Ana Sayfa Gençlik Hareketi NEOLİBERAL SOLUN 68’E SALDIRISINA YANIT

NEOLİBERAL SOLUN 68’E SALDIRISINA YANIT

1764

Kamil DEDE
(TEORİ DERGİSİ, Haziran 1998)
Neoliberal Sol’un 68’e Saldırısına Yanıt

68 Hareketi, otuzuncu yılında, büyük bir tartışmanın odak noktası odu. Bunda, öncelikle, 68’liler Birliği Vakfı’nın otuzuncu yıl etkinliklerinin çok önemli bir payı oldu. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını anma günü, bu yıl Samsun-Ankara “Bağımsızlık ve Demokrasi” yürüyüşü ile birleştirildi.

Nereden çıkmıştı şimdi bu Samsun-Ankara yürüyüşü? Hem de bağımsızlık temasıyla, Samsun’dan başlayarak ve de Türkiye bayrağı taşıyarak. Bütün neoliberaller ayağa kalktı. Nasıl yapılırdı böyle bir yürüyüş? Oysa bu yürüyüş ilk kez, 1968 Kasım’ında Deniz Gezmiş’in önderliğinde ve aynı şekilde yapılmıştı. Onlara göre Deniz, mezarı başında birkaç hamasi lafla anılmalıydı. Bu yeterdi. Onlar, mezarında yatan Denizi seviyorlardı. Yoksa, Onun fikirlerini ve mücadelesini değil. İkona haline getirilmiş Deniz. Bu kez ayin bozuldu.

Üstelik, 68’liler Birliği Vakfı, şeriatçı kalkışmaya da karşı çıkmış. RP’nin kapatılmasını desteklemiş. Fethullah Gülen’in ikiyüzlülüğünü sergilemiş. Türban eylemine karşı tavır almış; bu eylemlere “sol” adına katılanları mandacı sol diye eleştirmişti.

68, yakın tarihimizde yaşanmış bir daha geri gelmeyecek, o günleri yaşayanların torunlarına güzel bir anı olarak anlatacakları; “ne günlerdi, ama” hayıflanmasıyla iç geçirip, hayallere dalacakları, Mesut Yılmaz’dan Yaşar Okuyan’a kadar herkesin kullanabileceği dayanıklı tüketim malı olmaktan çıkmıştır artık. Türkiye’nin yeniden bir sömürgeleşme sürecine sokulduğu; Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimleri atağa ile kazanılan bütün mevzilerin bir bir düşürülmeye çalışıldığı, Ortaçağ, karanlığının yeniden hortladığı, şeriatın ve Amerikancı çetelerin iktidar mevzilerini ele geçirdiği günümüz tablosunda, 68 ruhunun canlanması kaçınılmazdı.

68 ruhu, bu topraklarda hiç bir zaman kaybolmadı. Şimdi köklerine sarılıyor, neoliberal etkilerden arınıyor ve anlamlı bir kuvvet haline geliyor. İşte, şeriatçı kuvvetlerin ve neoliberal solun 68’e saldırısının nedeni.
Şeriatçı saldırıya cevap, bu yazının konusu değil. Yazı esas olarak neo liberal solun saldırısına yanıtı amaçlıyor. Birikim dergisinin 109. sayısı, en sivri örnekleriyle, yazımızın eleştiri konusu olacak.

71’in Silahlı Propaganda Çizgisi 68’in Zıddına Dönmesidir

Birikim dergisi 109. sayısını tümüyle 68 hareketine ayırmış. Biz yazılardaki, Türkiye 68’i üzerine olan görüşlere cevap vermekle yetineceğiz. Ancak hemen belirtelim; Batı 68’ine bir hayranlık, Türkiye 68’ine de bir küçümseme hemen göze batıyor.

İlk makale Ömer Laçiner’in “Bir Aydınlanma ve Aydın Hareketi Olarak 68” başlıklı yazısı. Laçiner, “derin” aydınlanma tahlillerine dalmış. En sonunda vardığı sonuç: “68 de kapitalizme ram olmaktan kurtulamadı” olmuş (sayfa 279. ancak daha önce, Laçiner’in Türkiye 68’i ile ilgili iddiasını ele alalım. Laçiner’e göre Türkiye 68’i, başından beri silahlı eylem olarak gelişmiş ve silahı esas olarak elinde bulunduran güçle –ordu- darbeci ilişkilere girmiş. Laçiner’in Türkiye 68’ide gördüğü bunlar. Burada çok sık yapılan bir bilinçli çarpıtmayla karşı karşıyayız: 68 diye başlanıyor, 71 anlatılıyor.

68 nerede başladı ve Nerede sona erdi? 68 hareketi 1960’ların ortasında başlayan, 1970/15-16 Haziran büyük işçi direnişinden sonra geriye çekilen bir devrimci atılım dönemidir. 1971, kitle hareketinin geriye çekildiği dönemdir. Öne çıkan bireysel, kitlelerden kopuk, maceracı hareketin adıdır. 71, 68’in zıddına dönüşmesidir. 71 hareketi bir başka yazıda ele alınacağı için burada fazla üzerinde durmayacağız. “Kapitalizme ram olmak…” 1971’in yargılama dönemini hatırlayanlar bu mantığı iyi bilirler. Ertuğrul Kürkçü, Yusuf Küpeli, İrfan Uçar, M. Ramazan Aktolga vb. sıkıyönetim askeri mahkemelerinde “Bizi emperyalizm yönetti”, “Biz emperyalizmin oyununa geldik” türü kavramlarla aynı anlayışı savunmuşlardı. Ertuğrul Kürkçü, “Bugüne kadar yaptığım her şey, halkıma ihanetti. Bunların hepsini reddediyorum” diyebilmişti. Şimdi bu anlayış, Laçiner tarafından, otuz yıl sonra 68 için hortlatılıyor. Kapitalizme ram olan 68, savunulabilir mi? Elbette savunulamaz. İşte Laçiner’in yazısının mesajı: Bırakın 68’i savunmayı!

68’in Temel Şiarı: Tam Bağımsız Gerçekten Demokratik Türkiye

Taner Akçam,”68’den Geriye Ne Kaldı?” başlıklı yazısıyla bu saldırıya katılmış. Sorunun yanıtını da hemen veriyor: “Hiçbir şey kalmadı”(s.40). Yine de bir şeyler, kalmıştır Sayın Akçam. Hele biraz düşünün. Örneğin; bağımsızlık, antiemperyalizm, emekçi halkla birleşme, gericiliğe, şeriata karşı çıkma vs. Yok bunlar değil ama bir miras var.” Gerçekten de eğer 68’in CHP tarafından entegre edilen boyutu bir kenara bırakılırsa, ÖDP’nin 68 hareketinin hem kısmen düşünsel, hem de kadrosal açıdan son buluşma istasyonu olduğunu söyleyebiliriz.” Gördün mü bak varmış! Tamer Akçam’a göre 68’den kalan miras: ÖDP.

Akçam’a göre 68 hareketinin üç ana damarı vardı: 1. Masumdu. Hümaniter karakter. 2. Esas olarak antiotoriter (anti-devletçilik onun en önemli özelliği idi.) (S. 41). 3. Demokratikti. Antiotoriter karaktere ileride değineceğiz.
Akçam, demokratiktik karakterine örnek verirken, “Gerçekten demokratik Türkiye” dönemin en temel sloganıydı, diye yazmış. Acaba temel sloganı yanlış mı hatırlıyor, derken dip notta açıklama geliyor. Hayır, yazar sloganın tamamını biliyor. “Bu sloganın önünde ‘tam bağımsızlık’ vardı. Dönemin hareketlerinin çok önemli özelliği ‘antiemperyalizm’ idi. Türkiye’deki ‘antiemperyalist’ tutum, hareketin Türk milliyetçiliği ile ilişkisini oldukça sorunlu hale getiren bir noktadır. Antiemperyalist tutum, gençlerin özellikle Kurtuluş Savaşı ve Kuvvayı Milliye’yi kendilerine dayanak noktası olarak almaları nedeniyle, hareketin ulusal bir niteliği aşmasının önünde bir engel teşkil etti. Bu, Türkiye 68 hareketini Avrupa benzerlerinden ayıran önemli bir nokta gibi gözüküyor.”

Aman Avrupa’daki benzerlerimizden ayrılmayalım! At o baştaki,”tam bağımsız”ı, şimdi benzedik mi? Ey Taner Akçam elbette benzemeyeceğiz. Bunda ayıp olan ne var? Biz dünyanın ezilen kutbunda yer alan bir ülkenin devrimcileriyiz. 68, ezilenler dünyasında başka yaşanır. “Tam bağımsızlık” onun olmazsa olmaz şartıdır. Onu attın mı, soğanın cücüğü misali geriye ne kalır? “Tam Bağımsız”ı attın mı, 68’in mirasını ÖDP’de ararsın, orada bile tam olarak bulamıyorsun; çünkü o değere sahip çıkanlar da var orada.

“Tam Bağımsız Türkiye” talebiyle, antiemperyalist mücadeleye giren gençlik, emekçi halk, kendilerine Kurtuluş Savaşını ve Kuvvayı Milliye’yi dayanak noktası almayıp da neyi dayanak noktası almalıydı? Abdülhamit, Vahdettin, Kuvvayı İnzibatiye’yi mi dayanak noktası alsalardı? Bağımsızlık mücadelesine atılan her halk, öncelikle kendi tarihinde, dayanacağı, kuvvet alacağı kökü, mirası bulur ve onu dayanak noktası olarak alır. Türkiye’nin tarihinde o devrimci kök, miras, Kuvvayı Milliye ve Kurtuluş Savaşıdır. Sadece bizim için değil, ezilenler dünyasının tümü için de değerli bir mirastır, ilham kaynağıdır. ‘Tam bağımsız”ı sloganın başından alan batı hayranı bir neoliberalin elbette böyle bir mirasa ihtiyacı yoktur.

Dikkat edilsin, o kökü, o mirası bulmak ve anlamak için devrimci olmak, devrimci bir tarih bilincine sahip olmak gerekir. Ülkemizin yeniden bir sömürgeleşme sürecine itildiği, yıkıma uğratılmak istendiği dönemde o devrimci tarih bilinci bize çok gerekli. İşte onun için “yeniden Samsun’a çıkılıyor”. 68’liler Birliği Vakfı’nın Samsun-Ankara yürüyüşüne kimlerin, neden karşı olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Ne gerek bize bağımsızlık(!) ABD’nin Yeni dünya düzenine teslim olalım!.. Aslında söylenen budur.

Mustafa Yalçıner, Taner Akçam’ın yardımına koşuyor hemen. Haklısın Tanerciğim, “68’de yapılan en büyük tahribat Kemalizmin yüceltilmesi oldu…” (S. 115). Samsun-Ankara yürüyüşü düzen savunuculuğudur. Tabi, bu yürüyüşü ilk yapan Deniz Gezmiş, ama o da onun ayıbı. Zaten Deniz’de Kemalistti. Nasıl da buluşuyor neoliberal solcular aynı noktada.

“Tam Bağımsız, Gerçekten Demokratik Türkiye” bir devrim programı, 68 hareketinin özetidir. Hiç kimse, ben bunun baş kısmını beğenmedim, demokrasi bana yeter deyip kaldırıp atamaz. Bağımsızlık yoksa, böyle bir talebiniz yoksa, ne demokrasi olur, ne demokrasi talebinin bir anlamı.

Akçam, 68’den siyasi boyutta derin izler kalmadığı iddiasına şu örneği veriyor: Ordu-Refah çatışmasında gizli bir ordu yanlısı tutum sırıtıyormuş. Gizli falan dediğine göre, herhalde 68’in mirasçısı ÖDP’yi kastediyor. Biz böyle bir sırıtmayı fark edemedik. Akçam, ÖDP’yi daha iyi tanıyor, bir bildiği vardır.

Ama burada daha ilginç olan, Akçam’ın “çok sevdiği ” demokrasiden ne anladığıdır. Akçam, hey ordu, bıraksana Refahın, F. Gülen’in yakasını, İktidar olacaklarsa olsunlar, niye şeriatın iktidar olma “demokratik” haklarını engelliyorsun, demek istiyor. Şeriatın “demokratik kulu” olmak, elbette T. Akçam’ın en demokratik hakkıdır. Her şey demokrasi adına savunulur hale gelince, “demokratik kul” olma hakkı niye savunulmasın.

Akçam, 68’e saldırıda en açık sözlü davranan yazar olduğu için, görüşlerine biraz fazla yer vermemizi hak etti. Yine Akçam 68’in üç asli öğesi dediği, hümanist, antiotoriter, özgürlükçü unsurların, üç kaynaktan darbe yediğini saptıyor. “Devletin asli sahiplerinden”; siyasal iktidardan uzaklaştırılmış, Kemalist asker-sivil bürokrasiden… Gençler de özellikle “antiemperyalizm” nedeniyle çok çabuk “kucağa” düşüyorlar (s. 42).

Ah şu antiemperyalizm(!); Marksizm-Leninizm. “Bilimsel ve resmi Marksizm, demokratik bir sistem dışında ne varsa onu savunuyordu. Totalitarizme açık bir siyasi felsefesi vardı. Ve egemen olduğu ülkelere, totalitarizm veya otoriter sistemlerden başka hiçbir şey getirmemişti. Totalitarizme açık kapıları olan, özgürlüklerin düşmanı bir siyasal felsefesinin köklerinin ne derece Marx’ın fikirlerinde bulabileceği veya bunun ne kadar sapma olduğu meselesi şu an önemsiz, ikincil bir sorundur” (s. 43).

Akçam, Marksizm-Leninizm düşmanlığını Marx’a “bağlılığından” yapıyor. Marx’ın kirletilmesine tepki duyuyor. Ne kadar Marksçı! Kirlenmemiş Marx, kendini hala “sol”

zanneden bütün döneklerin başvuru adresi. Senin o tertemiz teorin bak ne hale getirildi, dünyayı değiştirmek için pratiğe uygulandı, devrimler yapıldı; ama teorin de ‘kirlendi’! İlk onu Lenin kirletti sonra Mao ve başkaları! Ah teorin hayata uygulanmasa, arada bir açıp okuyacağımız kitaplarda tertemiz kalsa ne güzel olurdu! Bütün bu yakınmalar Marx adına yapılıyor utanmadan.

Birkaç alıntı daha:

“Dünyada ‘benzeri dalgaların yaşandığı ülkelere bakınız. Hem kültürel olarak bu ‘ülkeler artık 1968 öncesi ülkeler değiller, hem de siyasal düzeyde bu dalga, değişik partiler kurmuş vaziyettedir. Örneğin 68 Hareketi Alman toplumunda “devrim” yapmamıştır, ama toplumun sivil dokusunu esas olarak değiştirmiştir. Bu kültürel iklim değişikliğinin sonucunda yüzde 15’lere yakın oy alan bir Yeşil partisi vardır. Türkiye’de bu sınav henüz verilmemiştir” (s. 44).

O toplumun sivil dokusunun ne kadar değiştiğini, Almanya’da yaşayan insanlar, Özellikle yabancılar iyi bilir. Bunu geçelim. Ne kadar Marxizm döneği varsa gidip Yeşiller Partisi’ni kurmuştur. Akçam, ÖDP’nin, Yeşiller Partisi’nin Türkiye’deki izdüşümü olduğunu düşünüyor, ondan da ümitli değil. “Ama bu hareketin(68 Hareketi) son istasyonda buluşan yolcularının (ÖDP), kendilerini bu asil öğeler üzerinden güçlü olarak tanımlayabileceğine kuvvetli bir inancım var. Oysa sonuç aksi oldu.”

Akçam, yazısını şöyle bitiriyor: “Şunu söylemek yanlış olmaz. 68, Türkiye toplumsal dokusunda güçlü bir toplumsal değişime imza atmadı, atamadı. Gelenek onu boğdu. Belki 68’in bu tür bir özelliği bile yoktu. Onda böyle öğeler aramak sadece benim hüsnü kuruntumdu. Türkiye hala, sivil toplum dokusunu değiştirmeyi önüne hedef koymuş, demokratik değerleri hedef almış, antiotoriter, hümanist ve özgürlükçü çocuklarını bekliyor.” Hani, sen daha çok beklersin diyesi geliyor insanın ama onun beklediği çocuklar, türban eylemlerinde boy gösterdiler bile. Avrupa

68’linin Esin Kaynağı: Üçüncü Dünya

Ahmet İnsel, “Mayıs 68: Trajedisiz Bir Devrim” başlıklı yazısıyla “değerlendirme” kervanına katılmış. İnsel’in yazısında bizi fazla ilgilendiren pek bir şey yok. Yalnız bir tespiti dikkatimizi çekti. “Bu dip dalgası, objektif devrimci durumdan kaynaklanmıyordu. Geçmişteki büyük toplumsal dalgalar da böyleydi.” Geçmişteki “büyük toplumsal dalgalar” ile devrimleri kastediyor herhalde, 68’e devrim dediğine göre. 68’in devrim olup olmadığı başka konu. Ancak, o büyük dalgalar, devrimler; devrimci bir durum olmadan gerçekleşemez, bu toplumsal bir yasadır.
Ama Avrupa 68’inin Üçüncü Dünya’dan esen o büyük fırtınalardan etkilendiği kesin. Üçüncü Dünya’nın emperyalizme, sömürgecilik ve hegemonyacı lığa karşı kazandığı büyük başarılar bütün dünyayı sallamıştır. ABD Vietnam’da yenilginin arifesindeydi. Yenilmez sanılan ABD emperyalizminin yenilebileceğini Amerikan halkı bile görmüştü o tarihte. İşte devrimin fırtına merkezi Üçüncü Dünya’nın yarattığı o kuvvetli sarsıntılar; 68’in Avrupa’sında bu dip dalgalarını yarattı. Gözler Avrupa’dan başka bir yeri görmeyince, o dip dalgalarını yaratan sarsıntılar fark edilemiyor.

68’in Temel İttifakı: Sosyalist-Kemalist İttifakıdır

Kerim Özkonur, “68’li Olmak, 98’li Olmak” adlı yazıyla katılmış. “Kemalizm 68 hareketinin hiçbir zaman taşıyıcı motifi olmamıştır” saptamasını yapıyor. Doğru bir tespit. Taşıyıcı motif, sosyalizmdir.

Özkonur da, mutaf olduğu üzere 68, 71 aynileştirmesini yapıyor. Özkonur “Nostaljik 68’cilik içindeki, son yıllarda baş gösteren, ‘şeriat’ konusundaki gündeme takılıp Kemalizm’in müttefiki gibi davranma eğilimi, bu bakımdan Türkiye 68’inin tarihsel karakteriyle taban tabana çelişir” buyurmuş. Eğer şeriat tehlikesine tavır alıyorsa daha nostaljik olmalıymış. Nostaljik 68’lilerin şeriat falan umurlarında değildir. Şeriata karşı Kemalizmle müttefik davranmak, neden Türkiye 68’inin tarihsel karakteriyle taban tabana çelişsin? Tam tersine 68’de sosyalistlerin en yakın müttefiki Kemalistlerdi. O ittifak tarihsel olarak yerinde duruyor. Siz şimdi başka yerde durduğunuz için o ittifak yok olmaz, bay Özkonur.

Özkonur şeriat kelimesini tırnak içinde kullanıyor. Ona göre böyle birşey yok. “Nostaljik 68’lilerin” yarattığı suni gündem. Önce bir soru: Şeriat düzenini bu topraklarda kim yıktı? Cevap, Kemalistler. Şeriata karşı sosyalistler, elbette şeriatı yıkan o kuvvetle ittifak yapacaklar. Bu tarihi bir zorunluluktur ayrıca. Hiçbir kuvvet, müttefikini karpuz seçer gibi seçemez. Düşmanlar ve müttefikler, tarihsel süreçte ortaya çıkar, devrimin ve mücadelenin içinden geçtiği aşamada belirlenir.

Aslında Özkonur’un meramı farklı, 68’li asla “şeriata” karşı Kemalistlerle ittifak yapmaz derken, aslında şeriatçılarla, Kemalistlere karşı ittifak yapılmalıdır diyor.

“68 ruhu, -eğer varsa ve altı çizilmesi gereken en belirgin özelliği o özgürlük talebi ise- sorgusuz sualsiz özgürlükleri ellerinden alınanların yanında alacaktır. Üstelik son günlerin üniversite olaylarında olduğu gibi, gasp edilen başkasının özgürlüğü değil hem, devrimcilerin de özgürlüğüdür, hem de kazanılacak olan saç, sakal, türban Özgürlüğü değil, kendi olma özgürlüğüdür ki bu da 68’in çağrısının ta kendisidir”(s.54). Hem de kayıtsız şartsız “özgürlükleri ellerinden alınanların yanında” olacakmış. Hangi özgürlük ellerinden alınmış, türban takma özgürlüğü. O genç insanların neden türban takma zorunda bırakıldıklarını tartışmayacağız. Ancak işin basite alınacak bir türban takma özgürlüğü olmadığını; bunun bir şeriat provası olduğunu artık herkes biliyor. Arkasındaki kuvvetlere bakmak yeter, bunu tespit için.

Özkonur, yan yana mücadele ile de yetinmiyor. Önderlik yapılmadı diyor. “Bugün üniversite kapılarında, başka fikirlerdeki gençlik kitlesi ile birlikte eylem yapma cesaretini gösteren devrimci gençler için getirilebilecek tek eleştiri ‘neden hareketin önderliğini ele almadınız’ olabilir? Ama o gençler 68’i 98’e bağlayan halkayı kavradıklarını hepimize gösterdiler. Başka fikirdekilerle eylem yaparak hem özgüvenlerini ortaya koydular hem de diğerlerini kazanabilme yolunda (ki vazgeçilmez devrimci bir görevdir) bizlere yeniden umut verdiler. Unutulmasın ki, Yusuf Aslan da ODTÜ’ye girdiğinde Müslüman bir gençti…”

Başka fikirdekiler kimler? Şeriatı savunan gençler, BBP, MHP’liler.

Evet neden hareketin önderliğini ele almadılar? Alamadılar. O gençler sosyalist idealleri olan insanlar. Ancak ideallerine uygun program ve projelere önderlik edebilirler. Kim, ne kadar iterse itsin. O gençler o hareketlere önderlik etmezler. Her program ve proje kendi önlerini, kendi çıkarır. Ötekiler peşine takılmak zorunda, kalır. Nitekim öyle de oldu. Yusuf Aslan ve diğerleri, devrimci programlara uygun eylemlerle, ideolojik mücadeleyle kazanıldı. Yoksa, ODTÜ’ye cami yaptıralım “demokratik” talebiyle değil.

Devlete En Fazla Ezilenlerin İhtiyacı Var

Sayın Sezai Sarıoğlu, yazısını şiirsel bir üslupla yazmış. 68 değerlendirmesini bir şiir denemesine dönüştürmüş adeta. Bu “yönüyle ‘yaratıcı’ ve ‘yeni’; fikirler bildik ve tanıdık.

“Sistemle bütünleşerek, sistemin bütün tarihsel ve güncel etiğini yeniden üretenlerin, ‘altmış sekizli taklidi’ yaparak işi idare ediyor olmaları da işin bir başka boyutu. Bir kere yaşanmış ve bitmiş, tarihen ve siyaseten var olmayan bir kuşağı, ‘kuşak’ gibi tanımlamak sorunlu olsa gerek” (s.55).

“En önemli boyutunun, en ayırt edici özelliğinin sınır tanımazlık olduğu, (etik, ahlakî, dinî, siyasi, gelenek vs.) söylenebilir.” (s.56).

“68, fazla devletiniz var mı? diyenlere ‘fazla özgürlüğünüz var mı?’ diyenlerin tarihen ve siyaseten karşı karşıya gelmesidir, diyesim geliyor içimden.” (s.60).

Bu görüşlere kısaca yanıt verelim.

Sayın Sarıoğlu, tarihen ve siyaseten bitme durumu olsaydı, siz bu yazıyı yazmazdınız. Bitmiş bir şeyi kim kaale alır. Tam tersine o kuşaktan bir şeyler kaldığını ve o kuşağın karınca kararınca bir şeyler yapmaya başladığını, değerlerini bugüne taşımaya başladığını siz de görüyorsunuz. Var olan bir şey, yok denince yok olmuyor elbette, 68’li taklidi yapanlar var. Birikim’in sayfaları onlarla dolu. Ancak sorun, kişiler ve kuşak olup olmama değil. 68 bir davanın adıdır. Tüm yaşayanları ölse de o dava yaşayacaktır. Ama tabi o dava sizin gevelemeye çalıştığınız şeyler değil.

Sınırtanımazlık; etik, ahlaki, dini, siyasi, gelenek vs. buyuruyorsunuz. Devam ediyorsunuz “İktidar istemeyen gençliğin yıldızının parlayarak iktidar olması.” Ne güzel. 68 gençliği, sosyalistti, siyasi geleneklerine bağlıydı. Mücadeleye, spor olsun diye değil, bilimsel sosyalizmin ona öğrettiği gerçekler nedeniyle atıldı. Her konuda bir ölçüsü ve sınırı vardı. İktidarı da istiyordu. Ama onu o gün ele geçiremeyeceğini de biliyordu.

Hangi devlet, Sorusunu soralım izninizle. Hiçbir devlet, hiçbir iktidar mı buyurdunuz. Egemenlere iktidar ve devlet, ezilenlere bol bol “özgürlük.”!.. Emekçi halk ne yapsın kirli siyasi toplumun devleti ve iktidarını, ona “kirlenmemiş” sivil toplumun özgürlükleri yeterde artar bile!.. Neyse ki, halkı aptallaştırma, uyutma dönemi bitmek üzere, artık bunları “sol” diye kimseye yutturamayacaksınız. Devlet her şeyden önce, ezilenlere gerek. Onlar ancak kendi devletlerini kurarak, ezilmekten kurtulacaklar, özgürleşecekler. Tarih bunun bir başka yolu olmadığını, döne döne öğretiyor emekçi halklara.

Kürşat Bumin sahnede yerini alıyor. “Harekete hâkim olan ruh, Lefort’un söylediği gibi, iktidar koltuğunun mutlaka boş bırakılmasıydı.” İktidarsızlığı ne kadar da seviyorlar.

“68 Türkiye’de yaşandı mı? 68 hareketinin sesini yükselttiği ve değiştirdiği ilk kurum… biz hâlâ başlarında rektörleri olmak üzere yüzlerce hocanın marş söyleyerek cumhuriyeti kurtarmaya çalıştıkları bir ülkedeyiz.” 68 için bu manzaralar çok can sıkıcı ve gülünçtü. Bu konuda tek tesellimiz üniversite önünde toplanan her cenahtan öğrencinin “rektör, tırnak muayenesi ne zaman?” diye sormasıdır. İşte bizi, “gülmeye davet ederek ‘otoriteyi otoritesiz kılan bu slogan tam da’ 68 modeldir!”

Cumhuriyeti kurtarmak, Kürşat Bumin’e çok komik geliyor. İnsanın, bunlar ayda yaşıyor galiba diyesi geliyor. Ama Türkiye’de yaşadığını biliyorum. Bu insanlara cumhuriyetin niye bu kadar battığını insan bir türlü anlayamıyor. Herhalde bunların şeriat düzeninin mollaları olma idealini, cumhuriyet devrimi engelledi.

K. Bumin’in tek tesellisi; her cenahtan öğrencinin -bu cenahların kim olduğunu biliyoruz- “rektör tırnak muayenesi ne zaman?” diye sormasıymış. Otoriteyi, otoritesiz kılan bu slogan tam da 68 modelmiş!..

Galiba biz 68’i Türkiye’de yaşamadık. O her “cenahın” önemli bir kısmı. 68’in devrimci öğrencilerine saldırıyor, kurşun sıkıyordu. Şimdi de aynı şeyi yapıyorlar. Kürşat Bumin’in 68’i ile Türkiye’nin 68’i arasında en küçük bir benzer nokta yok. Evet dediğiniz doğru; bu “68 model” Türkiye’de yaşanmadı, Bay Bumin.

Antiotorite sevdanıza biraz ileride değineceğiz.

Devrimin Merkezi Ezilenler Dünyası

Kerem Ü., Kaya S., Bağış E., Foti B., “Amaçlar, “fakat”lar, “keşke’ler başlıklı yazılarında “68’den koordi”ye bir mirasın değerlendirmesini yapmışlar.

Koordi: 1995 yılındaki üniversitedeki koordinasyon örgütlenmesinin kısaltılmış şekli.

Bu arkadaşlar yirmili yaşlarda olduklarını yazmışlar. Bu dergide yazılanlara çok benzeyen fikirlerini eleştirmek içimden gelmiyor. Daha çok genç arkadaşlar. Biraz mütevazı olmayı ve gerçeğe bağlı kalmayı önerebilirim onlara. Ancak bir tespitleri var ki, onun üzerinde durmadan geçmek mümkün değil.

“Batı’nın etrafında dönüp duran devrim dalgasını Batı, dışına çevirebilir. Ve Marx’ın işaret ettiği, her insanın kendi potansiyelini ortaya koyabileceği özgür dünyanın oluşmasına” (s. 111).

Marx, yaşadığı dönemde (emperyalizm öncesi kapitalizm), devrimlerin ancak, kapitalizmin geliştiği Batı Avrupa’da, hem de birçok ülkede eş zamanlı olacağını savlıyordu. Ancak, kapitalizmin tekelleşmesinin bir sonucu olarak emperyalizme dönüşmesiyle, hem tek ülkede, hem de kapitalizmin görece daha az geliştiği yerde devrimin mümkün olduğu kanıtlandı. Artık emperyalizm çağında devrim, hatta emperyalist sistemin en zayıf halkasında (ülke) kırılmasıydı. Hatta Lenin devrim merkezinin batıdan doğuya doğru kaydığını tespit ediyordu. Dünyada gerçekleşen bütün devrimler de bunu kanıtladı. Lenin bunu “İleri Doğu, Geri Batı” (ezilenler dünyası) diye formüle etmişti. Devrimler Batı’yı terk edeli neredeyse yüz yıl oluyor.

Ancak, bu genç arkadaşlar, devrim dalgasının hâlâ Batı’nın etrafında dönüp durduğunu, bir türlü Batı dışına çıkmadığını düşünüyorlar.

Bu arkadaşların Marks’ta kaldıkları, bilimsel sosyalizmi Marks’ta dondurdukları geliyor ilk akla. Acaba, başka Marksist klasik okumuyorlar, dünyaya bakmıyorlar mı, diye düşünüyor insan. Marks’a yaptıkları atıf ve Bolşevizm karşıtlıkları (düşmanlık demeyelim) birleşince, bugüne kadar yapılan devrimleri, devrim saymadıkları anlaşılıyor. O zaman da Marks’ın sözünü ettiği o Batı’daki devrimi bekliyorlar. Dayanamayıp, çok beklerler daha diyesim geliyor, ama demeyeceğim. Ezilenler dünyanın devrimlerini devrim saymayanların, Türkiye’nin 68’ini, beğenmeyeceklerini söylemeye gerek var mı?

Bilimsel Sosyalizm Düşmanlığı Kemalizm Düşmanlığıyla Birleşiyor

Gün Zileli, “68’in İdeolojik Kaynakları” başlıklı yazısıyla konuya renk katmış. Tutarlı anarşizm savunucusuyla, derginin bütün yazılarında göklere çıkarılan antiotoriterizmi taçlandırmış Zileli, Türkiye’deki 68’in kaynaklarını üç olarak belirlemiş.

1. “Jakoben milliyetçi kalkınmacı darbeci Kemalizm” 2. “Geleneksel sol (Marksizm, Leninizm, Stalinizm ve darbeci MDD’ci çizgi.” 3. “Popülizm (kitlecilik, işçicilik, köylücülük, Kürt popülist milliyetçiliği)
Tahmin edileceği gibi, ilk iki kaynağa amansızca saldırıyor. Üçüncü kaynağı başlangıçta olumlu buluyor, sonra, “Amerikan gavuru’na karşı mücadele ya da ‘Amerikan bahriyelileri kızlarımıza sarkıntılık ediyor’ türü, dinciliğe ve gelenekçiliğe bile çağrı niteliği taşıyan enikonu sağ ve milliyetçi bir popülizme de kaynaklık etmiştir” diyerek eleştiriyor.

Bu üç kaynağın dışında, dünya genelindeki kaynakların da Türkiye’de etkisi olduğunu (Üçüncü Dünya’nın mücadelesi, Vietnam Halk Savaşı, Çin Kültür Devrimi), ancak Avrupa’da etkili olan bazı anlayışların, görmezden gelindiğinden ve dışlandığından yakınıyor.

“Örneğin, Hippilik, Türkiye 68’inde çok az taraftar bulmuş, bulduğu bu taraftarlarda, hareket içinde barınamamış, dışlanmış ve kısa süre sonra kendilerini hareketin genel yönelimine uydurmak zorunda kalmışlardır. Örnek verecek olursak, daha sonra Dev-Genç Başkanı olan Ertuğrul Kürkçü’nün uzun saçlı olduğu için bir yürüyüşten atılması, bu söylediklerimizi kanıtlayan olaylardan yalnızca en unutulmayanıdır.” (s. 100).

Hippi Ertuğrul Kürkçü’ye ayıp edilmiş. Neyse sonra O’nu Genel Başkan yaparak özür dilemişiz. Acaba, 68’in baskısıyla değişen E. Kürkçü, Sıkıyönetim Mahkemelerinde, bu baskıdan kurtulduğu için mi “Şimdiye kadar yaptığım ve savunduğum her şeyi reddediyorum” dedi.

Birikim dergisinde şu ana kadar sözünü ettiğimiz bütün yazarların, Marksizm-Leninizm düşmanlığına, Kemalizm düşmanlığı da eşlik ediyor. Ne kadar, antiotoriter, siviltoplumcu, neoliberal “solcu”, anarşist dönek varsa, hayat onları Marksizm-Leninizm ve Kemalizm düşmanlığında birleşiyorlar. Bu hayatın bir cilvesi mi acaba?

İtirazlar duyuyorum. Kemalizm düşmanlığında onlarla birleşen Mustafa Yalçıner’in Marksist-Leninistliği ne olacak? Ben Marksist-Leninistim deyince Marksist-Leninist olunmuyor da ondan. Hangi Marksist-Leninist? Akit, Aksiyon, Zaman gazetelerinin gözde “solcu”su mu? Yalçıner’in yazısına da sıra geliyor.

Antiotoritercilik, Egemen Otoriteye Teslimiyettir

“Antiotoriter ideolojilerin başında, tutarlı devlet karşıtlığıyla, mutlak özgürlük anlamıyla elbette anarşizm gelir.” (Gün Zileli, s.99). Derginin bütün yazarları ilk vurguyu antiotoriteye yapıyor. Varsa yoksa antiotorite. Her türlü otoriteye karşılar, “sınırsız karşı olmak”, “mutlak özgürlük”, “sınırsız özgürlük”… Peki bugün var olan egemenlerin otoritesi ne olacak? İnsanlar, halk, bu otoriteden korkutulup, o “sınırsız” özgürlüğü nasıl yaşayacak? Biz her türlü otoriteye karşıyız. İyi de bu otoriteyi nasıl yıkacağız? Parti kursak, şöyle disiplini olan… Egemenlerin güçlü bir disiplini var, bizim de disiplinimiz olsun hatta iktidarı onlardan alalım. Olmaz!.. Biz disipline karşıyız!.. İktidara zaten karşıyız!.. Peki bize ne öneriyorsunuz? Her “şeye karşı olmak”ı, “mutlak özgürlük”ü… Yani, egemenlerin var olan otoritesine boyun eğmeyi; yani teslimiyeti.

Burjuvazi insanları ideolojik olarak da silahsızlandırmanın yollarını buluyor. Baz, şeyleri direkt kendisi söylemiyor da, söyletecek adamını buluyor. Gün Zileli, nereden nereye. Keşke seni eleştirmek zorunda olmasaydım. Bu, bana mutluluk vermiyor. Bu keşkeyi hep kullanırım sen söz konusu olunca. Keşke omuz omuza olsaydık eskiden olduğu gibi. Artık çok geç mi acaba?

Gün Zileli’nin 68 ile ilgili çıkardığı ilk sonuç: “Türkiye 68’inin sonucunda, antiotoriteryanizm yenik, otoriteryanizm ise galip çıkmıştır. Geleneklerin yıkımı için yola çıkan hareket, geleneksel ideolojik ve kültürel öğelere teslim olmuş ve içinden otoriter kolektivist hareketler ve sekiler üretmiştir.” Gün Zileli’nin gelenekle kastettiği, Marksist-Leninist ve Ulusal Kurtuluşçu, Cumhuriyetçi Kemalist Gelenek. 68 hareketinin bu gelenekleri yıkmak diye bir tutumu asla olmamıştır. Gün Zileli de istisna değildi. Tam tersine çağımızın bu iki devrimci geleneğinin, mümkün olan en geniş ittifakı kurulmaya çalışılmıştır. Dev-Güç denemesinde de önemli bir başarı sağlanmıştır. Gerçeğe bakış, insanın durduğu yer ile ne kadar ilgili.

Otoriteryanizmin galibiyetiyle Zileli, düzenin otoritesinin değil. 68 hareketinin kendi iç yapısındaki otoriteyi kastediyor. Oysa gerçek tersidir. Yeterli merkezi otorite ve kolektivizmin bulunmaması 68 hareketinin en zayıf noktasıdır. 68’in inişe geçtiği dönemde, bazı unsurların, kitlelerden umut kesmesi, umutsuzluğa kapılıp, bireysel maceracı çizgiye savrulması bu otorite ve kolektivizm eksikliğindendi; 71 maceracılığının belki de en önemli nedeniydi.

G. Zileli’nin yazısını bitirirken yaptığı tespit ilginç, ama bir o kadar da insanı ürpertiyor.

“68’in sonunda yenilgiye uğrayan antiotoriter eğilimin; soy zincirine bağlı hareketler olan feminizmin, sivil toplum akımının ve anarşizmin, küçük Asya coğrafyasında doğup boy verebilmesi için, bu otoriter örgüt ve sektlerin, fiziksel ve ideolojik bir yıkıma uğradığı yirmi yıllık bir sürecin geçmesi gerekmiştir. (s, 104)

Evet bu yirmi yıllık süreçte, bir yıkım oldu. Kim yaptı bu yıkımı? 12 Eylül Askeri Darbesi. Önce solu fizik olarak ezdi. Örgütsüzlük ve dağınıklık ortamında, başını Turgut Özal’ın çektiği neoliberal fikirleri ortalığı bir çığ gibi kapladı. Elbette bu neoliberal fikirler “sol” içinde kendine benzeyen unsurları bulacaktı. Ne kadar sinik, dönek tayfası varsa, 12 Eylül’ün yarattığı bu “uygun” iklimde piyasaya döküldü. Bilimsel sosyalizmin, ne kadar “baskıcı” “özgürlük karşıtı” olduğunu vaaz etmeye başladı. Kahrolsun siyasi toplum, yaşasın sivil toplum. Acaba sosyalizm doğru mu? vb… Her şeyi tartışılmalıdır. Sorular, sorular… Gün Zileli de sorular sorarak o “uygun” iklimde, anarşizme varan yolun ilk adımlarını atmaya başladı.

Ey antiotoriterler! Türkiye’de sizin yolunuzu 12 Eylül’ün zorba otoritesi açtı. Bugüne kadar geldiniz. Şu dergide yer alan yazıları bile ”sol” diye yazabiliyorsunuz, yutturabiliyorsunuz. Ama deniz bitti sizin için. Yeni bir faşist darbenin pususuna yatın!

Düzen Savunucusu Kim?

M. Yalçıner “Dünü ve Bugünüyle 68” başlıklı yazısıyla. Birikim’deki yazar safına girmiş. Dergide hep Marksist-Leninistlere açık küfür edenler bulunacak değil ya. Mustafa Yalçıner’in yeminli Kemalizm ve Kurtuluş Savaşı düşmanı olduğunu biliyoruz. Buna tekrar değinmete gerek yok.

Burada, Yalçıner’in “düzen savunuculuğu” tezini inceleyeceğiz. “Bunun ötesinde, günümüzde yürütülmeye çalışılan tartışma ya da 68’in istismarı, 68’in devlet ve kurulu düzene bağlama çabası olarak yürütülmektedir. “68’in hâlâ bu kadar geçer akçe olması, ilgili ilgisiz herkesin kendisini 68’li ilan etmesi, 68’in gücünü ve hâlâ yaşamaya devam ettiğini gösterir. Ama asla düzen savunucularını 68’li yapmaz.” (s. 115).

Yalçıner’in düzen savunuculuğu dediği şeyin; şeriata karşı olmak, Cumhuriyet Devrimi kanunlarının uygulanmasını savunmak olduğunu; düzen karşıtlığı dediği şeyin de, üniversitedeki türban eylemlerine katılmak, Refah Partisi’nin kapatılmasına karşı çıkmak, Fethullah Hoca’yı savunmak olduğunu artık herkes biliyor. 68’liler Birliği Vakfı, Fethullah Hoca’nın sinsi şeriat örgütlenmesini açığa çıkarmaya çalıştığı, türban eylemlerini mahkûm edip, solcuyum diyenlerin bu eylemlere katılma ve desteklemesini eleştirdiği için, Yalçıner tarafından düzen savunucusu, postal yalayıcı diye saldırıya uğradı. “Düzen karşıtı” Yalçıner, solcuyum diyen gençlerin türban eylemlerine katılmasını işte 68’in gönümüze taşınması diye hararetle destekledi. Ona göre 68 ruhuna bu yakışırdı. Yukarıda da değindiğimiz gibi, şeriatçı basının “aslan” 68’lisi, amigosu oldu. Birikim dergisine yazma onuruna da layık görüldü. Sana alkışlar nereden geliyor, bir baksana; düzenin en has kuvvetlerinden.

Senin düzen dediğin, 50 yıldır şeriatçı kuvvetlerin zeminine oturuyor. Bu düzen ABD ve ortaçağ kuvvetleriyle ayakta duruyor. Fethullah ve türban savunucusu kuvvetlere bir bak. Başta ABD, DYP, MHP, BBP, F. P., YDP-DP, DTP, ANAP hatta ÖDP’nin merkez yönetimine kadar uzanıyor. Ecevit de Fethullah’a dokundurmam diyor. Türban yasağına karşı en büyük tepki ABD’den geliyor. Üniversitelerde türban yasağı nedeniyle ABD yıllık siyasal raporuna, Türkiye’yi Müslümanlara baskı yapan ülke olarak yazıyor. Yalçınergillerin can siperane savunduğu türban eylemine en büyük desteği ABD veriyor. Ne de olsa Clinton da 68’li!.. O da 68’i günümüze taşıyor!

Şeriata karşı olmak deyince, M. Yalçıner’in aklına hemen ordu geliyor. Türkiye Ordusu’nun olduğu yerde o yok. ABD ile kapışınca bile, o aslanlar gibi yerinde duruyor, bir milim politikasını değiştirmiyor. Sorun, o zaman bile, Ordu’yu destekleyenlere, düzen savunucusu der. ABD düzen karşıtı olur. Ordu’yu karşısına almaktan başka politikası yok adamın. Dünya yıkılsa, onun kafasında değişmeyen şey ordu karşıtlığıdır. Kurtuluş Savaşı’nın ordusu, 27 Mayıs’ın ordusu, 12 Mart, 12 Eylül’ün ordusu, D. Güreş zamanının ve bugünün ordusu. Hepsi aynı kefede. Ordu karşısında olmazsa “devrimciliğinden” şüpheye düşüyor.

Şeriata karşı olmak halkın talebi asla olamaz. Olsa da fark etmez. Yalçıner için, ordu da karşı ya.
Türban eylemlerinde bazı “sol”cuların omuz omuza olduğu, MHP’li, BBP’li, şeriatçı kuvvetler 68 de ne yapıyorlar. Cevabı Yalçıner versin: “Gençlerin üzerine alelacele eğittikleri faşist ve şeriatçı milisleri sürdüler.” Düzenin yanında 68 gençliğine ve halkına karşı savaştılar. Şimdi “değiştiler”, Yalçıner’le kol kola düzene karşı savaşıyorlar. Hayır, onlar değişmedi, onlar kararlılıkla yıkılmaya yüz tutan düzenlerinin yanında. Değişen M. Yalçıner ve onun zihniyeti. Ne yazık ki, bu düzeni savunmada faşistler, şeriatçılar, ABD desteğini de alarak yürüdüklerinin farkında değiller ya da bu onları rahatsız etmiyor artık.

Şeriatçı türban eylemlerini desteklemek 68’in bugüne taşınmasıysa “Mesut Yılmaz, Yaşar Okuyan niye 68’li oluşlarıyla övünmesinler.” (s.l 15). Niye “hayret” ediyorsun o kadar.

Evet, Yalçıner, bu düzenin savunucuları asla 68’li olamaz. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimlerinin kazanımlarından kopan, 68’den de kopar. 68 hareketi, sosyalist ideolojinin öncülüğünde, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimleri’nin kazanımlarından güç alarak gerçekleştirildi. Eleştirdiğimiz bu derginin yazarları içinde Kurtuluş Savaşı’na, Cumhuriyet Devrimleri’ne karşı çıkan, ama 68’i olumlu bulan bir tane yazar var mı?
Marksizmden kopan Kurtuluş Savaşı’nın kazanımlarından da kopuyor. Yine bu derginin yazarlarından, Kurtuluş Savaşı’na ve Kemalizme karşı ama Marksizm-Leninizmi savunan bir tek yazara rastladın mı, Yalçıner?

Sakın ben deme!