Ana Sayfa Manşet Atatürk’e ve Cumhuriyet’e Saldırmanın Bölücü Bir Metodu: DERSİM YALANI

Atatürk’e ve Cumhuriyet’e Saldırmanın Bölücü Bir Metodu: DERSİM YALANI

1922

Geçtiğimiz günlerde CHP Milletvekili ve PM üyesi Orhan Sarıbal’ın sosyal medya hesabından yapmış olduğu “Unutmadık, asla unutmayacağız! Dersim katliamında yitirdiğimiz canları saygıyla anıyorum.” paylaşımı gerek CHP’ye oy veren vatandaşlarımız gerek de Türk Milleti tarafından tepkiyle karşılandı. Ak Parti TBMM Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın “Atatürk’e bir tek ‘katliamcı’ demedikleri kalmıştı. Eski CHP ile yeni CHP arasında sadece isim benzerliği kaldığının bir başka delili” söylemiyle bulunduğumuz siyasi havanın cephelerini göstermektedir. Bütün bunlar ile beraber CHP Grup Başkanvekili Engin Altay “Menderes de bir dönem dinci odaklara pek yüz vermişti, taviz vermişti. Menderes sonra ne yapmak zorunda kaldı? Atatürk’ü koruma kanunu yapmak zorunda kaldı. Umarım Erdoğan’ın da sonu benzemesin Menderes’e.” Açıklaması CHP’nin gelebileceği en dip noktadır. Vatan Partisi olarak Millet ittifakının iç yüzünün Dersim İttifakı olduğunu ve Atatürk’ü yıkmaya çalışmak, bütün milletimizi, en başta da CHP’yi köleleştirme programının ilk adımı olduğunu saptamıştık. HDP üzerinden PKK’yı kurtarmaya çalışanlar, Ahmet Altanlar, Nazlı Ilıcaklar üzerinden FETÖ’yü aklamaya çalışanlar kendilerini Dersim İsyanının tam içinde, Atatürk’ün karşısında konumlandıracağının altını çiziyoruz.

Belirli günlerde “Dersim Katliamı”, “Seyit Rıza Anmaları” gibi çıkışlarla Cumhuriyet kadrolarının feodalizmle vermiş olduğu mücadeleyle hesaplaşma çabası içinde olan CHP, kendilerini Atatürk’ün partisi olarak nitelendirirken Atatürk ve silah arkadaşlarının aydınlanmacı ve bağımsızlık politikalarının karşısında durmaktan geri kalmıyor.

Bugün Ermeni meselesi gibi emperyalist merkezler tarafından Dersim İsyanını bastıran Türkiye’ye, “soykırım” yaftası yapıştırılmaya çalışılıyor. Özellikle Biden tayfası tarafından Türkiye’nin önüne koro halinde getiriliyor ve bu tartışmalardan Cumhuriyet ile Türkiye’nin şu anda vermiş olduğu mücadele ile bir hesaplaşma çabasına bürünüyor.

   Dersim, Osmanlı Devleti bünyesinde sürekli bir problem olmuştur. 11.yüzyıldan itibaren bölgeye gelip yerleşen aşiretler coğrafi durumun da etkisiyle çevreye entegre olamamışlardır. Gelenek ve göreneklerine, inanç yapılarına sıkı sıkıya bağlı kalarak, kendilerini çevreden tecrit ettiler. Bölgenin sosyal yapısı büyük nispetle aşiretlerden oluşuyordu. Başlarında bulunan bir veya birkaç ağa tartışılmaz bir otoriteye sahipti. Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin dışında kalan bölgelerden olan Dersim denilen bölgede feodalitenin yerleşmesi zor olmadı. Ancak 18. yüzyılın ortalarından itibaren Dersim aşiretlerinin çevre halkı üzerindeki baskısının giderek tırmanması neticesinde Osmanlı, iletilen şikâyet ve istekler üzerine, asayişi sağlamak maksadıyla önlemler almaya çalışmıştır. Fakat  Dersim meselesinde çaresiz kalan merkezî yönetim bölgedeki bazı kaymakamlıkları aşiret ağalarına vermek suretiyle onlar üzerinden kontrolü sağlamaya çalıştı. Bu durum aşiretlerin tahakkümcü yapısını daha da güçlendirmiş, eşkıyalık olayları giderek tırmanmıştır. Osmanlı Devleti bir taraftan Çarlık ordularıyla cephede savaşırken diğer yandan bu eşkıyayla uğraşmak zorunda kalmıştır. Cumhuriyet’e karşı da bu politikalar izlenilmeye devam etmiştir. Ankara Hükümeti Doğu isyanları ile sürekli mücadele ilkesi ile kesin bir tavır alarak bölge halkının özgürleşmesinin ağalığa, şeyhliğe geçit vermeyerek sağlanacağından emindi.

Dersim İsyanı bölgedeki isyanların karakterini yansıtıyordu. Seyit Rıza’nın başını çektiği isyancıların talebi, derebeylik ilişkilerinin, çeteciliğin devam etmesiydi.

Ayrıca dinin, feodal ilişkilerin kullanılarak halkın sömürülmesini, marabanın şeyhe bağlılığının zedelenmemesiydi. Merkezi otoritenin olmaması, Cumhuriyet Devrimlerinin bölgede uygulanmamasıydı. Bu koşullarda Cumhuriyet kadrolarının çıkan isyanlarla mücadelesi Türkiye’nin bağımsızlığı için bir zorunluluk haline gelmişti.

Cumhuriyetin Feodalizmle Mücadelesi

Atatürk’ün “Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar ülkesi olamaz” sözü, aslında bir sınıf mücadelesi programıdır ve uygulanmıştır. Bu program, Ortaçağ’ın hâkim sınıflarına ve arkalarındaki emperyalizme karşı mücadeleyi öngörür. “Cumhuriyet Devrimi Kanunları” adı verilen bütün yasalar, devleti ve toplumu feodal sınıflardan arındırmaya ilişkin düzenlemelerdir ve uygulanmıştır.1

Cumhuriyet kadroları gericiliğe karşı mücadeleyi bir program haline getirmiş ve Türkiye’nin bağımsızlığı için toprak ağları ile şeyhler ile mücadelenin en önemli meselelerden olduğu tespitini yapmıştır. Cumhuriyeti reddeden, merkezi otoriteye tabi olmayan ve Cumhuriyet Devrimlerini hedef alanlara karşı mücadele önce ikna yoluyla sonrasında da devletin zor gücünü kullanarak yapıldı.

Kurulan İstiklal Mahkemeleri’nde, halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Aşar vergisinin kaldırılması ve köylüye verilen destek, Tunceli Kanunları, Cumhuriyet Devrimleri Kanunları, İskân Kanunları Cumhuriyetin devrimci mücadelesinin Ortaçağ sınıf ilişkilerine karşı dört koldan verdiği mücadelenin örneklerindendir.

Cumhuriyet yönetiminin bakış açısını Naşit Hakkı Uluğ şöyle özetliyor: “Dersimli, aşiret ağasının esiri idi. Onu kurtarmak için aşiret hayatını yıkmak lazımdı. İşte Dersim’de bu yapıldı. (…) “Dersim halkını kurtarmak için onu ağadan, seyitten kurtarmak lazımdı. Devlet Türk tarihinde, Kemalist nesle şeref verecek olan kurtarıcı hamlesiyle Dersim’de hürriyet ve hak devrini açmış bulunuyor. Başkasının sırtından, başkasının emeğinden geçinme zihniyetini kökünden kaldırmak bu inkılâbın Dersim’de gerçekleştirdiği en büyük fazilettir. Bunu sürdürmek için devletin tam kadrosu ile Dersim’de yerleşmesi ve ancak böylelikle yeni yeni ağa ve reislerin türemesinin önüne geçmesi lazımdı. Dersim için devletin aldığı karar ve tedbirler de aslında bu istikamette gelişmektedir.”2

İsyancılar hem Fransa’dan hem de İngiltere’den destek almış, halkı da bu şekilde galeyana getirmeye çalışmıştır. Seyit Rıza İngilizlere yazdığı mektupta şöyle demiştir:

Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor.

Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlâkî etkisinden yararlandırmanızı diliyor.

Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım. Seyit Rıza”

Bölgede ele geçirilen Fransız mühimmatları ise emperyalist devletler tarafından verilen desteği göstermektedir.3

Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı G.V. Çiçerin’in Şeyh Sait isyanı ile ilgili olarak 1925 yılında yaptığı değerlendirme: “Türkiye’yle dostluk politikamız derinleşiyor. Türk Hükümeti’nin, anlaşıldığı üzere dışarıdan kışkırtılan gerici isyana karşı mücadelesini sempatiyle takip ediyoruz.”4 

Derebeyliğin Çürümüşlüğüne Cumhuriyet’in “Tunç Eli”

Cumhuriyet kadroları isyanı bastırmak için vermiş olduğu mücadeleyi arasız devrimlerle, iskan faaliyetleri ile devam ettirmezlerse bu ortaçağ ilişkilerinin tekrardan baş göstereceğini biliyordu. Atatürk bizzat hem Doğu’da hem de Tunceli’de incelemelerde bulunup yatırımları takip etmişti. Tunceli’ye devletin şefkatli eli değdi ve yollar, köprüler, okullar, sağlık ocakları vb sosyal hizmetler götürüldü. Meseleye sadece asayış yönünden bakılmadı. Eğitim, sağlık ve kalkınmaya da önem verildi. Tunceli 1950 yılında ilkokul sayısıyla Türkiye’nin en ileri ili oldu.5

Gericilikle mücadelenin en önemli uygulamalarından birisi de tekke, zaviye ve türbelerin önce hükümet kararnamesiyle, sonra kanunla kapatılması ve okullara dönüştürülmesidir. 2 Eylül 1925 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanan Hükümet, 2413 Sayılı Kararname’nin 4. maddesiyle kapatılan tekkelerin ve zaviyelerin elverişli olanlarının okul haline getirilmesi hükmünü koymuş ve uygulamıştır.

14 Haziran 1934 tarihinde kabul edilen 2510 sayılı İskân Kanunu, Kemalist yönetimin feodalizme karşı sınıfsal bakış açısını yansıtıyordu. Kanun, Doğu bölgesinde güvenliğin, toprak ağalığını ve aşiret ağalığına etkisiz kılmakla sağlanacağı anlayışıyla hazırlanmıştı. Özellikle aşiret ağalığına karşı köktenci hükümler vardı. Yoksul ve topraksız köylü ise, toprak dağıtılarak kazanılacaktı.

Atatürk’ün “Köylü Milletin efendisidir.” sözü Cumhuriyet’in feodalizme karşı köylünün özgürleşmesinin gerekliliğini gösteren, toprağı ekip biçen köylünün maraba değil hür birey olmasının Türkiye’nin kalkınması için elzem olduğunu ifade etmektedir. Bu programın güçlenmesi içi Cumhuriyet’in devrimci önderliğinde, toprak ve aşiret ağalığını, şeyhliği ortadan kaldırmayı amaçlayan bir toprak reformu kararı oluşmuştur. 1934 ve 1935 yıllarında İskân ve Vakıflar Kanunları çıkarılmıştır.

Sonuç

Cumhuriyetin ilk yıllarında verilen mücadele, bugün de Türkiye’nin tam bağımsızlık mücadelesinde devam etmektedir. Cumhuriyetin kadroları Türk Milletini devrimlerle birleştirmiştir. İstiklal Savaşımızı beraber veren milletleri “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının Türk Milletinin oluşturması” süreci Atatürk Devrimleri ile sağlanmıştır. Bu birleşme süreci karşıdevrim döneminde tekrardan tersine dönmüştür.

Cumhuriyet kadroları ile gericiler, emperyalist işbirlikçiler arasındaki çelişme bugün de milli ve milli olmayan kuvvetler arasında yaşanmaktadır. Zamanında Seyit Rızaları savunan tayfa bugünün muhalefetidir. O zamanlar nasıl Cumhuriyet’in karşısında duranlar bugün de Atatürk’ün ve devrimlerinin karşısındadır. Türkiye’de bu ayrılıkçı, karşı devrimci mevziiyi ana muhalefet ve işbirlikçileri üstlenmiştir.

CHP’nin Dersim meselesini gündeme getirerek Atatürk’ü suçlaması yeni değildir. CHP, Atatürk’ün ölümünden sonra adım adım tutuculaşmaya, gerilemeye başladı ve şimdi de karşı devrimci bir konuma yerleşmiştir. Özellikle Baykal’a yapılan FETÖ’nün kaset operasyonuyla CHP’nin başına getirtilen Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’yi Atatürk ile düşman yaparak, FETÖ, bölücü ve bilumum Amerikancılarla doldurarak bu sürecin başında yerini almıştır. Emperyalizme karşı mücadele içinde kurulan parti şimdilerde emperyalistlerin iktidar planlarında koltuk kapmaca oynamaya soyunmuşlardır.

Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Dersimli Kemalim” açıklaması, “1930’ların CHP’si değiliz” açıklamaları, Atatürk’ün yaptıklarından dolayı özür dileyen Sezgin Tanrıkulu’nun açıklamaları CHP’nin bugün Atatürk’le nasıl hesaplaştığını bizlere gösteriyor. Bugün HDP ile ittifak kuran CHP’nin Seyit Rızalara, Şeyh Saitlere sahip çıkması Türkiye’deki saflaşmayı bizlere göstermektedir.

HDP’yle ittifak yapan, her meselede Türkiye’nin karşısında konumlanan CHP’nin Atatürk ile Atatürk’ün partisi ile uzaktan yakından bir bağı yoktur.

Bugün Atatürk’ün partisi Vatan Partisi’dir. Atatürk devrimlerinin başarıya ulaşacağı tek adres ve Türkiye’nin önünde duran çözüm Biden tayfasına karşı Vatan Partisi’nde mücadele etmektir.

Türkiye’nin görevi Vatan Partisi’nin merkezinde bulunduğu Milli Hükümet ile Üretim Devrimi’ni başarıya ulaştırmaktır. Üretim Devrimini gerçekleştirip, köylümüzü tekrardan “Efendi” yapmaktır.

HDP ile ittifak yapanların, gericiliğin, bölücülüğün simgelerini Atatürk’ün karşısında savunanların Türk Milleti nezdinde hiçbir hükmü yoktur.

İngilizlerle işbirliği yapan Seyit Rızaların, bugünkü temsilcilerine, Biden’e el açarak Türkiye düşmanlığı yapanlara, Cumhuriyetle hesaplaşmaya çalışanlara geçit vermeyeceğiz.

Dipnotlar

1) Doğu Perinçek, Toprak Ağlığı ve Kürt Sorunu, Kaynak Yayınları, 2010, s.11

2) Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, s. 112, 119

3) Yalçın Doğan, Savrulanlar Dersim, Kırmızı Kedi Yayınları, 2012, s.185-188

4) Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları.

5) https://aydinlik.com.tr/dersim-katliam-degil-isyandi-243382#1

Raşit Ekinci
Öncü Gençlik Antalya İl Başkanı, GYK Üyesi