Raşit Ekinci, Öncü Gençlik Antalya İl Sekreteri
Lenin, emperyalizmi, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak tanımlayarak, emperyalizmin ekonomik yönüne ve onun kapitalizmin doğal bir sonucu olduğuna vurgu yapmıştı. Onun tanımına göre varlığını devam ettirmek için sürekli kâr etmeye ihtiyaç duyan kapitalist ekonomi sistemi bu nedenle sürdürülebilir bir sistem değildi. Bu nedenle kendi ülkesi dışındaki kaynakları sömürmek ve buralardaki zenginliği kendi ülkesine taşımak zorundadır. Böylece kendi halkına daha yüksek bir refah düzeyi sağlamak suretiyle, içsel çelişkilerini gizler ve varlığını devam ettirir. Kapitalizmin bu çelişkileri emperyalizm ile birlikte uluslararası alana taşınmıştır.
Emperyalizmin ülkemize müdahalesi ve sermayeyi tekelleştirme çabası uzun süredir devam etse de özellikle 1980 darbesinden sonra ve Kenan Evren – Turgut Özal hükümetinde doruk noktasına ulaşmıştır. Liberal ekonominin göklere çıkarıldığı, kamuculuğun rafa kaldırıldığı ve ülkemizin üretimden uzaklaştırılıp tüketim toplumu haline gelmesinin en somut adımlarının atıldığı dönemdi. Darbeden aylar önce 24 Ocak Kararları ile Türkiye ekonomisinin dönüm noktası olan kararlarla bu liberal ekonominin temelleri atılmıştı.
24 Ocak Kararları, en basit tanımıyla Türkiye ekonomisini Türkiye’den değil de dünya sermayesinden gelecek kararlarla yönetilmesinin kararının alınmasıydı. Türkiye ekonomisinin yavaş yavaş yabancı semayedarların eline geçmesinin zeminin oluşturmuştu ki nitekim öyle de oldu. Türkiye o güne kadar uyguladığı dışa kapalı devletçi politikalardan vazgeçmiştir. Planlı kalkınma modeliyle ülkenin ihtiyaç duyduğu her türlü malın ülke içinde üretilmesi anlayışıyla, dış piyasaya açık bir Türkiye tercih edilmiştir.Ülkenin makro ekonomik hesapları, 24 Ocaktan sonra dış piyasayı hesaba katarak yapılmıştır. Özel sektörün ve girişimciliğin önü açılmaya çalışılmıştır. Bu kararlarla devletin ekonomideki payının küçültülmesi amaçlanarak, süregelen “Devletçilik Politikası” sınırlandırılmıştır. Yabancı sermaye girişinin kolaylaştırılması ve yabancı sermaye yönelik teşvik edici uygulamalar hayata geçirilmiştir. 24 Ocak kararlarına kadar gelinen süreçte ithal ikameci ve devletçilik politikalarının yanlış anlaşılması ve uygulanması neticesinde; ülke karaborsa cennetine dönüşmüş, ekonomik olarak iflas etmiş ve ülke toplumsal bir kaosa sürüklenmiştir.
Türkiye’nin dışa bağımlılığının ve üretimden uzaklaşmasının temelinde olan bu kararlar 1980 darbesinden sonra tamamen devlet politikası haline gelmiştir. Maalesef hala bu politikaların ceremesini çekiyor, hatta üretimden uzaklaşmanın sancılarını artık iliklerimize kadar hissettiğimiz süreçlere girmiş bulunuyoruz.
Peki Bu Kısır Döngünün Bir Sonu Var Mıdır ?
Yazının başında da belirttiğim gibi üretimden uzak olan bu kapitalist sistem sürdürülebilir bir sistem değildir. SSCB’nin dağılmasından sonra ABD hegemonya kurma ve emperyalizmin tek temsilcisi olma görevini üstlenmiştir. Tabi ki her şey ABD’nin istediği gibi gitmemişti. Doğu’nun güç toplamaya başlaması nedeniyle 19 ve 20’nci yüzyıllarda olduğu gibi tepe tepe sömürülecek bir dünya artık yoktur. Pazarlar daralmış, Avrupa güç toplamış ve ABD’nin ekonomik tahakkümüne başkaldırmıştır.
Asya’nın yükselişi aynı zamanda emperyalizmin sonunu da hazırlar niteliktedir. Özellikle emperyalizmin yıllardır sömürdüğü ülkelerin birbirleri ile ilişkileri, üretime dayalı politikaları ve sömürüye başkaldırması anti emperyalist cepheyi her geçen gün daha da güçlendiriyor.
Emperyalizmin bu denli kan kaybettiği ve ekonomik, siyasi, askeri alanlarda her geçen gün daha da zayıfladığı bu günlerde Genel Başkanımız Doğu Perinçek’in tanımıyla Türkiye tarihi bir fırsatın eşiğinde durmaktadır. Emperyalizme karşı yıllardır verilen mücadelenin de meyvesini toplayacağımız günlere girmiş bulunmaktayız.
Büyük Çözümler Büyük Çözümsüzlüklerden Çıkar
Ekonominin kötüye gidişatı ve ceplerimizin her geçen gün daha fazla boşalması çözümün eşiğinde olduğumuzun da göstergesi. Türkiye’nin yıllarca dışa bağımlı izlediği ekonomi politikalarının çıkmaza girdiğini ve tüketerek değil de ancak ve ancak üreterek refaha ulaşabileceğimizi çok daha yakından hissediyoruz. Bunun çözümünün de aslında bütün bu çıkmaza rağmen çok basit olduğunu görüyoruz : ÜRETMEK
Ancak bağımsız bir şekilde üreterek, tarlalarımızı tekrardan filizlendirerek, yerli ve milli sanayi politikalarını izleyerek refaha ulaşmak mümkün. Türkiye’nin hem siyasi hem de ekonomik bağımsızlığı Kenan Evren’in tabiri ile köylünün bu Milletin kamburu değil de Atatürk’ün de dediği gibi efendisi olmasıyla, üretmesiyle mümkündür. Bağımsız ekonomi dış sermayenin ülkemizde sıcak para çevirmesi değil fabrikalarımızın bacalarının tekrardan tütmesiyle mümkündür. İşçi ve çiftçiden sanayici ve tüccara kadar bütün üretici sınıfları birleştiren bir hükümet, emeği ve sermayeyi kamu önderliğinde seferber ederek Planlı Karma Ekonomiyi uygular ve Türkiye’yi aydınlığa ve güvenliğe kavuşturur. Üretim amaçlı ve paylaşma temelli ortaklıklar kurmanın ve geniş sermaye kaynaklarının biricik verimli mekânı olan Avrasya iklimine yerleşmek ve komşularımızla her alanda işbirliği, şarttır.
Türkiye zorunlu olarak üretim devriminin eşiğindedir ve bu politikalar ancak ve ancak Vatan Partisi iktidarında planlı, üretime dayalı ekonomi politikaları ile başarıya ulaşacaktır. Bu politikalar Türk Milletinin önünde hayati bir görev olarak durmaktadır ve bu politikaların hayata geçmesi durumunda ekonomimiz rahat bir nefes alacaktır.
Kaynakça
1) http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/rota-yazilari/dogu-perincek-uretim-ve-istihdam-odakli-ekonomi-28189
2) http://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/temel-belgeler/milli-hukumet-programi-4126
oncugenclik.org.tr, 21.12.2019