Cemil Gözel, Teori Dergisi Yazı Kurulu Sekreteri
1980’ler emperyalist küreselleşme programının dünya çapında uygulamaya koyulduğu yıllar oldu. Sovyetler Bloğunun yıkılmasıyla birlikte, ABD’nin tek güç olma yolundaki stratejisi, “ulusal devletlerin sona erdiği” teorisini pazarladı. Ulusal devlete ve ulusalcılığa düşmanlık, küreselleşme programının bir olgusu olarak “emperyalizmin entelijansiyaları” tarafından uygulanmıştır. Üstelik bu uygulama halkın yüz yıllardır biriktirdiği değerler üzerinden yürütülmüştür.
Tekelci kapitalizm, sermayenin sanayi ve ticaretten, yani üretimden kopması sonucu asalaklaştı ve çürümede zirveye doğru yükseldi. Asalaklaşmada ve çürümede zirveye yükselen kapitalizmin bu aşaması, küreselleşme olarak tanımlandı.(1)
Küreselleşme programının ekonomik siyasal düzlemdeki karşılığı ise sistemin mafyalaşmasıdır. Sistem kapitalist üretimin temelini oluşturan kâr sistemi olmaktan çıkmış, faiz ve haraç sistemine dönüşmüştür. Artık sermaye, kapitalizmin gelişim sürecindeki sermayeyi yaratan sanayi ve ticaret üzerinden değil, kirli para, borsa ve finans operasyonlarıyla büyümektedir. Kapitalizm içinde açıklanamayan kazanç, servet ve ilişkilerin kaynağı küreselleşme programının mafyatik karakteridir. Milli devlet, kamu ekonomisi, kamu hizmeti ve hukuku tasfiye edilirken yer altı ekonomisi ve hukuku büyüdü. Sistemin mafyalaşması gladyo hukukuyla birleşerek devlet sistemi halini almıştır.
Toplumsal rızanın bir ahlak olarak üretildiği, mutlak akıldışılaşma ve kuralsızlaşma olgularının kültürleştiği Yeni Ortaçağ evresi de bu sürece dâhildir. Çağımızda özgürlük, demokrasi, barış gibi tüm insani siyasetlerin temelini aydınlanma değerleri yarattı. Küreselleşme ile aydınlanma değerlerinin yerini, kimliklere ve kültürlere özgürlük adı altında ortaçağ değerleri olan cemaatleşme, tarikatlaşma, etnik siyaset almıştır.
Sivil Toplumculuk küresel karşı devrimin en gerici öğretisi olarak, merkezi Birikim dergisi olan liberalleşen “sol” aracılığıyla Türkiye’ye servis edildi. Küreselleşme evresi, bütün sınıfsal çelişmelerin Sivil Toplumcu gerici öğreti aracılığıyla perdelendiği bir zemine kavuşturuldu.(2)
Sivil Toplumculuğun tezi ve hedefi: Cemaatçilik
Liberalleşen “sol” entelektüel çevrelerin Sivil Toplumculuğa iltihakı, 1980 Amerkancı askeri darbenin hemen ardından başladı. Hareket noktaları “Marksizmin çağımızı açıklayamıyor”; “Marksizmin krizleri giderilemiyor”idi. Çağımızı “açıklayan” tez ise, sivil toplum-politik toplum ayrımıydı. Yani devlet ve sivil toplum çelişmesi…
Sivil Toplumcu “sol” liberalizmin Türkiye’deki fikir babaları tezlerini Gramsci’nin “sivil toplum” kavramına dayandırdırlar. Oysa Gramsci “sivil toplum” kavramını devlet-sivil toplum çelişmesi üzerinden örmemişti. Aksine, Gramsci “sivil toplum”u devlet kümesinin içerisinde kurgulamıştır. Gramsci’ye göre ezen uluslar, ezilen ulusların aksine, devleti çevreleyen bir sivil toplum ağı oluşturmuşlardır. Gramsci İtalya’da devrimin başarısızlığını, devleti çevreleyen sivil toplum ağının devrimin önünde oluşturduğu engelle açıklamıştır.(3)
Türkiye’de ise Sivil Toplumculuk demokratik devrimlerin bütün kazanımlarını hedef almanın temel öğretisi olarak, küresel merkezler tarafından örüldü. Artık “bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir”4 tezi geçerli değildi; toplumsal süreçler devlet-toplum çelişmesiydi. Devlet ve toplum da sınıfsal özelliklerinden soyut kavramlardı: Devlet her zaman “statikocuydu,” kirliydi, toplumdaki her türlü tutuculuk ise ileriydi, olumluydu.
Sivil Toplumculuk, ulus devletin neoliberalizme karşı pozitif kamusal varlığının sınırlandırılmasını, sosyal devletin imha edilmesi neticesinde; sosyal güvencenin tarikat ve cemaatler başta olmak üzere enformel mikro-toplumsal ağlar üzerinden kurulmasını ve bunun sonucunda yurttaşlık projesinin altının oyulmasını hedefledi. Türkiye son otuz yıldır bu süreci yaşıyor.
Sivil Toplumculuğun çöküşü
ABD’li yazar Mario Puzo’nun 1969’da yayımlanan “Baba” romanın ana karakteri Don Vito Corleone gücünü, okuttuğu İtalyan mahallesindeki fakir çocukların hakim, savcı, politikacı, gazeteci olmasından alır. Romanda İtalyan mahallesi, kamunun hem hizmet hem de otoritesiyle şehirde en az göründüğü bölgelerinden biri olarak tasvir edilmiştir. Fethullah Gülen örgütünün, Puzo’nun 1969’da yarattığı Corleone Ailesi adlı mafya örgütünün bir benzeri olduğu söylenebilir. Fethullahçı örgütlenme de tüm gücünü, kamunun kritik mevzilerine sızarak edinmiştir. Bu örgütlenme modeli, Amerika’nın uzun yıllardır Türk devleti içerisindeki Gladyo örgütlenmesidir.
Bu örgütlenmenin ideolojik dayanağı ise büyük ölçüde Sivil Toplumcu öğretiyle kabul ettirilmiştir. Ulus kimliği yerine, cemaat kimliğinin dayatılması; milletin etnik gruplara, mezheplere ayrıştırılması; kamu görev ve yetkilerinin “sivil topluma” devredilmesi; Yeni Ortaçağda emperyalizme sonsuz itaat, küresel merkezlerin Sivil Toplumcu ütopyasıydı. Bu ütopyanın modeli Türkiye’de FETÖ’yle kurulmuştur.
Emre Uslu attığı bir twette şunu söylemişti: “Gülen cemaati sırtındaki kamburdan, devletten kurtuldu. İyi bir strateji ile, Türkiye sizin olsun, dünya bizim derse, Sivil Toplum olarak yaşar.” Emre Uslu bilerek veya bilmeyerek meselenin esasına vurgu yapıyor. Twetindeki “Sivil Toplum” kavramı rastgele kullanılmış bir kavram değil. Çünkü Amerikancı FETÖ kalkışması Türkiye’de Sivil Toplumculuğun iflasını müjdeledi.
Emre Uslu’nun twetinde Sivil Toplumculuğun birçok tezi dillendirilmiş. Ama daha önemlisi, Uslu’nun “devletten kurtuldu” vurgusu, FETÖnün kamudan tezmizlenmesinin itirafıdır aslında. Türkiye’deki FETÖ örgütlenmesi Sivil Toplumculuğun en tutarlı modeliydi. Şimdi o modelin çöktüğünü, anlı şanlı Fethullahçılar itiraf ediyor. Sivil Toplumculuk ve Fethullahçı örgütlenme arasındaki bağ, ideolojik bir bağdır. Bunu anlamadan, Amerika’nın niçin Fethullahçı yapıyı “tercih” ettiği de anlaşılamaz.
15 Temmuz akşamı gerçekleşen Amerikan destekli FETÖ’cü darbe girişimi, Türkiye’nin otuz yıldır yaşadığı sürecin nerelere dayandığını gösterdi. Ezilen Dünya ülkelerinde ekonomi, hizmet, güvenlik ve adaletiyle kamunun cemaatçiliği esas alan Sivil Toplumculuk eliyle tasfiyesinin milli devlete karşı bir darbe örgütlenmesi olduğu anlaşıldı.
FETÖ’cü darbe girişiminin başta TSK olmak üzere devletin ve milletin eylemli birliği sayesinde bastırılması, kaçınılmaz olarak devlet kademesinde özgürleşmeyle tamamlanacak. Bu aynı zamanda toplumun da özgürleşmesi demektir.
NOT: Teori dergisinin Ağustos 2016 sayısında yer alan bu makele bazı eklerle yayınlanıyor.
Dipnotlar:
- Mehmet Ulusoy, Ulusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2011.
- Doğu Perinçek, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet-Sivil Toplumculuğun Eleştirisi, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 2009.
- Gramscı, Hapishane Defterleri, Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 2011.
- Marks-F. Engels, Komünist Partisi Manifestosu, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mayıs 2003, s. 46.
oncugenclik.org.tr, 09.09.2016