Ana Sayfa Yazılar IŞIKGÜN AKFIRAT YAZDI: 68’İN KAHRAMANI KİTLELERDİR

IŞIKGÜN AKFIRAT YAZDI: 68’İN KAHRAMANI KİTLELERDİR

2185

Işıkgün Akfırat, Öncü Gençlik MYK Üyesi/Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı

*Kırmızı Beyaz Aralık 2018 sayısında yayınlanmıştır.

İki 68 var. Daha doğrusu bir yanda 68 var, öte yanda 71. Kapağına Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın fotoğraflarını taşıyan kitapların çoğunda bu ayrıma rastlanmaz. Çünkü o kitaplar özünde birer macera romanı, bireysel kahramanlık öyküleridir; kitlelerin kahramanlığı ya hiç yoktur ya da arka plandadır. Bu tablo bir bakıma sistemin göstermek istediği 68’i anlatır. Silahlı soygun, kundaklama, adam kaçırma, dağa kaldırma… Oysa 68 bu değildir ve hiçbir zaman bu olmamıştır. Elinizde tuttuğunuz sayı, 1968 gençlik mücadelesini ve 50. yıldönümünde taşıdığı anlamı farklı boyutlarıyla ele alıyor. Bu yazıda, 1960 Devrimi’nden 68’in en hararetli günlerine ve oradan 71’deki kopuşa uzanan tarihsel dönemin belli başlı kırılma noktalarını saptayıp “68’in gerçek özü neydi” sorusuna yanıt arayacağız.

Devrimci Gençliğin Filizlendiği Ortam

Ne oldu da bugün 68 Gençliği diye anılan şimşek gibi bir kuşak Türkiye’de yeri yerinden oynatmayı başardı? Kimdi, nereden çıktı bu gençler? Anne babaları Cumhuriyet Devrimi’nin gölgesinde yetişen bu kuşağın talihi Demokrat Parti (DP) karşı devriminin en karanlık günlerine doğmaktı. Ancak 60 Mayısı’nda onlardan bir kuşak büyük ağabey-ablalarının diktatörlüğün en koyu anında gökten boşanan bir yağmur gibi meydanlara çıkıp “hürlüğün türküsünü” haykırdığını gördüler.[1] Genç subayların önderliğinde ordu ise, ülkenin uçuruma sürüklenişine karşı uyanan bu halk isyanına kayıtsız kalmamış, 27 Mayıs Devrimi’yle birlikte karşı devrimci hükümetin ipini kesmiş ve Cumhuriyet ikinci atağını başlatmıştı.[2]

68 Gençliği, her şeyden önce işte bu 27 Mayıs Devrimi’nin çocuğuydu. 27 Mayıs ruhunun en özlü ifadesi olan Cumhuriyet’in ikinci anayasası (1961) grev hakkını, basın özgürlüğünü, kanun düzenini, kamu denetimini, siyaset yapma ve örgütlenme hürriyetini güvence altına almıştı. Hür yurttaşların anayasasıydı bu. Daha önce “muzır neşriyat” diye yasaklanan sistem karşıtı eserlerin serbestleşmesi, gençliği yeni ve devrimci bir yazınla tanıştırdı. Doğan Avcıoğlu’nun önderlik ettiği YÖN Dergisi gibi mecralarda artık açıktan açığa Türkiye’nin Amerikan emperyalizmine bağımlılığı, köylünün iliğini kemiren feodal toprak düzeni ve sosyalizme açılan bir Kemalist Devrim seçeneği tartışılmaya başlamıştı.[3]

Sendikalar kuruldu, işçiler örgütlendi. 1961 yılında sendikacıların önderliğinde ilk defa bir emekçi partisi (Türkiye İşçi Partisi) kuruldu, aydınlar da örgütlendi. 1963 seçimlerinde “milli bakiye” denilen barajsız seçim sistemiyle bu parti %3 oyla parlamentoya girdi. Programında açıkça emperyalizme ve feodalizme karşıtlık, kapitalist olmayan bir kalkınma yolu yazıyordu.

Gençliğin İlk Örgütlenmeleri ve Bilinçlenmesi

Gençlik de örgütlendi, hem de devlet imkanlarıyla. Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) gibi tüm Türkiye’de yaygınlaşan öğrenci teşkilatları 61 Anayasası’nı gerici çevrelere karşı koruma, Anayasa’nın ve devrimlerin halk içinde kök salmasını sağlama amacıyla çalışmalar yürüttüler. Bu doğrultuda 1963-64’te Doğu illerini dolaşmış, köylü halkı yakından tanımış ve ülkeyi saran feodalizm gerçeğini yerinden öğrenmişlerdi.[4] Memleket kurtulacaksa, köylüyü mutlaka ağalardan kurtarmak gerekiyordu.

Gençler “Talebe Cemiyeti”, “Talebe Birliği” isimleriyle kurulan üniversitenin tüm öğrencilerini temsil eden yapılarda da örgütlendiler. Onların dışında da kökleri 1960 öncesine uzanan Fikir Kulüpleri, TİP üyesi gençlerin önderliğinde üniversitelerde yeniden canlanıyordu. Bu örgütlenmeler hem üniversite hem de memleket meselelerine dair tartışmalar yürüttüler, faaliyetler düzenlediler ve öğrenciyi her alanda söz sahibi yaptılar.

1964 yılı, ABD Başkanı Johnson’un İnönü’ye yolladığı “ültimatom” mektubuyla çalkalandı. Türkiye, Kıbrıs Türklerine yapılan katliamı engellemek ve Akdeniz’de ulusal çıkarlarını korumak için müdahaleye hazırlanıyor; Johnson ise “Kıbrıs’a girerseniz bizim silahlarımızı kullanamazsınız” diyor ve iktisadi ambargoyla tehdit ediyordu. Bu, egemenliğimize ABD tarafından ipotek koyulması demekti. Gençliğin başını çektiği ABD karşıtı kampanyalar toplumda büyük yankı uyandırdı; “Türkiye Johnson’un çiftliği değildir”, “Yankee go home” gibi sloganlar halkın gündelik yaşantısına girdi. Türkiye, ülke sorunlarını çözebilmesi için önce boynuna vurulmuş olan emperyalizm zincirini parçalaması gerektiğini kavrıyordu.

Bu devrimci mayalanma süreci 1965’e geldiğimizde şu aşamadaydı: TMTF tüm gençlik örgütlerini toprak ağalığına ve Amerikan emperyalizmine karşı ortak mücadeleye çağırıyor, karşılarına çıkacak kuvvetlere Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Bursa Nutku’ndan aldıkları görev ve yetkiyle karşı koyacaklarını ilan ediyordu.[5] Anti-feodalizm ve anti-emperyalizm, 60’lı yıllarda tüm üniversite gençliğinin ana siyasi damarıydı. “Bağımsızlık kahramanı” Atatürk ise tüm gençliğin sırtını yasladığı dağ gibi devrimci mirastı.

FKF’den Dev-Genç’e Uzanan Süreç

1965 yılında sistemin Amerikancı unsurları bu devrimci yükselişin önünü kesmek üzere harekete geçti. Başbakan İnönü devrildi ve işbirlikçi Adalet Partisi (AP) iktidarı kuruldu. Gençliğin faaliyetleri üzerinde polis baskısı arttırıldı. Gladyo’nun yuvalandığı merkez olan Özel Harp Dairesi’nin başına getirilen Tümg. Cihat Akyol, “iti ite kırdırma” dediği taktiği sahneye koydu. FETÖ’nün çıkış noktası olan Nurcu komando kampları kuruldu. Bunu Türk-İslam sentezci gençlerin eğitildiği kamplar izledi. Takip eden olaylar söylenegeldiği gibi basit bir sağ-sol kavgası değildi. Buralardan peydahlanan paramiliter güçler, sistemli bir şekilde devrimci gençlik faaliyetlerini terörize etmek üzere sahaya sürüldü. Türk-İslam sentezci gençler MTTB’nin yönetimini zorla, şiddetle, sahte bir kongre marifetiyle ele geçirdi. Hesapta bu baskı ve saldırılar gençleri mücadeleden uzaklaştıracak ve bir dalgakıran etkisi yapacaktı.[6]

1965 Aralık ayında 11 Fikir Kulübünün birleşmesiyle Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) kuruldu. MTTB’nin karşı devrimci güçlerin eline geçmesi, CHP’li gençlerin başını çektiği TMTF’nin ise baskıyı göğüsleyemeyip pasifleşmesi, FKF’yi öne çıkmaya zorluyordu. Fakat FKF’nin ilk yöneticileri, yaklaşan tehlikeyi görüp gençliği tek bir çatı altında birleştirecek bir ufka sahip değillerdi. Gladyo destekli gericiliğin tırmandığı 65-67 yılları arası FKF açısından daha çok iç eğitimler, salon toplantıları ve cılız eylemlerle geçti.[7] FKF’nin 68 gençliğinin “kurmay karargahı” olması için 2. Kongresindeki kırılmanın yaşanması gerekiyordu.

Temel Yarılma: SD– MDD Tartışması

TİP’in programında sosyalizm sözcüğü dahi geçmemesine, programın işaret ettiği mücadele sahası emperyalizm ve feodalizme karşı olmasına rağmen TİP’in tepe kadrosu “sosyalizme doğrudan geçiş” diye özetlenebilecek Sosyalist Devrim (SD) stratejisini savunuyordu. Bunun örgütsel yansıması ise milli ve demokratik güçlerden geniş bir cephe yaratmak yerine sosyalist gençlerin “seçkinci” bir anlayışla içine kapanması ve ittifak yapması gereken Kemalist, milliyetçi, sosyal-demokrat gençlerle didişen bir tarzda debelenmesiydi. FKF’nin ilk yıllarındaki pratiği, TİP yönetiminde hakim olan bu anlayışın doğrudan yansımasıydı.

Diğer tarafta 27 Mayısçı subaylar, Doğan Avcıoğlu’nun YÖN Dergisi ve TİP içinde Mihri Belli’nin başını çektiği grup bu görüşü kıyasıya eleştiriyordu. Türkiye yarı feodal-yarı sömürge karakterde bir ülkeydi ve önünde köylüyü toprak ağalığından, devleti ise emperyalist sistemin zincirlerinden özgürleştirerek Milli Demokratik Devrimini (MDD) tamamlamak duruyordu. Sosyalizm, bundan sonrasının meselesiydi. Feodal ve emperyalist sistemin yıkılması için gençliğinden işçi ve köylüsüne, öğretmenininden askerine halkın tüm milli sınıflarıyla baskılara boyun eğmeyen ortak bir mücadele cephesi kurulmalıydı.

23-24 Mart’ta 1968’de yapılan FKF’nin 2. Genel Kongresi’nde bu iki anlayış çarpıştı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Asistanı, TİP’in Bilim Kurulu ve FKF’nin Dönüşüm Dergisi’nin yazı kurulu üyesi olan Doğu Perinçek başta TİP liderliğinin de desteklediği tek başkanlık adayıydı. Fakat kürsüden sunduğu “Eylemde Birlik, Tartışmada Hoşgörü” bildirisiyle ifade ettiği MDD’ci fikirler nedeniyle kongreyi izleyen TİP yönetimi tarafından topa tutuldu. Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren gibi ağır toplar oylamada delegeleri yönlendirmeye çalıştı. Buna rağmen iki günlük tartışmalar sonucu FKF Genel Yönetim Kurulu’nun oybirliğiyle Doğu Perinçek Genel Başkanlığa seçildi.[8]

TİP Pasifizmi ve Parlamento Dışı Muhalefet

Yeni FKF yönetiminin ilk işi MDD’ci veya tarafsız olduğu için dışlanan kulüplerin katılımıyla beraber bir örgütlenme atılımı, Türkiye sathında ise milli ve demokratik güçlerle birlikte ortak mücadele seferberliği oldu. 67 kuruluşun katılımıyla Devrimciler Güçbirliği (Dev-Güç) kuruldu ve 29 Nisan’da Ankara’da FKF önderliğinde emperyalizme ve gerici yükselişe karşı büyük bir kitlesel miting gerçekleştirdi. TİP yönetimi bundan çok rahatsız oldu. Onlara göre sokakta çözüm yoktu. Faşizm için fırsat kollayan düzene koz vermemeliydi. Türkiye çapında siyaset parlamentodaki TİP’lilere bırakılmalıydı. FKF gençlik örgütüydü, gençliği ilgilendiren meselelerle uğraşmalıydı. II. Kongre’de ideolojik düzlemde ortaya çıkan SD-MDD çatışması, eylemsel düzlemde TİP’in parlamenter pasifizmi (edilgenciliği) ve FKF’nin parlamento dışı kitlesel muhalefet çizgisi arasında tezahür ediyordu.

Bir yandan polisin ve Gladyo destekli grupların saldırıları, öte yandan içeriden TİP yönetiminin çelmeleri arasında FKF bugün “68 efsanesi” haline gelen o fırtına gibi kitlesel eylem süreçlerinin önderliğini yaptı. Dergimizin diğer sayfalarında ayrıntılarıyla anlatılan 14-19 Mayıs “NATO’ya Hayır Haftası”nın, 10-25 Haziran’da tüm Türkiye’de üniversite işgalleri ve Demokratik Üniversite Mücadelesi’nin, Temmuz-Ağustos’ta 6. Filo’ya karşı eylemlerin, Kasım ayında ise Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nün arkasında FKF önderliğinin MDD stratejisine dayanan devrimci ufku ve iradesi vardı. [9]

TİP yönetimi bu arada kendisine yakın gruplarla 8 Temmuz 1968’de bir yönetim darbesi tezgahlamış ve tüm bu devrimci eylemliliğe karşı ilk işi Dev-Güç’ten çekilmek olan bir FKF yönetimi kurmuştu. Ocak 1969’da FKF’nin III. Kongresi’nde ise MDD çizgisinin önderlerinin yeniden seçilmesi engellendi. Doğu Perinçek ve arkadaşlarının mecburen aday gösterdiği Yusuf Küpeli, daha sonra TİP yönetimiyle uzlaştı ve kitle hareketinden kopan maceracı eğilimlerin uç verdiği bir FKF yönetimi oluşturuldu.

71’e Giderken Gençlik Örgütlerinin Ayrışması

FKF IV. Kurultayı’nda siyasi denge gözetilerek seçilen yönetim kurulu, Doğu Perinçek’in federasyonun adını Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) olarak değiştirme önerisi kabul ettiyse de sonradan artan maceracılık rüzgarı yönetim içindeki dengeyi bozdu. 1969 sonuna doğru Dev-Genç pasifleştirildi ve birleştiriciliğini kaybetti. Doğu Perinçek ve arkadaşları, TİP ve FKF/Dev-Genç içinde yaşanan tartışmaların ideolojik mücadeleyle çözülmesini savunurken Mahir Çayan gibi ancak şiddetle çözülebileceğini savunanlar çıkmıştı. Bunlar Hindistan’da Çaru Mazumdar, Latin Amerika’da Fokoculuk gibi gerilla önderleri ve teorilerini örnek alarak önce sol içi şiddetin sonra da düzene karşı silahlı mücadelenin tohumlarını ektiler.[10] Oysa 68’in o kitlesel üniversite işgalleri “sağ – sol yok, boykot var” diye örgütleniyordu. Şiddet bir provokasyon olarak görülüyor, tecrit ediliyordu.

Artık gençlik hareketi bölünmüştü. Başta dergi çevreleri olarak ayrılan gruplar, TİP’ten ümidin tamamen kesilmesiyle birlikte farklı partilere dönüştü. Gençlik hareketinin geri çekilmeye başladığı 1970 yılında mücadele 15-16 Haziran’da zirveye ulaşan büyük işçi ve köylü eylemleriyle geçti. Fakat maceracı eğilimler bu eylemlere karşı tutumda da kendini gösterdi. Emekçi halk içinde sabırlı, ısrarlı bir çalışmayla güç toplamak yerine bir çırpıda devrime ulaşma fikri yükselişteydi. Düzenin her türlü muhalefete yönelik saldırıları arttırması, yasal olanakları sınırlandırması ve işçi hareketinin de sönümlenmeye başlamasıyla birlikte bu maceracı eğilim gençliğin öncüleri içinde baskın hale geldi. Gladyo da kitleden kopan ve şiddete meyleden gruplar içine ajanlar soktu ve 71 çizgisine sürüklenişi körükledi.[11]

Neydi 71 çizgisi? Özetle, halktan ümidi kesmekti. Kitle mücadelesinin yükselişleri ve durgunlukları barındıran doğasını kavrayamamaktı. Önce kitleden ve en sonunda Türkiye gerçeğinden kopmaktı. Bambaşka topraklarda oluşturulmuş teoriler halktan kopuşun ve maceracılığın kılıfı yapıldı.[12] “Suni denge” gibi, “sürekli bunalım” gibi albenili ifadelerle sistemin “bir fiske vuruşuyla” yıkılabileceği söylendi. Bir avuç kahraman silahlı mücadeleyle devletin façasını bozunca, halk peşlerinden gelecekti. “Bir kıvılcım bütün bozkırı tutuşturacaktı.” Oysa Türkiye Küba değildi; halkı hiç başsız bırakmamış güçlü bir devlet geleneği vardı.

Bu maceracı rüzgar öyle bir güç kazanmıştı ki 1968’de İstanbul Üniversitesi’nde “sağ sol yok, boykot var” diye kitleyi birleşitren Deniz Gezmişler bile bu yola sapmıştı. Bu amaçla silahlı soygunlar, adam kaçırmalar, kundaklamalar düzenlediler. Bazı gruplar İsrail Büyükelçisi’ni suikaste kadar götürdüler işi. Sonunda ne oldu? Bozkır tutuşmadı. Fakat tırmanan şiddeti körükleyen Gladyo, bu bahaneyle 12 Mart’ta bir Amerikancı darbe gerçekleştirdi. TSK’nın içinden binlerce Kemalist subay tasfiye edildi. Toplumsal muhalefet üzerinde terör estirildi. Netice, toplumun üzerine çöken yenilgi psikolojisi ve “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” mücadelesi için yola çıkan üç gencin darağacında yaşamlarını vermesi olmuştu.

68’in Özü: Gerçek Kahraman Kitlelerdir

71’in bıraktığı miras, bireysel kahramanlık ve direniş mitolojisiydi. Yalnızdı ve paylaşılamazdı. Başarısıyla değil, yenilgisiyle övünebilirdi ancak. Ardına baktığında kimseyi bulamazdı. Arkasından gelen bir halk yoktu. Onunla birlikte yola çıkanlar da yolda kalmıştı. Sonunda Türkiye’nin başına bir Amerikancı “balyoz” getirmek isteyenlerin aleti olmuştu.

68’i 68 yapan ise, öğrenci gençliğin o zaman kadar eşi benzeri görülmemiş bir kitlesellikte mücadeleye atılmasıydı. Üniversitenin sahibiydi ayağa kalkan öğrenci ve geleceğinin de sahibi olmak istiyordu. Hayal kuruyordu, özlemleri vardı başka bir dünyaya, bağımsız ve demokratik bir Türkiye’ye dair. Fakat bu özlemler sadece onun kafasında değil, omuz omuza mücadele ettiği binlerce arkadaşının bilincinde ve yüreğindeydi. Büyük bir paylaşım kültürü sarmıştı bütün kampüsleri. Ortaklaşa tartışıp, ortaklaşa planlayıp, ortaklaşa yapıyorlardı. Emeğini, fikrini esirgeyen bulunmazdı. “Bir türkü gibiydi 68, herkesindi.”[13] Bu nedenle dokunduğu herkesi dönüştürdü. Bu nedenle başarıları tarihe altın harflerle kazındı.

68’in bugün dahi değerini koruyan gerçek özü iki kelimedir: kitlelerin kahramanlığı.


[1] Kendisi de bir 27 Mayıs genci olan Cemal Süreya, “555K” şiirinde gençliğin özgüvenini böyle ifade ediyordu. 555K, DP baskısı altında gizlice örgütlenen eylemin kodudur. 5. ayın 5. günü saat 5’te Kızılay’da anlamına gelir.

[2] Cüneyt Akalın, 27 Mayıs Bir Devrimdir, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s. 24-47.

[3] Mustafa İlker Güran, “Doğan Avcıoğlu’ndan Kalan Dersler”, Teori, Mayıs 2012,  s. 42-50.

[4] Alpay Kabacalı, Türkiye’de Gençlik Hareketleri, Gürer Yayınları, 2007, s. 159.

[5] A.g.e., s. 163-64.

[6] Ecevit Kılıç, Özel Harp Dairesi, Güncel Yayıncılık, 2007, s. 131-151.

[7] Ali Yıldırım, FKF-Dev Genç Tarihi, Doruk Yayınları, 2008, s. 52 vd.

[8] A.g.e., s. 157-162. Ayrıca bkz. Doğu Perinçek, “FKF’den Dev-Genç’e uzanan pratiğin teorik mirası”, Teori, Mart 2002, s. 3-5.

[9] Doğu Perinçek, “FKF’den Dev-Genç’e uzanan pratiğin teorik mirası”, Teori, Mart 2002, s. 5-7.

[10] A.g.e., s. 12-14.

[11] Hasan Yalçın, 68’in Sırrı, “68’den İki Örnek: Devrimci Önder Deniz Gezmiş ve Ajan Provokatör Muzaffer Köklügil”, Kaynak Yayınları, 2014, s. 77-83.

[12] A.g.e., “Dünü, Bugünü ve Yarınıyla 68”, s. 21-36.

[13] Doğu Perinçek, “FKF’den Dev-Genç’e uzanan pratiğin teorik mirası”, Teori, Mart 2002, s. 16.