Mehmet ULUSOY Teori Yazı Kurulu Sekreteri TEORİ Dergisi Mart 2007
ÇİN, VİETNAM, KORE DEVRİMLERİ ve VATAN SAVUNMASI
20. yüzyıl devrimlerinin, Sovyet ve Türk devrimlerinden sonraki ikinci büyük halkasını oluşturan Çin, Vietnam ve Kore devrimleri, özellikle toplumsal devrimle vatan savunması ilişkisi açısından son derece öğretici örneklerdir. Bu Uzak Doğu Asya devrimleri bize, emperyalist sömürgeciliğe, müdahale ve işgallere karşı zafere götürecek doğru strateji ve politikaların vatan savunması temelinde oluşturulabileceğini ve ancak bu temelde devrimci partinin kitleselleşerek bütün ulusu kucaklayabileceğini gösteriyor. Bu, kuşkusuz, sadece Çin, Kore ve Vietnam için geçerli değildir. Aksine Uzak Doğu Asya’ya göre birçok nedenle dün de bugün de onlardan çok daha fazla emperyalizmin müdahale ve işgal tehdidi ile karşı karşıya kalan Ortadoğu ulusları için de, emperyalizmin tabiatından gelen sömürgeleşme tehdidini yaşayan bütün Ezilen Dünya için de geçerlidir.
Uzak Doğu Asya’daki milli demokratik devrimler, emperyalist zincirin İkinci Dünya Savaşı koşullarının yarattığı en zayıf halkasında, birbirini tetikleyerek ve besleyerek peşpeşe gerçekleşti. Bugün bu ülkeler, özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin merkezinde olduğu, bütün dünyanın büyük bir dikkat ve şaşkınlıkla izlediği sosyalizme doğru ilerlemenin büyük hamlelerini sürdürüyorlar. Onların bu başarılarının arkasında, hiç kuşkusuz en başta, ulusal bilinci besleyen uzun bağımsızlık savaşlarıyla dolu köklü bir tarihe ve uygarlığa sahip olmaları yatar. Emperyalizme karşı savaşın 150–200 yıllık tecrübeleri, çetin mücadelelerde bilenen ve yetkinleşen devrimci bir önderlik ve emperyalist sistemden köklü bir kopuşu sağlayan bölgesel bir güç merkezi yaratmış olmaları da diğer büyük etkenler olarak sayılabilir. Büyük bir coğrafyaya, köklü bir imparatorluk geleneğine ve uygarlık birikimine ve bunlara bağlı olarak ekonomik, siyasi ve kültürel bakımdan da tartışmasız üstünlüğe sahip olan Çin, diğer ülke devrimleri için şüphesiz tayin edici rol oynamaktadır.
Çin Devrimi
En az 3000 yıllık bir geçmişe dayanan Asya’nın en köklü uygarlığı Çin İmparatorluğu, 1850’lere kadar kendini dünyanın merkezi gören bağımsız feodal bir devletti. Binlerce yıl boyunca Çin, kendisine etkili bir şekilde karşı koyabilecek daha gelişmiş bir kültürle tanışmamıştı. O dönemlerde diğer çevre kültürler askeri bakımdan daha güçlü olabilmekte ve Çin’in merkez bölgelerini zaman zaman fethedebilmekteydi. Ancak onlar Çin’in geniş topraklarını ve büyük nüfusunu yönetmek için Çin kültürüne uyum sağlamak durumunda kalıyorlardı. Çünkü onlar uygarlık düzeyi olarak daha geri düzeydeydi. Çin’in yarı sömürgeleştirildiği 19. yüzyılın başlarında başlayıp ortalarında son bulan Afyon Savaşlarından önce de Çin birçok kez yabancılar tarafından işgal edilmişti. Fakat Çinlilerin “barbar” olarak tanımladığı Hunlar, Moğollar, Tibetliler vb tarafından gerçekleşen işgaller ve egemenlik dönemleri hiçbir zaman Çin kültürüne ciddi bir tehdit oluşturmamıştı.
Daha ileri bir uygarlığı temsil eden, askeri ve siyasi bakımdan daha güçlü, denizden gelen Avrupalı yeni barbarlar, öncekilerden farklıydı. Batılı güçler ve ardından Japonya uzun bir geçmişi olan Çin dünyasının temellerine sarsmaya başladılar. Önce askeri olarak Çin İmparatorluğunu altettiler, ardından Çin kültürüne daha önce yaşanmamış bir tehdit oluşturdular. İlk Afyon Savaşı’ndan yarım yüzyıl sonra, 1856-60’lardaki ikinci Afyon Savaşı’nda İngiliz ve Fransızlara yenilen Çin, birden kendisinin evrenin merkezi olmadığını farketti. Aksine Avrupa merkezli dünyada kenara itilmiş yarı sömürge bir ülke konumundaydı. 1900’lerin sonuna kadarki süreçte sömürgecilere karşı birçok ayaklanma yaşandı. Bunların en etkili ve yaygın olanı Bokserler ayaklanmasıydı. Sömürgeleştirmeye karşı bütün bu savaşlar, Çin’in üç bin yıllık tarihindeki belki de en büyük değişikliğe yol açtı. Çinli aydınlar, tıpkı Yeni Osmanlılar ve Genç Türkler gibi, Çini kurtarmak için geleneksel yöntemleri terkedip çağdaş alternatif fikir ve siyaset arayışına girdi. Tıpkı Genç Türklerde olduğu gibi milliyetçilik ve vatanseverlik yüceltildi, ortaçağ kültür ve gelenekleri reddedildi.
1911 Devrimi ve Sun Yat Sen
Kapitalist Batı’nın emperyalistleşerek bütün Asya ve Ezilen Dünya’nın uygarlıklarını yıkıp topraklarını işgal edip zenginliklerini yağmalamaya yöneldiği yüzyılın başında Çin Cumhuriyetinin kurucusu Sun Yat Sen bu devrimci milliyetçi akıma öncülük etti. 1911 Devrimi’yle Çing hanedanının müstebit rejimi devrildi ve kısa süreli bir iç savaştan sonra 1 Ocak 1912’de, Nancing’te Çin Cumhuriyeti geçici hükümeti kuruldu. Sun Yat Sen geçici Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak Cumhuriyetin halk tabanı zayıf olduğundan emperyalist ve feodal baskılara direnemedi ve iktidar Kuzeyli savaş ağalarının denetimine geçti. Yine de Çin Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında emperyalistler arası çatışmanın yarattığı denge ortamında yarı bağımsız konumunu sürdürdü.
Daha sonra “Üç Halk İlkesi” olarak formüle edilecek Sun Yat Sen’in milli demokratik programının fikri temelleri bu dönemde oluştu. Milliyetçilik, demokrasi ve halkın refahı olarak formüle edilen bu ilkeler, 1911 devriminin ideolojik itici gücünü ve Çin Halk Partisi’nin (komintang) oluşumunu sağladı. Kendi deyişi ile bu üç halk ilkesi devleti kurtarmakla eş idi: Amaç Çin’e dünyada eşit bir statü sağlamak ve Çin’in dünyada ebedi varoluşunu güvence altına almaktı. Birinci ilkesi milliyetçilik idi; ona göre milliyetçilik devletin yükselebilmesi için bir hazine ve ulusu var eden güçtü. Cumhuriyet kurulduktan sonra onun milliyetçiliği sönmedi; feodal parçalanmışlığa son verme ve Çin milletini birleştirme mücadelesi devam etti.
Üç Halk İlkesinden
Üç Büyük Siyasete ve Komintang-ÇKP ittifakı
Sun Yat Sen bundan sonra daha gelişkin bir milliyetçilik kavramına ilerleyerek, emperyalistlerin Çin’i sömürgeleştirmek isteyen ekonomik ve siyasi baskılarına karşı bağımsızlığını korumaya ve bunu toprak devrimiyle sağlamlaştırmaya devam etti. 1924 yılında, Komintang’ın 1. Kongresinin bildirisinde, milliyetçiliği emperyalizme karşı çıkmak biçiminde yorumlayarak ve işçi ve köylü hareketlerinin etkin bir biçimde desteklenmesi gerektiğini açıklayarak Üç Halk İlkesi’ni yeniden yorumladı. Böylece Üç Halk İlkesi, Üç Büyük Siyasetken, yani Sovyet Rusya ile ittifak, Komünist Partisi ile işbirliği ve işçi köylülere yardımdan oluşan yeni Üç Halk İlkesi’ne dönüştü.
Bu yeni Üç Halk İlkesi Birinci Devrimci İç Savaş Dönemi boyunca, Çin Komünist Partisi ile Komintang arasındaki işbirliğinin siyasi temelini oluşturdu. Milliyetçi parti Komintang, Sun Yat Sen’in ölümünden sonra onun milli demokratik devrim programı olan Üç Halk İlkesi doğrultusunda, demokratik devrimi tamamlama, toprak ağalarını ve savaş ağalarını tasfiye ederek toprak devrimini gerçekleştirme mücadelesini Çin Komünist Parti ile ittifak içinde sürdürdü.
Ancak 1927’de, Sun Yat Sen’den sonra partinin başına geçen Çan Kay Şek’in önderliğindeki Komintang, toprak ağaları ve işbirlikçi kapitalistlere anlaşıp komünistlere karşı katliamlara girişince bu ittifak bozuldu.
ÇKP’deki hatalı çizgi ve Mao’nun devrim stratejisi
1921’de kurulan ÇKP, Komintern merkezinin ilkelerine uygun asgari program olarak burjuva demokratik devrimi tamamlama hedefini benimsemişti. Bu nedenle taktik hedef savaş ağaları, bürokratik kapitalistler ve feodal toprak ağalarını tasfiye etmekti. Mao Zedung’un henüz merkezi yönetiminde etkili olmadığı 1935’lere kadarki süreçte, ÇKP’nin devrim stratejisi, Komintern’e hâkim olan şehirlerde ayaklanmayı esas alan devrimin birinci aşamasını burjuva demokratik devrim olarak tanımlayan Sovyet Devrimi modeline dayanıyordu. Bu, aynı zamanda 19. yüzyıldan kalma Batı merkezli bir devrim modelinin de izlerini taşıyordu Mao Batı’yı taklit eden bu modelin emperyalizme bağımlı, yarı feodal ezilen bir ülkede uygulanamayacığını savundu ve Çin gerçeğine dayanan devrim teorisini geliştirdi. Yeni Demokrasi adı verilen bu teori, bütün Ezilen Dünya ülkeleri için de geçerli olan emperyalizmi ve feodalizmi tasfiye etmenin stratejini, taktiklerini ve dinamiklerini içeriyordu. Yeni Demokrasi’nin ya da Milli Demokratik Devrim teorisinin 19. yüzyılın Batı tipi burjuva demokratik devrimden farkı, Batı’dakinin hedefinde emperyalizm yokken ve öncülüğünü Burjuvazi yaparken, aynı zamanda 20. yüzyılın devrim teorisi olması nedeniyle MDD’nin farkı, emperyalizmi hedef alması ve işçi sınıfının öncülüğünde olmasıdır. Mao’nun ve ÇKP’nin başarısının temelinde, zengin Çin pratiğinde özgülleşen bu doğru stratejinin geliştirilmesi yatar.
Bu dönemde ÇKP’nin Komintang’a karşı mücadelede hatalarına damgasını vuran Komintern merkezli Troçkist çizgi, köylülüğü ve kırsal alanın önemini küçümsedi ve şehirlerde eşzamanlı ayaklanmayı esas aldı. Büyük kitle katliamlarının yaşandığı şehirlerdeki bu ayaklanmalarda Parti kadrolarının çoğunluğunu kaybetti. Köylülüğü ve geniş köylü yığınlarıyla birleşmeyi küçümsediği, sadece işçi sınıfı ve yoksul köylülüğü kazanmayı hedef aldığı ve stratejik olarak halkın büyük çoğunluğunu birleştirme perspektifinden yoksun olduğu için, bu çizgi, aynı zamanda 1931’de başlayan Japon işgaliyle öne çıkan ulusal çelişkinin kavranmasını da engelledi ve ulusal direnişe hazırlığın gecikmesine neden oldu. Bu çizgiye muhalefet eden Mao ve Çu Teh gibi arkadaşları ise, köylülüğü temel alan ve toprak devriminde ısrar eden bir stratejiyi savunuyordu. Çin nüfusunun yüzde 80-90’nını oluşturan köylülük devrimin temel gücü olmalıydı. Bu nedenle Mao kırlarda örgütlenmeyi ve güç toplamayı esas alan ve bu noktada ÇKP merkeziyle çatışan bir yol izledi. Bu strateji, 1931’lerde başlayan Japon işgaline karşı direnişin kuvvetlerini de yarattı. Ancak Mao’nun parti önderliğini devraldığı 1935’lere kadar, esas gücünü şehirlerde yoğunlaştıran Parti büyük kayıplar verdi.
Japonya’ya karşı vatan savunması
1931’de Çin’in kuzey (Mançurya) bölgesi Japonlar tarafından işgal edildiğinde, toprak devrimini ve komünistleri emperyalist işgalden dana tehlikeli gören toprak ağaları ve işbirlikçi kapitalistlerin egemen olduğu Komintang hükümeti Japon işgaline direnemeyip teslimiyetçi bir siyaset izleyince Çan Kay Şek’in Çin milliyetçiliği üzerindeki tekeli, hızla zayıflamaya başladı. Çünkü, Çan Kay Şek hükümeti o günlerde esas olan komünistlerle savaşmayı, yani iç savaşı sürdürmeyi daha çok önemsiyordu. Onun zorba bir politika ile direnişten önce içerideki güçleri etkisizleştirme politikası ülke çapında tepki ile karşılandı. Diğer yandan Çan Kay Şek, kuzeydoğudaki Çin birliklerine “hiçbir şekilde karşı koymama” emri veriyordu.
Japon işgalinden sonra Mao Zedung hızla Japonya’ya karşı direniş bayrağını yükseltti. Jiangxi’deki ÇKP’nin Çin Sovyet Cumhuriyeti Nisan 1932’de Japonya’ya savaş ilan etti. Kızıl Ordu’nun Yenan’dan yola koyulmasından sora 1935’te ÇKP’nin stratejik hedefi ulusal devrim olarak yeniden formüle edildi. Çin’in ulusal bağımsızlığı esas hedefti ve emperyalist işgale karşı birleşilecek bütün güçlerle birleşmek temel politikaydı. Mao, “Japon emperyalistlerinin, işbirlikçilerinin ve hainlerin görevi Çin’i bir sömürge haline getirmek; bizim görevimiz ise, Çin’i toprak bütünlüğüne sahip özgür ve bağımsız bir ülke yapmaktır” diyordu.1 Bu amaçla, Mao’nun önderliğinde ÇKP aktif bir politika izleyerek Japon işgaline karşı bir Birleşik Cephe oluşturma arayışına yöneldi.
Vatan savunmasının esas olduğu bu koşullarda Birleşik Cephe hiç kuşkusuz bütün milletin güçlerini kapsamalıydı. Mao Cepheyi şöyle tarif ediyordu: “Hükümetimiz şimdiye kadar işçilerin, köylülerin ve şehir küçük burjuvazisinin ittifakına dayanmaktaydı; şimdiden sonra ise milli devrimde yer almak isteyen bütün diğer sınıflardan da üye alacak biçimde yeniden düzenlenmelidir. (…) Toprak devrimi ile değil, yalnızca milli devrimle ilgilenenleri ve hatta arzu ettikleri takdirde Japon emperyalizmine ve uşaklarına karşı olmakla birlikte yakın bağları dolayısıyla Avrupa ve ABD emperyalistlerine karşı çıkmayanları da kapsayabilecek şekilde daha geniş bir temsil yeteneğine sahip olması gerekmektedir.”2 Bu cephe politikasına bağlı olarak ÇKP programında hedeflenen “İşçi ve Köylü Cumhuriyeti” tanımı yerine “Halk Cumhuriyeti” kondu. Bunun nedenini Mao şöyle açıklar: “Hükümetimiz sadece işçi ve köylüleri değil, fakat bütün milleti temsil etmektedir. Bu anlam ‘işçi ve köylülerin demokratik cumhuriyeti’ sloganımızın içinde zaten vardı; çünkü işçi ve köylüler nüfusumuzun yüzde 80-90’ını oluşturmaktadırlar.”3
1936’daki Sian olayından sonra ÇKP, kararsız ve isteksiz olan Çan Kay Şek’i AntiJapon Birleşik Cepheye katılmaya ikna etti. Sian olayı birçok bakımdan öğreticidir. Daha önce ÇKP Merkez Komitesi, Komintang’ın Merkez Yürütme Komitesi’ne bir mektup göndererek Japonya’ya karşı iki partinin birleşik cephesinin kurulması ve her iki partinin temsilcileri arasında bir görüşme yapılması çağrısında bulundu. Çan Kay Şek bu önerileri reddetti. Ancak 1936 Aralığında, Japonya’ya karşı komünistlerle işbirliği yapmaktan yana olan yurtsever subayların kendisini Sian’da tutuklamaları üzerine Çan Kay Şek, Çin Komünist Partisi’nin iç savaşa son verilmesi ve Japonya’ya karşı direnilmesi önerisini kabul etmek zorunda kaldı.
Bu olaydan sonra Komünistlerin Çin ulusu üzerindeki prestiji hızla arttı. ÇKP’nin yönetimindeki ordular doğrudan Japon kuvvetleri ile çatışmaya giriştiler ve Kuzey Çin’de 8 yıl süren gerilla savaşı verildi. Kuzey Çin’deki esas direniş gücü olarak ÇKP, ilk kez başarılı bir şekilde köylülerin vatanseverlik duygularını açığa çıkardı ve böylece savaş öncesi dar bir aydın kesimle sınırlı milliyetçilik geniş köylü kitlelerinin katıldığı bir vatan savunmasına dönüştü. İlk kez kitlesel milliyetçi bilincin uyanışı Japon işgalinden sonra ortaya çıkmıştı ve Japonya’nın meydan okumasına karşı en etkili karşı koyma ÇKP önderliğinde yürütüldü. 1931–1945 arası dönem, Anti-Japon milliyetçiliğin önderliğini komünistlerin ele geçirdiği ve ÇKP’nin kuzeydeki başarısının onun nihai zaferde kilit bir rol oynadığı bir dönemdi. Japonya’nın ülkeden kovulduğu 1945’lerde Çin Komünist Partisi, Çin milletinin gönlünde büyük bir manevi güce sahipti ve Çin’in yaklaşık üçte birini kontrol eder durumdaydı.
ABD’nin kuklası Çan Kay Şek’e karşı ulusal kurtuluş savaşı ve zafer
1945’lerde Japonya’ya karşı ulusal savaşın zafere ulaşmasından sonra, ÇKP’nin önerdiği milli demokratik devrimi tamamlama yönündeki program ve ittifakın sürdürülmesi talebi karşısında Çan Kay Şek’in yanıtı yine devrime ihanet oldu. Japonya kovulmuştu, ama İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı bu dönemde Çin’in Japonya’ya karşı direnişini Komintang üzerinden destekleyen ABD’nin asıl amacı, Çin’e egemen olmaktı. ABD’den geniş çaplı askeri ve teknik yardım alan Çan Kay Şek, ÇKP’nin iktidarı paylaşmasını ne olursa olsun önlemek istiyordu.
Mao Zedung 1946’da, ABD’nin Komintang’ı kullanarak neyi amaçladığını şöyle açıklıyordu: “Birleşik Amerika, Çan Kay Şek’e karşı görülmemiş çapta bir iç savaşı yürütebilmesi için büyük miktarda yardım verdiğine göre, ABD hükümetinin siyaseti, Çin’i açıktan açığa bir ABD sömürgesi haline getirmek üzere Çan Kay Şek’i her bakımdan güçlendirmek ve Çan Kay Şek’in kıyım siyaseti aracılığıyla Çin’deki demokratik güçleri bastırmaktır.”4
Marshall, Komintang kuvvetlerinin ilkönce kuzeydoğu Çin’deki, sonra da kuzey, orta ve doğu Çin’deki kurtarılmış bölgeleri saldırmasına yardımcı olmak için her türlü hileye başvurdu; Komintang birliklerini etkin bir biçimde eğitti, donattı ve Çan Kay Şek’e büyük miktarda silah ve daha başka savaş malzemesi sağladı. 1946 Haziranında Çan Kay Şek düzenli kuvvetlerinin yüzde 80’nini kurtarılmış bölgelere saldırmak üzere cepheye yığmış bulunuyordu. Bu askerlerin 540 binden fazlası doğrudan doğruya ABD silahlı kuvvetlerinin savaş gemileri ve uçakları tarafından taşınmıştı. Böylece ABD’nin kuklası bir siyaset izleyen Komintang, ÇKP’yi tasfiye etmek ve toprak reformunun ve diğer demokratik reformların tamamlanmasını önlemek için tekrar kanlı bir iç savaş başlattı.
Bu uzun deneyler içinde Çin halkının gözünde artık ABD’nin bir kuklası haline gelen Çan Kay Şek kuvvetlerine karşı bu devrimci iç savaşı zafere bir yıl kala (Ekim 1948’de) Mao şöyle değerlendiriyordu: “Çin Komünist Partisi’nin görevi, ABD emperyalizminin saldırgan kuvvetlerini ülkeden söküp çıkarmak, Komintang’ın gerici iktidarını devirmek ve birleşik, demokratik bir halk cumhuriyeti kurmak üzere bütün ülkedeki devrimci güçleri birleştirmektir.”5
Devrimin ÇKP önderliğinde zafere ulaştığı ve Çan Kay Şek güçlerinin tasfiye edildiği, 1949’a kadar süren bu iç savaş, bir yanıyla ÇKP’nin tanımıyla “Devrimci İç Savaş” olarak sürmekle birlikte, aslında yeni bir emperyalist müdahaleye kaşı devam eden bir “halk kurtuluş savaşı”, yani vatan savunması niteliği taşıyordu. Japon işgaline karşı direnişle yükselen ve kitleselleşen uluslaşma ve milli egemenliğin kazanılması süreci, yeni bir emperyalist düşmana karşı iç savaşla vatan savunmasının iç içe yürüdüğü bir zafere yürüyüşle tamamlandı.
Japonya’ya karşı vatan savunmasında ÇKP’nin tüm ulusun önderliğini ele geçirmesi tarihi bir tesadüf değildi. Çünkü ÇKP’nin bu başarısının temelinde; birincisi, Çin milliyetçiliğinin ve halkçılığının öncüsü, Çin’in Mustafa Kemal’i Sun Yat Sen’in devrimci ilkelerine bağlılık, onu tamamlama kararlılığı, ikincisi, milli demokratik devrimin özünü oluşturan toprak devriminde ısrar ederek geniş köylü yığınlarını kazanması yatmaktadır.
Kore Devrimi
Batılı emperyalistlerin Kore’yi sömürgeleştirme tarihi, yani modern Kore tarihi de yaklaşık 1850’lerde başlar. Birçok tarihi ortaklığın yanında, Kore’nin milli demokratik devrim tarihi de Türkiye ile büyük paralellikler ve ortaklıklar taşır. Kore’nin modern Batılı sömürgecilerle tanışması, Amerikalı General Sharman’ın adını alan bir korsan gemisinin 1866’da Kore’ye saldırmasıyla başlar. Arkasından Fransız savaş gemileri gelir. Büyük isyanlar başlar ve ilk saldırılar püskürtülür. 1871 ‘de iki Kore adasını işgal eden büyük bir Amerikan gücü imha edilir.
Ancak, Kore yönetimi, daha önce birçok kez ülkeyi işgal etmeyi deneyen Japonya’nın siyasi ve ticari baskılarına dayanamayarak, 1876’da imzalanan bir ticaret ve dostluk anlaşmasıyla, limanlarını Japonya’ya açtı. Türkiye’deki kapitülasyonlar gibi sırasıyla Çin, ABD, İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransa da Kore’de imtiyazlar elde ettiler.
Japonya’nın Kore’yi sömürgeleştirme hareketi, ülkede hoşnutsuzluğa neden oldu. 1882’de askerler isyan edip Kraliyet Sarayı’na saldırdılar. Yöneticiler idam edilip Japonlar da ülkeden kovuldu. Bu mücadele 1894’te bir köylü savaşına dönüştü ve halk ordusu devlet güçlerini yenip çok geniş bir araziyi ele geçirdi. Yönetim Çin’den yardım isteyince bu nüfuz yarışında geri kalmak istemeyen Japonya’da ülkeye tekrar müdahale etti ve Çin, Japonya’nın Kore’deki üstünlüğünü kabül etti. Japonlar ülkeyi sömürgeleştirmeye başladılar ve Batılı kurumların ülkede yerleştirilmesi anlamında bir reform hareketine giriştiler. Ancak bu program halk tarafından benimsenmedi. Japon egemenliğine karşı olan siyasi akımlar 1896’da Bağımsızlık Birliği adında örgütlendi. 1904–1905 Rus-Japon savaşımda Kore tarafsızlığını ilan etse de, savaştan üstün çıkan Japonya Kore’ye resmen Japon himayesini kabul ettirdi.
Bu dönemde Japon sömürgeciliğine karşı birçok isyan oldu. Ancak bunlar programlı, örgütlü ve merkezi bir önderlik altında yürütülmediği için başarısızlığa uğradı. Kore ordusunu dağıtan Japonlar 1910’da ülkeyi kendi topraklarına kattı. Bu dönem Kore halkı için çok sıkıntılı ve karanlık bir dönemdir. Yurt cehenneme çevrilmiştir. Japon valisi, .”Koreliler ya Japon yasalarına uyacaklar, ya da ölecekler…” demektedir. Japonlar kendi eğitim sistemlerini kurarak halkı Japonlaştırmaya çalışmaktadır. Çeşitli yöntemlerle el konulan geniş toprakları düşük bedellerle Japonlar satın alır.
Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın başladığı 1919 tarihi, Koreliler için de önemli bir tarihtir. Uzak Doğu’nun bu acılı ülkesinde de işgalcilere karşı büyük bir bağımsızlık ateşi yanar. Seul’de eski imparator Kocong’un 1 Mart 1919 günü yapılan cenaze töreninde bir bağımsızlık bildirisi okundu. Ve mücadele yalnız Kore topraklarında değil, Korelilerin yaşadığı her yerde yaygınlaşarak sürdü.
Bağımsızlık bilincini ilk ateşleyen Kim İl Sung’un babasıdır ve mücadelenin başında o vardır. Kim Hyong Jik, 1917’de Piyongyang’da Ulusal Birliği kurmuştur. Birlik o günlerde Kore’de Japonlara karşı oluşturulan en büyük gerçek yeraltı devrimci vatansever kuruluştur. 1918’den sonra direnişin merkezi kuzey sınırına kaydırılır.
1 Mart hareketinden sonra Kore’de milliyetçi uyanış hızlandı. Bu uyanış, edebiyat ve kültür alanında büyük bir canlanma yaratmış ve ürünler vermiştir. 1931’de Japonya’nın Çin’i işgal etmeye başlaması Kore’deki sömürge yönetimini de dayanılmaz bir hale getirdi. Koreliler Şinto dinini kabul etmeye, hatta Japon adları almaya zorlanır. Yüz binlerce genç Japonya için cephede savaşmaya, maden, fabrika ve askeri tesislerde çalışmaya gönderildi.
Kore devrimini zafere ulaştıran Kore Komünist Partisi 1925’te Kim II Sung’un önderliğinde kuruldu, ancak uzun süre etkili bir önderlik gösteremedi ve dağıldı. Bu arada 1929’da tutuklanan Kim İl Sung, cezaevinde Kore devriminin izleyeceği yol üzerinde geniş düşünme fırsatı buldu ve etraflı planlar yaptı. 1930’da Kalun’da toplanan Genç Komünistler Birliği ve Antiemperyalist Gençlik Birliği’nin önderliğiyle düzenlenen toplantıda Çuçe düşüncesi ve devrimin stratejisi ile ilgili düşüncelerini açıkladı. Japonlara karşı gerilla savaşını önerdi. Babasının bıraktığı iki tabancadan ibaret olan silahlarıyla 1932’de Japonya’ya karşı Halk Gerilla Ordusu’nun kuruluşunu ilan etti. Bu ordu daha sonra Kore Halk Devrimci Ordusu adını alacaktır. Japonlara karşı verilen ve 15 yıl sürecek savaşta Pochombo savaşı belirleyici oldu ve Kore halkının cesaretini artırdı.
Japonya’ya karşı direnişin kuşkusuz tek bir hedefi vardı: Ulusal bağımsızlığı kazanmak ve onurlu bir ulus olmak. Vatanı savunmak için verilen uzun gerilla savaşları sonucu 1945’te Japonlara karşı zafer elde edildi. 8 Şubat 1946’da Kuzey Kore Geçici Halk Komitesi kuruldu ve başkanlığına Kim İl Sung getirildi. 10 Ekim 1945’te Kuzey Kore Komünist Partisi Merkez komitesi kuruldu. Bu parti, Ağustos 1946’da Kore Yeni Demokratik Partisi ile birleşerek Kore İşçi Partisi adını aldı. Bağımsızlığın kazanılmasının hemen ardından ülkede hızlı ve köklü reformlar yapılmaya başlandı. Tarım reformu, sanayinin, ulaşımın, haberleşmenin, bankaların devletleştirilmeleri bunların başında gelir.
İkinci Dünya Savaşı bitmiştir, Japonya kovulmuştur, ama onun yerini bütün dünyada olduğu gibi yeni bir emperyalist, ABD almıştır. ABD 8 Eylül 1945’te “Japon ordusunun silahlarını geri alma” bahanesiyle Güney Kore’ye girdi. Burada işbirlikçi bir yönetim oluşturdu ve geniş çaplı askeri, ekonomik yardım yapmaya başladı. Güney Kore ordusu, ABD’ye çok ucuza mal olmaktadır. O tarihlerde bir Güney Kore birliğinin ABD’ye maliyeti, bir Amerikan birliğinin maliyetinin sadece yüzde 4’üdür. Böylece ABD, kendi askerini kullanmadan Kuzey Kore’yi tehdit edebilmekte ve onu büyük askeri harcamalar yapmak zorunda bırakmaktadır.
1945’ten 1954’e kadarki süreç, Kore halkının ve milletinin ABD emperyalizmine karşı yürüttüğü bir vatan savunmasıdır. Yoksa “demokratik” Güney Kore ile Komünist Kuzey Kore arasında bir savaş değildi. Bu iddia, emperyalist Batı’nın günümüzde de sürdürdüğü büyük bir yalandan başka bir şey değildir. ABD, bütün yazılı ve sözlü taahhütlerine rağmen Tayvan’ın Çin’le birleşmesini engellediği, Vietnam’da uygulamaya çalıştığı, ama başaramadığı, günümüzde Yugoslavya’da ve Irak’ta yaptığı, kukla devletler kurarak ülkeyi bölme ve egemenliğini sürdürme planını Kore’de de uyguladı. Aralık 1945’te Moskova’da yapılan Sovyetler Birliği-ABD-İngiltere dışişleri bakanları toplantısında Kore’de birleşik geçici demokratik bir hükümet kurma kararına imza atmasına rağmen, bu kararın uygulanmasıyla ilgili Sovyet-ABD Ortak Komitesi’nin çalışmalarını engelledi. Eylül 1947’de Kore sorununu kendi etkisi altındaki Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na götürdü ve Korelilerin tanımadığı BM’nin Geçici Kore Komisyonu’nun gözetiminde yalnız Güney Kore’de yapılan bir seçim dayatarak hükümet kurma kararı verdi. Böylece güneyde Kore Cumhuriyeti, Kuzeyde de, Pyongyang’da, 25 Eylül 1948’de Yüce Halk Meclisi için yapılan seçimlerde Kuzey ve Güney’den 572 kişinin seçildiği, Kim İl Sung’un Başbakan ve Devlet Başkanı olduğu bütün Korelilerin Demokratik Halk Cumhuriyeti kuruldu.
25 Haziran 1950’de başlayan ve 1954’te biten, yaklaşık 2 milyona yakın insanın öldüğü Kore Savaşı’nı kimin başlattığı konusunda Batılı merkezlerde yapılan tartışmanın özünde hiçbir anlamı ve değeri yoktur. Çünkü bu savaş, en yakın tarih olarak 1931’den başlayan, bütün Kore halkının, Kore ulusunun bağımsızlık için, vatan savunması için verdiği emperyalist işgalcilere, önce Japonya’ya, sonra da ABD’ye karşı bir savaştı. Kore’nin parçalanmış olması tamamen emperyalist siyasetlerin bir parçasıydı. Bu savaşı önce Kuzey Kore başlatmış olsa bile tek bir millet olan Kore halkını birleştirmeyi amaçlayan en meşru ve en doğal haktı.
Bugün de, Güney ‘de egemenliğini sürdüren ve yarımadadaki varlığı tamamen bölünmüşlüğe dayanan ABD emperyalizminin tehditlerine karşı Kuzey Kore’nin ve Güney’deki ulusun birliğinden yana geniş kitlelerin yürüttüğü mücadele bir vatan savunmasıdır.
Vietnam Devrimi
19. Yüzyıla kadar yaklaşık 1000 yıldır bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne sahip bir ülke olan Vietnam, bu bağımsızlığını her seferinde uzun gerilla savaşlarıyla korudu. 19. yüzyılda Asya’nın diğer ülkeleri gibi Vietnam’da Batılı sömürgecilerin işgaline uğradı. 1858’den itibaren diğer Hindiçini ülkeleri Kamboçya ve Laos’la birlikte Fransa tarafından işgal edilen Vietnam, bu süreçte bağımsızlığını yitirdi ve 1896’da hem ekonomik hem siyasi bakımdan ilhakı tamamlanıp tamamen sömürgeleşti. Monarşik iktidarın Fransa ile işbirliği yapmasıyla sömürge düzeni 1896’dan 1916’ya dek iyice pekişti. Vietnam’da kapitalizm ve modern sınıflar ancak Birinci Dünya Savaşı sonrasında gelişmeye başladı. Aynı dönemde Vietnam Devrimi’nin efsanevi önderi Ho Şi Minh’in içinde olduğu birçok Vietnam aydını öğrenim için Fransa’ya gitti. Orada sosyalist ve devrimci fikirlerle tanıştılar.
Ho Şi Minh’in önderliğinde 1930’da Vietnam İşçi Partisi (Vietnam Komünist Partisi) kuruldu ve özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren yurtsever aydınların öncülük ettiği ulusal hareketin başına geçti.
Vietnam milli demokratik devrimi, kısa süreli ara dönemlerde demokratik devrim mücadelesi öne çıkmakla birlikte, esasında başından sonuna kadar bir ulusal kurtuluş savaşıydı, yani vatan savunması, mücadelenin bütün biçimlerini belirlemekteydi. Vietnam Komünist Partisi’nin, vatansever tarihi birikimi de doğru değerlendirerek bütün milleti birleştiren ulusal cephe politikası kuşkusuz başarının anahtarıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaşmakta olduğu sıralarda Komünist Enternasyonal savaşa ve faşizme karşı barış ve demokrasi için “geniş halk cepheleri” acil görevini belirledi. Nitekim Fransa’da 1936’da FKP öndeliğinde Halk Cephesi seçimleri kazanıp hükümet kurdu. Fransa’daki bu gelişme Vietnam’a yansımış, 1936–39 arasında siyasal özgürlük ortamı genişlemiş, legal propaganda ve örgütlenme imkânları doğurmuştu. Buna karşın Fransız işgali devam ediyordu. Yine de “Fransız emperyalizmini yıkalım”, “Topraklara el koyalım”, “Fransız sömürgeciliği vb gibi sloganlar ve kavramlar bu dönemde askıya alınmış, düşman tanımında daha çok “Fransız faşistleri” ve “Gerici sömürgeciler” gibi söylemler tercih edilmişti. Çünkü Fransa faşist üçlüye karşı SSCB’nin yanındaydı ve Komünist Enternasyonal’in politikaları Vietnam’a böyle yansıtılıyordu.
1939’da İkinci Dünya Savaşı başlayınca durum değişti. Aralık 1939’da partinin Merkez Komitesi Fransız emperyalizmine karşı ulusal bir birleşik cephe kurmayı ve bir ayaklanma örgütlemeyi kararlaştırdı. Bu öncelikli görevin başarısı için toprak devrimi siyaseti (topraklara el koyma ve dağıtma programı) geçici olarak askıya alındı.
Bu arada hızlı değişiklikler cereyan etti. Hitler Fransa’yı işgal edince Japonya, Çin Hindi ve Vietnam’ı Fransa’dan aldı. Böylece Vietnam, bu kez Japon müdahalesi ile karşı karşıya geldi.
Vietnam devrimi bir ulusal kurtuluş devrimi idi. 1941’de Viet Minh adında bir ulusal cephe, 1944-45’te de Vietnam Kurtuluş Ordusu kuruldu. Anti-Japon bir genel ayaklanma hazırlıkları yürütüldü. Mayıs 1945’te Nazi Almanyası teslim olunca, 8 Ağustos 1945’te SSCB Japonya’ya savaş ilan etti ve sonunda ABD’nin de devreye girişiyle 15 Ağustos 1945’te Japonya teslim oldu. Bu kez İkinci Dünya Savaşı’nın galibi olan ABD, İngiltere ve Fransa’nın müttefik orduları girecektir Vietnam’a. Ancak Parti erken davranıp, onlar gelip Japonlar’dan boşalacak yeri doldurmadan genel bir ayaklanmayla iktidarı almaya karar verdi.
Ağustos 1945’te tüm ülkede iktidar alındı ve Ho Şi Minh başkanlığında geçici hükümet kuruldu. İşçi sınıfı önderliğinde bir halk devrimi olarak tanımlanan bu süreci takiben 2 Eylül 1945’te Vietnam Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi.
Bu zaferin elde edilmesinde devrimcilerin dış etkenleri, yani emperyalistler arası çelişkileri zamanında ve çok iyi değerlendirmelerinin rolü büyüktür. Ama iktidarın ele geçirilmesi Fransızların Vietnam’ı tekrar işgal etmelerini önleyemedi. 1946–1954 yılları arasında Vietnam’daki Fransız askerlerinin sayısı 250 bini bulmuştu. Ve büyük gerilla komutanı Giap önderliğinde, emperyalistlerin kâbusu Vietnam ormanlarında gerilla savaşı yeniden başladı. 1954’te Dien Bien Fu’da gerillalar tarafından kuşatılan Fransız ordusunun ezici yenilgisiyle Fransızlar Vietnam’ı tamamen terk etmek zorunda kaldılar. 1954’te Cenevre’de yapılan anlaşmalarla Laos, Kamboçya bağımsızlığına kavuştu; Vietnam ise, ABD’nin Kore’de başvurduğu aynı oyunuyla Sosyalist Kuzey ve “milliyetçi” Güney Vietnam olarak ikiye bölündü. Güneyde ABD kuklası bir yönetim oluşturuldu.
1954 Cenevre anlaşmalarına göre, Kuzey ve Güney Vietnam seçimler yoluyla birleştirilecekti. Seçimler 1956 yılında yapılacaktı. O zamanki genel kanaat odur ki, eğer 1956 yılında seçimler yapılmış olsaydı, Ho Şi Minh’in kuvvetleri Güney Vietnam’da da seçimleri kazanabilirdi. Bunu bildiği içindir ki, ABD ve antikomünist kuklası Diem bu seçimlere yanaşmadı. Ho Şi Minh 1957 yılına kadar bekledi. Diem’in seçime yanaşmadığını görünce, Diem hükümetini devirmek için, Güney Vietnam’da Viet Kong’un yürüttüğü gerilla savaşı yeniden başladı.
Vietnam halkının komünistlerin önderliğinde ABD emperyalizmine karşı 1954’ten 1975’e kadar usta gerillacı Giap’ın komutasında ulusal kurtuluş savaşı, bütün insanlığın hayranlığını kazanan destansı bir savaştır. Dünyanın efendisi ve jandarması olarak, Vietnam halkını dize getirmek için en kanlı katliamlara imzasını atan ABD’nin 1967’lerde Vietnam’daki asker sayısı yaklaşık 700 bini bulmuştu. Bütün bunlara, Vietnam’a atılan bombanın bütün İkinci dünya Savaşı’nda kullanılandan daha fazla olmasına rağmen, ABD büyük bir hezimete uğradı ve çekilmek zorunda kaldı.
Vatanının bağımsızlığı ve milletinin birliği için yaklaşık 2 milyon Vietnamlının hayatını verdiği bu uzun kanlı savaş sonucu Güney Vietnam kurtuldu ve tek bir millet olarak Vietnam özgürlük ve bağımsızlığına kavuştu.
Sonuç
Özellikle Çin başta olmak üzere, bir bütün olarak baktığımızda, 20 yüzyıl milli demokratik devrim tecrübesinin özgün örneklerini sunan bu üç devrime de ana karakterini veren, yani bütün siyasetlerine ve mücadelelerine damgasını vuran, 1800’lerin başından itibaren Batı’nın sömürgeciliğine karşı yürütülen, bugün de devam eden, yaklaşık 200 yıllık savaştır.
Devrimin demokratik yanının öne geçtiği dönemler, ancak, emperyalizme vurulan etkili darbelerle ve emperyalistlerin kendi arasındaki çatışmalar nedeniyle herhangi birinin tek başına hâkimiyet kuramadığı geçici denge ya da boşluk dönemleridir. Her halükârda, devrimin başarıya doğru ilerlediği ve çıkarlarının tehlikeye girdiği süreçlerde emperyalistlerin, işbirlikçilerinin ve kuklalarının bunu önleyememesi karşısında doğrudan müdahaleye başvurmaları kaçınılmazdır.
Emperyalizmin esas eğiliminin ezilen dünya uluslarını sömürgeleştirmek olduğunu ortaya koyan bu olgu, aynı zamanda emperyalizm çağında devrimlerin ancak vatan savunmasıyla zafere ulaşabileceğinin de zorumu bir belirleyenidir. Bu, günümüzde de hâlâ geçerliliğim sürdüren bütün 20. yüzyıl devrimlerinin tunç yasasadır.
1 Mao Zedung, “Japon Emperyalizmine Karşı Taktikler Üzerine”, Seçme Eserler 1, Aydınlık Yayınları, 1979, İstanbul, s.208.
2 Age, s.212.
3 Age, s.215.
4 Mao Zedung, Seçme Eserler IV, Kaynak Yayınlan, İstanbul 1993, s, 105. 5 Age, s.273.
Kaynakça
• Mao Zedung, Seçme Eserler, I, II,III, IV, Kaynak Yayınları. İstanbul.
• Zeki Sarıhan, Doğu’nun Seher Yıldızı: Kore, Kore Dostluk Derneği Yayınları, İstanbul 2002.
• Refik Özdek, Vietnam Çıkmazı, Yağmur Yayınları. İstanbul.