Ana Sayfa Gençlik Hareketi FKF’DEN DEV-GENÇ’E UZANAN PRATİĞİN TEORİK MİRASI

FKF’DEN DEV-GENÇ’E UZANAN PRATİĞİN TEORİK MİRASI

4718

Doğu PERİNÇEK
Teori DERGİSİ – Mart 2002
FKF’den DEV-GENÇ’e UZANAN PRATİĞİN TEORİK MİRASI

Türkiye tarihinin en kitlesel ve etkili gençlik eylemlerini kapsayan 1968 gençlik hareketi sırasında, Fikir Kulüpleri Federasyonu Genel Başkanı görevini yaptım. Bu eylemlerin hem genel başkan sıfatıyla kamuoyu önündeki resmi önderiydim, hem de fiilî önderi. 1968 yılında devrimci gençlik hareketinde tartışılmaz bir otoritem olduğu herkesçe bilinir. Mart 1968’deki FKF 2. Kurultayının 1968 Hareketi üzerindeki belirleyici önemi
1968 Hareketi’nin uluslararası esin kaynakları ve toplumsal-siyasal nedenleri üzerinde durulmuştur. Ancak bu hareketin başarısını belirleyen, ideolojik ve örgütsel karakteri vurgulanmamış, hatta gözlerden kaçırılmıştır. Çünkü kamuoyundaki 1968 imgesini, 1968 Hareketi’nin çizgisini sürdürenler değil, 1971’den sonra 1968’e karşıt bir eylem çizgisine girenler belirlemiştir.

1968 gençlik hareketine damgasını vuran ideolojik önderlik, 23–24 Mart 1968 günleri toplanan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) 2. Kurultayı’nda oluştu. Kurultaya sunduğumuz “Sosyalist Gençlik Biraraya, Eylemde Birlik, Tartışmada Hoşgörü” başlıklı program, TİP yönetiminin Sosyalist Devrim tezine tavır alıyor, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunuyordu.1

Kurultay, iki gün süren yoğun tartışmalarla geçti. Kurultayın başında yapılan Divan Başkanlığı seçiminde TİP’in başındaki Aybar-Aren-Boran yönetiminin desteklediği Osman Arolat 90’ın üzerinde oy alırken, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan gençlerin adayı Doğu Perinçek 40 oy aldı. İki gün süren yoğun tartışmalar, bu oy dengesini tersine çevirdi. Daha Kurultayın ilk günü akşamı, Doğu Perinçek önderliğindeki devrimci grup ağır basmıştı.

Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan grup, Kurultay’da şu görüşleri savundu:

1. “Milli Demokratik Devrimi savunuyor” gerekçesiyle ihraç edilen Ankara Üniversitesi Ziraat ve Veteriner Fakülteleri Fikir Kulüpleri, FKF’ye geri alınmalı; ODTÜ Fikir Kulübü’nün FKF’ye katılımı derhal bu kongrede onaylanmalı; İstanbul’da Deniz Gezmiş’lerin Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)’nin FKF’ye katılması sağlanmalı; böylece sosyalist gençlik biraraya getirilmeli.

2. FKF’nin emperyalizme karşı olan bütün gençlik örgütleriyle cephe birliği sağlanmalı.

3. FKF, SBF’li küçük bir kliğin güdümünde, içine kapalı, pasif ve aynı zamanda gençlik kitlesiyle birleşmeyen sekter bir örgüt durumundan kurtarılmalı; gençlik kitlelerinin mücadelesine önderlik eden aktif ve militan bir örgüte dönüştürülmeli.

4. Bütün bunları gerçekleştirebilmek için, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı bütün halkı ve bütün gençliği birleştiren ideolojik ve siyasal çizgi (Milli Demokratik Devrim stratejisi) tutarlı olarak benimsenmeli ve uygulanmalı.

Artık dönek olmuş bir grubun yıllardır işledikleri bir yalan var. Bu dönekler diyorlar ki, Doğu Perinçek ve arkadaşları, FKF’nin 1968 Martı’ndaki 2. Kurultay’ını ideolojik mücadeleyle kazanmadılar, TİP yönetimi onların yönetime gelmesini istedi.

Oysa gerçek belgelidir. Doğu Perinçek ve arkadaşları, Kurultayı iki gün süren açık ideolojik mücadeleyle kazandılar, O kadar ki, bizzat TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar gelerek, Doğu Perinçek’in görüşlerine karşı bir saatten uzun bir konuşma yaptı. Hatta bazı oylamalarda kendisi Kurultay delegesi olmadığı halde, el kaldırarak arkadaki delegeleri yönlendirmek istedi. Yine TİP liderlerinden Sadun Aren, iki gün boyunca Kurultay salonundan ayrılmadı ve kulislere katkıda bulundu. Bütün bu çabalara rağmen, birinci gün akşamı artık Kurultayın iradesi belli olmuştu. TİP yöneticileri, sosyalist gençlik kitlesini karşıya almak veya Kurultayda beliren eğilimi sineye çekmek seçenekleriyle karşı karşıya kaldılar. Daha sonra öğrendiğime göre, aralarında yaptıkları toplantıda, Behice Boran ve Nihat Sargın, gençliği kaybetmemek gerekçesiyle Doğu Perinçek’in başkanlığına razı olmak gerektiğini savundular. Sadun Aren’in itirazlarına rağmen, Aybar da onlara katıldı. Ayrıntıları bilmiyorum, Nihat Sargın yaşıyor, bu toplantıda konuşulanları açıklayabilir.*

Özetle, TİP yönetimi, FKF’nin başına Doğu Perinçek ve arkadaşlarının gelmesini önleme olanağını kaybetmişlerdi. Kaldı ki, Doğu Perinçek ve arkadaşları, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunmakla birlikte Parti’ye bağlıydılar; Parti disiplinine samimi olarak uyuyorlardı.

Kurultay sonrası basında çıkan haberler de, Perinçek ve arkadaşlarının Milli Demokratik Devrim tezini savunarak, yönetime geldiklerini gösterir. Türk Solu dergisinin Kurultay sonrası sayısındaki haber ve Celal Soycan imzalı köşe yazısı örnek olarak incelenebilir.

Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan bir önderliğin FKF’nin başına gelmesi, 1968 Hareketi’nin ideolojik ve örgütsel ortamının oluşmasında belirleyici olmuştur. O zamana kadar Hüseyin Ergün çevresinin oluşturduğu FKF yönetimi, CHP’li ve Kemalist gençlikle çekişme halindeydi, hatta neredeyse cephesini onlara dönmüştü. Doğu Perinçek ve arkadaşlarının yönetime gelmesiyle birlikte FKF, emperyalizme karşı ortak eylem ve cephe siyaseti izlemeye başladı; bunun üzerine ortam birden bire değişti. 1968 eylemlerinde FKF önderliğinin belirleyici rolü
Büyük kitle örgütlerini biraraya getiren Dev-Güç’ün kuruluşu, FKF’de devrimci bir önderliğin göreve gelmesi sayesinde gerçekleşti. Dev-Güç’ün programı incelenmeli ve yayımlanmalıdır.2 Bu örgütlenmeye sağdan ve “sol”dan yöneltilen saldırıların nedeni o zaman çok iyi anlaşılır.

Dev-Güçbirliği, ilk önemli eylemini Ankara’da 29 Nisan 1968 günü Ankara Zafer Meydanı’nda gerçekleştirdi. Aybar-Aren-Boran yönetiminin baltalamasına rağmen, sosyalist ve Kemalist kuvvetler, omuz omuza vererek, büyük bir kitlesel miting yaptılar. Eyleme, Perinçek’in genel başkanlığındaki FKF önderlik etti. Bu eylem dünya basınında yankılandı, hatta Çin’in yabancı dilde çıkardığı yayın organlarına kadar girdi. Gericilerin saldırısı, ilk kez bu mitingdeki birlik, örgütlenme ve moral sayesinde bozguna uğratıldı. Milli cephe politikası ve eylemci çizgi, geniş gençlik kitlesinde büyük bir sevgiyle karşılandı ve hemen yayıldı. Nisan başındaki “NATO’ya Hayır Haftası”nı 10 Haziran’da Ankara’da başlayan Demokratik Üniversite işgalleri ve daha sonra 6. Filo’ya karşı protestolar izledi.
Milli Demokratik Devrim stratejisini savunanlar, FKF’nin başına gelmeselerdi, 1968 baharında yine bazı gençlik hareketleri olabilirdi. Ancak o hareketler, bizim bugün bildiğimiz 1968 Hareketi olmazdı. Çünkü gençliğin birliği sağlanamazdı. Ayrıca gençlik hareketinin halkla birliği sağlanamazdı. Demokratik üniversite işgallerini başlatan Ankara Hukuk ve Dil Tarih Coğrafya Fikir Kulüpleri, FKF yönetiminin cephe politikasını en kararlı izleyen örgütlerdi. FKF’nin milli cephe politikası, devrimci gençlik kitleleri içindeki bölünmeleri ortadan kaldırmış ve çok iyi bir atmosfer yaratmıştı.

68 Hareketi, Milli Demokratik: Devrim’i savunan doğru devrimci önderliğin ürünüdür. O devrimci önderlik ise, Türkiye’nin iç dinamiğinin ürünüydü. Denebilir ki, o iç dinamik, sosyalist gençlik hareketinin örgütü olan FKF’yi köklü bir değişikliğe zorladı. Böylece hem sosyalist gençliğin dinamizmini harekete geçirecek örgütsel koşullar oluştu, hem de sosyalist gençler ile Kemalist gençler arasında eylem birliği için gerekli zemin yaratıldı.

Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışmasının açtığı ufuk

Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışması, Türkiye sosyalist hareketindeki en önemli tartışmadır, son kırk yılın doğru ve yanlış çizgileri en sonunda bu eksenlerde toplanır. Bu ayrılık, ülke gerçeğine dayanmak ile gerçeklere kafa tutmak arasındadır. Türkiye’nin milli demokratik devrimini henüz tamamlamadığı bugün daha açık biçimde ortaya çıkmıştır. Türkiye halkının önüne sosyalist devrimi koymak, tarihsel aşamaları bir çırpıda geçmek gibi gerçek dışı bir programı dayattığı için, halk içinde bölücülüğü, eylemsizliği, yalnızlaşmayı ve kaçınılmaz olarak Sovyetler Birliği’nin desteğine bel bağlamayı temsil etmiştir. Devrimi Rusya’nın müdahalesiyle gerçekleştirme teorisi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD emperyalizminin açık taraftarlığına, açıkçası dönekliğe dönüşmüştür. Sosyalist Devrim tezinin serencamı budur.

Milli Demokratik Devrim stratejisi ise, 2000’lerin Türkiye’sinde krize İşçi Partisi’ nin önderliğinde getirdiği çözümle geniş halk kitlelerinin çözümü olmaktadır. Tartışmayı hayat sonuçlandırmıştır. 1968 eylemleri
1968, maddi gerçeklik olarak neydi? Bugünkü kuşaklar, ne yazık ki 1968 gerçeğini tanımıyorlar, 68 diye bildikleri aslında 68 değil, fakat 1971 maceralarıdır. Aydın Çubukçu gibilerinin yayına hazırladıkları “Bizim 68” ve benzeri kitaplar, 68’i değil, 1971 macerasını yansıtıyor.

1968 gerçeği neydi? Rivayetleri ve efsaneleri bırakıp o yılın eylemlerini dergi ve gazete sayfalarında bulabiliriz.

— 29 Nisan 1968: Devrimciler Güçbirliği, Ankara’da, FKF önderliğindeki büyük kitlesel mitingi gerçekleştirdi.
— 14–19 Mayıs 1968: İstanbul FKF’nin başında bulunduğu 17 örgüt, “NATO’ya Hayır” haftası yaptı.
— Haziran 1968: 10 Haziran’dan 25 Haziran’a kadar iki hafta süren üniversite işgalleri oldu. Türkiye tarihinin en kitlesel ve en etkili öğrenci eylemlerini içeren Demokratik Üniversite Hareketi, 10 Haziran 1968 günü Ankara’da DTCF, Hukuk ve arkasından Fen Fakültelerinin işgaliyle başladı. İki gün sonra, 12 Haziran günü, öğrenciler İstanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite’nin hemen bütün fakültelerini işgal ettiler. Ankara’da ilk işgalleri gerçekleştiren DTCF, Hukuk ve Fen Fakülteleri Fikir Kulüpleri’nin başkanları, hem FKF’nin önde gelen yöneticileriydiler, hem de hazırlıkları yapılan Aydınlık dergisinin kurucuları arasında yer aldılar. İstanbul’daki işgallere ise Deniz Gezmiş’in başında bulunduğu DÖB ve İstanbul Fikir Kulüpleri önderlik etti. Haziran Üniversite İşgalleri, 68’in en kitlesel ve en etkili eylemidir. O iki hafta içinde, gençlik kitlesi CHP denetiminden kurtularak sosyalizm saflarına geçti. Büyük devrimci eylemlerin kitlelerin bilincinde nasıl büyük sıçramalar yarattığına tanık olduk. 1968 Haziranı, Türkiye gençlik hareketinin henüz aşılmamış olan doruğudur.

— Temmuz-Ağustos 1968: İstanbul, Ankara ve İzmir’de 6. Filo’ya karşı protesto eylemleri.
— Kasım 1968: Samsun’dan Ankara’ya “Mustafa Kemal Yürüyüşü”

İşte 68’in maddesini bu eylemler oluşturur. Ocak 1969’daki FKF 3. Kurultayı ve Yarım “Milli Demokratik Devrimcilik”
1968 eylemleri, aslında Nisan sonundan Ağustos ayına kadar uzanan üç-dört aylık bir dönemi kapsar.

Bu eylemci dönem, her halk hareketinin yükseliş tecrübelerinde görüldüğü gibi, aynı zamanda iç mücadeleler dönemidir. Gençliğin kitle hareketi, FKF içindeki TİP yönetimine bağlı grup (Ankara’da Hüseyin Ergün’ler, İstanbul’da Veysi Sarısözen ve Osman Arolat’lar) tarafından sürekli çelmelenmiştir. 29 Nisan mitingini önlemeye çalışmışlardır. Haziran ayındaki Demokratik Üniversite Hareketi’ni engellemişler, başaramayınca içerden baltalamışlardır. Hatta bu ekip, Dolmabahçe’ye inen gençlik hareketinin önüne barikat kurmaya dahi kalkmıştır.
Eylem düzlemindeki bu mücadele, FKF içindeki iktidar mücadelesiyle atbaşı gitmiştir. Doğu Perinçek önderliğindeki yönetimin kurulmasını önleyemeyenler, bu yönetimi yıkmak için hâkim sınıflarla aynı cephede savaşmışlardır. Ayrıntılara girmiyoruz, 8 Temmuz 1968 günü sahneye konan Genel Yönetim Kurulu darbesi bu koşullarda gerçekleşmiştir. TİP yönetimi tek tek gençler üzerinde ağır bir baskı kurmuş, örneğin Behice Boran, Doğu Perinçek başkanlığındaki FKF’nin Genel Sekreteri Ömer Özerturgut’u evine çağırmış, ertelenmiş olan Genel Yönetim Kurulu toplantısı Ömer Özerturgut’un gösterdiği zaaf nedeniyle İstanbul’da açılmış ve darbe, İstanbul FKF’nin genel yönetim kurulundaki gücüyle sonuca ulaşmıştır. Sosyalist gençler arasındaki sorunları şiddet kullanarak çözme girişimleri, o sırada bizzat TİP yönetiminden gelmiştir. Bu süreçte devrimci gençlik hareketi, bir yandan ABD işbirlikçilerinden gelen baskılarla, bir yandan da TİP yönetiminin temsil ettiği oportünizmle çarpışmıştır. Bu mücadele sırasında, kışkırtılan Kürtçülük dahil, sosyalizme yabancı her türlü oportünist cereyan göğüslenmiştir.
8 Temmuz 1968 darbesiyle kurulan Zülküf Şahin yönetimi, gençliğin yükselen devrimci hareketine karşıydı; ilk aldıkları karar Devrimci Güçbirliği’nden ayrılmak oldu. Gençliğin devrimci eylemine barikat oluşturan bir yönetimin geçici olması kaçınılmazdı. Devrimci gençlik eylemleri, 8 Temmuz’dan sonra FKF merkezine rağmen gerçekleşti. Ankara’da Doğu Perinçek ve arkadaşları yeni bir merkez oluşturarak, gençlik hareketini yönettiler. İstanbul’da da yine Doğu Perinçek ile birlikte hareket eden Deniz Gezmiş ve arkadaşları ve İTÜ’de Hasan Yalçınlar eylemlere önderlik ettiler.

Bu dönemde devrimci gençler içinde, FKF’de devam etme veya yeni bir gençlik örgütü kurma seçenekleri tartışıldı. Doğu Perinçek ve arkadaşları, FKF’de kalarak yönetimi almayı savundular. Atilla Sarp’lar, İstanbul’daki DÖB grubu vb ise, FKF’nin iflah olmayacağı görüşündeydiler.

Ocak 1969’daki FKF 3. Kurultayı’na bu ortam içinde gelindi. Ne var ki, üç-beş ay içinde sosyalist gençlik büyük bir ideolojik dönüşüm yaşamıştı. Artık Sosyalist Devrim stratejisini savunanlar bir avuç kalmıştı. Hatta onlar bile çark etmişler, Milli Demokratik Devrimi içinden vurma taktiğine geçmişlerdi. İstanbul FKF yönetiminin başında bulunan Veysi Sarısözen ve arkadaşları, bütün bu süreç boyunca, sosyalist kültürle bağdaşmayan eski cemiyetçilik manevralarıyla ve ayak oyunlarıyla öne çıkmışlardır. Kaybettiklerini anlayınca 1969 Ocak Kongresi’nde de böyle yaptılar. Doğu Perinçek tarafından kaleme alınmış olan, Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan Karar Tasarısını kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak bütün manevra yeteneklerini seçimler üzerinde yoğunlaşırdılar. FKF’ye genel başkan olabilecek adayları sildirerek, bu adayların genel yönetim kurulu seçimlerini bir oy farkla kaybetmelerini sağladılar. Hiç akılda olmayan Yusuf Küpeli bu koşullarda, Doğu Perinçek ve arkadaşlarının adayı olarak Genel Başkan oldu.

Yusuf Küpeli, daha sonra dönek olarak kanıtladığı zayıf kişiliği ve yarım Milli Demokratik Devrimciliği nedeniyle TİP yönetimiyle uzlaşmacı bir tavra girdi. Küpeli, Sosyalist Devrim tezini bir gecede terkeden fakat Milli Demokratik Devrimi de anlamayan kesime dayandı. Bu kesim, bir süre sonra THKP/C ve THKO örgütlerinde şekillenecek ve Milli Demokratik Devrimi reddeden foko çizgisine girecektir.

Devrimci Güçbirliği’ne tavır, o dönemde ayrılıkların eksenini oluşturuyordu. Yusuf Küpeli, Milli demokratik devrim stratejisini kavramamış kesime dayanarak ve “Sosyalist Devrim” oportünizminin kalıntılarıyla işbirliği yaparak, Dev-Güç’e katılma kararı alınmasını önledi.

Maceracı eğilim bu dönemde başladı. Filistin’e adam yollama gibi aniden boy gösteren çocukluklar ve provokasyonların kucağına sürüklenen “gizli örgüt” toylukları yüzünden, FKF gençliğin kitle eyleminden kopuş sürecine girdi.

FKF, 1968 gençlik hareketine önderliğiyle halkın gözünde meşru bir örgüttü. Bu yasal örgütün başındakiler, yasal kitle hareketiyle yasadışı fokoculuğu birbirine karıştırdılar.

Böylece yasal örgüt mevzilerinin kaybedilmesi tehlikesi doğdu. FKF’nin yasal faaliyet olanakları darbe yedi, örgütsel işleyiş zaafa uğradı. 1969 yazında FKF Genel Merkezinin kapısının bile doğru dürüst kapanmadığı, örgütün her tür tertibe açık olduğu bir dönem yaşandı.

FKF örgütünü dağıtanlar, TİP’e karşı da yıkıcı bir tutumun içine girdiler. 1969 yılında bütün TİP kongrelerinde kavga çıkardılar. “Oportünizmi şiddet kullanarak bertaraf etme” teorisi, bizzat Yusuf Küpeli-Mahir Çayan ikilisi tarafından açıkça savunuldu. TİP Genel Merkezi, bir takım karanlık adamların kışkırtmasıyla basıldı, daktilolar götürüldü vb. Kışkırtıcılar başroldeydi. 1970’lerden sonra Sol örgütler arasında ve içinde cinayetlere kadar varacak olan Sol içi şiddetin kökleri oradadır. Ve bu kökler daha derinlere uzatılırsa, SüperNATO’nun güdümündeki istihbarat servislerinin tertiplerine ulaşılır.

Aydınlıkçılar, 1969’dan itibaren TİP içinde, FKF ve Dev-Genç içinde, sosyaldemokrat veya CHP’lilere karşı şiddet uygulanmasına karşı çıkmışlardır. Hatta 1970 öncesindeki bölünmenin en önemli nedenlerinden biri budur. Aydınlıkçılar, “Oportünizmi açığa çıkaralım, ideolojik mücadeleyle yıkalım” görüşünü savunmuşlardır.

Kitle hareketi 15–16 Haziran 1970’te doruğuna ulaşmıştı. Bu koşullarda, kitlelerle birleşmeyi esas alan 68 çizgisi ile uç vermeye başlayan 1971 maceracılığı, iç içe ve yan yanaydı. Aydınlık’ın 1970 yılı Eylül ayında yayımlanan “Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim” başlıklı ortak bildirisi, bu çelişmeye devrimci bir müdahale ihtiyacıyla yazılmış ve yazı kurulu üyeleri tarafından tek tek imzalanmıştı. Kıyamet koparıldı. Oysa o bildirinin ne kadar doğru ve haklı olduğunu, 1971 maceracılığı kanıtlamıştır. O bildiri, cereyan göğüslüyordu. Maceracı eğilim içine girmiş olan sabırsız gençleri, uyarıyordu. Ne var ki, o sırada pirim toplayan, yanlışların karşısına cesaretle dikilmek değil, yanlışları kışkırtmak idi.

ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri, kışkırtma ve tertiplere başvurmak zorundaydı. Çünkü 1969 yılı, gençlik hareketi ile emekçi kitleler arasında bağların örüldüğü bir yıldı.

68 Hareketi’nin açtığı ufuk: işçi ve köylü kitlelerine yöneliş

1968 gençlik hareketinin çok önemli bir özelliği, devrimci gençliği işçi ve köylü kitlelerine yöneltmesidir. Devrimci gençler köylere koşuyor, fabrika direnişlerine destek oluyordu. Yükselen halk hareketleri arasında bağlar örülüyor, selamlar gidiyor geliyordu.

İşçi Köylü gazetesinin ilk sayısını, bu atmosfer içinde 1969 yılının 8 Temmuz günü yayımladık. İstikrarlı 50 bin satışıyla, 8 bin abonesiyle, emekçi eylemlerini yönlendiren ve örgütleyen işleviyle Türkiye tarihinin emekçi kitleler için çıkan en etkili yayın organı olmuştur. 16 Haziran 1970 işçi hareketinden sonra Sıkıyönetim tarafından yasaklanmasına rağmen, her sayısının 20 bin adedi gizli olarak İstanbul’a sokulmuş ve fabrikalarda elden ele yayılmıştır. Son sayısı 7 Nisan 1971 günü yayımlanmış ve 12 Mart 1971 rejiminin Balyoz Harekâtı tarafından kapatılmıştır.

İşçi Köylü gazetesinin bütün sayıları yeniden yayımlanmalıdır. Bu gazete, devrimci gençliğin emekçi kitlelere yönelişindeki direnci ve coşkuyu yansıtır. Sosyalist hareket içinde kitle çizgisi izleyenler ile maceracı eğilim arasındaki ayrılık, İşçi Köylü gazetesine tutumda kendini göstermiştir.

1968 Hareketi, emekçi kitlelere yönelişi güçlendiren yönüyle de demokratiktir, halkçıdır. Gençlik, ülkesinin sıradan insanlarıyla birleşiyordu. Aslında sosyalist gençlik içerisinde daha 1968 öncesinde işçilerle, köylülerle birleşme, onlarla birlikte hareket etme eğilimi filizlenmişti. Sosyalist gençlik, CHP’li gençlikten farklı kimliğini “emekçilerle birleşme” temalarıyla belirginleştiriyordu.

Atalan, Gollüce derken, birdenbire bir köylü hareketi yükseldi o dönemde. Köylüler, Türkiye İşçi Partisi’nin estirdiği rüzgârdan etkilenerek toprak talep ediyorlar, tefecilikten yakınıyorlar ve taban fiyatlarının yükseltilmesini istiyorlardı. İşte öğrenci gençlik bu taleplere sahip çıktı. Ne var ki, TİP yönetimi 1967 sonbaharından itibaren partili gençliğin köylü ve işçi hareketlerine katılmasını önledi. Bardağı taşıran damla, 1967 sonlarında Antalya Elmalı’daki köylü direnişidir. ODTÜ’lü gençler oraya gitmişti. TİP yönetimi, “provokasyon olur” kaygısıyla onları geri çağırıyordu. FKF’nin TİP yönetiminden emir alan yöneticileri de, gençliğin emekçi kitlelerle dayanışmasını baltalayan bir tavır içindeydiler. Bu tutumları, büyük tepki yarattı ve yıkılışlarının bir nedeni de buydu.

1968 Hareketi’nin açtığı demokratik yükseliş içinde, tütün üreticilerinden sarımsak üreticilerine kadar çiftçiler harekete geçirildi. Devrimci gençler, işçi direnişlerine katıldı. Üretici eylemlerinin en etkilisi, 1969’un Şubat ayında Akhisar’da yapılan tütün mitingiydi. Daha önce Akhisar’da, Türkiye İşçi Partisi mitingine saldırı olmuştu. Bu kez yine saldırdılar, ancak püskürtüldüler. Ege gazeteleri kocaman manşetlerle verdiler o mitingi. Unutulmayan diğer eylemler, 1969 yazındaki Demir Döküm ve Sungurlar fabrikalarının işgalidir. Aydınlıkçılar, Bora Gözen ve arkadaşları, bütün mücadele boyunca fabrikada işçilerle birlikte olmuşlardır. Gençlik emekçi kitlelere yönelirken, iki eğilim çıktı.

Bir eğilimi Aydınlıkçılar temsil eder. Bu çizgi, “İşçilerle, köylülerle birleşmek için onların meselelerine sahip çıkalım, onları seferber eden kitle çalışmasında ısrar edelim” diye özetlenebilir.

İkinci eğilim, sabırsızdır, “işçileri köylüleri işte gördük, bunları beklersek devrim falan olmaz, onun için biz öncüler olarak ortaya çıkalım, onlar daha sonra bizi izleyeceklerdir. Biz oligarşiye indireceğimiz darbelerle, emekçilere düzenin zayıf olduğunu gösterelim” görüşünü savunuyordu. Aslında 1971’deki o adam kaçırma, çocuk kaçırma, banka soyma gibi bireysel terör eylemleri, daha o zamanlar uç vermeye başladı.

Kendisi de hatırlıyor mu acaba, Boyboy Mustafa ile Akhisar Gölmarmara’daki tartışmamızı hiç unutmuyorum. Kafasında romantik isçi ve köylü hayalleri bulunan idealist gençler, gerçek işçiyle karşılaşınca, gerçek köylüyü görünce hayal kırıklığına uğradı. “Benim kafamda şekillenen, devrimi yapacak kahramanlar bunlar değil” diye düşündü. Sabırsızlık cereyanı böyle ortaya çıktı. Aceleciliği körükleyen ve kullanan darbe örgütlenmesinin kışkırtmaları böyle bir zemin üzerinde etkili oldu. FKF 4. Kurultayı: Kitle çizgisi ile maceracılık arasındaki bölünme
1970’e doğru maceracı eğilimlerin alıp yürümesi sonucu devrimci gençlik hareketi bölündü, yollar ayrıldı. 1969 sonbaharındaki FKF 4. Kurultayı’nda, bu bölünme su yüzüne çıktı. Bu Kurultay’da Fikir Kulüpleri Federasyonu, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev Genç) adını aldı. Dev-Genç’in tüzüğünü ve programını hazırlamak üzere Kurultay’da, hatırladığıma göre, benim de aralarında olduğum üç kişilik bir komisyon seçildi. Komisyon, bu görevi bana verdi. Tüzük önerisini hazırladım ve FKF’nin adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu diye değiştirilmesini önerdim. Federasyon’un kısaltılmış adının DevGenç olması da benim görüşümdü. Bu öneriler Kurultay’da kabul edildi.
Kurultay, kitle çizgisini savunanlar ile maceracılığa yönelenler arasındaki mücadeleye sahne oldu. İlginçtir, eskiden Milli Demokratik Devrim’e karşı çıkanlar, bu kez maceracı eğilimlerin peşine takılmışlardı.

Kurultay ‘da seçimler öncesi bir uzlaşma oldu. Doğu Perinçek’in önderliğindeki gruptan 5, maceracı eğilimden 4 gencin Merkez Yürütme’de yer alması üzerinde anlaşıldı. Genel Başkan ise, her iki grubun dışında olan Atilla Sarp olacaktı. Seçim sonuçları bu anlaşmaya uygun gerçekleşti. Ne var ki, bir süre sonra bizim tarafta yer alan bir arkadaş saf değiştirince, yönetimin ağırlığı maceracı takımına geçti. Böyle olması kaçınılmazdı. Çünkü gençlik içinde kuvvetli bir maceracı dalga yükseliyordu. Bu rüzgârın kasıtlı olarak karşı güçler tarafından estirildiği, 1971 sonrasında ortaya çıkmıştır.

1968’i yaratan ve 1968’i batıran ideolojik zeminler

Yukarda anlatıldığı gibi, 1968’in ideolojik biçimlenişinin bir öncesi vardır, bir de sonrası. Öncesi, Milli Demokratik Devrim stratejisinin kabul edilmesidir.

Bir de 1968’in sonrası vardır. 1968’in sonrası, 1971’dir. 1971 maceracılığı, 1968’in reddidir. Denebilir ki, 1968 doruğu, 1968 öncesindeki cephe politikalarını reddeden pasifist sekterlik ile 1971 dönemindeki maceracı sekterlik arasında kalmıştır.

Milli Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim stratejileri arasındaki mücadelenin doğru çözümü, 1968 Hareketi’ni yaratmıştır. O doğru çözümden maceracılık yönündeki vazgeçiş ise, 1968’i batırmıştır.

1968’den bir süre sonra, 1969 ortalarından itibaren cephe politikası ile sekterlik arasındaki mücadele biçim değiştirdi. 1968 Hareketi’nin yükseliş koşullarında paldır küldür Milli Demokratik Devrimi kabul eden eski “Sosyalist Devrimciler”, çocuksu sekter tutumlarını, bir başka çocukluk hastalığıyla, bu kez maceracılığa yönelerek sürdürdüler. Rusya tecrübesinde Lenin’in de tanıklık ettiği gibi, ekonomizm bireysel terörizme dönüştü. Her iki eğilim de, kitlelere güvenmiyor, devrimin kitlelere dayanacağını pratikte benimsemiyordu.

1968 Kitle Hareketi ile 1971 “Direniş Ruhu” arasındaki karşıtlık

1968 gerçeğine ters olan maceracılık ve bireysel terör, 1971 sonrası süreçte 1968 imgesine damgasını vurdu. Şöyle de söylenebilir: 1968 gerçeği, daha sonra efsaneye dönüştürülürken, 1971 kılığına büründürüldü.

Her efsane, aynı zamanda bir ideolojik kırılmadır. Gerçekler, efsaneye dönüşürken, yüzen gezen ideolojinin müdahalesine uğrarlar. 68’in başına gelen de budur.

Demek ki, bir 68 gerçeği vardır, bir de 68 efsanesi.

68 efsanesi, 68 gerçeğinin, “1971 Direniş Ruhu” denen ideolojik değerlerle yeniden imal edilmesiyle oluşmuştur.
Oysa 68 gerçeği ile “71 Direniş Ruhu”, birbirine karşıttır. 68 efsanesi, 68 gerçeğini 71’e göre yeniden üretirken, bir bakıma karşıtına çevirmiştir.

Bu karşıtlık nerededir?

68, gençliğin kitle hareketinin doruğudur; kitleseldir, büyük bir demokratik çıkıştır, gençlik kitlelerini dönüştürmüştür. Bu nedenle 68, Türkiye toplumunun maddesini etkilemiştir; gençlik kitlelerinin özgüveninin eseridir ve büyük umutlar bırakmıştır.

71 ise, kitle hareketinin dibe vurduğu bir sırada, bireysel çıkışlardır. Kitlelere güvensizlikten ve karamsarlıktan kaynaklanmıştır, kitlelerden kopuktur; saman alevi gibi parlamış ve sönmüştür. Bu nedenle arkasında umut değil, eziklik bırakmıştır. Ama her bireysel çıkış gibi, 1971 eylemleri de bireysel “kahramanlık” ve trajedilerle efsaneleştirilmiştir.

1971 eylemlerinin arkasında kuşkusuz bir ideoloji vardı. Bu ideoloji, küçük mülk sahiplerinin karamsarlığı ve maceracılığıdır. Bireycidir, isyancıdır, kahramancadır, ama bilimsel değildir; gerçeğe dayanmaz, halk kitleleriyle birleşemez, bu nedenle tarihi gidişi belirleme yeteneğinden yoksundur.

1971 eylemleri

1971’i duygusallıktan uzak olarak değerlendirmek için, 1971 eylemlerini hatırlamak yeter. 1971 Ocak ayından başlayarak, banka soygunları, şoför Mesut Erdinç’in bir evde kazayla bırakılarak ölümüne yol açılması, Mete Has’ın ve Hakan Duman adlı çocuğun fidye için kaçırılmaları, İsrail Konsolosu Efraim Elrom’un öldürülmesi, Sibel Erkan adlı küçük bir kızın rehin tutulması, dört ABD’li askerin kaçırılması, Ünye’deki İngiliz teknisyenlerin kaçırılması, bakkal soygunları vb.

Eylemleri alt alta yazmak ve karşılaştırmak, 1968 ile 1971 arasındaki karşıtlığı ortaya koyar. 1968’deki kitleselliğin yerine 1971’de foko eylemleri almıştır; artık kitleler seyircidir. Geniş gençlik kitleleri ve halkın talepleri gitmiş, kendisini “öncü savaşçılar” olarak tanımlayanların talepleri öne çıkmıştır.

1968’deki emperyalizm ve işbirlikçilerini hedef alan eylemlerin yerini, 1971’de kaçırılan ve rehin alınan çocuklar, soyulan bakkallar, öldürülen şoförler vb alır.

1968 Hareketi, Türkiye’nin devrimci tarihine yaslanıyordu, Mustafa Kemal, o eylemlerin en güçlü tarihsel beslenme kaynağıydı. Bağımsızlık, en büyük amaçtı, yürüyüşlerin en önünde daima ayyıldızlı bayrak dalgalanırdı. İşçi Köylü gazetesinin başlığında Türkiye bayrağı vardı.

Halktan kopuk 1971 maceracılığı ise, 1974 sonrasında Atatürk düşmanlığına vardı, Türkiye’ye yabancılaştı, İstiklal Marşı’na ve Türk bayrağına saygısızlık eylemlerine yöneldi.

Halkın 1968 kitle hareketine ve 1971 bireysel eylemlerine karşı duyguları da çok farklıdır. 1968 Hareketine halk, sıcak ve candan sevgi beslemiştir. 1971 eylemleri ise, başta soğuk duygularla izlenmiş, arkasından nefretle karşılanmıştır.

En önemlisi, 1968 Hareketi, emperyalizme ve işbirlikçilerine darbe indiren bağımsız bir halk hareketiydi. 1971 eylemleri ise, ABD’nin ve CIA’nin Türk Ordusu içindeki binlerce devrimci subayı tasfiye planına ve tertibine alet oldu. 1971 eylemlerinin bu yönü gözlerden ırak tutulur. Oysa bu eylemlerde samimi duygularla yer alan birçok gencin ve subayın, Türk Ordusu ‘nu hedef alan bir temizlik operasyonuna alet olduğu, bugün bütün kanıtlarıyla ortaya çıkmıştır.

Özetle, 1968 gençlik hareketi, kitleseldi, birleştiriciydi, demokrasi ve bağımsızlık gibi halkın özlemlerini amaçlıyordu, doğru bir eylem çizgisi izliyordu, Türkiye’nin devrimci tarihinden güç alıyordu. 1971 eylemleri ise, ABD operasyonuna alet oldu ve 1980 öncesinde bireysel terörizmin varacağı yere ulaştı, uyuşturucu batağına saplandı, en sonunda SüperNATO güdümlü halk düşmanı bir karakter kazandı.

Tarihsel tecrübe bir kez daha doğrulandı, devrimci maceracılıkla işe başlayan örgütler, en sonunda karşı devrimci provokasyon yuvalarına dönüşmüştür. CIA ve SüperNATO, birçok kirli işini artık bu tür örgütlere ihale etmektedir.

68 paylaşımcıydı 1971’in bireysel kahramanlığı ise paylaşılamaz

İşçi sınıfı devrimcilerinin en önemli değerlerinden biri, paylaşmaktır. Özgürlüğü paylaşmak, mülkiyeti paylaşmak, çalışmayı paylaşmak, üretimi paylaşmak, mutluluğu paylaşmak, acıları birlikte göğüsleyip, sevinçleri paylaşmak. Paylaşmak güzeldir özet olarak.

Kahramanlık ise paylaşılamaz. Kahramanlık kişiye aittir, özeldir, yücedir, kitlelerin üzerindedir ve kitlelere hayranlık dayatır. Çünkü kahramanlık, kabile toplumunun çözüldüğü kahramanlık çağından beri, aslında kitleleri tahakküm alanda tutan sınıfın değeridir. Brecht’in “kahramanlara muhtaç” olan toplumlara acıması, biraz da buradan gelir. Çünkü kahramanlık, sürekli olarak kahramanlara, seçkinlere ihtiyacı üretir ve toplumu sınıflı toplumun kısır döngüsüne hapseder.

İlle bir kahramanlıktan söz edeceksek, 68’in gerçek kahramanı gençlik kitleleriydi. 71’de ise, kitle kalmadığı için bireyler, kahramanlık sevdasına kapılarak büyük çıkışlarını yaptılar. Derin bir felsefi ve sınıfsal sorundur bu. Karamsarlık o zaman birçok arkadaşta bireysel “kahramanlık” üretti.

İdeolojik köksüzlük, güçlü ve disiplinli bir öncü partinin bulunmayışı yüzünden, bu “kahramanlık” sahneye fırladı ve Türkiye tarihini olumsuz yönde etkiledi.

Seçkinlerin ve kahramanların olduğu her yerde, kitleler alta itilir, ezilir. Herkesin seçkinleştiği bir toplumda ise, yöneten-yönetilen çelişmesinin kültürel temelleri çözülmeye başlar. İşte 68, bu açıdan bir ütopya arayışıydı, bağrında geleceğin sınıfsız toplumunun kültürel filizlerinin uç verdiği bir eylemdi.

68, paylaşılabildiği için güzeldi. Gençlerin, bencilliğe ve çıkarcılığa karşı bir başkaldırısıydı. Gençlik, 68 eylemlerinde, toplumla birlikte mutlu olabileceğini duydu; başka insanlar sayesinde var olduğunu hatırladı ve her gününü her saatini emekçilere borçlu olduğunu düşündü.

Türküler de paylaşılır. Sahipleri belli değildir. Bir tarihte birisi yakmıştır o türküyü, yüzyıllar içinde yuvarlana yuvarlana onbinlerce türkücünün katkısıyla artık toplumun olmuştur, artık anonimdir, hepimizin olmuştur.
68’de türkü gibiydi, hepimizindi, paylaşıldı ve gelecek kuşaklara paylaşılabilecek bir miras bıraktı.

Kahramanlıkları, paylaşmayı bilmeyen seçkinlere bırakabiliriz. Ama 68, paylaşanlarındır, gençlik kitlesinindir, bütün halkındır.

Dahası 68, bütün dünyada paylaşıldı. Vietnam’dan Amerika’ya, Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrim’inden Fransa’daki başkaldırıya kadar yeryüzü ölçeğinde paylaşılan 68’i, Türkiye gençliği de bir dünyalı ruhuyla paylaştı.

Bir tecrübeden kalan teorik miras

Bu yazı niçin yazıldı?

Bir tecrübeyi genç devrimci kuşaklara aktarmak için.

1968 ve 1971 tarihleriyle simgelenen tecrübeler, toplasanız yedi-sekiz yılı geçmez. Ama bu yedi sekiz yıl, ardından gelen çeyrek yüzyılın bütün deneyimlerine model olmuştur. 1965– 1973 arasındaki çizgi mücadelelerinin doğruları ve yanlışları saptanırsa, sağlam bir teorik ve politik birikim elde edilir. Bu mirası şöyle özetleyebiliriz:

1. Milli Demokratik Devrim stratejisi doğrudur, Sosyalist Devrim stratejisi yanlıştır. Türkiye, Kemalist Devrim’in kazanımlarına rağmen, bugün emperyalist sistemin Ezilen Dünya kutbunda yer alan ve Orta Çağ kalıntılarından arınmamış bir ülkedir; bu nedenle Milli Demokratik Devrim aşamasındadır. Devrim aşamalarını ve emperyalizme karşı milli cephe politikalarını reddeden Sosyalist Devrim stratejisi, kitlelerden kopmaya, halkla birleşemeyeceği için Sovyet sosyal emperyalizmine bel bağlamaya, Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ise ABD emperyalizminin güdümüne girmeye yol açmıştır.

2. Devrim için güç toplamak ve fırsat kollamak doğrudur; “sürekli bunalım” yanılgısına dayanan “öncü savaş” yanlıştır. Kuvvet toplama süreçleri ile kriz dalgalanmaları birbirinden dikkatle ayrılmalıdır. Kitleleri kendi tecrübeleriyle eğitmek, örgütlemek ve devrime hazırlamak esastır. Kitleler içinde güç toplamayı reddeden, Türkiye’nin sürekli kriz içinde olduğu ve silahlı mücadele koşullarının sürekli varolduğu iddiasından kaynaklanan öncü savaş pratikleri, devrime değil, karşı-devrime hizmet etmiştir. Türkiye ekonomisinin çarkının döndüğü ve ciddi krizlerin yaşanmadığı koşullarda, sürekli kriz uydurmalarıyla silahlı hareketlere girişmenin bedelini bütün bir halk ödemiştir.

3. Haklı zeminde, kuvvet toplayan ve ateşkesler yapan eylem çizgisi doğrudur; kitlelerin onaylamadığı ve katılmadığı bir silahlı eylem çizgisi ve “Kurtuluşa kadar savaş” gevezeliği hayat dışıdır ve yanlıştır. Devrimci eylemin amacı, kahramanlık gösterisinde bulunmak veya ne olursa olsun “kurtuluşa kadar savaşmak” değil; devrim için güç toplamak ve zafer kazanmaktır, iktidar olmaktır. Bu nedenle haklı zeminde, faydalı ve molalar vererek ilerleyen bir eylem çizgisi izlemek gerekir. Türkiye solunda yenilgilerin ezikliğinde mutluluk duyan ruh halinin, başarı kazanmayı esas alan bilimsel kurmay kafasıyla değiştirilmesi gerekir.

4. Halk içindeki ve sol içindeki çelişmelerin çözümünde ideolojik mücadeleyi esas almak doğrudur; şiddete başvurmak ise yanlıştır; hatta provokasyondur; düşmana alet olmaktır. 1970’ler, 80’ler ve 90’larda, “Sol” içi olduğu söylenen kavgalarda ve örgüt içi infazlarda kaybedilen devrimci sayısı binlercedir. Bu infazların çoğunda, SüperNATO’nun infaz timlerine dönüşmüşlerdir. Bütün bu halk düşmanı eylemler, “oportünizmi şiddetle yola getirmek” adına yapılmıştır. Oysa doğru devrimci tutum, halk içindeki çelişmeler ile düşmanla aramızdaki çelişmeleri dikkatle ayırmak ve halk içindeki çelişmeleri ideolojik mücadele yoluyla, barışçı yöntemlerle çözmektir.

Haksız kazanç peşinde koşmayalım Teorik mirası devredelim

Dönekleri bir kenara atıyorum, çünkü onlardan düşmanlık dışı bir şey bekleyemeyeceğimizi sürekli kanıtlamaktadırlar. 1968’in devrimcileri, artık yaşanan deneyleri bir kahramanlık hikâyesi gibi anmaya son verip, bilimsel teorik sonuçların altım çizmek zorundadırlar. “Sosyalist Devrim” maskaralığı ve bireysel kahramanlık masalları, hep yanlışlara model olmuştur. Eski kuşaklar, efsanelerin üzerine yatmamalı ve bunların primiyle haksız kazanç peşinde koşmayı bırakmalı, genç kuşaklara yaşadıkları tecrübenin teorik mirasını kavratmalıdırlar.
Teorinin anası pratiktir.

1968 ve 1971 pratikleri, mezarbaşı konuşmalarının duygusallığından arındırılıp teori düzeyine çıkarılacak kadar önemlidir.

BELGE 1

FKF 3. GENEL KONGRESİNE DOĞU PERİNÇEK VE ARKADAŞLARININ SUNDUĞU KARAR TASARISI

Sosyalist Gençlik biraraya; Eylemde birlik, tartışmada hoşgörü

(Dünya bölümünü Erdoğan Güçbilmez, Türkiye bölümünü Doğu Perinçek kaleme almıştı)

“Bütün dünya emekçilerinin ve geri bırakılmış ülkelerdeki mazlum halkların baş düşmanı olan emperyalizmin ve işbirlikçi sınıflar egemenliğinin sonu yaklaşmaktadır. İkinci Dünya Savaşından sonraki dönemde dünya olaylarına biçim veren temel çelişkiler, birbirlerini de etkileyerek amansız bir keskinlik noktasına gelmişlerdir.
Tekelci sermaye gruplarının, dünya çapındaki sömürü düzenini kurabilmek, kurduğu yerlerde bunu devam ettirebilmek için güttüğü dış politika hedeflerinin kaçınılmaz sonucu olarak Amerikan emperyalizmi, geri bırakılmış ülkelerdeki mazlum halklarla, sosyalist ülkelerle, diğer ikinci dereceden emperyalist ülkelerle çelişme halinde bulunmuştur. Amerikan toplumundaki iç çelişkiler de, ilk defa bu derece bilinçli ve örgütlü bir biçimde kendini göstermiş, Amerikan emekçileri (asıl metinde okunmuyor-A.Y) iç sömürü düzenine karşı çıkmışlardır. Yaz boyunca bütün büyük Amerikan şehirlerinde baş gösteren şiddet hareketlerinin bundan başka bir anlamı yoktur.

ABD, çelişkilerle başa çıkabilmek ve yukarıda belirttiğimiz dış politika hedeflerine ulaşarak tekelci sermaye gruplarının talan ve ganimet açlığını doyurabilmek için, tarihte eşi görülmemiş bir askeri güç meydana getirmiş, dünya jandarmalığı görevini üstlenmiştir. Sosyalist ülkeleri NATO, CENTO, SEATO, ANZAS gibi askeri bloklarla çember içine almak istemiştir. Bu askeri bloklar içindeki müttefiklerini kendi ‘ideolojik sınırlar’ı içinde saymış; sosyalist ülkelerle bunları çemberleyen ülkeler arasındaki sınırlardan başka birşey olmayan bu ‘ideolojik sınırlar’ının gerisinde çıkabilecek her türlü harekete, her türlü gelişmeye kendi iç meselesi gözüyle bakmıştır. ‘ideolojik sınırları’nın iç güvenliğini sağlayabilmek için kendisine müttefik ülkelerde iç işlere karışabilmek yetkisi veren ikili anlaşmalar imzalatmış, askeri ve iktisadi yardım programlan yoluyla bu ülkeleri kendisine bağımlı hale getirmiştir.

ABD, ganimetin muhafazası çaresini, her türlü kurtuluş hareketini çıplak kuvvetle boğmakta görmektedir. ‘Yeni bir Küba’ya izin yok!’ sözü, ABD’nin tehlikesiz saldırılar yapabilme imkânına sahip bulunduğunu gösteriyor. Nitekim ABD, Latin Amerika’da böyle bir saldırıda bulunmuştur. Fakat buna karşılık, Latin Amerika’daki milli kurtuluş hareketleri de büyük bir gelişme göstermektedir. İşçiler, köylüler, öğrenciler, aydınlar, hatta din adamları, hep birlikte, Amerika’nın silahlı tehdidine ve içerdeki işbirlikçilerine karşı çıkmaktadırlar. Bu kıta, emperyalizmi ürküten bir barut fıçısı haline gelmiştir.

Afrika’da siyasal kurtuluş hareketleri açık sömürü düzenini yıkmıştır. Geçmişini acı anıları tazeliğini koruduğu için, emperyalist ülkeler bu kıta üzerindeki niyetlerini dolaylı yollardan gerçekleştirmek durumundadır. Fakat gelişme kesintisiz devam etmekte, açık sömürgeciliğin yerini yavaş yavaş yeni sömürgecilik almaktadır.

Asya’da tarihin gelişim çizgisini açıkça gözler önüne seren önemli gelişmelere özel bir dikkat göstermek gerekiyor. Burada çelişkiler birikmiş birarada ve birbirlerini etkileyerek açık çatışmalara yol açmıştır. Vietnam savaşı, bir yandan sosyalizmle kapitalizmin, öte yandan emperyalizmle geri bırakılmış ülke halklarının bir çalışmasıdır. Bu savaş, ikili bir nitelik göstermektedir. ABD, Güney Kore, Japonya, Tayland, Güney Vietnam ve Tayvan’dan geçen bir çemberle Çin’i kıskıvrak sarmak istemektedir. Güney Vietnam bu staretejik çemberin en önemli halkasıdır.
Fakat Vietnam’daki savaş, artık, ABD’nin dışta emperyalist, içte kapitalist düzeni için kesin bir yenilgiye dönüşmüştür. Savaş devam etmekle birlikte, Wall Street milyarderleri bu yenilginin buruk tadını duymuşlardır. Durumun geri döndürülemeyeceğini teslim etmektedirler. Vietnam savaşı, iç çelişkilerindeki gelişmeleri de etkilemektedir. ABD’de, sermayedarlarla siyaset adamları arasında bir güvensizlik havası esmektedir. Tekelci Amerikan sermayedarları, sermayelerini ve devletin yönetimini yeni ve kendileri için daha güvenilir ellere teslim etmenin hazırlığı içindedirler. Bu yıl içinde yapılacak seçimlerde, Amerikan emperyalizminin ricat politikasını çizecek ve yürütecek olanlar işbaşına geleceklerdir.

Bütün bu çizdiğimiz tablo, hiçbir ülkenin, ne kadar güçlü olursa olsun, bütün geri kalan ülkelere bir ganimet alam gözüyle bakmasının ve dünya çapında bir sömürge imparatorluğu kurmasının imkânsız olduğunu açıkça gösteriyor. Bugünkü şartlar içinde buna kimsenin gücü yetmemektedir ve yetmeyecektir.
Amerika Birleşik Devletleri, dünyada ve Vietnam’da, askeri ve mali gücünün sınırlarına gelmiştir. Normal zaman koşulları içinde kaldıkça, askeri ve iktisadi bir seferberliğe girişmedikçe, çatışma alanlarındaki kuvvetlerini arttıramayacaktır. Kuzey Kore’de ikinci bir cephe açılması ihtimali karşısında gerilemiştir. Vietnam’daki askeri giderlerini karşılayabilmek için uzay programlarını kesmek zorunda kalmıştır. Ortadoğu’da Amerikan emperyalizmi, kalelerini ve etkinliğini kaybetmiştir.

Emeğin egemenliği yalandır. Dünyanın sömürülen sınıflan ve mazlum halkları için güneş doğmaktadır. Günümüzün görülmemiş derecede kes-kinleşen çelişkileri ve bunlardan doğan kavgalar, yepyeni bir dünyanın habercisidir.
Bütün dünya halklarının emperyalizme karşı yürüttükleri savaşın bir cephesi de Türkiye’dedir. (…) Çalışan sınıflar, kendi ideolojilerinin etrafında toplanıyorlar. NATO’nun Türkiye’nin milli savunması ile bağdaşmadığı, emperyalizmin emellerine, Amerikan tekellerinin çıkarlarının korunmasına hizmet ettiği bilinen ve yayılan bir gerçektir. Emperyalizmin işbirlikçisi egemen sınıflara karşı halkımızın içinde devrimci hareketler doğuyor, gelişiyor, emperyalizmi ve onun Türkiye’de dayandığı güçleri tehdit ediyor. Türkiye’deki işçi sınıfı sayıca ve nitelikçe gelişiyor. Tarım emekçileri, az topraklı köylüler, genişleyen piyasa düzeni içinde kendilerini de pençesi altına alan sömürüye karşı bilinçleniyorlar. Halktan yana aydınlar, yedikleri ekmeğin hakkını ödeme yarışına girmişlerdir. Türkiye’de emperyalizmle ve kapitalizmle savaşan güçlerin safları sıklaşmaktadır. Bu, gittikçe amansızlaşan çatışma içinde gençliğin yeri, halkımızın içindedir, emperyalizmin karşısındadır. Sosyalist düşünce, günümüzde burjuva ideolojisinin tekelini dağıtmıştır. Burjuvazi, Türkiye’de fikir ve hareket yaratan tek büyük merkez olma niteliğini yitirmiştir. Bütün cephelerde emekçi sınıfların ideolojisi, burjuva ideolojisinin etkinliğini yıkmaktadır. Son yıllarda görülen en anlamlı gelişme budur. Sosyalizmin aydınlattığı gençlik, her geçen gün daha büyük güçler halinde, emperyalizmin karşısına dikilmektedir.

Gençlik, bir sosyal sınıf değildir. Gençliğin kendine özgü sınıf çıkarları, hedefleri bunun ifadesi olan ideolojisi yoktur. Bunun yanında, gençliğin emperyalizmle ve onun işbirlikçileriyle ortak bir çıkarı da yoktur. Gençlik, emperyalizme karşı savaştığı, çalışan sınıfların içinde yer aldığı ölçüde tarihin akışına uygun bir eylem gösterir. Sosyalist gençliğin ödevi bu noktada önem kazanmaktadır. Sosyalist gençlik, gençliğin en ileri ve bilinçli kesimidir. Ödevi, bilimsel sosyalizmin gösterdiği doğru hedefler etrafında bütün gençliği birleştirmek, emperyalizmle savaşta gençliğe önderlik etmek, emekçi sınıfların bilinçlenmesi ve örgütlenmesine, kapitalizme karşı mücadelesine destek olmaktır.

FKF, sosyalist gençliğin örgütüdür. Bütün sosyalist gençliği birleştiren ve onun eylem birliğini sağlayan örgüttür. ‘Sosyalist gençlik biraraya!’ FKF, bilimsel sosyalizmin çerçevesi içinde değişik görüşleri savunan bütün gençleri toplar. Bunların eyleminde birlik ve disiplini gerçekleştirir. Üyelerinin sosyalist bilincini, bilimsel düşünme gücünü geliştirir.

FKF, emekçi sınıfların hareketinin gelişmesine destek olan sosyalist gençliğin eyleminde birliği sağlar. Eylemde birlik, tam bir disiplinle uygulanır. Sosyalist gençlik, tek başına hedefler koyamaz. Onun görevi, emekçi sınıfların hareketinin yürütülmesine düşünce ve eylem alanında yardıma olmaktadır.
Sosyalist hareket gelişmektedir. Egemen sınıfların sömürü düzeni ergeç son bulacaktır. Sosyalist hareketin sömürü düzenini tehdit eden gücü arttıkça tarihin akışı kaba kuvvetle durdurulmak istenecektir. Demokrasiyi ve gençliğin omuzunu yüklenmiştir. Çelişkiler amansızlaşmaktadır.
Sosyalist gençlik, biraraya!

Eylemde birlik, tartışmada hoşgörü. Yaşasın sosyalizm, yaşasın Türk emekçileri! Yaşasın emperyalizmle dövüşen dünya halkları!

BELGE 2

DEVRİMCİ GÜÇBİRLİĞİ PROGRAMI

Devrimci Güç Birliği adı ve kavramı altında görüş birliği yapan elliye yakın devrimci nitelikteki öğrenci, işçi, öğretmen ve çeşitli halk kuruluşları aşağıdaki hususlarda tam bir görüş birliğinde olduklarını kamuoyuna açıklarlar.

1. Bugün ülkemiz, görünür görünmez, açık kapalı bir şekilde emperyalizmin, yani yabancı sermayenin kontrol ve çıkarlarının baskısı altında bulunmaktadır.

a) Köylerimize kadar sokulan Barış Gönüllüleri adı altındaki Amerikan araştırmacıları ile,
b) Bakanlıklarımıza yerleşerek görevlerinden çok daha etken faaliyette bulundukları şüphesiz olan yabancı uzmanlarla,
c) Sadece bizce bilinmesi gereken bütün askeri harekatımızı rahatlıkla kontrol edip gözetleyebilen ve milli güvenliğimizi tehlikeye düşüren askerleri ve askeri imkanları ile,
d) 32 milyona mezar hazırladıkları artık iyice bilinen atom üsleri ile,
e) Yurdumuzda kolaylıkla üretebileceğimiz tüketim mallarını gözler önünde pervasızca satan Amerikan Pazarları ile,
f) Suçluyu yargılamak hakkımıza bile set çeken ikili anlaşmalarla,
g)Yurdumuzda kendi çıkarlarına göre kredi dağıtabilen bankaları ile,
h) Mali politikamızı kontrol edip, müsaadesine başvurmaya ve yasaklarına uymaya mecbur tutulduğumuz konsorsiyumları ile,
i) Temel sanayiimizin gelişmesine engel olan ve gittikçe tekelcilik yönünde gelişen ve iki misli pahalılıkla mal satan montaj sanayii ve bunun arkasındaki yabancı şirketlerle,
j) Ve nihayet ikide bir Dolmabahçe önünde ve İzmir’de demirleyerek gençlerimizi birbirine kırdırıp dostluk ziyaretlerini çok aşan filoları ile,

Emperyalizmin ne denli ve ne derece etkin bir şekilde ülkemizi tahakküm zincirine vurmaya çalıştığı açıkça görülmektedir.

Üstelik bir başbakanın da kendi ulusunun gençlerini Amerika’ya şikâyet ederek, üzülmemelerini salık vermesi karşısında büyük Atatürk’ün heyecanla dile getirdiği Tam Bağımsız Türkiye’den söz edebilmek mümkün olur mu?

Bu acı veren gayri milli durum karşısında, Türk ulusuna, bütün yurtseverlere düşen görev kurtuluşa devam etmektir.

2. Yeni milli kurtuluş savaşı aralıksız sürdürülerek Türk halkına mal edilecektir. Bu mücadele şüphesiz ki, pençesini ensemizde hissettiğimiz Amerikan emperyalizmine ve onun içimizdeki işbirlikçilerine karşı yapılmaktadır. Bunun anlamı, yarınımızı gözetleyen fırsatçı diğer bir emperyalizme ve tahakküm fikrine boyun eğmek demek değildir.
Yeni milli kurtuluş mücadelesi, tıpkı, kökünün bulunduğu Anadolu kurtuluş mücadelesi niteliğinde ve tıpkı onun lideri Mustafa Kemal’in dediği gibi ‘İstiklal-i Tam”ımızı zincire vuran bütün tahakkümlere karşıdır. Hedef, tam bağımsızlıktır.

Uluslararası bütün ilişkilere karar verirken, dolaylı dolaysız hiçbir yabancı devletin peşine takılmamak ve baskısına boyun eğmemek ancak tam bağımsızlıkla mümkün olacaktır.

3. Yeni kurtuluş mücadelesi, sadece Türk halkının çıkarlarından yana ve onun düşüncesine bağlı bir mücadeledir. Ve bu mücadele, ancak, devrimciliğe, milliyetçiliğe, Mustafa Kemal kurtuluşçuluğuna ve toplumculuğa inanmış güçler tarafından yürütülecektir. Zira, düşünceleri ve tutumları ile yabancı desteğine dayanan ve hatta himayesini düşünebilen gayri milli çevrelerin sahte milliyetçilikleri ile, emperyalizme karşı savaş yürütülemez.
Hele, şeriatçılığını cumhuriyetimize, ümmetçiliğini milliyetçiliğimize feda eden ve kaynaklarımızı yabancılara peşkeş çeken gayri milli zihniyete, büyük Türk ulusunun hiçbir ihtiyacı bulunmayacaktır.

4. Ülkemiz ve ulusumuz, Ortadoğu ve Balkanlar coğrafyasında, birçok uluslara örnek olacak ve bütün uyanan milletlerin umutlarını kendisine yönelttirecek müstesna bir şansa sahiptir Mustafa Kemal kurtuluşçuluğunda kullandığı bu şansını yeniden kullanabilmesi ancak, tam bağımsız ve kendine güvenli bir politikanın sahibi olmakla ve çok hızlı bir kalkınmaya yol açacak yeni bir ulusal düzeni kurmakla kabildir.

5. Emperyalizmle savaşta esas hedef, yabancı desteğine bel bağlayan ve onunla işbirliği yaparak halkımızı sömüren ve sömürülmesine göz yuman yabancılarla işbirlikçi çevrelerdir. Bunlar gayri millidirler, yabancılara paravanlık etmekte, onlara maskelik yapmak tadırlar. Bu paravan yırtılıp maskeleri düşürülmedikçe, emperyalistin gerçek yüzü görülmez. Çünkü, yeni emperyalizm saklı ve sinsi karakterde, paravanlı ve maskeli bir tiptir. Hedef, paravanı yırtıp, maskeleri düşürerek, emperyalizmin gerçek yüzünü Türk halkının tükenmez gücünün ve sarsılmaz inancının karşısında bırakmaktır. Bu gücün ve inancın neler yapabileceğine tarih ve Tanrı şahittir.

6. Ülkemizde başlamış olan yeni kurtuluş mücadelesi, ne fikir ne de metod bakımından hiçbir yabancı kaynakla irtibatlandırılamaz. Amaçları tamamen değişik olan dış kaynakların ağzına ve propagandasına bakarak, bu kutsal savaşın mücahitlerini dışa bağlamak hevesine kapılan gafil ağızlar artık susmalıdır. Vatanseverlik ve dürüstlük odur ki, bu gibi durumlar tespit edildiğinde hıyanet suçları kanunların pençesine teslim edilmelidir. Bu yapılmayıp da, Türk halkının uyanışını bastırmak için, bütün ilerici ve devrimci milli hareketlere aynen geçmişte olduğu gibi kızıllık damgası vurarak hıyanetini örtmek isteyen gayri milli davranışlar elbette ki yakın bir gelecekte Türk ulusunun haklı şamarına hedef olacaklardır. Zira, yeni kurtuluş mücadelesi Cumhuriyet tarihinden gelmekte ve kökleri Mustafa Kemal kurtuluşçuluğunda bulunarak onun bir devamı olmaktadır. Unutmayalım ki, esir milletlere, hür olmanın tadını yeniden tattıran mücadele, Mustafa Kemal önderliğinde Türk ulusunun inancı ve gücü ile başarılmıştır. Meşru savunma hakkını kullanacağız.

7. Vatandaşın toplantı ve gösteri yürüyüşleri şeklinde Anayasa haklarını kullanmasında iktidarın hiç bir emniyet sağlamadığı ve sağlamak niyetinde de olmadığı artık açıkça belli bulunduğundan, kişilerin ve devrimci milli kuruluşların, gayri milli çevrelerin saldırganlıklarına karşı, aynı usullerle meşru savunmalarını yapmaları doğal bir hak haline gelmiş bulunmaktadır ve bu şekilde hareket edilecektir,

8. Anayasaya uygun kurulu düzenden anladığımız anlamadığımız odur ki,

a) Bu düzen, milli demokratik, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerine dayalı bulunmalı ve bu ilkelere göre kurumlaştırılmış olmalıdır.
b) Ferde huzur ve sosyal adalet getirmeyen ve hukuk eşitliğini gerçekleştiremeyen bütün iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel engeller devlet eliyle kaldırıldığı zaman bu düzen gerçekleşmiş olacaktır
c) İktidarları devlet adına bu görevi yapmaya zorlamak için;

1. Emperyalizm ile,
2. İktisadi sömürü düzeni ve toprak ağalığı ile,
3. Din sömürücülüğü ile,
4. Cehaletle ve mevcut eğitim düzeni ile,
5. Keyfi idare ile

şiddetle mücadele etmek ve bu mücadeleyi hem kişisel olarak hem de topluca sürdürmek herkesin bir Anayasa hakkı ve görevidir.

Eski düzenin dayanakları böyle bir 5 Yönlü Demokratik Savaşla çökertilmedikçe anayasanın başlangıç kısmında belirtilen ve bütün sosyal ve hukuki temelleri ile kurulması ulusça emredilmiş bulunan düzen kurulamayacaktır.

Bu düzen, Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Bir Halkçı Düzendir.

d) Ancak bu 5 Yönlü Demokratik Savaş ile yürütülecektir ki,

1. Tam bağımsızlık,
2. Temelde planlı devletçilik ve toprak reformu,
3. Dinsel inançlara saygı, baskısız ve eşit işlem,
4. İşe dönük eğitim, yoksula ve köylüye eğitim önceliği,
5. Devlet kapısında vatandaşın eşitçi ve halkça sözünün geçerliği bulunan 5 Köklü Yeni Ulusal Düzen kurulabilecektir.

9. Gerek 5 Yönlü Demokratik Savaşın, yeni milli kurtuluş savaşının yürütülmesinde, gerekse 5 Köklü Ulusal Düzen’in kurulmasında inançlarını ve güçlerini birleştirmek üzere bütün devrimci milliyetçi güçlerin bu mücadeleye katılmaları ve Dev-Güç adı ve kavramı altında işbirliği yapmaları tarihsel bir görevdir.

Bu hususları yüce Türk ulusuna duyurur ve kesinlikle belirtmek isteriz ki, Amerikan emperyalizmine karşı olmak Rusya’ya ya da bir başkasına bağlı olmayı istemek değildir.

Ülkenin Bütün İmkânları Kendisinindir. Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye.

BELGE 3

FKF KONGRELERİ VE YENİ ÖRGÜTLENLEMER**

FKF’nin İkinci Kongresi

Mart ayına girmiştik. Geçen yılın ocağında yapılan kongreden bu yana bir yılı aşkın bir zaman geçtiğinden genç arkadaşlar hani harıl FKF’nin ikinci kongresine hazırlanıyorlardı. Kimilerinde bir düşünce belirmişti. Biz eskidik artık, yeni adlar, yeni simalarla yeni bir atılım gerek.

Etrafımdaki gençlere, bunun olabileceğini, iyi de olabileceğini, ama bu değişimin bir anda ve tümüyle değil de zamana yayılarak yapılması gerektiğini, zaten üniversite gençliğinin her yıl yukarıdan ayrılmalar, aşağıdan da yeni katılmalar yoluyla bir değişime uğradığını, böyle bir örgütte bir iki yıldan daha fazla görev alma olasılığının hemen hiç olmadığını, esas olarak doğal akım takip edilirse, bunun değişim açısından da yeterli olacağını söylediğimi anımsıyorum.

Daha sonra başkanlık için yeni bir ad atıldı ortaya. İlk kimden ve ne şekilde duymuştum, hatırlamıyorum. Yalnız bu adla ilgili olarak, Parti üst yönetimi nezdinde, gerisini biraz eşeleyince hemen hepsinin SBF çıkışlı olduğunu fark ettiğim, ama ustaca değişik kaynaklardan çıkıyor gösterilen bir destek kampanyası bugünmüşçesine aklımda. Bu ad Doğu Perinçek’ti.

Çok geçmeden bir iki kanaldan Perinçek’in başka ilişkileri hakkında da haberler geldi. Kimi arkadaşlarla Parti ile MDD’ciler arasındaki ayrımın gençliğe yansımasını mutlaka önlemek istediğini, bunun için elinden geleni yapacağını söylediğini duydum. Arkasından MDD’cilerin önde gelenleri ile görüştüğü, hatta onlara da onlardan biri olduğu izlenimini verdiği yansıdı. Velhasıl eskilerin deyimiyle “karışık ism-i fail” bir durum çıkmıştı ortaya. Gençlerle konuştum, dikkatlerini çektim. Kendilerinin de kimi dedikodular duyduklarını, ama zaten artık okun yaydan çıkmış olduğunu söylediler. Herhalde fazla ciddiye de almamışlardı (Teori).

Kongrenin hemen arifesinde ters bir durum da oldu. Son başkan İzzet Ararat, Proleter dergisinin sorumlusunun tutuklanması ürerine derginin sorumluluğunu üstlenmiş, ancak o da bir yazıyı, Nâzım Hikmet’in bir şiiriydi galiba, yayınlamaktan kongreden bir ya da iki gün önce tutuklanmıştı.

Böylece kongreye gidildi. Kongre’ye Aybar’da davetliydi; katılıp konuşmak istiyordu. Gitmeden önce olup biteni ona da anlatmıştım. Kongre de konuklara söz verildiğinde özellikle MDD ile aramızdaki ayrımı ayrıntılarıyla aktardığını, Perinçek’in de sessizce ve desteklercesine dinlediğini söylemişti dönüşünde.
Tutuklanması üzerine Ararat’a bir telgraf çekmişti. Seçildiğinden dolayı, Perinçek’e de bir kutlama mesajı gönderdi.

Ama Aybar kongre salonundan ayrıldıktan sonra Perinçek’in konuşmasının hiç de Aybar’ın görüşlerini destekleyici olmadığını arkadaşlar aktardılar.

Dev-Güç kuruluyor

Nisan’ın 1’inde Ankara’da “gerici akımın kuvvetlenmesi karşısında” biraraya gelen ve “Tam Bağımsız bir Türkiye’yi amaçlayan” 20 kuruluş Devrimciler Güçbirliği’ni (Dev-Güç’ü) kurdular. Kuruluştan önce Partiye de haber salınmış, çalışmalara katılması istenmişti. Temsilcimizin gözlemci olarak bir iki toplantıya gittiğini anımsıyorum. Onun izlenimleri de dikkate alınarak, zaten daha başından Parti görüşleri dışında bir gelişme gösterceği belli olan bu kuruluşla ilgi tümüyle kesildi.

Dev-Güç’ün kurucuları arasında 27 Mayıs Milli Devrim Derneği, Basın Sendikası, Öğretmen örgütleri (TÖDMF ve TÖS) ile TMTF, DİSK, FKF ve kimi öğrenci dernekleri bulunuyordu. Başkanlığa tabii senatör Kadri Kaplan getirilmişti. Sekreterliği ise, sırayla adı geçen örgütler üstlenecekti.

Dev-Güç’ün anımsadığım ilk -belki de aynı zamanda son- etkinliği 27 Mayıs öncesi Ankara’daki 29 Nisan olaylarının yıldönümü dolayısıyla bir miting düzenlemesiydi. Miting mürteci-tosuncukların saldırısına uğramıştı.
Dev-Güç’le birlikte MDD’ciler de örgütlenme çabasına girdiler. Mayıs’ta Demokratik Devrim Derneği kuruldu. Kurucular arasında bulunan A. Başer Kafaoğlu, Sevinç Özgüner gibi adlar daha önceki bölümlerden okuyucuya tanıdık gelecektir.

Bir ay sonra da Kıvılcımlı ve grubu İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’ni kurdu. FKF’nin yeni kongresi
Nedenini tam hatırlamıyorum. Ancak Başkan Perinçek ve grubu ile o sıralarda çok büyük çoğunluğuyla kendilerini Parti çizgisinde gören örgüt kitlesi arasında makasın giderek açıldığı belliydi.

Temmuz başında yeni bir kongre yapıldı. En yaşlı üye başkanlığında yürütülen Kongre İstanbul’da başlayıp Ankara’da tamamlandı. Delegelerin güvensizlik oyu sonucu, Perinçek ve ekibi düşürülmüş, yerine Zülküf Şahin getirilmiş, Yönetim Kurulu da değiştirilmişti. Yeni yönetimin ilk etkinliklerinden biri Kongre’nin aldığı karar uyarınca Devrimci Güçbirliği’nden ayrılmak oldu.

Çekilme kararını genel başkanı Zülküf Şahin Devrimciler Güçbirliği İcra Konseyi başkanlığına çektiği aşağıdaki telgrafla bildirmişti:

FKF, milli bağımsızlık için mücadeleyi sosyalizm için mücadele saydığından, milli bağımsızlıktan yana, anti-emperyalist bütün yasal kuruluş ve güçlerle ortak bir cephede ve ortak bir çizgi üzerinde birleşmeyi amaçları içinde sayar. Bu nedenle, işçi ve emekçi sınıfların sosyalizmi kurmak için vereceği kavgada, emekçi halkımızın yanında, ona yardımcı olan FKF üyeleri Anayasadan yana tüm yasal güçlerin ortak bir cephede birleşmesini, emekçi halkımızın bilinçlenip politik bir güç niteliği kazanması gereğine inandığı ve bu ya da eylem yaptığı ölçüde yararlı bulur.

Oysa Devrimci Güçbirliği içindeki ara tabaka temsilcilerinin kendi burjuva ideolojilerini hâkim kılmak ve emekçi halkın örgütüne kuşkuyla bakıp onu tecrit etmek istemeleri çeşitli kuruluşları içine alan Devrimci Güçbirliği’ nin güçbirliği amacı taşımadığına, böylesine bir güçbirliğinin yapısı, kuruluşu ve izlediği politika itibariyle Türkiye sosyalizmi yararına olmadığına inandığımız Devrimci Güçbirliği’nden ayrılmayı kararlaştırdık.
(69 Ekim kongresinden sonra bölünme çok açık olarak kendini gösterecek, FKF yönetimi yeniden el değiştirerek Parti çizgisinden tümüyle uzaklaşacak, adını da Dev-Güç benzeri değiştirerek Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu, kısa adıyla Dev-Genç olarak koyacaktır.) (Age, s. 606, 607, 608, 609, 610).

BELGE 4

DOĞU PERINÇEK’IN DENİZ GEZMİŞ ADINA YAPTİĞİ AÇIKLAMA***

Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Kor Koçalak kanunsuz olarak hücrede tutuluyor

Hüseyin inan, Deniz Gezmiş ve Kor Koçalak Ankara Cezaevi’nde hücreye konmuşlardır. Bilindiği üzere, infaz hükümlerine göre, bir mahkûm ancak inzibat cezası aldığı zaman hücreye konabilir. Bu arkadaşlar hiçbir inzibat cezası almadıkları halde hücreye konulmuşlardır. Bu konuda savcılığa ve Adalet Bakanlığı’na yapılan itirazlar henüz bir netice vermemiştir. Devrimcilerin hücreye atılması bir teamül haline getirilmek istenmektedir. Bu durum karşısında Hüseyin ve Deniz Salı akşamından itibaren açlık grevine başlamışlardır.

DİPNOTLAR ve NOTLAR:

* O yıllarda TİP Genel Sekreteri olan N. Sargın, Nisan 2001 de TİP’le ilgili anılarını 2 cilt halinde kitap olarak yayımladı. Sargın’ın kitabında, D. Perinçek’in FKF Genel Başkanlığına seçilişi sırasındaki TİP yönetiminin tutumu konusunda anlattıklarını, bu yazının arkasına Belge 3 olarak koyduk. Sargın 33 yıl sonra yazdığı anılarında o günlerin gerçeklerini, MDD ve D. Perinçek karşıtlığını düşmanlık derecesine çıkarmış bir konumla anlatıyor, önemli gerçekleri içeren kimi ayrıntıları atlayarak anlattığı anılarında, yine de D. Perinçek’in TİP yönetimine rağmen FKF Genel Balkanı olduğunu itiraf ediyor (Teori).

**Nihal Sargın, TİP’li Yılar (1961–1971)/Anılar-Belgeler, cilt 1–2, Felis Yayınları: Nisan 2001

*** Proleter Devrimci Aydınlık, sayı 38, 13 Nisan 1971, s. 3’te yayımlanan bu açıklama Doğu Perinçek’in Deniz Gezmiş’le 9 Nisan 1971 günü Ankara Kapalı Cezaevi’nde yaptığı görüşmeden sonra Deniz Gezmiş’in isteği üzerine bütün basına gönderildi. Ancak bizim saptayabildiğimiz, bir tek Proleter Devrimci Aydınlık dergisinde yayımlandı. (Teori)

1 “Sosyalist Gençlik Biraraya, Eylemde Birlik, Tartışmada Hoşgörü” başlıklı programın eksik bir metni için bkz. Ali Yıldırım, FKF Dev-Genç Tarihi, genişletilmiş 2. basım, Ankara, Şubat 1997, s. 155. Bu programı ekte Belge 1 olarak sunuyoruz.
2 “Devrimci Güçbirliği Programı”nın tam metni için bkz. Ali Yıldırım, FKF Dev-Genç Tarihi, genişletilmiş 2. basım, Ankara, Şubat 1997, s. 166 vd. bu programı, ekte Belge 2 olarak sunuyoruz.