Emre OFLAZ, Öncü Gençlik GYK Üyesi, İstanbul İl Sekreteri
2014 Mart’ında Vatan Partisi önderliğinde Türk milletinin Silivri zindanlarında tutsak edilen vatanseverliği yeniden özgürleştirmesiyle başlayan süreci incelediğimizde PKK’nın hendeklere gömüldüğünü, FETÖ’nün hapislere atıldığını, Türkiye’nin Asya’daki dostlarıyla buluştuğunu, NATO’dan koptuğunu ve donanmamızın Mavi Vatan’da her geçen gün daha kararlı bir şekilde bayrağımızı dalgalandırdığını görüyoruz. Bu süreci, Türkiye’nin Atlantik’teki zincirlerinden kurtulup Avrasya’daki öncü konumuna yerleşmesi olarak da tanımlayabiliriz.
Türkiye’nin Atlantik’ten kopması, AB ve ABD ile ilişkilerini gözden geçirmesine ve AB ile ABD’nin de Türkiye’ye yönelik saldırganlığını artırmasına yol açtı. Bu bağlamda, kamuoyunda gözler Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan ve ağabeyi Fransa tarafından “Türkiye’ye Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri sebebiyle yaptırım” gündemiyle toplanacak olan 10-11 Aralık’taki AB Zirvesi’ne çevrildi.
Zirveye Doğru
Zirve, ülkemiz kamuoyunda çokça tartışılırken Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel “Kedi-fare oyunu artık sona ermeli”(1) açıklamasında bulundu ve Avrupa’nın gözünden ülkemizin nasıl göründüğüne dair anlamlı bir benzetme yaptı.
Bunları duyarak güç alan Yunanistan’dan ise AB’ye bir kez daha çağrı geldi. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Türkiye’nin Avrupa, Doğu Akdeniz ve Kafkasya’nın istikrarı için açık bir tehdit haline geldiğini öne sürdü ve “Bu kararlar Türkiye’nin uzun vadeli çıkarına olacak, çünkü ülkenin neo-Osmanlı ihtişamının bulutları arasında gerçek sınırlarını fark etmesini sağlayacak. Türkiye’nin Avrupa değerleri yolundan geri çekilmesi açık bir şekilde kınanmazsa, Türk toplumunda modernleşme ve Avrupa ile yakınlaşmayı destekleyen unsurlar da iç tartışmada zayıflayacaktır” (2) diyerek ülkemizdeki Batı sevdalılarına da selam yolladı.
“Başkalarının Hikayeleri”nin Zirvesi
Her şeyin içinde ikilikler barındırdığı dünyamızda, Avrupa’nın tek olduğunu öne süremeyiz. Bir, Cromwelller, Robespierreler, De Gaullelerin temsil ettiği ilerici Avrupa; bir de, emperyalist çıkarlar uğruna milyonları katleden, Afrika’yı açlığa terk eden, kendini dünyanın efendisi görme iddiasındaki gerici Avrupa. 20. yüzyılın başından itibaren gördük ki, karşımızdaki Avrupa, gerici olan Avrupa’ydı. Mazlum milletlere örnek olan Kurtuluş Savaşımız da bu Avrupa’ya karşıydı.
Ne var ki, ülkemizin gerici Avrupa ile olan sömüren-sömürülen ilişkisi Tanzimat’la başladı, Kemalist Devrimle sekteye uğradı ve 1945’te TBMM kürsüsünden Başbakan Nihat Erim’in “Küçük Amerika olacağız” açıklamasıyla tekrar atağa geçti. Dolayısıyla milletimizin zihninde “Avrupa”, “Batı” gibi kavramlar bu sömüren-sömürülen ilişkisini sağlam bir temele oturtabilmek amacıyla “ulaşılması gereken” ve “medeniyet” olarak yerleştirilmeye çalışılan kavramlar şeklinde kaldılar.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın geçtiğimiz aylarda attığı bir tweette “Bize 150 yıldır başkalarının hikayeleri anlatıldı” demişti. Yukarıda bahsettiğimiz Avrupa imgeleri, başkalarının hikayelerinin anlatılmasının bir sonucu. Süreci kavrayamayan, AK Parti’ye muhalif olmak için Türkiye’ye muhalif olanlar bugün AB’nin gözünden Türkiye’ye bakıyor ve bir yaptırım yaygarası koparıyor. Örneğin, AB’nin toplamından ekonomik olarak daha büyük olan ve ülkemizin en büyük ticaret ortaklarından biri olan Çin, Türkiye’ye yaptırım kararı alsa sevinecek olanlar, AB’den gelebilecek yaptırımlarda Türkiye düşmanlığına kadar sürüklenebiliyorlar. Buna dayanan Yunan Dışişleri Bakanı da Türkiye’deki bazı kesimlerin gücünü artırma kaygısı güdebiliyor. Peki, zirveden çıkan sonuç ülkemizi nasıl etkiler?
Silivri’de Yıkılan Yaptırımlar
Öncelikle şunu belirtelim ki, bu yazı AB Zirvesi başlamadan önce yazıldı. Ancak, bu soruya cevap vermek için zirveyi beklemeye gerek yok. Çünkü cevap 24 Kasım 2020 tarihinde verildi. AB ve Türkiye ilişkisinin geleceği İrini Operasyonu kapsamında Libya’ya malzeme götüren “Roseline A” isimli gemimize yapılan hukuk dışı baskında belirtildi. Türkiye, AB’nin isteklerine göre elleri havada duran suçlu konumunda olmalıdır.
Türkiye, AB karşısında PKK’yı hendeklere gömme hakkı olmayan ülke konumundadır. Türkiye’nin hakkı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kabul ederek Kürdistan kurulmasına izin vermektir.
Türkiye, AB karşısında FETÖ’yü ve HDP/PKK’yı hapislere tıkma hakkı olmayan ülke konumundadır. Türkiye’nin hakkı, bölücülere ve gericilere düşünce özgürlüğü tanımaktır.
Türkiye, AB karşısında kendi aşını kendi pişiremeyen ülke konumundadır. Türkiye’nin hakkı, Gümrük Birliği Anlaşması’yla Avrupa kapısında çarmıha gerilmektir.
Dolayısıyla yaptırım kararları 200 yıldır ülkemize Avrupa tarafından uygulanmaktadır. Esas mesele yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı değil, halihazırda uygulanan yaptırımlardan ülkemizin nasıl kurtulacağıdır. Burada, yaptırım derken ekonomik ambargolardan bahsetmiyoruz elbette. Yaptırımdan kasıt, Avrupa’nın gözünde tam bağımsız yaşama imkanı olmaması gereken Türkiye’nin önüne konulması amaçlanan engellerdir. Türkiye, bu engelleri yıkma işlemine, Silivri barikatlarıyla zaten başlamıştır.
İlerici Asya Gerici Avrupa
Ekim Devrimi’nin önderi Lenin, emperyalizm teorisini geliştirip Rusya şartlarında devrim koşullarına uyarlamaya çalışırken “İlerici Asya Gerici Avrupa” tanımını yapmıştır. 20. yüzyılda olan devrimlerin ve 21. yüzyılda dünyanın gelişme ekseninin Avrupa’da değil, tam tersine Avrupa’nın eski sömürge veya yarı sömürgeleri olan/oldurulmaya çalışılan Türkiye, Rusya, İran, Çin, Hindistan, Vietnam, Laos vb gibi ülkelerde olması, insanlığın ufkunun Asya’dan yükselen güneşle geliştiğini ve gelişeceğini göstermektedir.
Ülkemizin bu engelleri aşması ve “kendi hikayesini yazmasının” yolu, stratejik konumlanmasını Avrasya’nın öncü gücü olmak veya Atlantik prangalarında borç dilenmek, “kovalanan fare” olarak görülmeye devam etmek arasında yapacağı seçime bağlıdır. Türkiye, bu seçimini çoktan yapmıştır ve bu seçim Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz Eylül ayında yapmış olduğu BM konuşmasıyla da tüm dünyaya duyurulmuştur. 1945’te TBMM kürsüsünden “Küçük Amerika” sürecine girdiği ilan edilen Türkiye, 2020 yılında, bu sefer BM kürsüsünden, “Tarihin sarkacının yeniden Asya’ya doğru kaydığı bu dönemde, ‘Yeniden Asya’ girişimimizle, ilişkilerimize yeni bir dinamizm kazandıracağız” diyerek tüm dünyaya Türkiye’nin kararını bildirmiştir. Dolayısıyla, bu saatten sonra AB’nin Türkiye’ye yapacağı yaptırımlar, Atlantik planlarında yer almaktan dolayı kendi çöküşüne yapacağı yatırımlardır. Türkiye, geri dönüşü olmayan bir yolda emin adımlarla yürümektedir.
DİPNOT:
(1) https://tr.euronews.com/2020/12/04/ab-konseyi-baskan-michel-turkiye-kedi-fare-oyununa-son-vermeli
(2) https://aydinlik.com.tr/masadan-kacan-yunanistan-ab-den-yaptirim-dileniyor-225253