 4. Kurultayı Ekim 1969 – Kitle çizgisi ile maceracılık arasındaki bölünme: Bu kurultayı Doğu Perinçek şöyle değerlendiriyor: “Aydınlık Yazı Kurulu’nun uyarısı fayda etmedi. Maceracı eğilimlerin alıp yürümesi sonucu devrimci gençlik hareketi bölündü, yollar ayrıldı. 1969 sonbaharındaki FKF 4. Kurultayı’nda, bu bölünme su yüzüne çıktı. Bu Kurultay’da Fikir Kulüpleri Federasyonu, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adını aldı. Dev-Genç’in tüzüğünü ve programını hazırlamak üzere Kurultay’da, hatırladığıma göre, benim de aralarında olduğum üç kişilik bir komisyon seçildi. Komisyon, bu görevi bana verdi. Tüzük önerisini hazırladım ve FKF’nin adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu diye değiştirilmesini önerdim. Federasyon’un kısaltılmış adının Dev-Genç olması da benim görüşümdü. Bu öneriler Kurultay’da kabul edildi.

Kurultay, kitle çizgisini savunanlar ile maceracılığa yönelenler arasındaki mücadeleye sahne oldu. İlginçtir, eskiden Milli Demokratik Devrim’e karşı çıkanlar, bu kez maceracı eğilimlerin peşine takılmışlardı.
Kurultay’da seçimler öncesi bir uzlaşma oldu. Doğu Perinçek’in önderliğindeki gruptan 5, maceracı eğilimden 4 gencin Merkez Yürütme Kurulunda yer alması üzerinde anlaşıldı. Genel Başkan ise, her iki grubun dışında olan Atilla Sarp olacaktı. Seçim sonuçları bu anlaşmaya uygun gerçekleşti. Ne var ki, bir süre sonra bizim tarafta yer alan bir arkadaş saf değiştirince, yönetimin ağırlığı maceracı takımına geçti. Böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü gençlik içinde kuvvetli bir maceracı dalga yükseliyordu. Bu rüzgârın kasıtlı olarak karşı güçler tarafından estirildiği, 1971 sonrasında ortaya çıkmıştır.” (Doğu Perinçek, FKF’den Dev-Genç’e uzanan pratiğin devrimci mirası. TEORİ Mart 2002 Sayfa: 12-13)

Dev-Genç bölünüyor: 1969 sonunda Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu bölündü; Aydınlıkçılar yönetim dışında kaldılar. Aydınlık Sosyalist Dergi’ ye Mihri Belli ve Mahir Çayan el koydu. Doğu Perinçek ile yazı kurulunun çoğunluğu Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) adıyla yeni bir dergi çıkarmaya başladılar.
Bölünme nedeni Aydınlık Sosyalist Dergi’nin 12. sayısında yazı kurulunun bütün üyelerinin imzasıyla yayınlanan “Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim” bildirisiydi. Bu gerçeği ayrılıktan sonra, Aydınlık Sosyalist Derginin Ocak 1970 tarihli 15. sayısında Mihri Belli ve Mahir Çayan da kabul etti. Bir açıklama başlığı altında yazılanlar şunlardır: “Görüş ayrılığı, AYDINLIK’ın 12. sayısında yayınlanan ve proleter devrimci saflarda haklı tepkilere yol açan ‘Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim!’ başlıklı yazıyla ilgilidir. Bu yazıda saflarımızda bir sol sapma eğiliminden söz edilmekte ve bu sol sapma eğilimine karşı savaş açılması istenmektedir… Saflarımızdaki solu tasfiye çabası… proleter devrimci mücadelenin ön safında yiğitçe savaşan militanları saf dışı etme çabasıdır.”
1970 yılı Ocak ayında 15. sayıdan itibaren Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) adıyla anılan Aydınlıkçılar, Proleter Devrimci Grubun 1969 sonunda bölünmesinden sonra, “İlkesiz Birlik Cephesi” adını verdikleri Mihri Belli-Yusuf Küpeli- Mahir Çayan grubuna karşı ideolojik mücadeleyi başlıca üç noktada yürüttüler: 1) Darbecilik ve maceracılığa karşı işçi-köylü inisiyatifi, 2) Milliyetçi eğilimlere karşı enternasyonalizm, 3) Sosyalizmin kuruluşunda geri dönüş teorisinin reddedilmesine karşı sınıf mücadelesi/ revizyonizme karşı mücadele
Proleter Devrimci Grup saflarında, bireysel kahramanlığı öne çıkaran öncü savaş teorileri ile emekçi kitleleri kendi mücadeleleri içinde bilinçlendirme ve örgütlemeyi vurgulayan kitle çizgisi arasındaki ayrım, daha 1969’da ortaya çıktı.

Mihri Belli, “öncü savaş” teorilerinde bir gerçek payı görmemekle birlikte bu tür çıkışlarla ortamı hazırlanacak ikinci 27 Mayıs beklentisiyle maceracı eğilimlerle birleşti. O dönemde bazı sosyalistlerin ordudan gelecek “ilerici” bir darbenin sol kanadını oluşturarak Türkiye’nin geleceğine müdahale umutları vardı.

Gençlik içinde maceracı eğilimler yükseliyor: Dev-Genç içinde saflaşma hızlandı. MDD’yi savunan saflarda maceracı eğilimler boy verdi. Sabırsızlık, acelecilik başladı. Bu sırada Latin Amerika’da gelişen şehir gerillası hareketinin teorileri, özellikle ANT yayınları tarafından basılarak gençlik içinde dağıtıldı. Herkesin cebinde, kapağında üç kurşun deliği olan kitap, Carlos Marigela’nın “Şehir Gerillası” kitabı vardı. Mahir Çayan, “emperyalizmin üçüncü bunalım döneminde kitleler içinde güç toplamak” olarak özetlenebilecek Lenin’in devrim teorisinin artık geçersiz olduğunu ilan etti. Kitleler ancak silahlı eylemlerle uyandırılabilir, oligarşinin bağrını gümbür gümbür döven silahlı eylemlerle devletin güçsüz olduğu kitlelere gösterilebilirdi. Devrimci parti teorisi, sınıfın öncülerinin örgütlenmesi, eskimiş ilan edildi. Parti yerine Foko denilen silahlı eylem örgütleri oluşturuldu. Mahir Çayan THKP/C adıyla, Deniz Gezmiş THKO adıyla böyle örgütler kurdu.

1970 yılı 15-16 Haziran günlerinde İstanbul’da 100 bin işçi ayaklandı, fabrikalar boşaldı ve yürüyüşe geçti. Bu çok büyük işçi eylemi, kendiliğinden gelişen bir eylemdi, örgütsel bir önderliği yoktu. İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi ve isyan ordu gücüyle bastırıldı. Bu olay, kırlardan şehirlere gerilla savaşını savunan arkadaşlara gerekçe oldu. Dediler ki; “İşte gördünüz kitle mücadelesiyle bir başarı kazanılamıyor. Şehirler emperyalizmin güçlü olduğu yerlerdir. Bu yüzden silahlı mücadele kırlardan başlayacaktır.” Buna rağmen Mahir Çayan Latin Amerika deneyine bakarak Şehir Gerillası teorisini benimsedi. Deniz Gezmiş’in THKO militanları Nurhak dağlarına çıktı.

1971 yılına girerken maceracı eğilimler o kadar güçlü bir cereyan haline geldi ki, Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarını bile etkiledi. Garbis Altınoğlu ve İbrahim Kaypakkaya bu görüşlerin etkisiyle, hem de 15-16 Haziran 1970 büyük işçi eyleminden sonra, kitlelerin eylemiyle sistemin yıkılamayacağını iddia ettiler, işçi sınıfı içinde çalışmayı revizyonistlik olarak suçladılar ve derhal silahlı mücadeleyi başlatmak için kırlara çekilmeyi savundular.

1970 yılı son aylarında silahlı mücadele pratikleri başladı. Banka soymak, fidye için zenginlerin çocuklarını kaçırmak, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırmak ve öldürmek, Nurhak dağlarında silahlı gençleri dolaştırmak, devrimi getirecek eylemler olarak propaganda edildi. Bunun adı da “Silahlı Propaganda” oldu. Bütün bu eylemler 12 Mart darbesini hazırlayan Amerikan Gladyo’ sunun elinde halkı ikna etmek için kullanacağı malzeme oldu. 12 Mart Muhtırası’ na da bu şekilde yazıldı. Bu maceracı örgütlenmeler en başından beri Yön-Devrim çizgisindeki 9 Mart 1971 darbesiyle ilişkiliydi ve onların denetimindeydi.

1971- 1977 Dönemi

12 Mart faşist darbesine doğru: Aydınlıkçılar, 1970 yılı sonbaharından itibaren faşist bir darbeye doğru gidildiğini tespit etti. PDA Aralık 1970 sayısında şöyle yazdı; “Hakim sınıflar içinde, halkın mücadelesini faşist bir diktatörlükle bastırma eğilimi güç kazanmaktadır. Halkımızın mücadelesi AP’nin ipliğini pazara çıkarmıştır. Tekelci sermaye, iktidarını AP çerçevesi içinde sürdüremeyeceğini görmekte ve yeni iktidar formüleri aramaktadır… Tekelci sermayenin emrindeki bir kısım yüksek kumanda erkânının faşist bir diktatörlük hazırlıkları içinde olduğu anlaşılmaktadır… Bu eğilimler yanında, CHP’nin ortak olduğu bir koalisyonla tekelci sermayenin iktidarını bir süre daha, parlamenter bir kılıf altında devam ettirmenin çabaları vardır.”

Aydınlıkçılar, faşist darbeye karşı en geniş demokratik güçleri seferber ederek kitle mücadelesini geliştirmeyi savundu. Ama kitlelerden umudu kesen sol örgütler bu çağrıya uymadılar.

Öte yandan Doğan Avcıoğlu’nun başında bulunduğu cunta hareketi, asker-sivil-aydın zümre formülüyle ordu içindeki devrimci subayların müdahalesine bel bağlamıştı. DEVRİM gazetesi, 27 Mayıs modeli bir askeri müdahale ile devrime gidileceğini yazıyordu. Bu durum, silahlı mücadele yoluna girmiş gençlik örgütlerini de umutlandırıyordu. Askeri müdahale ile Atatürkçü bir hükümet kurulacağı yanılgısı yaratıldı. Faşist darbe hazırlığı içinde olan Genel Kurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç ekibi de bunu kullandı. Harekete geçmek için 9 Mart tarihini belirleyen devrimci subaylar, başlarında bulunan Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler’den işaret bekliyordu. Ankara’da bombalar patlıyor, bankalar soyuluyor, üniversite yurtlarında polisle silahlı çatışmalar yapılıyor, güya devrimci durum, gerçekte ise darbe ortamı yaratılıyordu.

9 Mart’ta hareket bekleyenler boşuna beklediler; faşist darbe hazırlayanlar onların içine ajanlar yerleştirmiş ve ne yapacaklarını öğrenmişlerdi. Org. Muhsin Batur ve Org. Faruk Gürler faşist generallerin safına geçti. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik Türün’ün yardımcısı Tümg. Memduh Ünlütürk’ün gazeteci Erol Mütercimler’e söylediğine göre, 12 Mart muhtırasını Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batır hazırlamış ve Genel Kurmay Başkanı Tağmaç’a vermiş. Darbeciler bu bildiriyi 12 Mart Muhtırası olarak Başbakan Süleyman Demirel’e gönderdi ve radyodan okuttu. 13 Mart günü de 9 Martçı subayları emekli ettiler. 12 Mart Muhtırası bütün Atatürkçüleri, solcuları aldattı. Faşist darbenin “Atatürkçü” maskesi oldu.

12 Mart Muhtırasında ne yazıyordu?

“1. Parlamento ve Hükümet, süre gelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa’nın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike altına düşürülmüştür.

2… mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektir.”

Bu sözlerin altında Genel Kurmay Başkanı ve dört kuvvet komutanının imzası vardı. Bütün sol, Atatürkçü örgütler ve onların etkilediği halk, “İşte beklediğimiz gün geldi, Atatürkçü bir hükümet kuruluyor”, sanısına kapıldı. Bu nedenle bir gün sonra 15 örgüt “12 Mart Muhtırasını destekliyoruz” bildirisi yayınladı. Bildiriyi imzalayan örgütler: Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), Türk Hukuk Kurumu, Devrimci Avukatlar Derneği, Elektrik Müh. Odası, Harita ve Kadastro Müh. Orası, İnşaat Müh. Odası, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı, ODTÜ Mezunları Cemiyeti, Teksen, DEV-GENÇ, ÜNAS, Maden Müh. Odası, Mimarlar Odası, Orman Müh. Odası ve Türkiye Orman Yüksek Müh. Odası
Cumhuriyet Gazetesinde 14 Mart 1971’de yayınlanan haberde şöyle deniyor: “Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, ordunun tutumunu olumlu karşıladıklarını açıklamış, girişilecek bütün devrimci atılımların yanında olacaklarını söylemiştir.”

Bu bildiriyi imzalamayan tek kişi Doğu Perinçek, tek örgüt Aydınlıkçılar yani TİİKP oldu. Faşist darbe tezgâhlayanlar kendilerine yönelecek halk muhalefetini aldatmış ve gafil avlamışlardı. Buna devam ettiler. Başbakan olarak CHP’nin en solcu milletvekili Nihat Erim ve dışarıdan 11 solcu aydın bakan olarak seçildi. Bu da faşizmin halk desteğini artırdı. Nihat Erim hükümetini herkes desteklerken haftalık PDA şöyle manşet attı;

“Büyük Burjuvazi yeni hükümetini kurdu. Acil görevimiz emekçi yığınlarını örgütlemektir. (30 Mart 1971)

“Yeni iktidarın programı: Hâkim sınıfların huzur planı” (13 Nisan 1971)

“Bütün ilericiler! Bütün devrimciler! Halkın mücadelesini ezmek için getirilen Anayasa değişikliğine ve baskı tedbirlerine karşı BİRLEŞELİM!” (27Nisan1971)

Bu derginin kapağı afiş haline getirilip duvarlara yapıştırıldı. Derginin üstünde 27 Nisan tarihi vardı ama dergi bir gün önce yani 26 Nisan’da piyasaya çıktı. O gece sıkıyönetim ilan edildi ve her şey yasaklandı. Bütün devrimci önderler hakkında yakalama kararı çıktı.

12 Mart faşist darbesi sonrası: Partimiz, 12 Mart dönemi diye anılan 1971-73 yıllarında bütünüyle illegal koşullarda çalışmak zorunda kaldı. TİİKP’nin önder kadrosunun önemli çoğunluğu, Elrom’un öldürülmesinden sonra1971 yılı Nisan sonunda ilan edilen sıkıyönetimle birlikte tutuklanma kararıyla arandılar ve çalışmalarını gizlilik koşullarında sürdürdüler. Bu dönemde parti inşası yanında İGB (İhtilalci Gençlik Birliği) ve İKB (İhtilalci Köylü Birliği) örgütleri kuruldu.

Daha 12 Mart öncesinde Parti’nin demokratik halk devrimi amacıyla kitleler içinde güç toplamaya yönelen mücadele çizgisi bulanmaya başladı. Parti önderliği, bunun yerine henüz sayıca ve nitelikçe çok yetersiz olan kadroları, kitlelerin öncü kesimlerini silahlı mücadeleye seferber etmeyi amaçlayan bir örgütlenme ve çalışmaya yöneltti. Bu amaçla Söke, Malatya, Tunceli ve Siverek köylerinde çalışmalara girişildi. Diğerlerinden farklı olarak özellikle Söke köylerinde belli bir örgütsel birikim yaratıldı. Ne var ki, TİİKP’nin, kitleler içinde güç toplamaya yönelik sabırlı çalışmayı ve örgütlenme çizgisini terk ederek, silahlı mücadeleyi önüne somut bir görev olarak koyması, 12 Mart döneminde yapılan bütün hataların kaynağını oluşturdu. Bu “Sol” çizgi, o dönemde fabrikalarda ve köylerde bazı öncü güçleri kazanma yolunda elde edilen başarıların da önemli ölçüde dağılmasına yol açtı.

1969-70 döneminde TİİKP, Türkiye gerçeklerini kendi deneyimleriyle kavrayarak hatalarını yenme ve teorisini derinleştirme yönünde gelişti. Ancak 1970 sonlarından başlayarak Hindistan ve İran üzerinden gelen ultra-sol bir “Maoculuk” (ve), ülke çapında esen fokocu (rüzgârla) sola savrulan devrimci örgütlerin en sağında kalıyor ve bireysel terörizme karşı çıkıyordu, fakat kendisi de sol hatalar işlemekten kurtulamadı. Daha sonra TKP/ML-TİKKO olarak ayrılan arkadaşlar, TİİKP’nin bu hatalarının meyvesiydi ve hataları daha da aşırı noktalara götürdüler. TİİKP, emekçi yığınlar içinde uzun süreli bir mücadele ve örgütlenme yerine, aceleci bir tutumla en ileri mücadele biçimlerine sıçramaya çalıştı. Kadroların Filistin’e askeri eğitime gönderilmeleri de bu hatalı çizginin bir uygulamasıydı.

TİİKP, hâkim sınıfların gücünü küçümsedi, emekçi kitleleri olduğundan ileri gördü, olumsuzlukları dikkate almayan bir iyimserlik geliştirdi. 12 Mart döneminde düzenli olarak yayınlanan illegal Şafak gazetesinin çeşitli sayıları, bu tür “sol” çocukluk hastalıklarının örnekleriyle doludur. Örneğin Şafak, “Köylüler kınından sıyrılmış kılıç gibi mücadeleye hazır” diye yazıyordu. Durum tahlilleri, hedefler ve mücadele sloganları gerçeğin çok ilerisindeydi. Dogmatizmden ve öznelcilikten kaynaklanan sol siyasetler, örgütlenme ve çalışma tarzında aceleciliğe yol açmıştı. Oysa 12 Mart döneminde kitle hareketinin geri çekilişine uygun olarak halk güçlerinin savunulması esas alınmalı ve 1973 baharında başlayacak yeni yükselişe önderlik edecek güçler biriktirilmeli ve örgütlenmeliydi.

Parti, 12 Mart dönemindeki özellikle hapishanelerde başlattığı özeleştiri çalışmalarıyla hatalarını belirledi. İlk özeleştiri metni hapishanede yazıldı. 1974 sonrasında halk hareketinin yükselişi içinde bu özeleştiri geliştirildi, Parti’nin temel örgütlerinde ve organlarında tartışıldıktan sonra 1977 yılı 9-10 Eylül günleri toplanan 1. Kongre’de kabul edildi.

1972-1974 yılları Mamak Askeri Cezaevinde mücadele yılları: “12 Mart dönemindeki hatalı çizgi nedeniyle karşılaşılan tutuklamalar sonucu, Parti’nin mücadelesi 1972-73 yılları daha çok mahkeme ve hapishanelerde devam etti… TİİKP üyeleri, hapishanelerde ve mahkemelerde parti disiplini içinde kolektif bir mücadele yürüttüler. Mamak Cezaevinde örnek bir mücadele ve dayanışma gerçekleştirdiler, hapishaneyi bir okul haline getirdiler. Toplumumuzun tarihini ve sosyo-ekonomik yapısını, dünya ve Türkiye proleter devrimci hareketinin gelişimini inceleyen, Parti’nin programını derinleştiren ‘TİİKP Davası-Savunma’ bu kolektif çalışmanın ürünü olarak doğdu, dört kez basıldı ve yalnız 1974 yılında 25 binden fazla satılarak Türkiye sosyalist hareketini derinden etkiledi. TİİKP üyeleri, bu mücadeleci tutum sayesinde 1974 affının çıkarılmasında katkıda bulundular, daha önemlisi hapishaneden emekçi kitlelerle birleşme azmiyle diri bir güç olarak çıktılar.” (TİİKP BİLANÇO TEORİ Şubat 1993 sayı: 38)
1974 sonrası kitle mücadelesi ve Aydınlık: 1973 baharında kitle hareketinin yeniden yükselişe geçtiğini gördük. Parti, özeleştiri çalışmalarının sonunda, kitleleri kendi deneyimleriyle eğitmek ve daha ileri mücadeleye sevk etmek konusunda yeniden berrak bir anlayışa sahip olmuştu. 1974 affıyla cezaevinden çıkan kadrolar hemen, şehirlerde ve kırlarda kitleler içine yerleşerek çalışmaya başladı.

Mamak cezaevinden çıkış 16 Temmuz 1974’de gerçekleşti. 20 Temmuz günü Ecevit Hükümeti’ nin kararıyla Türk ordusu Kıbrıs’a çıktı ve Kuzey Kıbrıs topraklarını işgal etti. Türkiye’nin 13 ilinde Yurtsever Gençlik Birliği “İşgale nihayet Kıbrıs’a hürriyet “ bildirileri dağıttı. Bu gençler hakkında dava açıldı, dernek kapatıldı, gençler mahkûm oldu. Bu konu çok tartışıldı.

17-19 Aralık 1999 günlerinde toplanan İP 5. Genel Kongre’sine sunulan Merkez Komitesi raporunda bu konuda şöyle deniyordu; “1960’larda, iki süper devlet arasındaki denge koşullarında, Kıbrıs’ta egemen bir devletin yaşaması mümkündü. Kıbrıs, 1960’ larda Üçüncü Dünya (Bağımsız devletler) bloku içinde yer alıyordu.”
Bu koşullarda, bağımsız bir devletin topraklarının başka bir devlet tarafından işgal edilmesi kabul edilemez bir eylemdi. Bu nedenle biz Kıbrıs’ın işgaline karşı çıktık. 1989’da Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra iki süper devletin dengesi değişti. Tek kutuplu dünyada ABD Kıbrıs’ın bağımsızlığına son verdi.

“Bugün (1999) bağımsız ve birleşik bir Kıbrıs artık mümkün değildir. Emperyalistler, Türkler’ le Rum’ların birlikte yaşama koşullarını dinamitlemişlerdir. Kıbrıs’ın iki halkı, elli yıllık faciadan sonra kaderlerini ayrı ayrı belirleme noktasına getirilmişlerdir. ABD Kıbrıs’ı birleştirme planının altında, bütün adayı Ortadoğu ve Orta Asya’ya yönelik sıçrama tahtası haline getirmek peşindedir. Bu projeyi bozmanın yolu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye katılmasından geçiyor.” (MK Raporu)

2006 yılında toplanan İşçi Partisi 7. Kurultayında kabul edilen Milli Hükümet Programında da bu politika, “KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesi” başlığı altında aynen benimsenmiştir.

Aydınlık yeniden çıkıyor: 19 Kasım 1974 tarihinden itibaren Aydınlık haftalık dergi olarak yayınına devam etti. Bu çok önemli bir karardı. Çünkü sol grupların “faşizm hala devam ediyor, bu koşullarda yasal dergi yaşayamaz” anlayışının aksine, Parti, faşizmin gerilediğini ve yasal olanakların genişlediğini tespit etmişti. Esas yön böyle olmakla birlikte, 10 Ocak 1975’ de Partimize karşı bir saldırı gerçekleşti. Aydınlık’ın İstanbul, Ankara ve İzmir büroları başta olmak üzere 11 ildeki büroları basıldı, dergi temsilcileri ve çalışanlar tutuklandı. 11 Şubat 1975 tarihli 53. sayıdan sonra İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Aydınlık’ın basım ve dağıtımını yasakladı. İki ay aradan sonra Parti, 15 Nisan 1975’de HALKIN SESİ dergisini yayınlamaya başladı. Aydınlık ise sıkıyönetimin kalkması üzerine, Ekim 1975’ de aylık teorik dergi olarak yayınına devam etti.
Ancak, dergi çıkarma konusundaki doğru politikayı yasal parti konusunda uygulayamadık. Doğu Perinçek’in önerisini Merkez Komitesinin çoğunluğu kabul etmedi. Çoğunluk böyle bir devrimci olanağın bulunmadığı görüşündeydi. Bu arkadaşları etkileyen olumsuz gelişmeler, Kıbrıs’ın işgaline karşı bildiri dağıtan gençlerin ağır bir şekilde cezalandırılması, bazı önder arkadaşlar hakkında soruşturma açılması gibi olaylardı. 1975’de Aydınlık bürolarının basılması ve çok sayıda üyemizin tutuklanması ve örgüt davası açılması da bu arkadaşları haklı gösteriyordu.
Parti, 1974 yazında yarattığı güçleri Devrimci Gençlik Birlikleri (DGB) ve daha sonra Devrimci Halk Birlikleri adıyla derneklerde örgütlemeye başladı. Parti’nin gençlik kadrolarını ADYÖD (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği), İYÖD ( İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği) gibi kitle örgütlerinden kopararak, parti gençlik kolu türünden örgütlere toplaması hatalıydı. Bu hataya sebep olan şey kitle örgütlerine parti programının dayatılmasıdır. Partili genç arkadaşlar kitle örgütünün programında, anti-faşist, anti-emperyalist ilkelerin bulunmasının yeterli olmadığı, anti-revizyonist ilkesinin de bulunması konusunda ısrar ettiler.

Parti, 1975-1977 yıllarında THKO (Halkın Kurtuluşu), THKP/C (Halkın Yolu), TİKKO (Halkın Birliği) örgütleriyle, birlik amacıyla görüşmeler yaptı. TİİKP’ nin amacı program temelinde Proleter Devrimcilerin birliğini sağlamak ve birlikte parti örgütlenmesine gitmekti. Programın en önemli maddesi de Sovyet Revizyonizmine karşı ve iki süper devlete karşı mücadeleydi. Birlik görüşmeleri sonuçsuz kaldı.

1 Mayıs 1977 Gladyo’ nun en büyük tertibidir. Parti bu tertibi gördü ve haftalık yayın organımız HALKIN SESİ üzerinden herkesi uyardı. DİSK’in başındaki TKP, Taksim’e devrimcileri sokmayacağız derken, Maocular olarak tanınan, bizim Üçlü Blok dediğimiz Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği kitlesel olarak Taksim’e çıkacaklarını söylediler. “Revizyonist zinciri kıracağız, alana gireceğiz” dediler. Gladyo tertibini bu çatışma zemininde kurmuştu. Tertibi önlemenin tek yolu grup olarak Taksim’e çıkma inadından vazgeçmekti. TİİKP üyeleri 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim’e gittiler ama birey olarak sendikalı işçilerle birlikte… Üçlü Blok uyarıyı dinlemedi ve provokasyona alet oldu. 2 Mayıs günü gazetelerin manşetlerinde şu yazıyordu: “Maocular Taksim’i kana buladı.”
Üçlü Blok’un provokasyona alet olmasından sonra “Bunlarla yürüyen halkla yürüyemez” dedik. “Sahte Sol” dediğimiz bu gurupların halk düşmanı eylemlerini teşhir ettik.

9-10 Eylül 1977 günlerinde toplanan TİİKP 1.Kongresinde yasal parti konusu tartışıldı. 1974 yılında yasal parti olanağının değerlendirilmemesinin bir hata olduğu kabul edildi. Bu hata yüzünden 3 yıl kaybedilmişti.
Yasal parti konusundaki çok önemli tartışmada “Legal parti devrimci olamaz, illegal parti devrimci olabilir. Bu nedenle iki parti olmalıdır” tezi mahkûm edildi. Alınan karar şöyle formüle edildi: Dört tek, bir esas. Açılımı şöyle: 1.Tek parti, 2. Tek Program, 3. Tek Merkez, 4. Tek disiplin / Bir esas: Her şart altında mücadeleyi sürdürmek.

1978- 1980 Dönemi

1978 yılı başında Parti iki büyük atılım yaptı: 1) TİKP (Türkiye İşçi Köylü Partisi)’nin kurulması 2) Aydınlık’ın günlük gazete olarak yayınlanması

TİKP, 30 Ocak 1978 tarihinde kuruldu. Genel Başkanlığına Doğu Perinçek seçildi. TİKP, önceki dönemin pratiklerinden çıkardığı derslerle, yenilenmiş ve zenginleştirilmiş bir teori programla kuruldu. TİKP, işçi sınıfı içinde, köylü kitleleri içinde yürüttüğü sınıf mücadelesi temelinde öncüleri örgütledi. Bu dönemde Partimiz, “Ne Amerika Ne Rusya Bağımsız Türkiye” temel sloganıyla mücadele yürüttü. Parti, ilk kurulduğu günden başlayarak revizyonizme karşı yürüttüğü mücadelenin sonuçlarını 1977-78 yıllarında aldı. 1978 baharında “Halkın Yolu”, grubunu dağıtarak TİKP’ye tek tek üye olma kararı aldı. Aynı şekilde “Kurtuluş Yolu” grubu tek tek devrimciler olarak Partimize katıldı. “Halkın Kurtuluşu”, “Halkın Birliği”, “Devrimci Yol”, “Kurtuluş”, “Kava” gibi gruplardan; TKP, TSİP, SDP, TBP gibi partilerden ayrılan çok sayıda sosyalist Partimiz saflarında birleştiler. Değişik gruplardan 1000’den fazla bilimsel sosyalist TİKP saflarına katıldı.

Partimiz, geniş kitlelere yönelme ve büyük siyasi güçlerle mücadele görevini başarmak için Aydınlık’ı günlük gazete olarak çıkarma görevini daha 1977 sonbaharında önüne koymuştu. “Günlük gazete için ileri!” sloganını atmamızdan yaklaşık 5 ay sonra, 20 Mart 1978’de Aydınlık yayın hayatına başladı. Günlük gazete kampanyasında toplanan para 16 060 587 TL’dir Bu paranın 8 544 587 lirası, tek tek vatandaşlardan toplanmıştır. 7 516 000 lirası da evlerini, arsalarını, arabalarını bağışlayan arkadaşlardan alınmıştır.

Aydınlık, ülke gündemini belirleyen bir gazete oldu. TİKP 1978 Temmuz ayından itibaren siyasal mücadelede MHP ve Kontrgerilla’ yı hedef aldı. Aydınlık yayınıyla Kontrgerilla’ cılar kulaklarından tutulup birer birer halkın önüne getirildi. Kampanyada teşhir edilenler arasında MİT şefleri Hiram Abas ve Mehmet Eymür bulunuyordu. Bunlar 1992 yılında, Aydınlıkçıların 1978 ve 1988’de iki kez MİT’i felce uğrattıklarını gazetelerde açıkladılar. MİT’çiler TİKP’ye karşı bildiriler, broşürler, kitaplar yayınlayarak yoğun bir psikolojik savaş yürüttüler.
TİKP bu dönemde, işçi sınıfının demokratik ve sendikal mücadelesine önderlik etti. Bu çalışma ile çok sayıda önder işçi parti saflarına katıldı. Bu dönemde kazanılan önder işçiler fabrikalarda temel örgütlerde örgütlendi, bunlar 12 Eylül sonrasında, bahar eylemlerinde ve Zonguldak işçilerinin büyük yürüyüşünde önder roller oynadılar.
TİKP Kahraman Maraş Pazarcık ovasında köylülerin toprak ve özgürlük mücadelesine önderlik etti. TİKP Parti Meclisi üyesi Mehmet Çetin, Pazarcık ovasında Demirciler köyünde jandarma kurşunuyla vuruldu. TİKP, Söke’de Toprak-İş sendikasını örgütleyerek tarım işçilerinin mücadelesine önderlik etti. Üniversite ve yüksek okullarda, “öğrenim özgürlüğü ve can güvenliği “ için mücadele etti, öğrenci kimliği olan herkesin okullara girmesini savundu. Okulları kurtarılmış bölge ilan eden “Sahte Sol” ile mücadele etti.

“Akdeniz Akdenizlilerin” yürüyüşü, “ U2’ler uçamaz, Sovyet filosu geçemez” miting ve yürüyüşleri, Türkiye’nin gündemini belirleyen bağımsızlık mücadelesinin ifadesiydi.

Hatalar ve özeleştiriler: TİKP 1978-80 döneminde ciddi hatalar da yaptı. Bu hatalar 12 Eylül darbesi gelirken partiyi yanlış politikalara yöneltti ve ideolojik planda öznelcilik, teorinin bulanmasına yol açtı.
HATA 1: Parti, olgular yerine, kendisinin ürettiği senaryolara bakarak politika tespit etti. Dünya savaşının artık kaçınılmaz olduğu tespiti yanlıştı, gerçeklere uymuyordu. Bu yanlıştan hareketle, mili çelişmenin baş çelişme olması ve merkezi görevin milli bağımsızlığı korumak ve yurt savunmasına hazırlanmak olarak belirlenmesi partiyi yanlış yönlendirdi. Ocak 1980’de toplanan TİKP 1. Kongresinde iki süper devletten biri olan Sovyetler Birliği’nin baş düşman ilan edilmesi de ABD’den gelecek faşist darbe tehlikesini görmekte gecikmeye yol açtı.
HATA 2: 1 Mayıs 1977 provokasyonuna alet olan Üçlü Blok’un bu tavrının mahkum edilmesi doğruydu. Ancak, tabanla liderlik arasındaki fark gözetilmeden, örgüt olarak bütünün “Sahte Sol “ olarak damgalanması, “Kontrgerillanın aleti olarak” nitelenmesi yanlış oldu. Aynı şekilde TKP liderliği tamamen Sovyetler Birliği’ne bağımlı olmasına rağmen, TKP’nin bütünüyle “5. Kol” olarak damgalanması, bu örgütlerin tabanındaki insanlarla aramıza düşmanlık
girmesine yol açtı.

HALK DÜŞMANLARINI TEŞHİR ETMEK DOĞRUYDU. “Sahte Sol” olarak nitelediğimiz örgütlerin solu ve halkı hedef alan şiddet eylemlerinin süreklilik kazanması, kahveleri silahla tarayarak masum insanların ölümüne yol açması, MHP’li diyerek işçilerin kurşuna dizilmesi gibi olaylar “yanlış eylem” olarak ele alınamazdı, halk düşmanı eylemlerdi. Bu eylemleri yapanları halk düşmanı olarak Aydınlık’ta teşhir etmek devrimci bir sorumluluk gereğiydi. Bu eylemlerle 12 Eylül darbesine zemin hazırlanıyordu. Kaldı ki, bunların arkasında CIA, MİT ve uyuşturucu- silah mafyası olduğu daha sonra ortaya çıktı.

26 Ocak 1980’de toplanan TİKP 1. Genel Kongresi’ne Genel başkan Doğu Perinçek’in sunduğu Merkez komitesi raporunda şöyle deniyordu: “En büyük milli dert anarşi ve zorbalık! Arkamızda kalan iki yılın bilançosu, 2500 ölü 10 bin yaralı ve 800 soygundur. Cinayet şebekeleri, yol kesip, ‘Hangi görüştensin?’ diye sorarak, yurttaşları orada kurşuna dizecek, kahveleri ve kalabalıkları tarayacak kadar büyük bir çılgınlığın, büyük tertibin içine düşmüşlerdir.”

“Halka yönelen zorbalık ve saldırıları var gücümüzle göğüslemeye çalıştık. Birçok yönetici ve üyemiz faşist ve sahte solcu çetelerin saldırıları sonucu şehit oldu. Jandarmanın katlettiği Parti Meclisi üyemiz Mehmet Çetin, Apocu canilerin şehit ettiği Gaziantep İl Başkanımız Zeki Ön, Tunceli İl yönetim kurulu üyemiz Adil Turan, Nazimiye İlçe Başkanımız Hasan Erkılıç, partimiz saflarında mücadele ederken faşistler tarafından katledilen Baki Angın, Devrim Çelenk ile birlikte 18 arkadaşımız… partimiz ve halkımızın kalbine gömüldüler.”

Aydınlık’ın “Sahte Sol” yazı dizisinin ve halk düşmanı eylemleri konu alan haberlerinin “ihbarcılık” olarak ifade edilmesi, “Aydınlık, devrimcileri evlerinin adreslerini vererek ihbar etti” söylemleri psikolojik harekat ürünüdür. Bunları üreten ve yayan da her zaman MİT’çi Mehmet Eymür olmuştur.

TİKP, 1974 sonrasında berraklaştırdığı doğru eylem çizgisini 1978’de de uyguladı. Bireysel terörizmin emekçi halk için çıkmaz sokak olduğu bir kez daha doğrulandı.

TİKP, 1978 yılını ve 1979’un ilk altı ayını, günlük gazeteyi güçlendirme ve bu yolla kitlelere açılma dönemi olarak değerlendirdi. Aydınlık yayınıyla yaratılan güçleri partide örgütlemeyi esas aldı. 1979 yılının Mayıs ayında yaygın bir örgütlenme için kampanya başlattı, Ekim 1979’da seçime girme hakkını kazanacak kadar örgütlenmişti.12 Eylül askeri darbesi faaliyetlerini durduğu gün TİKP’ nin üye sayısı 10 bin civarındaydı.

TİKP, ideolojik inşa ve eğitime büyük önem verdi, İstanbul ve Ankara’da parti okulları açarak, her örgütten seçilmiş kadrolarını emperyalizm, sosyal emperyalizm, ekonomi politik ve sosyalizmin inşası konularında eğitti. Parti Başkanlık Kurulu’nun kararıyla önüne ideolojik ve örgütsel pekiştirme görevi kondu ve bu amaçla eğitim seferberliği başlatıldı. Temel örgütleri de seferber eden yoğun bir eğitim programı uygulandı. Parti tüzüğü, Bilimsel Sosyalizm ve doğru eylem konularında bütün parti eğitildi. 1986 yılında yitirdiğimiz Erkan Yücel, Halk Tiyatrosu’nu kurdu, tiyatro ile devrimci fikirleri köylere kadar götürdü.

1980 – 1988 Dönemi

Bu dönemi iki cephede mücadele olarak ele almak gerekir.
1- Askeri faşist darbeyle gelen Amerikancı 12 Eylül rejimine karşı mücadele
2- Parti içinde iki çizgi mücadelesi

12 Eylül 1980 günü Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren ve 4 kuvvet komutanından meydana gelen faşist cunta yönetime el koyduğunu ve parlamentonun dağıtıldığını açıkladı, bütün yurtta sıkıyönetim ilan edildi. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ABD, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak, darbe ortamı yaratmak ve askeri darbeyle rejimi değiştirmek kararı almıştı. Anarşi ve terör darbe planı içindeydi. Bir yandan MHP’nin silahlı terörü, öte yandan “faşizmle mücadele” adı altında “Sol” terör, halkı canından bezdirdi ve bir kurtarıcı bekler hale getirdi. Kenan Evren de kurtarıcı oldu. Kenan Evren TV’de yaptığı konuşmalarda, amaçlarının anarşi ve terörü bitirmek, memlekete huzur ve refah getirmek olduğunu söyledi. ABD’nin planı ise “demokrasi” bayrağı sallayarak Türkiye’nin milli devletini yıkmak, ekonomisini çökertmek, milleti bölmek ve vatanı parçalamaktı. Kenan Evren bu planı uygulayacak Özal’ın yolunu açtı.

Sıkıyönetim komutanlığının kararıyla TİKP kapatıldı, bir süre sonra Aydınlık da kapatıldı. TİKP, hiç duraksamadan faaliyetini sürdürme kararı aldı, illegal mücadele koşullarına döndü. Parti’nin 10 bin üyesinden, ancak 1500-2000 kadarının illegal örgütlenmeye katılacak nitelikte olduğu saptandı. Diğer üyelere ve sempatizan kitleye bu örgütlü çekirdek önderlik edecekti. Bu amaçla, büyük sanayi merkezlerinden başlayarak Parti hızla yeniden örgütlenecekti. Bu çalışma örgütlenirken, bir güvenlik tedbiri olarak üye kitlesine parti faaliyetlerinin şimdilik durdurulduğu söylendi. Bu söylem, “her şart altında mücadele etmek” bilincini zayıflattı.

Aydınlık gazetesinin sıkıyönetim tarafından kapatılmasından 2 ay sonra, 22 Aralık 1980’de yayına başlayan UFUKLAR dergisi, 12 Eylül rejimine karşı çıkan tek basın organıydı.

Parti, askeri rejim döneminin geçici olduğunu, Türkiye’nin temel dinamiklerinin birkaç yıl içinde etkili olacağını ve parlamenter sisteme geri dönüleceğini saptadı. Bu tahlile uygun olarak, Genel Başkan Doğu Perinçek’le birlikte MK üyelerinin bir kısmına mahkemelerde TİKP’nin yasallığını savunma görevi verildi. Bu arkadaşlar teslim oldu, cezaevine girdi ve partiyi savundu.

Hürriyet gazetesi “Doğu Perinçek, Bulgaristan üzerinden Amerika’ya kaçtı” diye yazdı. TİP Genel Başkanı Behice Boran ve TKP liderleri 12 Eylül’den bir gün önce yurtdışına çıktılar. Biz haklı ve meşru bir dava uğruna mücadele ettiğimize inandığımız için her zaman yurdumuzda kaldık, mahkemelerde de partimizi ve mücadelemizi savunduk. TİKP yasal ve meşru bir parti olduğu için yargılanması kanunsuz ve hukuksuz bir durumdu.

Mahkemelerde Bilimsel Sosyalizm savunulmakla birlikte, Parti’nin hatalı Milli Birleşik Cephe politikaları ekseninde yapılan savunmalarda, 12 Eylül rejimine karşı mücadele ve eleştiri eksik kaldı. Fakat İşçi Partisi’ne karşı psikolojik savaş yürüten merkezlerin, “12 Eylül rejimiyle uzlaştılar, Kenan Evren’e destek telgrafı çektiler” şeklindeki suçlamaların gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur.

Parti’nin, 12 Eylül’den çıkış sürecini görmesi ve bunu Türkiye’nin dinamiklerine bağlaması doğruydu. Ancak, 12 Eylül gününden itibaren esas darbenin MHP’ye değil 12 Eylül cuntasına yöneltilmesi gerekiyordu.
Örgütsel atılım: 1984 yılında SAÇAK dergisi yayınlanmaya başladı. Saçak dergisi, liberalizme ve sivil toplumculuğa karşı Bilimsel Sosyalizmi savunmada ülke çapında önder bir işlev gördü, kapitalizme hayranlığın belirtilerine karşı çok yönlü mücadele yürüttü, sosyalist solun geniş kesimlerini bu yönde etkiledi, dünyadaki yeni gelişmeleri tahlil etti, teoriyi derinleştirdi. 1988 yılında Sosyalist Parti kuruluncaya kadar yayınına devam etti. 1988’de görevi TEORİ dergisine devretti.

1987’de 2000’E DOĞRU dergisi yayınlanmaya başladı. 2000’E DOĞRU, Türkiye’nin siyasal gündemini belirledi, tabuları yıktı, aydınlanma hareketine yeni bir atılım kazandırdı, 12 Eylül’ün getirdiği kurumlara, MİT ve Kontrgerilla’ nın emekçileri ve halkı hedef alan faaliyetlerine, Kürt halkı üzerindeki baskı ve zulme karşı çok etkili bir yayın yaptı. En önemlisi işçi hareketinin ve Kürt hareketinin sesi oldu. Diyarbakır cezaevindeki zulmü ilk olarak kapak haberi yapan 2000’E DOĞRU dergisidir.

1985 yılında Doğu Perinçek’in hapisten çıkmasından sonra Parti örgütsel atılıma geçti. Doğu Perinçek bütün sosyalist kesimlere Birleşik Sosyalist Parti çağrısı yaptı, 1977 sonuna kadar süren ve geniş kesimlerin katıldığı tartışma süreci sonunda, Şubat 1988’de Sosyalist Parti kuruldu. Tartışmanın özü, siyasal koşulların yasal bir partinin kurulup yaşaması için uygun olduğu, Bilimsel Sosyalizm temelleri üzerinde emekçi omurgasına dayanarak bir parti olması gerektiği idi. Daha da önemlisi, günün koşullarında yasal olanakları kullanmadan devrimci bir işçi partisinin inşa edilemeyeceğini gösterdik. 1980 öncesi TİKP’ nin fabrikalarda ve emekçi yataklarında yetiştirdiği öncü işçiler Sosyalist Parti’nin omurgasını oluşturdular. Parti kurucularının yarısı ve Merkez Karar Kurulu’nun yarısı işçi ve emekçilerden oluşuyordu. 1 Mayıs Marşı Parti Marşı olarak kabul edildi.

Parti içinde iki çizgi mücadelesi: 12 Eylül darbesinin şiddeti ve zorbalığı yanında, ABD kaynaklı ideolojik saldırı olarak sivil-toplum ideolojisi, sosyalistleri, devrimcileri devrimden vazgeçmeye zorladı. Devrimden vazgeçmek, öncü partiden vazgeçmek, işçi sınıfından vazgeçmek, devrim tarihini inkar etmek: yeni toplum projesi buydu. Hemen birkaç örnek; Ertuğrul Özkök “Elveda proletarya” kitabını yayınladı. Murat Belge sivil-toplum tezini savunmaya başladı, Deniz Gezmiş’in arkadaşı Cavit Kavak Özal hükümetinde bakan oldu. Böyle çok örnek var.

TİKP BİLANÇOSU –TÜRKİYE İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ 2. GENEL KONGRE KARARI (27 Aralık 1992)

Bu tarihi belgede şöyle deniyor: “TİKP tarihinde Başkanlık Kurulu’nun 1-2 Haziran 1980 toplantısında alınan kararlar bir dönüm noktasını oluşturur. Çünkü bu karar parti içinde ‘sol’ hatalara karşı mücadeleye son vermekte ve sağ hatalara karşı mücadele açmaktaydı. 1980 sonrasında TİKP içindeki iki çizgi mücadelesi aslında 1 Haziran 1980 Başkanlık Kurulu kararlarına karşı tavır ekseninde gelişti… Parti, devrimci teoriyi sağ eğilimlere karşı savunma kararı alıyordu. Başkanlık Kurulu, böyle bir dönemin eşiğinde Bilimsel Sosyalizmin haklı olduğunu ve mutlaka başarıya ulaşacağını vurguluyordu.”

“Partimiz önderliği içindeki liberal kanat, 1981 yılının hemen başında, 1 Haziran 1980 Başkanlık Kurulu Kararı’nın öngördüğü sağ hatalara karşı mücadeleyi terk ederek, yeniden dogmatizme karşı mücadeleyi benimsedi ve ideolojik alanda ‘sivil-toplumcu’, örgütlenme alanında liberal ve tasfiyeci bir çizgiye girdi. 1 Haziran kararında tehlike olarak saptanan liberalizm Partimizin önderliğine hakim oldu.”

Partimizin önderliğine hakim olan liberal kanat kimlerden oluşuyordu? Gün Zileli, Halil Berktay, Oral Çalışlar. Bunlar Doğu Perinçek’in hapiste olmasından faydalanarak Parti’yi tasfiye etmeye çalıştılar. Ne yaptılar?

1. Önce, alınan karar gereğince, büyük sanayi merkezlerinden başlayarak partinin yeniden örgütlenmesi çalışmasını durdurdular.
2. “Sorular Hareketi” diye adlandırılan bir hareket başlattılar. Bilimsel Sosyalizmi tartışmaya açtılar. Bilimsel Sosyalizmin bütün teorik kazanımları üzerine bir soru işareti koydular. “Önce sosyalizmin birikmiş sorunlarını çözelim, sonra örgütleniriz” dediler. Önerilen tartışma sonunda, “ sosyalizm mi üstün yoksa kapitalizm mi?” sorusuna varıyordu.
3. Sivil toplumcu ideolojiye uygun olarak iktidar amacından vazgeçtiler. Geri ülkelerde emekçi sınıflar iktidara gelseler bile burjuvaziye geri vermeleri gerektiğini söylediler.
4. Örgütlenme alanında öncü parti teorisini reddettiler. Öncü partinin program temelinde birleşmesi ilkesini reddettiler. Halil Berktay Sosyalist Parti’nin kuruluş aşamasında “program yapmayalım, sadece ayrıntılı bir tüzük yapalım, böylece parti içi demokrasiyi garantiye alalım” dedi.
5. Halil Berktay, Sovyetler Birliği’nin sosyalist bir ülke olarak kabul edilmesini istedi ve Gorbaçov’un tezlerini savundu.
6. Oral Çalışlar, Türkiye’nin AB’ye katılarak yumuşak geçişle demokratlaşacağını savundu.
7. Hepsi birden 1988 yılında, krizin derinleşmeyeceğini, işçi hareketinin yükselmeyeceğini, Özal’ın Türkiye’yi ekonomik olarak geliştirdiğini ve ekonomik istikrar getirdiğini savundular.
Bu nedenle TİKP içinde Bilimsel Sosyalizm, 1981-85 döneminde liberal-sivil toplumcu parti yönetimine karşı mücadele içinde güçlendi.

1988 – 2006 Dönemi

Sosyalist Parti 1 Şubat 1988’de kuruldu. Doğu Perinçek ve TİKP davasından mahkum olan yönetici arkadaşlar siyasi haklarını kullanmaktan yasaklı olduğu için Genel Başkanlığa Ferit İlsever seçildi. 15 Şubat 1988’de Anayasa Mahkemesinde kapatma davası açıldı. Başsavcının iddiası “Anayasa sosyalizme ve sınıf partilerine kapalıdır” şeklideydi. Parti, bir yandan hukuk savaşı verirken, bir yandan da örgütlenmeye hız verdi, 36 ilde örgütlendi. 8 Aralık 1988’de Anayasa Mahkemesi başsavcının kapatma talebini reddetti.

Sosyalist Parti tüzüğünün 10. Maddesi Kanatlı Parti başlığıyla veriliyor ve şöyle deniyordu: “Birbiriyle yakın görüşte olan üyeler, toplantılar yapabilir ve seçimlerde birlikte liste çıkarabilir.” Parti ilk kuruluşunda çeşitli sosyalist grupları ve çevreleri kucaklamak istediği için tüzüğe böyle bir madde konmuştu. Gerçi kanatların oluşmasına, “teorisi ve programı çerçevesinde”, “toplantılar partiden gizli ve kapalı olamaz” gibi sınırlamalar getirilmişti ama, liberal kanat olarak adlandırdığımız Halil Berktay, Gün Zileli ve Oral Çalışlar, tüzüğün bu maddesini hizipçiliklerine meşruiyet olarak kulandılar. Parti içinde hizip faaliyeti yürüttüler, 1989 yılında toplanan SP 1. Kongresinde küçük bir hizip olarak kaldılar ve partiden atıldılar. Onlar partiden atılmadan önce SAÇAK dergisi yazı kurulunda yapılan uzun bir tartışma toplantısında Gorbaçov tezleri mahkum edildi. “Reformcu ‘Üç İnkar’ Tezine Hayır! Bağımsızlık Devrim Sosyalizm” başlıklı bir bildiri yayınlandı (23 Ocak 1989). O zaman bu hizip partiden kopmuş oldu. Bu bildiri tarihi bir öneme sahiptir.

Sosyalist Parti bu dönemde işçi sınıfı içinde örgütlemeye devam etti. Parti, Özal’ın serbest piyasa ekonomisinin çöktüğünü, krizin kapıda olduğunu tespit etti. Bu tahminde yanılmadık. “89 Baharı” diye anılan büyük işçi eylemleri geldi. Parti’nin tersanelerde ve diğer işyerlerinde örgütlü işçi önderleri bu eylemlerin başındaydı. 2000’ E DOĞRU dergisinin başyazarı Doğu Perinçek dergi bürosunda sendikacılar ve işçi önderleriyle toplantılar yapıyor ve eylemleri planlıyordu.
1990 yılı sonbaharında Zonguldak maden işçileri grevi patladı. Parti bu olayı önceden gördü ve harekete geçti. Parti önderleri Zonguldak’ta karargah kurdu, maden yataklarında işçileri örgütledi ve mücadeleye önderlik etti. 100 bin kişinin katıldığı büyük madenci yürüyüşünde Sosyalist Parti Genel Başkanı Ferit İlsever ve Doğu Perinçek vardı. 1991 Genel grevinde de aynı çalışma devam etti.

Sosyalist Parti, Kürt vatandaşların eşitlik ve özgürlük talebine sahip çıktı, baskı ve zulme karşı halkla birlikte mücadele yürüttü. 1991 Genel Kongresinde Doğu Perinçek Genel başkanlığa seçildi. Doğu Perinçek Doğu ve Güneydoğu illerine gitti, kitle hareketlerine önderlik etti. Kürt halk hareketi haklı taleplerle yükseliyordu. Perinçek’in orada yaptığı bir konuşmada “Karpuz ekmeyin cesaret ekin” sözleri dillerde dolaştı. 1991 seçimlerinde Cizre ve Silopi’de 20 bin Kürt vatandaşın katıldığı mitinglerde halk Doğu Perinçek’i bağrına bastı. Temel slogan şuydu: Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik. Sosyalist Parti o yıllarda Doğu ve Güneydoğu’da Kürt halkının öncülerini kazanarak hızla örgütlendi.

Sosyalist Parti’nin bölgede hızla örgütlenmesi devleti ve PKK’yı telaşlandırdı. Doğu Perinçek Bekaa vadisine giderek Abdullah Öcalan’a “Ayrılıkçı olma Türk halkıyla birleş” demişti. PKK tam aksini yaptı, bölgedeki Türk mühendisleri, öğretmenleri öldürmeye başladı. 1990 yılında Teori dergisinde PKK’yı bu nedenle eleştiren bir yazısı çıktı. Bu tarihten sonra PKK saldırıya geçti, Sosyalist Parti’de örgütlenmiş bütün Kürtlerin istifa etmesi gerektiğini yoksa öldüreceklerini söyledi ve dediğini yaptı.

Doğu Perinçek Abdullah Öcalan ile niçin görüştü? Amerikancı Gladyo, İşçi Partisi’ne karşı psikolojik savaş yürütürken bu konuyu çok kullandı. Gazeteler Apo’ ya karanfil veren fotoğrafları bol bol bastı.

Perinçek, 1989 Ekim ayında ve 1991 Nisan ayında Abdullah Öcalan ile iki kez görüştü. Perinçek, o zaman İşçi Partisi Genel Başkanı değil, 2000’E DOĞRU dergisinin Genel Yayın Yönetmeni idi. Zaten o zaman İşçi Partisi yoktu, Sosyalist Parti vardı ve Genel Başkanı Ferit İlsever idi. Türkiye’nin hemen hemen bütün önde gelen gazetecileri Apo ile görüşmeler yaptı. Ancak bir tek Doğu Perinçek’in görüşmesi, Süper NATO merkezli psikolojik savaşın sürekli hedefi oldu. Bu da anlamlıdır… Perinçek’in amacı Türkiye’nin Kürdünü kazanmaktı. Bunun için Abdullah Öcalan’ın ABD’ye teslim olmaması, Türkiye halkıyla birleşmesi gerekiyordu. Perinçek böylece Batı devletlerinin Kürt sorununa müdahale zeminlerini daraltmayı amaçlamıştı. Nitekim görüşme bu eksen üzerinde cereyan etmiştir. Görüşmeden sonra yayınlanan çeşitli yazılarda “Apo Perinçek’çi olmuş” yorumları yapıldı.

Apo’nun bu görüşmelerdeki vurguları şöyleydi: “Bende Kürtlük aşkı yok. Türkiye’nin Aydınlanma hareketinin bir parçasıyız. Başlangıçta TC düşmanlığı yok. Amerika gitsin okyanusun ötesine. Tıpış tıpış Sevr’e yürüyorlar, Amerika varsa özgürlük olamaz, Sevr’in hortlatılmasında AB, Özal ve diğerleri… Evet, Keloğlan’la birleşeceğiz, Özgürlüğe sarılan Türkiye özlemi, Birliği devrimle gerçekleştirmek” vb.
Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı başlarında İngiliz emperyalizminin Kürt sorununu kullanmasına karşı hangi siyaseti izlediyse, Perinçek de o siyaseti izledi.

Özetle Perinçek, büyük devletlerin Yeni Dünya Düzeni projesiyle bölgemizde milliyetleri ve mezhepleri birbirine düşürmek istedikleri koşullarda, onların manevra alanını daraltmaya yönelik bir çaba gösterdi. Abdullah Öcalan, yakalandıktan sonra verdiği ifadede görüşmeyi şöyle özetledi: “Perinçek, bize ‘ABD’nin ve Avrupa’nın peşinden gitmeyin. Bu yoldan bir yere varamazsınız. PKK’yi dağıtın, Türkiye’nin bütünlüğü içinde yer alın’ telkinlerinde bulundu.” (Hürriyet, 18 Mart 1999).

Yıllar sonra öğrendik, Doğu’da görev yapan bazı komutanlar 2000’E DOĞRU dergisinde yayınlanan Abdullah Öcalan röportajını çoğaltıp halka dağıtmışlar. Çünkü Abdullah Öcalan orada birlik-kardeşlik mesajları veriyordu.
1991 yılı başında ABD Irak’a saldırdı. Savaş başlamadan önce Partimiz net bir tavır aldı ve emperyalizme karşı direnen Saddam Hüseyin’in yanında yer aldı. ÖDP “Ne Sam Ne Saddam” sloganıyla sözde tarafsız ama gerçekte ABD’nin yanında saf tuttu. Neo Liberal Sol ABD’nin Irak’a demokrasi getireceği yalanıyla halkı aldatmaya çalıştı. 1991 yılı başında genel greve giden işçi sınıfı savaşa karşı çıktı. Türk- İş’in genel grev kararının bir maddesi savaşın durdurulması talebiydi. PKK ABD’nin Irak’ı bölmesinden sonra, ABD’nin Ortadoğu’yu bölme planlarıyla uyumlu bir çizgiye girdi.

Özal, “bir koyup üç alalım” formülüyle ABD’nin yanında savaşa girmek istiyordu. ABD’nin planına göre Türk Ordusu kuzeyden Irak’a girecekti. Fakat Türk Silahlı Kuvvetleri direndi, Özal’ın ısrarına rağmen direndi ve Genel Kurmay Başkanı Org. Necip Torumtay istifa etti.

Sistem daha 1990 baharında Kürt sorununda Ez-Çöz politikasını benimsedi. Bu politikayı uygulamak için mutabakat hükümeti gerekiyordu. 1991 Milletvekili seçimleri bu nedenle yapıldı. Seçim kampanyasında Doğu Perinçek, parti liderleriyle yapılan açık oturumda Ez-Çöz politikasına karşı çıktı. “Fırat’ın öte yakasına geçemiyorsunuz” sözü burada söylendi. Doğu Perinçek bu açık oturumda Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savundu.
Seçim sonunda DYP-SHP hükümeti, Ez-Çöz politikasını uygulamak için kuruldu ve sağdan soldan geniş destek aldı. SHP, HEP (Halkın Emek Partisi) ile -gerçekte PKK ile- seçim ittifakı yaptı. PKK, bu ittifaka Sosyalist Parti’nin katılmasını istedi, Parti reddetti. Böylece hükümet ezeceği güçlerin desteğini alarak işe başladı.
1992 yılında Sosyalist Parti kapatılınca, Doğu Perinçek’in önderliğinde İşçi Partisi kuruldu.

Devlet terörü, kentlerde ve kasabalarda halkı ve devrimcileri hedef aldı. Halk önderleri, Kontrgerilla cinayetleriyle katledildi. Bizzat Kontrgerilla’ nın bölgede, İşçi Partisi önderlerini, Resul Sakar, Halit Güngen, Ömer Güven, Orhan Karaağar, Adil Başkan ve İbrahim Sarıca gibi önder arkadaşlarımızı katletmesinin nedeni, İşçi Partisi’nin devlet terörüne karşı etkili bir barikat olmasıdır. Bu barikat, bir yandan Kontrgerilla cinayetleriyle öte yandan PKK saldırılarıyla kaldırıldı. Partimiz, bu sırada bölgede örgütlenmeye devam etmesi halinde PKK’nın şiddet hareketleriyle karşılaşacağını saptadı ve örgütsel faaliyetini sınırladı.

4. Genel Kongre kararları

20-22 Kasım 1996’da toplanan İşçi Partisi 4. Genel Kongresi çok önemli kararlar aldı.

1. DEVRİM KANUNLARI UYGULANSIN KARARI
Bu karar 16 Ocak 1997 günü İstanbul Karaca Tiyatrosunda gerçekleştirilen, kampanyayı açış konuşmasında kamuoyuna açıklandı.

İşçi Partisi “Cumhuriyet devrimi kanunları uygulansın” kampanyasını, afişler, bildiriler ve toplantılarla yürüttü. Bu kampanya Türk ordusunun komuta kademesini de etkiledi. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kararları bu ortamda oluştu. 28 Şubat bir devrimci atılımdı. Hareket sadece TSK’dan gelmedi, halk kitleleri harekete geçti, yürüyüşler, mitingler yapıldı. TSK Komuta Kademesinin amacı sadece laikliği savunmak ve Erbakan’ı devirmek değildi, asıl hedef ABD’nin piyonu ve mafya+ gladyo sisteminin başındaki Çiller’ i uzaklaştırmaktı. Türk Ordusu 1995 Mart’ında ve 1996 Eylül ayında ABD işgalindeki Irak’a girmiş ve Kuzey Irak’ta Kukla Devlet planını bozmuştu.

29 Nisan 1997’de Genel Kurmay Başkanlığı, baş tehdit içine alınan irticayı “gerektiğinde ulusun talebi doğrultusunda askeri güçle tasfiye” anlayışını içeren “Milli Askeri Stratejik Konsept”i kamuoyuna açıkladı.
Aralık 1997: Genel Kurmay’ ın, “Batı destekli irtica ile mücadelede iç savaş tehdidine” karşı Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılanması. Bu durumda Özel Kuvvetler Komutanlığı yeniden örgütlenirken Gladyo unsurlarından temizlendi.

3 Kasım1996’da Susurluk kazasında Abdullah Çatlı’nın ölmesi, milli devlet kuvvetlerinin mafya+ gladyo sistemini temizleme harekatının sonucuydu. Susurluk olayından kısa bir süre önce Aydınlık dergisine bir MİT raporu gelmiş ve yayınlanmıştı. Bu raporda, sahte kimlik taşıyan Abdullah Çatlı deşifre edilmişti. Yine aynı günlerde Aydınlık Bürosuna gelen Tuğgeneral Veli Küçük, 1993’te Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in bindiği helikopteri ABD’nin düşürdüğünü açıklamıştı. Bütün bu olgular 28 Şubat’ın aslında ABD’nin Kukla devlet planını ve Türkiye’yi bölme planının hedef aldığını göstermektedir.

2. ÖZELLEŞTİRMEYE KARŞI KAMULAŞTIRMA PROGRAMI
Aslında bir ekonomi programıydı ve özelleştirmeye karşı mücadele eden, işçi sınıfını, yurtsever aydınları ve siyasi partileri aydınlatmayı amaçlıyordu.

3. KÜRT SORUNUNA ACİL KARDEŞLİK ÇÖZÜMÜ Kurtuluş Savaşında sınanmış Anayasal ilke ve politikaları içeren çözüm programı,13 Ocak 1995 tarihinde İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sunulmuştu. Bu program 4. Genel Kongrede onaylandı, 20.06.1997’ de Merkez Komitesinde yapılan değişiklikler sonrası kamuoyuna açıklandı.
Bu konuda Merkez Komitesi raporunda şöyle deniyor: “Bu program, Kurtuluş Savaşı’nda sınanmış anayasal ilke ve politikaların yeniden yürürlüğe konmasını öngörüyor. Bu program, Türkiye’nin birliğini savunuyor, devrimci bir içerik taşıyor ve hak eşitliğini içeren, böylece gönüllü birliğin temelini oluşturacak köktenci çözümler getiriyor.”

4. DIŞ POLİTİKADA AVRASYA SEÇENEĞİ İlk taslağı Nisan 1995’de TEORİ dergisinde yayınlandı.1995 yılı Ekim ayında Başkanlık Kurulu önerisiyle 4. Genel Kongrede kabul edildi. Partimiz 1996 yılında uluslararası düzeyde Avrasya Konferansı topladı, birçok ülkeden partiler katıldı.

4. Genel Kongre Türkiye’nin önündeki seçenekleri şöyle belirledi: Bugün Türkiye’nin önünde iki seçenek var: ABD taşeronluğu yoluyla “İkinci Cumhuriyet” ya da Avrasya seçeneği yoluyla bağımsızlık ve demokrasi.

5. Genel Kongre kararları

17-18-19 Aralık 1999 günlerinde İşçi Partisi 5. Genel Kongresi toplandı. Bu kongrede 28 Şubat süreci ve 18 Nisan 1999 genel seçimleri konuşuldu. Genel Kongrede kabul edilen Merkez Komitesi raporunda yer alan önemli tespitler şöyle sıralanabilir:

“Toplam olarak baktığımız zaman, 28 Şubat süreci, ABD güdümlü mafya tarikat rejiminde belli gedikler açmıştır. Bölge güçleri, işbirliği yaparak, ABD’nin Kuzey Irak’taki kukla devlet projesine karşı eylemli direnişe geçmiştir…
Bütün bunlar 28 Şubat sürecinin bir Cumhuriyet Devrimi atağı olduğunu göstermektedir… En önemlisi ve 27 Mayıs’tan farklı yönü, 28 Şubat laiklik ve bağımsızlık cephelerinde İşçi Partisi’nin öne sürdüğü program ve siyasetlerden büyük ölçüde etkilenmiştir… Bu nedenlerle Cumhuriyet Devrimi’nin bu yeni atağının ön cephesinde yer almak ve süreci Kemalist Devrimi tamamlama yönünde geliştirmek, emekçi sınıfların temel meselesidir ve İşçi Partisi bu görevi üstlenmiştir.”

O günlerde neoliberal sol İşçi Partisi’ni ordu kuyrukçuluğu, darbe şakşakçılığı, postal yalamak gibi çirkin ifadelerle suçladı. Bu da onların ABD’nin safında yer aldığını gösterdi. “12 Mart’ta, 12 Eylül’de faşist darbe yapan bu ordu değil mi?” diyorlardı. O ordu değildi, Komuta kademesi açıkça görüldüğü gibi ABD güdümünde hareket etmiyordu.

Merkez Komitesi raporunu okumaya devem edelim.

“28 Şubat iktidar sorununa bir çözüm getirememiştir, bu açıdan 27 Mayıs Devrimi’nden farklıdır. Bu durumun bilincinde olan Partimiz, 28 Şubat’ın biricik iktidar seçeneği olan Sol Güçbirliği – Sol İktidar çözümünü hayata geçirmek için mücadele etti. Bu amaçla, DSP ve CHP genel başkanlarına ve yönetimlerine bu önerimiz birkaç kez götürülmüştür. Ne var ki, Ecevit ve Baykal’ın sol iktidar peşinde olmadıkları, Sağ’ a koltuk değneği politikasından vazgeçmedikleri ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni, hiç kuşkusuz ABD’den gelen tehdit ve baskılardır… Parti Meclisimiz, 31 Ocak 1998 tarihinde, Atatürk’ün Altı Ok programıyla iller ve ilçeler düzleminde Sol Güçbirliği oluşturma ve partilerin genel merkezlerini bu yoldan güçbirliğine ikna etme kararı almıştır. Bu karar 1988 yılının ilk altı ayında uygulanmış, Mersin, Adana, Bursa, Zonguldak, Ulukışla-Niğde ve İzmir’de Ulusal Güçbirlikleri kurulmuştur.”
İşçi Partisi’ne Operasyon: “ABD ile gizli mutabakat gereği, 1998 Eylül ayında İşçi Partisi’ne karşı operasyon başlatıldı. Bu operasyonun Özel Kuvvetler Komutanlığı içindeki ABD’ye bağımlı güçler tarafından yürütüldüğünü, Partimiz bütün ayrıntılarıyla açıklamıştır. Ancak, operasyona Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil, Türkiye’yi yöneten kilit mevkilerdeki şahıslar da onay vermiştir. Operasyonun asıl amacı Sol Güçbirliğini önlemektir.”
Genel Başkanımız “PKK’ya yardım etmek ve silah sağlamak” suçlamasıyla yargılanmıştır. Bütün delillerin sahte olduğu, bir itirafçının patates mühürlü sahte mektubuyla delil oluşturulduğu kanıtlanmış ve Genel Başkanımız beraat etmiştir. Ancak 1999 seçimlerinde Doğu Perinçek yine cezaevinde olduğu için partisinin başında olamamıştır. Genel Başkanlık görevini Hasan Yalçın üstlenmiştir. Böylece seçim kampanyasında İşçi Partisi, “PKK ile işbirliği içinde” gösterilmiştir

Partimiz 18 Nisan 1999 Genel Milletvekili seçimlerine “Türkiye’ye Sahip Çık!” sloganıyla girdi; Yeni Dünya Düzenine karşı ulusal devleti savundu. Partimizin seçim politikası 18 Nisan’ı değil, 19 Nisan’ı düşünerek belirlenmişti. Erken seçimin Türkiye’ye bir tuzak olduğunu daha 1988 baharında halkımıza açıkladık. Ancak ülkemizin bu tuzağa düşmesini önleyemedik.

İşçi Partisi, 17 Kasım 1999 günü 1. Olağanüstü Genel Kongresinde “Cumhuriyet Devrimi iktidarı Projesi” ni kabul etmişti. Bu proje partinin önüne ÜÇ BİRLİK’ in inşa edilmesi hedefini koymuştu: Kemalist-Sosyalist ittifakı, Türk-Kürt birliği, Halk-Ordu birliği. Bu kongrede cezaevinden çıkan Doğu Perinçek yeniden genel başkan seçildi.
İşçi Partisi 5. Genel Kongresi Federasyon konusunda bir özeleştiri kararı almıştır. Karar şöyledir: “Partimizin geçmişinde kalan hatalı bir yaklaşımı ele almanın zamanı gelmiştir. 1991 yılında Sosyalist Parti, genel çizgileri doğru olan bir programın içinde, Türkiye halkının kabulüne bağlı olarak, federasyon çözümünün uygun olabileceğini öngörmüştü. Kuşkusuz orada federasyon, ayrılığı önlemek ve ‘üniter devlete gidişin’ bir basamağı olarak öneriliyordu… Federasyonun yanlış olduğu çabuk anlaşıldı. Ne var ki, bu arada Sosyalist Parti’ye hem kapatma davası, hem de ceza davaları açılmıştı. Yargılamanın devam ettiği koşullarda böyle bir özeleştiri yapmak yanlış yorumlara yol açacak, bunun gerçek bir tercih olduğundan kuşkuya düşülecek ve ceza tehdidinden kaçmak için kabul edildiği değerlendirmesi yapılacaktı. Partimizin özeleştirisi bu sebeple uygun koşullara bırakıldı.”
Partimizin bu dönemde Türkiye halkına yaptığı hizmetleri şöyle özetleyebiliriz:

1. İşçi Partisi 28 Şubat’ın yolunu açtı ve programını üretti.
2. İşçi Partisi Susurluk sürecine önderlik etti.
3. İşçi Partisi, özelleştirme saldırısına başından beri karşı çıkan tek parti oldu.
4. ABD’nin Kuzey Irak’taki kukla devlet planını, İşçi Partisi halka anlattı.
5. İşçi Partisi Sol Güçbirliği önerisiyle Cumhuriyet Devrimi hükümetinin formülünü üretti.
6. İşçi Partisi üreticilerin sorunlarına sahip çıktı.
7. İşçi Partisi, “Cumhuriyet Bize Emanet” diyen bir gençlik yarattı. İşçi Partisi Öncü Gençlik, 1988 yılına kadar dört yıl boyunca her 19 Mayıs’ta Samsun’dan Ankara’ya yürüyor ve Türkiye’nin bağımsızlığını savunuyor.
3 Kasım 2002 seçimi bir Amerikan darbesidir: ABD Irak’ı işgal hareketine başlamadan önce kilit ülke olan Türkiye’de kendisine sadık bir hükümet tayin etmek için harekete geçti. 2001 kriziyle istikrarsızlık ve kaos yaratıldı, DSP bölündü, Refah Partisi bölündü, ABD dışarıdan kumandalı AKP’yi kurdu ve yoğun bir medya bombardımanı altında erken seçim yapıldı. Hükümet koalisyonunda yer alan bütün partiler (DSP, ANAP, MHP) ile DYP ve RP barajın altında kaldılar. Sistem yani ABD, sadece CHP’nin ana muhalefet olarak meclise girmesine izin verdi. Bu olayı Kemal Derviş açıkladı. Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için milletvekili seçilemedi ama AKP birinci parti oldu. ABD ve AB’nin dayatmasıyla ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın desteğiyle anayasa ve yasalar değiştirilerek Tayyip Erdoğan başbakan yapıldı.

İşçi Partisi, bu seçim öncesinde yine CHP ve DSP’ye güçbirliği önerdi, ama onlar yine ABD’nin çizdiği kırmızıçizgiyi aşmaya cesaret edemediler. MİT Ecevit’e, 2001 yılında Tuncay Güney’in ifadesiyle oluşturulan Ergenekon Darbe Planı dosyasını verdi. Ecevit korktu ve Doğu Perinçek’e yazdığı mektupta milli hükümete ihtiyaç olduğunu belirttiği halde, “Fakat bu hukuk devleti içinde olmalıdır” diyordu.

O zaman İşçi Partisi milli şahsiyetlerle görüştü; Aydınlık’ın kapağına 15 milli şahsiyetin fotoğrafı kondu. 15 milli şahsiyet içinde yer alan 28 Şubat sürecinin Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı bile milletvekili adayımız olmayı kabul etmedi. İşçi Partisi bu koşullarda seçime girdi. Bir seçim başarısı kazanamadı ama 1 Mart tezkeresinin mecliste reddedilmesi İşçi Partisi’nin ve Ulusal Kanal’ın başarısıdır. ABD ordusu Türkiye üzerinden değil ama güneyden Irak’a girdi ve işgal etti.

6. Genel Kongre
İşte bu koşullarda, İşçi Partisi’nin 6. Genel Kongresi 28-29 Mart 2003 günlerinde Ankara’da toplandı. Genel Başkan Doğu Perinçek kongrenin ilk gününde “Devrimin yaratacağı imkanlar” başlığı altında Merkez Komitesinin raporunu sundu. Başkan konuşmasına “Savaş tartışmaya kılıcını attı” sözleriyle başladı ve şöyle devam etti: “ABD Irak’ı bombalayarak milli döneme girdiğimizi hatırlattı.”

Merkez Komitesi raporu, milli çelişmenin baş çelişme haline geldiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyordu: “Bugün en önemli gerçeğimiz, Türkiye’nin ABD ile nesnel olarak karşı karşıya geldiği olgusudur… 2000 yılı ABD’nin Türkiye politikasında bir dönüm noktası olmuştur. ABD ordusunun ülkemizi işgal amaçlı ‘Bin yılın meydan okuması 2002’ tatbikatı, 24 Temmuz 2002 günü başlatılmıştır. Bu tatbikat artık ABD ile Türkiye’nin cephe cepheye geldiklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur… Bu koşullarda, milli çelişme artık diğer çelişmelerin çözümünü belirlemektedir… ABD bölgemizde yeni bir harita çizmek amacıyla müdahalede bulunmaktadır. Kuzey Irak’ta bir kukla devletin kurulması ABD stratejisinin vazgeçilmez unsurudur… Türkiye’nin ABD emperyalizmiyle çelişmesi artık baş çelişmedir. Türkiye’nin sorunlarının çözümü, ABD emperyalizminin denetiminden kurtulmaya bağlıdır.”

Milli çelişmenin baş çelişme olarak tespit edilmesi çok önemli bir konudur. 1980 yılı Ocak ayında TİKP 1. Kongresi de böyle bir tespit yapmıştı, daha sonra bunun yanlış olduğu belirtildi ve özeleştiri yapıldı.

Önemli bir tartışma konusu da vatan savunması gündeme geldiğinde milli ordu direnecek mi oldu. MK raporunda şöyle söyleniyor: “Türk ordusu 1995 yılı Mart ayında Çelik Harekatını gerçekleştirerek, ABD’nin Kuzey Irak’taki hakimiyet alanına girmiştir… 1996 Eylül ayında bir adım daha atarak, Saddam’ın ordusu ve Barzani ile işbirliği halinde ABD’nin Kuzey Irak’taki denetimine ağır bir darbe indirmiştir. …Milli ordunun direnme süreci, 2001 yılı baharında, Türkiye’nin kuzeyinde kukla devlet kurulmasını savaş nedeni saymıştır… Vatan savunmasının ön plana çıktığı koşullarda, Öncü Parti’nin görevi, Türkiye’nin milleti, devleti ve ordusuyla direnmesini sağlamak değilse nedir? Ordu direnecektir de. Aslında ‘sol’ olduğunu söyleyen saflardaki tartışma ‘Biz direnecek miyiz?’ sorusuyla ilgilidir.”

“Bu durumda 6. Genel Kongremiz, Partimizin önüne milli kuvvetleri Milli Hükümet hedefinde birleştirme, halka dayanarak kurulacak bir hükümetin kuruluşuna katılma ve Türkiye’yi yönetme görevini koymaktadır”
MK Raporunda 3 Kasım 2002 seçim değerlendirmesi: “Toplam olarak baktığımız zaman, 3 Kasım 2003 seçiminden kuvvet kaybederek değil, önemli ölçüde kuvvetler kazanarak çıktık. Bu nedenle seçimden yenilgiyle çıkmış değiliz.
Her düzeydeki önderliğimizi ülkemizin çok değerli öncü kadrolarıyla güçlendirmek, milletimizin mücadelesine önderlik etme yeteneğimizi yükseltmek ve örgütlenmede büyük atılımı gerçekleştirmek için esaslı bir birikim yarattık”

Bu karar çok önemliydi. Raporun Örgütlenme Görevleri bölümünde de Birinci Görev: Parti’nin önderlik yeteneğini güçlendirmek, olarak belirtiliyor. Örgütlenme görevleri devam ediyor:

1. Önderlikleri baştan sona yeniden oluşturmak,
2. Öncü devrimci birikim ile kitlelere önderlik tecrübesini kaynaştırmak,
3. Önderliklere, genç kadrolarla dinamizm kazandırmak,
4. Yaratıcılık ve icatçılık,
5. Kadro ve uzman eğitimi
6. Mücadeleyi örgütlemek

“Bizim partimizin sorunu, mücadeleyi örgütlemek, uzaktan kumanda sistemine son vermek. Formülümüz şudur: ‘Parti kitle örgütlerini örgütlerken kendisini de örgütler’. Bu altın formüldür.

Kitle örgütleri halkın örgütlü kesimidir. Bu örgütlü kesimde ısrarlı çalışma yürütmeden, halka önderlik edilemez. Şu örgütten hayır gelmez, bu örgütte yapılacak iş kalmamıştır türünden sekter eğilimler aslında sağcılığı gizlemektedir.”

Genel Başkan kapanış konuşmasında şöyle diyor: “Şimdi bu Kongrenin mesajını veriyorum: Partimiz savaş düzenine girecek!”

Savaş düzenine girmek ne demektir? Öncelikle örgütlenmedir. Palavra ile savaşa girilmez. Öncünün kendisi disiplinli değilse, milleti harekete geçiremez. Onun için bize disiplin gerekli. Önümüzdeki dönemde disipline çok önem vereceğiz, hepimiz disiplinli olacağız. Bu kararlar 7. Genel Kongreye de ışık tuttu.


7. Genel Kurultay

22-23-24 Aralık 2006 günlerinde toplanan bu kongrede yenilenmiş bir tüzük ve Milli Hükümet programı kabul edilmiştir. Yenilenmiş tüzüğe göre kongre yerine kurultay kelimesini kullanıyoruz
Bu Genel Kurultay, tarihi bir kurultaydır. Parti, bu kararları hayata geçirdi, bir yandan kitle mücadelesinin başına geçti. Bu dönemde Rauf Denktaş’ın liderliğinde KKTC’nin savunulması mücadelesi, öte yandan Talat Paşa Komitesinin örgütlediği “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” kampanyası çerçevesinde Lozan ve Berlin mitingleri Partiyi geniş bir öncü kesimle buluşturdu. 2005 ve 2006 yıllarında Parti, Milli Hükümet Program taslağını tartışmaya açarak 1000 kadar öncü kadrolarla buluştu. 2007 Milletvekili seçimleri öncesinde, Ankara, İstanbul ve İzmir’de yapılan büyük Cumhuriyet mitinglerinden sonra İşçi Partisi öncülüğünde Diyarbakır’da Türk bayraklarıyla Cumhuriyet Mitingi düzenlendi. 2006 yılında, ağalara karşı toprak ve özgürlük mücadelesi veren Bismil’in Aslanoğlu (Cumhuriyet) köyünde Genel başkanımız Doğu Perinçek’in de katıldığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlaması yapıldı.

İşçi Partisi, Mart 2008 yılında Genel Başkan Doğu Perinçek ve parti önderlerinin tutuklanmasıyla başlayan Ergenekon tertibine karşı mücadelenin başına geçti. Silivri kalesi önünde doruğa ulaşan kitlesel meydan muharebeleriyle altı yıl süren mücadele sonunda tertip çökertildi ve yurtseverler serbest bırakıldı. Bu olay Gladyo’ya ve AKP iktidarına vurulan en büyük darbe oldu.

“Aslında Ergenekon tertibi 1998 yılı Haziran ayına kadar uzanır. O sırada Mesut Yılmaz Başbakan, Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısıydı. ABD ile Mart-Haziran ayları arasında, Ankara, İstanbul ve Telaviv’de bir dizi gizli görüşme yapılıyor. Temmuz ayında Washington’da yapılan son toplantıda mutabakat imzalanıyor… 1998 Haziran mutabakatı aslında bir Gladyo mutabakatıdır. Telaviv toplantısına Genel Kurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir de katılmıştır.” (Doğu Perinçek, GLADYO VE ERGENEKON Sayfa: 105)

Bu mutabakat ile Türkiye, ABD’nin kriz bölgelerine müdahalelerinde rol üstlenmeyi kabul etti. 1999’ da Türkiye AB kapısına bağlandı. Org. Karadayı ve Org. Kıvrıkoğlu komutasındaki Türk ordusu ve İşçi Partisi hedef alındı. 1998 yılı sonbaharında İşçi Partisi’nin bütün il merkezleri basıldı. Genel Başkan Doğu Perinçek tutuklandı.
İşçi Partisi 15 Şubat 2015’de topladığı “Milli Hükümet İçin Birlik” isimli Olağanüstü Kurultay’da Vatan Partisi adını almıştır.

Kaynaklar:
Bilim ve Bilimsel Sosyalizm Doğu Perinçek Kaynak Yayınları
TİKP 1. Genel Kongre Kararları Ocak 1980
TİKP 2. Genel Kongre Kararları TİKP BİLANÇO TEORİ Şubat 1993
İşçi Partisi 4.5.6.7. Genel Kongre Kararları
Arkadaşım DENİZ GEZMİŞ Doğu Perinçek Kaynak Yayınları
FKF’ den Dev-Genç’e uzanan pratiğin teorik mirası TEORİ Mart 202
Gladyo ve Ergenekon Doğu Perinçek Kaynak Yayınları