Ana Sayfa Yazılar Erdemlerini Bir Sır Gibi Gamzelerinde Saklamış

Erdemlerini Bir Sır Gibi Gamzelerinde Saklamış

Genel Başkanımız Sayın Perinçek'in, Işık Soner'i de anlatan "Erdemlerini bir sır gibi gamzelerinde saklamış" başlıklı yazısı 31 Ağustos 2009 tarihinde Aydınlık dergisinde başyazı olarak yayımlanmıştı. Soner'in yazıyı okumaya dermanı yoktu. Arkadaşları okudular O'na yazıyı... Yazıyı aşağıda yeniden yayımlıyoruz.

1200

Mutluluk nedir? Erdemli olmaktır. Dünyada hiçbir sevinç, hiçbir duygu, hiçbir güzellik; erdemli yaşamakla boy ölçüşemez.
ERDEMLİ İNSANLAR TANIMAK
Yalnız erdemli olmak değil, erdemli insanlar tanımak, onlarla yaşananlar; eşsiz mutluluklardır.
Bunlar bana Işık Soner’in telefondaki sesi düşündürdü. Hem de ne yoğunlukla! Bütün duygularım tek duygu oldu. Varım yoğum her şeyim, erdemli insanlarla paylaştığım zamanlardır.
Öyle güzellikler ki, yaşandığı anda kalmıyor; yaşandığı yerde durmuyor; her an kendisini yeniden doğuruyor; seni terk etmiyor; seni yalnız bırakmıyor; sanki seni kollarına alıyor ve sonsuza bırakıyor.

ZAHMETLERDEN DAMITILAN ERDEMLER
Işık Soner, benim kız kardeşim. Diyarbakır doğumlu. Bana karındaşı olma mutluluğunu ilk o verdi.
“Kardeşimdir” diye kendime yasak koymam mı gerekiyor? Zaten bütün erdemli insanlar, benim kardeşimdir. Kendimi sınırlamıyorum, yasağı kaldırıyorum.
Işık’la birlikte Türkiyemizin son kırk yılını düşünüyorum.
Erdemlere bereket veren 10 yıllar…
Ne hengâmeler, ne zorluklar, ne zahmetler, ne hasretler, ne vuslatlar! Taş taşıyarak, hendek doldurarak, dalgalarla boğuşarak akıp giden zaman… Hem yana yana, hem güle oynaya…
Firdevsi, Şahname’de şöyle diyor:
“Erdem ise, insanlarla düşüp kalkarak ve zahmetler çekerek elde edilir.” (Kabalcı Yayınevi, s. 578)
Yalın bir söz. Dopdolu
Zahmetler, acılar hepsi uçup gitti. Ama o zahmetlerden süzülmüş, damıtılmış erdemler bilinçleri dolduruyor bütün yoğunluklarıyla. O erdemli insanlar olmasa, biz nasıl mutlu olacaktık.

RÜZGÂR GİBİ ESİYORLAR İÇİMDE
Işık Soner’den başlayarak o erdemli insanlar tek tek gözlerimin önünden geçiyor.
Hiç görmediklerim, ama erdemlerini duyduklarım da var. Rüzgar gibi esiyorlar içimde. 1935 yılının Hafik’li şoförü, 1988 güzünde Bostancı Vapuru’nun kaptanı, Bingöl depremindeki o çocuk, Varto’lu işçilerle gecekonduda bağdaş kurup tartışan o subay, Tahsin Bekir Balta’dan Kirvem Fikret Otyam’a kadar hepsi püfür püfür yüreğime doluyor.
Ne derin, ne erdemli insanlarla “düşüp kalkmışız” Firdevsi’nin deyişiyle.
Işık’ın sesi ve onlar bana yazdırıyor bu satırları.
Işık’la birlikte 68’den bu yana ayakta duran, eğilmeyen, bükülmeyen erdemin ağır işçilerini düşünerek, mutlu oluyorum, sevinç doluyor içime.

ERDEMLİ OLMANIN SEVİNCİ
İŞTE O SESSİZLİKTE SAKLI

En önemlisi şu galiba: Ne yaptılarsa, duyurmadan ve sessizce yaptılar.
Belki de erdemli olmanın sevinci, işte o derinlerdeki sessizliktedir; ince işçiliğin gürültüsüzlüğündedir; özgüvenin sakinliğinde, gururun parıltısızlığında ve vericiliğin saklanmasındadır.
Işık’a soruyorum bunu içimden. Belki de o büyük penceresinin önünde olanca sakinliğiyle oturmuş ve benim bu soruma gülüyor. Hafiften gülümsüyor bana.
Gamzelerini görür gibi oluyorum.

Erdemlerini, bir sır gibi gamzelerinde saklamış.
Erdem, bir sır gibi saklıdır onun içinde.
Birden Fuzuli geliyor aklıma. Seçtiği isim! Olmaması, olmasından sanki daha iyi! Ya olmasaydı? Her dizesi erdemle yüklü. O’nun erdemlerini düşünmek bile bize tarifsiz mutluluk veriyor yüzyıllardan beri.

GÖKTEN GELEN GURURLU KADIN
Fuzuli’den tekrar Işık’a gelmek istiyorum. O’nun saklı erdemlerine. Zahmetlerini gizlemesine, acılarını bir sır gibi saklamasına!
Çin kaynakları, Hunlar için, “Gökten gelen gururlu adamlar” diye yazıyorlar.
Işık deyince, “Gökten gelen gururlu kadın” sözcükleri dilimden dökülüyor. Benim gökten gelen gururlu kardeşim!
O’nun gururuyla, O’nun başıdikliğiyle, O’nun çalışıp didinmeleriyle, sorumluluk duygusu, çelik iradesi ve disipliniyle, sözünün eri olmasıyla, azmi ve direnciyle, yüksek karakteri, derin duyguları, bilgisi ve birikimiyle, Sevgili Vedat’ı kaybetmemizden sonraki bin yıllık yalnızlığıyla ben de mutluluk duyuyorum. Kardeşimle mutluluk ve sevinç duyuyorum.

KIRK YIL SONRASININ ERDEMLERİ
Mehmet Sabuncu’ya yazdım geçende, erdemli insanlar yetiştiren o kırk yıl bir daha yaşanır mı?
Hem de nasıl yaşanacaktır?
Kırk yıl sonrasının erdemli insanlarını düşünüyorum.
Yine ateşten gömlekler içinde 30 Ağustos zaferlerine koşacak o fedailer;
Kırk yıl sonra, belki yoğuz, belki varız; ama erdemli olmak kesinlikle var!
Kırk yol sonrasının erdemlerini canlandırıp zihnimde, uçasım geliyor.

KAZILARDA BULUNAMAYACAK ERDEMLER
Sonra tekrar geriye dönüyorum, yüzyıllar, binyıllar öncesine. Işık’ın oğlu Yunus yeğenime ad bırakan Yunus Emrelere.
O erdemli insanlar, özellikle adı sanı kalmayan erdemliler, faziletlerini binyıllardır bir tarih sırrı gibi gizleyenler, hiçbir arkeoloji kazısının bulup çıkaramayacağı, keşfedemeyeceği erdemliler!
Onlarla da sevinç duyuyorum.
Acaba onlar, bizleri mutlu kılacaklarını düşünmüşler miydi?
Hiç kuşkusuz!
Çünkü erdem vericilikle başlıyor.
Babaannem Rahime Perinçek, babam için “el güzeli” derdi. Kendisi de “el güzeli” idi.
Bizler de bin yıl sonrasının Işıklarını, “el güzellerini”, kendini büyük davalara adamışları düşünerek, bir kez daha mutlu olmaz mıyız?
Erdemli insan, hiç kimsenin bilmediği mirasıyla, kendisini insanlığın gelecek erdemli kuşaklarının kollarına bırakıyor.

YENİLMEZLİĞİN SONSUZ SIRRI
Erdemlerin insanlıkla yaşıtlığı, olağanüstü bir tasavvur!
Erdemli insan, hiçbir zaman “işte benim erdemlerim, işte ben buradayım, ben varım, herkes beni görsün, herkes beni duysun” dememişti.
Erdemlerin saklanması, sonsuzluk içinde kaybolmak gibi bir şey!
Sonsuz güzellikler içinde!
Erdemli insan, erdemleriyle, yenmenin ve yenilmenin üzerine çıkıyor.
Erdemli olmak, yenilgi olasılığına karşı tek ve kesin çözüm olarak görünüyor.
Eğer zaman, insanlıkla varsa, en azından zaman insanlığın bildiği kadarıyla zamansa, erdemli olmak her zaman var!
İnsanlığın tanık olmadığı bir zamanın sorumlusu değiliz.
Bu durumda, zamana erdemlerimizle meydan okuyoruz.
Erdemli olmak, yenilmezliğin sonsuz sırrı oluyor.
Mahcubiyetimden bir türlü sımsıkı sarılamadığım erdemli kardeşim Işıkçığımı olanca kuvvetimle bağrıma basıyorum. Diyarbakır’lı kardeşime şimdi sımsıkı sarılıyorum.
Işık’a sarıldığım zaman Diyarbakır’a sarılmış gibi oluyorum.