Ana Sayfa Yazılar “KÜLTÜREL YOZLAŞMANIN BİR KARİKATÜRÜ: PALU AİLESİ”

“KÜLTÜREL YOZLAŞMANIN BİR KARİKATÜRÜ: PALU AİLESİ”

1653

       Geçen günlerde ülke gündemini, sosyal medyanı bolca meşgul eden bir garip olaylar dizisi seyrettik. Bu olayların içyüzü açığa çıktıkça aslında basit bir aile faciasından öte aslında topyekün bir insan olma sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu bize gösterdi.

       Alışık değiliz çünkü bu sistem insanlığımıza ters bir sistem, insanı çıkarları uğruna hırsla, kıskançlıkla, kibirle donatan ve bu uğurda cinayete kadar gözünü karartıp her şeyi yaptıran bir sistem. Emeğe yabancı, kadına yabancı, çocuğa yabancı bu sistem sadece bir aileyi dağıtmıyor, aynı zamanda bir gerçeği ortaya çıkarıyor. O gerçek de hayata bu denli yabancılaşan insan için değer kıstası yalnızca para ile sahip olabileceği, maddi varlıklar oluyor. Oysa bizlerin en büyük değerleri paranın satın alamadığı, ailenin, arkadaşın, sevgilinin ancak vereceği karşılıksız sevgiler, güzellikler…

        Bu doğaya, insana karşı sistemin yarattığı son örneği birlikte inceleyelim.

       Ailenin ismi Palu. Bu ailenin ilişkiler ağında polis teşkilatının suç kataloğunda yer alan birçok suçun toplandığını görüyoruz. Aslına bakarsanız biçim itibari ile sıradan bir aile. Çocuk yapmış, mülk edinmiş, akrabaları olan, komşusu olan, gündelik hayatın içinde, hep beraber sükut içinde bir yaşam. Ta ki bir damat bir aileye girene kadar… Sonrası, cinayet, gasp, yaralama, çocuklara istismar, dolandırıcılık vs. çokça suç oluşturan kabarık bir dosya mevcut. Bunlar yapılırken sessiz kalan bir anne, birbirlerine karşı sessiz kalan kardeşler ve eşler mevcut. Olayların gün yüzüne çıkmasıyla berber hepimizi iğrendiren, sinirlendiren, isyan ettiren manzaralarla karşılaşıyorsunuz. Aile kavramının yerlerde sürüklendiği ne manzaralar. Ve bütün bu kaosun içinde herkes kayıtsız, olan biteni kabullenmiş, normalleştirmiş bir şekilde duruyor.

       Biz de bu olayları polisiye film tadında ekranlardan Müge Anlı’nın eşsiz anlatımı ile izledik.      

     BİZ KİMİZ ? KİMLERDENİZ ? DOSTUMUZ KİM ? DÜŞMANIMIZ KİMDİR BİZİM ?

       Yurt dışına çıksanız ya da ülkemize başka ülkelerden gelen turistlerle konuşsanız ve Türkleri sorsanız birçoğu ya sıcakkanlı olduğumuzdan ya da misafir ağırlama kültürümüzden bahseder. Ya da sonun da zaferler yazan savaş hikayelerimiz, yiğitliklerimizin ve cesaretimizin aklımızın yanında hep düşmana karşı merhametimiz ile anılan. Yaralı askerlerini kucağımızda taşıdığımız için bazı ulusların sonsuz saygısını kazanmış bir milletiz.

       Bütün bunlar yaşadığımız Anadolu toprağının binlerce yıllık birikimin ürünüdür. Bize miras kalan bir gelenektir. Bu gelenek, her şeyden önce insanı öne koyan, insan için çalışan, insan için yaşayan bir gelenektir. Bu sayede binlerce yıl bu topraklarda pek çok milletle yaşamış, aynı ekmeği kavga etmeden bölüşmüş, aynı sudan gücenmeden içmişiz.

       Biz birçok kültürün beşiği olmuş bir insanlık denizinin ortasında yaşıyoruz. İnsanlığın doğuşuna tanıklık etmiş bir şanslı milletiz.  

       İşte millet olmanın temelini oluşturan, karşılıksız paylaşan, karşılıksız seven, karşılıksız güvenen bizlerin içindeki bu güzel duyguları kirletmeye çalışan ve bunun için hiçbir aracını kullanmaktan çekinmeyen bir baş düşman ile karşı karşıyayız bugün. Bu düşmanın ismini koyalım. Mehmet Akif’in tek dişi kalmış canavar diye belirttiği, “medeniyet” namıyla kanlı dişlerini gizlemeye çalışan Emperyalist Sistem. Diğer bir değişle İnsana Karşı Sistem ya da İnsanlıktan Nasibini Almamış Sistem! Bu sistem televizyonuyla, gazetesiyle, kitabıyla, aydınıyla, sosyal medyasıyla elindeki bütün araçları kendi hırsları için insanlığa karşı bir silah olarak kullanmaktadır. Bu silahlardan korunmanın en önemli yolu ise, tarihten gelen bilinçle ve vicdanla kuşanmış bir insan, vatandaş olmaktır.

     EMPERYALİZM NE İSTER ? NE YAPAR ?               

       Emperyalizmin en önemli taktiği böl ve yönettir. Bu taktikte esas hedefler bölünen ülkelerdir. Ama bir ülkeyi bölmek için yalnızca dikenli teller yetmez. Eşi eşten, çocuğu aileden, akrabaları birbirinden, insanı kültüründen, tarihsel birikiminden koparmak da bu bölünmeye dahildir.

       Anadolu kültüründe akrabalık ilişkileri, arkadaşlık ve sevda ilişkileri çok sıkı geçmiştir birbirine. Dara düşene el uzatmak, aç olana aş vermek, evine gelen yabancıyı dahi boş göndermemek bu toprakların en büyük değerleridir. Bunların herhangi birinde yapılacak bir namussuzluk kolay kolay affedilmez bu topraklarda. Kendini tekrar dürüst, merhametli, erdemli göstermek için çok çaba sarf etmesi gerekir. Biz de böyle bir toplum içinde doğup büyüdük. Yüzümüzü kızartacak şeylerden uzak durmaya çalıştık. Ama bu Palu ailesi örneğinde yaşanan olaylar ve daha sonrasında televizyonda bol bol izlediğimiz durumlar yüzü kızarmayan, pişmanlık duygusundan yoksun bir profil çıkardı karşımıza. Ne var ki, bu yaşananlara toplumumuzun verdiği tepkileri görünce yine anladık: bu maya kolay kolay kurutulup atılacak bir maya değildir. Binlerce yıllık bir mirası yok etmeye çalışan emperyalizmin uğraşsa da başaramayacağına olan umudumuz bir kez daha perçinlendi. 

       Fakat sadece bu mayaya güvenmek yetmez. Bu mayayı taze tutmak, beslemek, geliştirmek gerekir. Tahribata uğratılmış değerlerimizin tekrar canlandırılması ve bu tarz olaylarla karşılaşılmaması için toplum olarak önlemimizi almalıyız.

       Bir ülkenin huzurlu ve yaşanabilir bir toplum olması için önce iç huzursuzlukları bertaraf eden bir politikaya ihtiyaç vardır. Son yaşanan Palu ailesi olayında da gördüğümüz gibi toplumun birçok değeri yozlaşırken hükümet politikaları yetersiz kalıyor. Toplumu oluşturan en temel yapı taşlarından biri olan aile yalnız bırakılmış durumda. Üfürükçülerin ellerinde türlü yalanlara inanacak halde çaresiz. Emperyalizmin bizim gibi milletleri kültüründen koparmak için desteklediği Yeni Ortaçağ kurumlarının pençesinde kıvranıyor. Bir kurtarıcı arıyor ama ne kapı açan var ne yol gösteren. Hatta gösterilen yol da Müge Anlı’ya çıkmış. Avukatlar oraya yönlendiriyor. Yani bugün bir ailenin çözüm için başvuracağı merci Müge Anlı yayın stüdyoları diyebilir miyiz? İnsanların içine sürüklendiği tablo ne yazık ki budur.

       Emperyalizmle mücadele silahla başlar ama nihai zafere ulaştırmak için bu yeterli değildir. Milli bir kültür yaratmak da gerekir. Yukarıda da üstüne basa basa değindiğimiz gibi bugün emperyalist sistem topla tüfekle geldiği gibi gözü dönmüş bir hırs ve bireyselcilik ile de gelmektedir. Buna karşı koymak bireylerin insafına bırakılamaz. Devletin sosyal kültürel politikaları ile aileleri, gençleri kucaklaması, ileriye götürmesi, benzer yozlaşmaların yaşanmaması açısından en önemli yöntemdir.

     ÇÖZÜM BU TOPRAKLARDA   

       Çözümü başka yerde aramaya gerek yok. Emperyalizme karşı savaşmış ve bağımsızlığını kazanarak kısa zamanda büyük işler başarmış bu ülkenin birikimi emperyalist sistemin körüklediği kültürel tahribata karşı bu siyasetleri belirlemek için yeter de artar.

       Cumhuriyet Devrimleri bu ülkeyi her yönden ileriye taşımış eşsiz bir birikim sunmaktadır. Kadının toplum içindeki değerini erkekle eşitleyen, insanını kulluktan çıkarıp kendi gövdesi üzerinde kendi kafasını taşıyan, düşünen, sorgulayan bir millet yaratmış bir gelenektir. Bugün yaşadığımız sorunlara karşı Cumhuriyetçilikle, Milliyetçilikle, Devrimcilikle, Laiklikle, Devletçilikle, Halkçılıkla cevap vermiş, cahilliğe, yozlaşmaya, teslimiyetçiliğe kalkan oluşturmuştur.

       Bu fikirlerle yetişmiş gençler geleceğe ışık olmuş, ülkemizin teminatı olacak seviyeye gelmiştir. Bugünün de ihtiyacı budur. Önce ben demeyecek, insanlığı düşünecek, bu ülkeyi düşünecek nesiller yetiştirmeli, Cumhuriyet namusu yeni nesillere sistemli ve planlı bir şekilde öğretilmelidir. İnsanını düşünmeyen, ondan uzak kendi çıkarlarını düşünen politikalar insanımızı emperyalizmin ve onun temsil ettiği yozlaşmanın, Yeni Ortaçağ’ın kucağına daha da itmektedir.

       Devlet kucaklar, korur kollar, yere düşene el uzatır, tökezleyene dirsek olur. Ama ancak bu, insanı düşünen Cumhuriyet Devrimi anlayış ve kültürünün yeniden hakim kılınmasıyla olacaktır. Sürüden ayrılanı kurt kapar, der atalarımız. Çünkü kopan koptuğu yerde yalnızlaşır ve başına gelecek her şeyde yalnız mücadele etmeye, direnmeye çalışır ve genelde başarılı olamaz, yenik düşer. Emperyalizmin hegemonyasına yenik düşmemek için Batı sistemine karşı kendi sistemimiz olan yeniden yükselen Anadolu ve Doğu ahlakını, aklını, insanlığını geçerli kılmak esas olacaktır.        Bunları gerçekleştirebilmek için her şeyiyle Cumhuriyet Devrimi programını iktidara getirmek esastır. Eğitimde, sağlıkta, kültürel alanda Cumhuriyeti tekrar iktidara getirmek bir görevdir. Bu görevi de bugün yapacak birikim, irade, cesaret ancak Vatan Partisi’nin merkezinde yer aldığı bir Milli Hükümet’le yaratılabilir. Bu hükümetin programı Altı Ok’tur. Tüm Türkiye’yi kucaklayacaktır ve ayrım gözetmeyecektir. Bu programla bu topraklarda Cumhuriyet yeniden serpilecek, yeşerecek ve daha da kök salacaktır. Yegane kurtuluş çaremiz buradadır.

oncugenclik.org.tr, 10.1.2019