Arda ODABAŞI TEORİ DERGİSİ – EKİM 2002
JAKOBENİZM ve ROBESPİERRE
Robespierre’ i yeniden canlandırmak, bütün direşken yurtseverleri yeniden canlandırmak demektir. Babeuf
İki Batı
Kapitalizmin doğuşu ve gelişimi döneminde Batı, ilerici olanı temsil ediyordu. Kapitalizmin emperyalist aşamaya geçişinden itibaren ise, Batı artık inişe geçen bir sistemdir ve gericiliği temsil etmektedir. Dolayısıyla, son ikiyüz elli yıla baktığımızda tek bir Batı göremeyiz. İki Batı vardır: Demokratik devrimlerin Batısı ve emperyalist, sömürgeci Batı. Bu iki Batı siyasi olarak birbirinin devamı değil, karşıtıdır.1 Bu karşıtlığı, her şeyden önce gerici Batı’nın ve Batıcıların tutumunda görürüz. Emperyalist Batı, devrimci Batı’ya ve onun değerlerine karşıdır. Merkezlerde, “kötü” de olsa “tarihlerinin bir parçası” anlamında sahiplenir görünseler de, özellikle ezilen ülkelerde şiddetle karşıdırlar.
Emperyalizm, sadece proleter devrimlere değil, burjuva-demokratik devrimlere de düşmandır ve bugün, proleter devrimlerinkiyle birlikte demokratik devrimlerin kazanımlarını da yıkma çabası içindedir.
Emperyalizmin ve onun Ezilen Dünya’daki uzantılarının demokratik devrimci Batı karşıtlığı, özellikle Fransız Devrimi’nin Jakobenizmi’ne ve Jakobenizm ile özdeşleşmiş olan Robespierre’e karşı tutumda açıkça görülebilir. Bugün Batı’nın en hararetli savunucuları, yani emperyalist Batı’ya kulluğun teorisini yapanlar, demokratik devrimlerin ve büyük burjuva devrimcilerinin de hararetli karalayıcılarıdırlar.
Bu çalışmada, tipik psikolojik savaş malzemeleri kullanılarak, kişisel diktatörlükle, antidemokratik olmakla, tepeden inmecilikle, cinayetle, katil olmakla, anarşiyle karalanan Jakobenizm’in ve Robespierre’in gerçekte ne ve kim olduğunu, Ekim Devrimi’ne uzanan süreçte Jakobenizm’in nasıl bir anlam kazandığını ve proleter devrimlere aktardığı mirası irdeleyeceğiz. Emperyalizmin hedef tahtasında olan şeyin burjuva devrimciliğinden proleter devrimciliğe kalan devrimci miras olduğunu göreceğiz. Ekim Devrimi ve Kemalist Devrim’le ortaya çıkan büyük saflaşmaları içinde Jakobenizm’in nerede durduğunu ele alacağız.
Büyük Fransız Devrimi
Devrim öncesi Fransız toplumu feodal bir yapıdaydı ve mutlak monarşi ile yönetiliyordu. Toplum çeşitli zümrelere ayrılmıştı. Ruhbanlar, aristokrasi ve kral imtiyazlı hâkim feodal sınıfı oluşturuyordu. Karşılarında ise, imtiyazsız kesimler -çeşitli kesimleriyle burjuvazi, köylülük ve çoğunluğu zanaatçılardan oluşan “Sans-culotte”lar (baldırı çıplaklar, donsuzlar) adı verilen kent emekçileri- bulunuyordu.
Devrimin başlarında burjuvazinin hemen tamamı, köylülük ve kent emekçileri, feodal sınıflara karşı ittifak halindeydiler. Bu ittifak somut ifadesini “Tiers Etats”ta2 (Üçüncü Katman) buluyordu. Tiers Etats, anti-feodal birleşik cepheydi. Ancak, zaman içinde bu birlik bozulacaktır. Büyük burjuvazi devrim sürecinde bir yandan mutlak monarşiye karşı mücadele verirken bir yandan da devrimi frenleme ve kitlelerin hareketine karşı feodal sınıflarla uzlaşma çabası içine girmiştir. Orta ve küçük burjuvazi ise, monarşiye ve aristokrasiye karşı, kararlı bir tutum içinde emekçilerle ittifak halinde olmuştur.
1789 yılma gelindiğinde Fransa’da “devrimci durum” söz konusudur. Yönetenler artık eskisi gibi yönetememekte, yönetilenler artık eskisi gibi yönetilmek istememektedirler. Feodal kurumlar kapitalizmin daha fazla gelişmesinin önündeki engeldir ve devrim bu engeli düzlemiştir. Fransız Devrimi bir burjuva devrimidir, ekonomik iktidarı çoktan ele geçirmiş burjuvazinin siyasi iktidarı fethedişidir; ortaçağ ilişkilerinin tasfiye edilip burjuva-kapitalist toplumun önünün açılışıdır. Devrimin öncüsü burjuvazi, itici gücü ise köylülük ve kent emekçilerinden oluşan halk kitleleridir.3
1. 1789–1792 Dönemi, büyük burjuvazinin iktidarı ve uzlaşmacılığı4
5 Mayıs 1789’da Etats Generaux’un (Genel Katmanlar Meclisi) toplanmasıyla ve 14 Temmuz’da Bastille’in halk tarafından ele geçirilişiyle başlayan sürecin, 10 Ağustos 1792 ayaklanmasıyla son bulmuş olduğunu söylemek yanlış olmaz. 10 Ağustos’tan sonra yeni bir sürece girilmiştir. Etats Generaux’un toplanmasından 10 Ağustos ayaklanmasına kadar geçen dönem, büyük burjuvazinin esas gücü elinde tuttuğu dönemdir.
Kuşkusuz, devrim bütünlüklü bir süreçtir. 1789–92 döneminde yaşanan gelişmeler tarihte ileri doğru adılmış adımlardı ve bu dönem daha sonraki dönemin öncülüydü. Ancak 89’da başlayan süreç “Eski Rejim”e büyük bir darbe vurmakla birlikte onu bütünüyle devirip temizleyemedi. 1789–92 dönemini bir bütün olarak ele alırsak, bu dönemin ileriye doğru atılmış büyük bir adım olmanın yanı sıra bir uzlaşma dönemi olduğunu da tespit ederiz. Büyük burjuvazi bu dönemin daha başlarında devrimin artık son bulması gerektiği kanısındaydı ve buna uygun olarak devrimi frenleme çabasına girdi. Kitlelerin kendiliğinden hamlesini kontrolü altında tutmaya ve kendi yararına kanalize etmeye çalıştı. Büyük burjuvazi siyasi erki ele geçirirken feodal sınıflarla uzlaşmak için tavizler vermekten çekinmedi. Bu uzlaşmacılığın ekonomik ifadesi 4 Ağustos kararlarında, hukuki ifadesi 1791 Anayasasında ve siyasi ifadesi de meşruti monarşi yönetiminde bulunur.
1789–92 dönemi bir sınırlı/meşruti monarşi dönemidir. Kuşkusuz, mutlak monarşinin kırılışı önemli bir gelişmeydi. Bastille’in ele geçirilişi “Eski Rejim”in yıkılışıydı. Ancak, kral ve aristokrasi iktidarlarından çok şey yitirmiş olmakla birlikte hâlâ ayaktaydılar. Meclis bu dönemde iktidarı hâlâ kralla paylaşmaklaydı.
Bu dönemde ne mecliste ne de halk arasında cumhuriyetçi fikirler yaygındı. Başlarda böyle bir eğilim hiç yoktu. Amaç anayasalı bir monarşiyi gerçekleştirmek, yasama gücünü kralın elinden almaktı. Kralın itibarı, Haziran 1791’deki kaçma girişimine kadar yüksekti. Kral ve aristokrasi tüm bu dönem boyunca Avrupa’nın büyük güçleriyle işbirliği yaparak komplo hazırlıklarını sürdürebildiler.5
Büyük burjuvazinin egemenliğini sağlamlaştıran 1791 Anayasası, meşruti monarşinin hukuki ifadesiydi. Millet tarafından seçilerek meclise girenlerin yanında kral da temsilci sayılıyordu. Yasama yetkisi mecliste, yürütme yetkisi ise geniş yetkilerle donanmış kraldaydı. Kralın seçtiği bakanlar, krala karşı sorumluydular meclise karşı ise sorumlu değillerdi.
Bu dönemde geniş halk kitlelerinin siyasete katılımının önüne set çekme çabası belirgindir. Büyük burjuvazi halkın ezici çoğunluğunu oluşturan alt sınıf ve tabakalardan, başka bir deyişle devrimin fazla ileri gitmesinden korkuyordu. 91 Anayasası’nın getirdiği, aktif-pasif vatandaş ayrımına dayalı seçim sistemi emekçi kitlelerin siyaset yapmalarını önlüyordu. Aktif-pasif vatandaş ayrımı, verilen vergiye göre belirleniyordu. Seçim sistemi hem genel oy ilkesine dayanmıyordu, hem de iki dereceliydi. Seçmenleri seçebilmek için belirli düzeyde vergi vermek gerekiyordu. “Pasif vatandaşlar”, yani bu vergiyi ödeyemeyenler seçmen olamıyorlardı. Dolayısıyla, sefalet içindeki halka meclisin kapılan kapalıyken, maddi gücü elinde bulunduran burjuvazi için bu kapılar ardına dek açıktı.
Büyük burjuvazinin alt katmanlar korkusu meclisin çıkarttığı bir dizi kanunda da açıkça görülür. Daha 1 Ekim 1789’da Kurucu Meclis tarafından, halk gösterilerini bastırmak amacıyla silahlı güce başvurmayı karar altına alan bir kanun çıkardır. 14 Haziran 1791 tarihli La Chapelier Kanunu ile işçilere her türlü dernekleşme hakkı yasaklanır ve grev eylemine ağır cezalar getirilir. Bu kanun, emekçi halkın ayaklanmasından son derece korkan büyük burjuvazinin işçi karşıtı ilk kanunuydu. 30 Eylül 1791 tarihli tüzük ile de Kurucu Meclis, kulüplerin yetki ve görevlerini kısıtlıyordu. Başka bir deyişle, büyük burjuvazi halkın örgütlenmesini istemiyordu.6
Ekonomik alanda ise, Kurucu Meclis’in aldığı 4 Ağustos kararları yine önemli ve ilerici bir gelişmeyi ifade etmekle birlikte, feodal üretim ilişkileri tam anlamıyla tasfiye edilmemişti. 4 Ağustos kararlarıyla feodalizmin kaldırılması gerçek olmaktan çok görünüşteydi. Meclis, feodalitenin kaldırıldığını resmen ilan etti. Feodalizm hukuki olarak kaldırıldı, ama ekonomik olarak kaldırılmadı. 4 Ağustos kararlarıyla feodal hakların büyük kısmının ancak tazminat karşılığı kalkacağı hükme bağlandı.
Bastille’in alınmasından sonra, “büyük korku” döneminde (20 Temmuz–6 Ağustos) köylülerin malikânelere saldırıp yağmalamaya başlamaları, köylünün sırtına binmiş feodal haklar konusunu meclisin gündemine soktu. Kurucu Meclis’e hâkim olan büyük burjuvazi, bu konuda ikircikli bir tutum içindeydi. Bir yandan feodal düzenin getirdiği hukuki engelleri kaldırmak ve kapitalist piyasanın önünü açmak istiyordu; diğer yandan mülkiyet hakkının kutsallığını savunduğu için feodal mülkiyete dokunmak konusunda kararsızdı. Feodal haklara dokunmak, her ne türlü olursa olsun kutsal mülkiyet hakkına da dokunmak anlamına geliyordu. Kitlelerin harekete geçtiği bir ortamda mülkiyet ile oynamak tehlikeli olabilirdi. Bu nedenle, feodal hakların burjuva mülkiyet hakkını tehlikeye düşürmeden kaldırılabilmesi konusunda Kurucu Meclis’in burjuva üyeleri kararsızdılar. Ancak kitleleri yatıştırmak için de bir şeyler yapmak gerekiyordu. Bu ortamda 4 Ağustos kararlan çıktı.
Burjuvazi, feodal sınıfların burjuvaziyi kısıtlayan hukuki ve ekonomik imtiyazlarını kaldırdı, fakat feodal mülkiyete dokunmadı. 4 Ağustos kararları kutsal mülkiyet hakkını koruyordu. Feodal hakların öncelikle köylüye dönük büyük bir kısmının ancak tazminat karşılığı, yani bedeli ödenerek kaldırılabileceği kabul edilmiş oluyordu. Başka bir deyişle, feodal imtiyazlar altında ezilenler bu imtiyazların büyük kısmından ancak soylulara verecekleri tazminat karşılığı kurtulabileceklerdi. Bu karar sefalet içindeki emekçi sınıflar açısından hiçbir anlam ifade etmiyordu. Sadece, büyük toprakların servet sahibi burjuvazinin eline geçmesine yarıyordu. Feodalite burjuvazi karşısında hukuki ekonomik ayrıcalıklarını kaybediyor, ancak köylüye dönük yanıyla devam ediyordu. Köylülerin temel istemleri olan toprak ve feodal ödenti ve haraçların karşılıksız tasfiyesine yanıt verilmemiş oluyordu. 4 Ağustos kararının kabul edildiği meclis oturumunda kralın, “Fransızları özgürlüğe kavuşturan kurtarıcı” olarak ilan edilmesi de anlamlıdır.7
89–92 dönemi meclislerinin yapısı8
Bu dönemin meclislerine bakıldığında da, artık devrimi bitirmek isteyen ve “Eski Rejim” ile uzlaşma çabası içinde olan büyük burjuvazinin egemenliği görülebilir. Tiers Etats temsilcileri burjuva kökenlilerden oluşuyordu. Ancak, bu temsilciler ilk başlarda fiilen köylülüğü ve kent emekçilerini de temsil ediyorlardı. Burjuvazi imtiyazsız bir sınıf olarak aristokratik düzene karşı çıktığı zaman bu kesimleri yanında bulmuştu. Bu dönemde burjuvazi ile emekçiler arasında feodal rejime karşı olan ittifak, aralarındaki çelişmenin geri planda kalmasına neden oldu. Devrimin daha ileri dönemlerinde bu ittifak parçalanacak ve yeni ittifaklar oluşacaktır.
9 Temmuz’da çalışmalarına başlayan Kurucu Meclis’te iki ana grup vardı: Bir yanda aristokratlar diğer yanda da burjuvazi. Burjuvazi de kendi içinde iki ana gruba ayrılıyordu. Birinci grup olan “ılımlılar” (bu gruba “monarşiyenler” veya “anglomanlar” da deniliyordu) ikinci bir meclis ve krala veto yetkisinden yana olanlardır. Ilımlılar, halkın devrime katılmasından ürküp devrimi artık durdurmak isteyen, aristokrasiye en yakın burjuvazinin temsilcileriyle liberal aristokratlardan oluşuyordu. Halkın ayaklanması karşısında kralın ve soyluların durumunu kuvvetlendirme çabası içindeydiler. Grubun önde gelen isimleri (aktif pasif vatandaş ayrımım temel alan seçim sistemini meclise öneren) Mounier ve Malouet’tir. Bu grup aristokrasi ile birlikte Başkanlık Divanı’nın sağında yer alıyordu.
Solda yer alan grup da çeşitli kişilerin etrafında gruplara bölünmüştü. Devrimin ilk döneminin yıldızlarından Mirabeau’nun temsil ettiği grup, meşruti monarşiyi savunuyordu. Ulusal Muhafızlar’ın komutam liberal aristokrat La Fayette, hem aristokratik komployu hem de halk ayaklanmasını önleme çabasındaydı. Mülk sahibi aristokrasi ile büyük ticaret burjuvazisini barıştırmak istiyordu. Mirabeau ve La Fayette solda oturmakla birlikte ılımlılara yakındılar. Triumvira adıyla anılan (Bamave, Duport ve Lameth kardeşlerin temsil ettiği) grup, Mirabeau ve La Fayette’in biraz daha solunda yer alıyordu.
Kurucu Meclis’te dizginler büyük burjuvazi ve liberal soyluların elindeydi. Mirabeau, Sieyes, La Fayette ve La Chapelier gibi büyük burjuvazinin temsilcileri mecliste önde gelen isimlerdi. Büyük burjuvazi devrime bitmiş gözüyle bakıyor ve devrimi frenlemeye çalışıyordu. Büyük burjuvazinin önde gelen temsilcilerinden Mirabeau’nun tutumu, temsil ettiği sınıfın tutumunu göstermesi açısından önemlidir. Mirabeau daha 1789’un sonlarında devrimi kesinlikle durdurmak gerektiği düşüncesindeydi ve sarayla gizli ilişki içine girmiş ve kralın gizli danışmanı olmuştu. Triumvira grubunun da zaman içinde tutucu oldukları görüldü. Barnave kralın kaçışından sonra açıkça “bu devrimci hareket sürerse pek kötülüğü dokunur bize…devrime son verelim” diyordu. Devrime son vermek için ise kralı kurtarmak ve monarşiyi güçlendirmek gerekiyordu. Triumvira, La Fayette ile birlikte kralı güçlendirmeye çalıştı.
En solda ise (henüz geleceğin Jirondenler’ini de içeren) Jakobenler yer almaktaydı. Bu grup meclis içinde güçlü değildir, fakat meclis dışında kitleler içinde güçlenmektedir. Gruba geleceğin Jirondenler’i hâkimdir. Orta ve küçük burjuvaziyi temsil eden bu grup, meclisin reformlarının sadece bir başlangıç olduğunu düşünüyor ve devrimin derinleştirilmesini istiyordu. Siyasi iktidarın dışında bırakılmış olan bu kesim, emekçi kitlelerle beraber devrimi daha ileriye götürmeye hazırdı.
Kralın 22 Haziran 1791 ‘deki kaçma girişimi Fransız Devrimi’nin önemli aşamalarından biri oldu. Bu başarısız girişimin iki önemli sonucu olmuştur: Bunlardan ilki, kralın devrime karşı dış güçlerle işbirliği yaptığının, yani ihanet içinde olduğunun halkın gözünde netlik kazanması; ikincisi ise cumhuriyetçi/halkçı hareketin büyük güç kazanmasıdır. Mirabeau, La Fayette ve Triumvira grubu bu olaydan sonra halkın gözünden düşmüşlerdir. Cumhuriyet talebi yükselmiştir. Büyük burjuvazinin hâkimiyetindeki meclis ise, halkın taleplerine yanıt verme niyetinde değildi. Cumhuriyetin ilanının, içte halkı daha da hareketlendirip çıkarlarını tehlikeye düşüreceğinden, dışta Avrupa’nın büyük devletleriyle savaşa yol açmasından çekiniyordu. Bu nedenle meclisin çoğunluğu monarşinin sürmesinden yana bir tutum takındı. Halk ile karşı karşıya gelen tüm iktidarlar gibi yalana başvurdu: Kralı suçsuz göstermek için kralın kaçırılmış olduğu yalanını üretti ve kralın itibarının iadesi istendi. Azınlıkta olan ve güçlerini sokaktan alan Jakobenler ve Kordölyeler ise kralın tahttan indirilmesini ve cumhuriyetin ilan edilmesini istiyorlardı ve halk içindeki güçleri artıyordu.
Bu cepheleşme 17 Temmuz 1791’de Champs de Mars Katliamı ile doruğuna ulaştı. Champs de Mars Katliamı ile iki yıl önceki Tiers Etats ittifakının bölünüşü tamamlanmıştır. Büyük burjuvazi artık silahları halka çevirmişti.
Eylül 1791’de anayasanın kabul edilmesiyle görevini tamamlayan Kurucu Meclis yerini, Ekim 1791’de göreve başlayan Yasama Meclisi’ne bıraktı. Robespierre’in teklif ettiği ve Kurucu Meclis’in kabul ettiği karara göre meclisin üyeleri yeniden seçilemeyeceklerinden Yasama Meclisi üyelerinin büyük çoğunluğu tanınmamış kimselerdi. Yasama Meclisi üç gruba ayrılmıştı. Büyük burjuvazinin temsilcisi meşruti monarşi yanlısı Feulliantlar 264 milletvekiliyle sağda yer alıyorlardı. Meclis’te en sağ kanadı oluşturanlar artık kralcılar ve aristokratlar değil, Feuillantlar’dı. Halkın ayaklanmasına karşı monarşiyi savunuyorlardı. Asıl liderleri (La Fayette, Triumvira) meclisin dışında yer alıyorlardı.
Ortada sağa da sola da dönebilen 300’ü aşkın bağımsız vekil yer alırken, orta ve küçük burjuvazinin temsilcisi Jakobenler 136 milletvekiliyle solda oturuyorlardı. Jakobenler anayasayı ihlal ettiği takdirde kralı tahttan indirmek için fırsat kolluyorlardı. Jakobenler de iki gruba ayrılmışlardı. Çoğunluğu, geleceğin Jirondenler’i olan Brissotcular’dı. Liderleri arasında Brissot ve Condorcet önde geliyordu. Diğer bir Jakoben lider Robespierre ile Brissot’un arası kısa zamanda açılacak ve Brissotcular Jakobenler’den ayrılarak Jirondenler adıyla yeni bir grup oluşturacaklardır.
Kulüpler ve Jakobenler Kulübü9
Devrim sürecinde çeşitli siyasi örgütlenmeler doğdu. Bunlara kulüp adı veriliyordu. Kulüpler bugünkü siyasi partilerin ataları, ilkel şekilleriydiler. Devrim sürecinde politik yaşamın önemli merkezleri haline geldiler. Kitlelerin harekete geçirilmesinde önemli öncü roller üstlendiler.
Kulüpler içinde en önemlisi ve ünlüsü Jakobenler Kulübü’dür. Diğer tüm kulüpler Jakobenler Kulübü’nü örnek almışlardır. Jakobenler Kulübü’nün yapısı devrim boyunca değişmiş ve kulüp, devrimin derinleşmesine paralel olarak tutucu unsurlardan arınmıştır. İlk başlarda ılımlı olan kulüp, arınmalarla birlikte zamanla daha da devrimcileşmiş ve devrimin en önemli aygıtlarından biri haline gelmiştir.
Jakobenler Kulübü’nün kökü, 1789’da Kurucu Meclisin Bretagne’li üyeleri (Lanjuinais, Le Chapelier) tarafından kurulan ve bu nedenle Brötonlar Kulübü diye anılan oluşuma dayanır. Brötonlar Kulübü’ne başka illerin milletvekillerinden de (Sieyes, Barnave) katılanlar oldu. Kurucu Meclis’in oluşmasıyla, 1789’un sonlarında Brötonlar Kulübü merkezini Paris’e taşıdı ve Triumvarlar’ın önderliğinde “Anayasanın Dostları Derneği” adıyla yeniden örgütlendi. Kendine merkez olarak “jakoben” bir Dominiken manastırını seçtiği için, taraftarlarına Jakobenler deniliyordu. Başlarda üyeleri Mirabeau’dan Robespierre’e kadar çok geniş kesimleri içeriyordu. Kulüp kısa zamanda öbür kentlerde de şubeler açtı ve tüm ülkeye yayıldı. 1790’da Paris’te Jakobenler Kulübü’nün 1200 üyesi ve 152 şubesi vardı. 93-94’te ülke, sayısı kesin olarak tahmin edilemeyen Jakoben şubelerin ağıyla örülmüştü. Özellikle karşıdevrim tarafından tehdit edilen güneydoğuda sayıları fazlaydı. İç düşmanın yere serilmesinde ve devrimci kurumların inşasında bu örgütler büyük roller oynadılar. 93–94 döneminin devrimci diktatörlüğünün temel direğini de Jakoben kulüpler oluşturuyordu. Mirabeau ve La Fayette bu silahı ele geçirmeye çalışmışlar fakat başarılı olamamışlardır.
Kralın kaçma girişimi ve Champs de Mars katliamı* Jakobenler Kulübü’nün arınmasını sağladı. Kulüpte bu sorun üzerine yaşanan tartışmalar sonunda 16 Temmuz 1791’de Triumvira üyeleri, La Fayette, La Chapelier ve Sieyes gibi isimlerin temsil ettiği tutucu grup istifa ederek Feuillants Manastırı’nda meşruti monarşi yanlısı yeni bir kulüp kurdular. Bunlara da Feuillantlar dendi. Feuillantlar, yüksek aidatlarıyla, büyük burjuvazinin kulübüydü. Kralın itibarının iade edilmesini istiyorlardı. Bu bölünmeden sonra kulübün adı “Özgürlük ve Eşitlik Dostları Derneği” olarak değiştirilmiştir. Tutucuların ayrılışından sonra Jakobenler kulübüne Robespierre, Brissot, Perion gibi isimler hâkim oldular. Bu kopmadan sonra kulüp içinde yeni bir saflaşma doğacaktır. Bu saflaşma, ileride değineceğimiz Jakoben-Jironden saflaşmasıdır.
Nisan 1790’da kurulan “İnsan ve Yurttaş Hakları Dostları Derneği” yine kendine merkez olarak seçtiği manastır nedeniyle, Kordölyeler adıyla anılıyordu. Aidatı düşük olan bu kulüp halka yakındı. İçinde Meclisten çok az milletvekili vardı. Marat, Danton ve Desmoulin gibi devrimin önemli simaları bu kulüptendi.
Kurulan pekçok kulüp içinde sadece Jakobenler Kulübü gerçek anlamda etkin olabilmiştir. Çünkü sadece Jakobenler devrimin dalgasını, yani tarihin akışını yakalayabilmişlerdir. Devrimin akışına karşı çıkan gruplar birer birer kulüpten tasfiye olmuşlardır.
Jakobenler’in öğretileri devrimin akışına uygun olarak gelişti ve bugün siyasal terminolojide kullanıldığı biçimiyle Jakobenizm, 1793–94 yıllarında billurlaştı. Jakobenler öğretilerinin içeriğinden çok kitlelerin devrimci enerjisini bir hedefe yöneltip yoğunlaştıran yöntemleri ve örgütlenmeleriyle öne çıktılar. Paris ‘teki merkez, tüm ülkeye yayılmış olan ve devrimin en öncü kesimlerini birleştiren yan kulüplerle ilişki içindeydi. Kulüp, yönetimleri gözetliyor, karşı devrimcileri teşhir ediyor, yurtseverleri koruyordu. Aristokratları korkuya boğan büyük “cellât” ve kötülüklere uğrayanların hakkım arayan başsavcıydı. Devrimci hareketin dinamik gücünü oluşturuyordu.
Maximilien Robespierre
Maximilien Robespierre, 6 Mayıs 1758’de Artois’te hukukçu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Aile belli bir refah içindeydi. Robespierre küçük yaşta anne ve babasını kaybetti. Onların kaybından sonra uzun yıllar sürecek ekonomik sıkıntılar çekti. 1765’ten 1769’a kadar Arras’da Oratoryenler Koleji’ne devam etti. 1769’da bir manastırdan burs elde edip, Paris’te Louis-le-Orand Koleji’ne başladı. Burada Antik Yunan tarihi ile ilgilendi; Conciones ve Plutarkos’un eserlerini okudu. Dönemin önde gelen felsefi eserlerini inceledi; Montesquie’yü yorumladı, Rousseau’ya büyük ilgi gösterdi ve sıkı bir Russocu oldu.
1780’de hukuk öğrenimi görmeye başladı ve bir yıl sonra mezun oldu. Tüm öğrenimi boyunca çalışkanlığıyla dikkat çekti. Mezun olduktan sonra Arras’a geri döndü ve hemen baroya yazıldı. Üst üste davalar alırken, üstün hitabet yeteneğiyle öne çıktı. Öğrenim dönemindeki çalışkanlığını iş hayatında da sürdürdü; işini kutsal bir görev olarak gördü. Siyasal bir niteliğe bürünen ve yankılar yapan “Saint-Omer Yıldırımsavarı Davası”nı kazanarak büyük bir ün kazandı Baroda saygın bir yer edindi. 1783’te, üç yıl sonra da yöneticisi olacağı Arras Akademisi’ne girdi.10
Hızla yükselen ve kentin burjuva kesimleri içinde saygın bir yer edinen 26 yaşındaki Robespierre, rejimle ilişkilerinde o döneme kadar ihtiyatlı davranır. 1786 tarihli “Deteuf Davası” resmi makamlarla ilk açık çatışmasıdır. Bu dava boyunca Robespierre, keşişlerin rezil davranışlarını teşhir eder. Pervasız davranışlarıyla yargıçları rahatsız eden Robespierre, aynı yılın sonlarında, “François Page Davası” dolayısıyla şöyle yazar: “Krallara adil olmayı emreden Tanrı iktidarı, halklara da köle olmayı yasaklar.” Böylece krallık otoritesine ve zamanın adli örflerine açıkça karşı çıkmış olur. “Dupont Cenapları için Muhtıra”da krallık emirlerini ve keyfi hapisleri kalemine doladığı için Artois aristokratlarının kendisine yönelik husumeti artar. Bu arada, soylu olmadığı (burjuva kökenli olduğu) için Robespierre’in mesleğinde dana da yükselmesi mümkün değildir.11
Etats Generaux’un toplanacağı haberinin heyecanı Fransa’yı sararken Robespierre’i de harekete geçirir- 23 Mart’ta Arras milletvekili seçilir, 26 “Nisan’da ise Artois’in Etats Generaux’a göndereceği sekiz temsilcinin beşincisi olarak seçilir. Brötonlar Kulübü’nün üyesidir ve Anayasanın Dostları Demeği’ne ilk katılanlardan biri olur. Robespierre, Kurucu Meclis’te hiçbir oturumu kaçırmaz; kürsüye ilk kez 18 Mayıs’ta çıkar ve dikkat çeker. 9 Temmuz 1789’da Meclis, Paris dolaylarına karargâh kurmuş birlikleri geri çekmesi için krala dilekçe sunacak heyete Robespierre’i de seçer. Ancak, yine meclis, Robespierre’i komisyonlarından ve başkanlığından uzaklaştırır.
Kurucu Meclis döneminde Robespierre’in etkisi sınırlıdır ve mecliste fazla itibar görmez. Ilımlıları rahatsız ederek, onları sağla birleşmeye götürmede kendisinden yararlanıldığı bile ileri sürülmüştür. Büyük burjuvazinin hâkim olduğu meclisin çoğunluğu ile ters düşer, ama yalnız da kalsa bildiğini okur. Gerçeğe bağlılığı tamdır. “Gerçeğin gücü nedir… bilmiyorsunuz. Genel kanıyı okşamak için düşünceme ihanet etmeyi bilmiyorum… Halkı, çiçekli yollardan geçirip uçurumun kenarına götürme sanatını da bilmiyorum… Yüzde yüz reddedileceğini bildiğim zaman bile, gerçeğin sesini çınlatmayı bir başarı saymışımdır.” der. Mirabeau bir gün Robespierre için şu değerlendirmeyi yapmıştır: “İleriye gidecek, söylediği her şeye inanıyor.” Robespierre, halkın haklarını savunma görevini üstlenmiştir ve haklılığına olan inancı tamdır.
Robespierre Meclis’ten husumet görürken halkın doldurduğu tribünlerden destek alır. Meclis söylevlerinde amacı sadece vekillere seslenmek değildir. “Bu dar salonun dışında, amacım, sesimi millete ve insanlığa duyurmaktır özellikle” der. Üyesi olduğu Jakobenler Kulübü’nde de büyük desteği vardır. Kulüp aracılığıyla Sankülotlar (Baldınçıplaklar) üzerinde de etkilidir.
16-18 Mayıs 1791’de, meclis üyelerinin gelecek dönem için yeniden seçilemeyeceklerini karara bağlatır. Kurucu Meclis’te yer aldığı için kendisi de Yasama Meclisi’ne seçilemez. Bu dönemde Jakobenler Kulübü tek kürsüsü haline gelir. Tüm toplantılara katılır. Çeşitli gazetelere yazılar yazar. 1792 Mayısında Anayasa Savunucusu adında haftalık bir gazete çıkarmaya başlar. 12 sayı sonra gazetenin adını Vekil Atayanlara Mektuplar olarak değiştirir.
Gazeteyi bu adla 1793 Nisanına kadar çıkartır. Mücadele ettiği satılmış yazarlar için, “entrikanın en korkunç silahı, birkaç kuruşla tutulmuş yazarın satılık kalemidir” der.
Aristokrasi ve büyük burjuvazi tarafından sevilmese de halkı fethetmiştir. Arkasında büyük bir kitle vardır. 1791 yılından başlayarak devrimin en önde gelen kişisi olmuştur. Söylevleri kadar, sade yaşamıyla da halkın güvenini kazanır. Düşmanları bile her türlü kişisel tutkudan uzak olduğunu belirtmişlerdir. Gelirinin azlığına rağmen kazanç sağlayıcı her makamı ve unvanı reddeder. “Mutsuz olmamak için yoksul olmayı istiyorum” der. Robespierre’in temel ilkesi erdemdir. Erdemi herkesçe kabul edilmiştir. Halk 1791’de, kendisine “bozulmaz”, “baştan çıkarılmaz”, “satın alınamaz” anlamına gelen “incorruptible” lakabını takmıştır. İlkeleri uğruna yaşamını ve dostluklarını feda etmekten çekinmez. Savunduğu davada kişisel duygulara yer yoktur, her şeyini o davaya vermiştir.
Kuşkusuz, psikolojik savaşın da hedefi olur. Kralcı gazeteler tarafından aşağılanır, kendisiyle alay edilir, hakkında dedikodular üretilir, iftiralar atılır. Bu iftiraların en başta geleni tüm büyük devrimci önderlere atılan çeşitten bir iftiradır. Avusturya ile ilişkili olduğu, kraliçe ile yazıştığı ve hatta kraliçeyle evlenme tasarısı olduğu yalanlan etrafa yayılır. Tehditler ve suikast girişimleri eksik olmaz. Robespierre ise tüm bu saldırılar karşısında bir adım gerilemez. Kararlıdır: “Özgürlük için bana tutkulu bir ruh vermiş olan Tanrı, ülkemi mutluluğa götürecek olan yolu kanımla çizmeye çağırıyor belki. Bu güzel ve onurlu yazgıyı severek kabul ediyorum.”
Robespierre daha devrimin ilk günlerinden itibaren yeni rejime karşı yapılmış güç birliğini görür ve komployu teşhir etmeye çalışır. Ona göre aristokrasi “halkların iliği ile beslenen ejderha”dır ve iktidarını kurmak için yeni oyunlar içindedir. Saray dolaplar çevirmektedir. Meclisi de eleştirir, Kral meclisi karıştırmadan kanunlar yapmakta ve meclisin kararları uygulanmamaktadır. Robespierre, “uyanmazsak özgürlük gidecek elimizden” diyerek yurtseverleri uyarmaya çalışır.12
1792’de aristokratik komploya karşı, o güne değin eleştirmekten çekinmediği Anayasayı savunur. Meclisi yerden yere vurur: “Kurucu Meclis… tantanayla ilan ettiği hak hukuk, akıl ilkelerini, o ölmez ilkeleri çiğnedi çoğu kez.” “Devletin anayasaları halk için yapılır. Halkı hiçe sayan bütün anayasalar, insanlığa karşı girişilen komplolardan başka bir şey değildir.” der. Cumhuriyetçi olduğunu ilan eder.13
Ezilenlerin, özgürlüğün ve eşitliğin yanındadır. Düşünce ve basın özgürlüğünü savunur. Meclisin Jakoben Kulüpleri’nin faaliyetlerini engelleme çabalarına sert bir şekilde karşı çıkar.14 Adli hata kurbanları için tazminat verilmesini, 70’ini aşmış rahiplere aylık bağlanmasını, ordunun bütün subaylarının, soylu oldukları için, görevlerine son verilmesini, denizcilerle subayları için maaşlarda ve cezalarda eşitlik ister. Sıkıyönetime karşı çıkar. Her askeri ayaklanmada askerlerden yana olur. Eski gümüş ağırlığının kaldırılması isteği burjuva meclisi ayağa kaldırır. Bu konuyla ilgili söylevini okutmazlar. Sömürge halklarının eşitliği için mücadele verir, Koloni Komitesi’nin zulmünü mahkûm eder ve “Siyahîlerin Dostları Derneği”ne üye olur. Servetler arasındaki farklılığı hafifletmek için 5 Nisan 1791’de, vasiyetin kaldırılmasını ve çocuklar için mirasta eşitlik ister. Genel olarak tek tek bireyler ve bir grup yararına olabilecek her türlü karara karşı çıkar.
Robespierre mecliste çok az başarıya ulaşır. “Özgürlüğe yararlı olabilecek yığınla kararı çıkartamamış da olsam, felaket getirebilecek birçok kararın önüne geçtim” der. Meclis içinde kendisine karşı olan muhalefet gittikçe büyür.15
2. 1792–1795 Konvansiyon dönemi, savaş ve monarşinin yıkılışı16
Kral, Avusturya İmparatoru’nun Fransa’ya karşı harekete geçmesi ve mutlak monarşinin yeniden tesis edilmesi için entrikalar çeviriyordu. Kralın başarısız kaçma girişiminden sonra saray ve aristokrasi hesaplarını, tümüyle, Avrupa’nın büyük devletlerinin Fransa’ya askeri müdahalesi üzerine kurdu.
Feuillantlar ve Jakobenler’in önemli bir bölümü de savaş taraftarıydı. Büyük burjuvazinin temsilcisi Feuillantlar, savaşı, içerdeki halk hareketini ezebilmek ve savaştan kâr elde etmek için istiyordu. Jakobenler’in bir kısmı devrimci ve yurtsever duygulan seferber edebilmek ve kralı devirmek için savaş isterlerken, Jirondenler’in temsil ettiği kısmı ise karşı-devrimi temizlemenin yanı sıra, zaferle bitecek bir savaşın sınırları genişleteceği, Fransa’yı Avrupa’da iktisaden güçlü kılacağı ve temsil ettikleri ticaret ve sanayi burjuvazisinin ceplerini dolduracağı için istiyordu. Söylemleri ise görünüşte devrimciydi. Fransa’yı Avrupalı despotlar tehdit ediyordu ve onlardan önce ilk darbe vurulmalıydı.
Savaşa karşı çıkanlar ise Robespierre ve Marat’dır. Robespierre, mevcut güç dengeleri içinde savaşın kralın işine yarayacağını, karşı-devrimin çıkarlarına hizmet edeceğini görüyordu. Robespierre’e göre, içerdeki karşıdevrimin kafası ezilmeden, dışarıdaki karşı-devrim yenilemezdi. Robespierre, Jirondenler’in “devrim ihracı” taleplerine de karşı çıkıyordu.
20 Nisan 1792’de kralın teklifi üzerine Jirondenler’in hükümette olduğu meclis savaş ilan etti. Bu karar Fransız Devrimi’nin önemli dönemeçlerinden biridir. Fransız Ordusu daha savaş başlar başlamaz yenilgiye uğramaya ve geri çekilmeye başladı. Devrimci Fransa tehdit altındaydı. Bozgun, halkın saraya, aristokrasiye ve rahiplere karşı kuşkularını arttırıyordu. Sarayın ve aristokrat generallerin düşmanla işbirliği içinde olduğu kanısı yaygınlaşıyordu. Gerçekten de kral ve aristokrasi hıyanet içindeydiler.
Zaferden emin olan ve Jirondenler’e savaş ilan ettiren kral, meclisin halkın ve Jakobenler’in baskısıyla aldığı, karşı devrimi önlemek ve düşmanla işbirliği yapma ihtimali olanları zararsız hale getirmek amacıyla çıkarılan bazı kararlar nedeniyle 13 Haziran’da Jironden bakanları görevden aldı, Feuillantlar’ı hükümete çağırdı ve bu üç kararın ikisini veto etti. Bu tutumu kralın maskesini iyice düşürdü. 20 Haziran’da kralı protesto eden büyük bir miting yapıldı. Jakobenler kralı hain ilan ederek tahttan indirilmesini talep ettiler.
Yasama Meclisi ve Jirondenler halk güçlerini düşmana karşı örgütleyemediler. Savaşın birlik gerektirdiği bahanesiyle Jirondenler aristokrasiye yaklaştılar. Halk kitleleri ile birleşmediler. Çünkü servetlerini yitirmekten korkuyorlardı. Savaşı devrimci bir savaşa çevirme çabasında olan Robespierre önderliğindeki Jakobenler bu işi üstleneceklerdir. Gönüllü birlikler kurulmaya başlanır. Meclis, 11 Temmuz’da halkın baskısıyla yurdun tehlikede olduğunu ilan eder. Halk arasında büyük bir yurtsever heyecan doğar. Ancak, Meclis ve Jirondenler 11 Temmuz kararını uygulayamayacak kadar kararsız ve zayıftır. Asıl yaraya parmak basmak istememiştir. Asıl yara Paris’in ortasındaydı. Savaşı kazanmak ve ülkeyi kurtarmak için önce sarayın ihanetine son vermek gerekmektedir. Bir yandan iktisadi çöküş, diğer yandan uğranılan yenilgiler, o güne dek devrimin sonuçlarından tatmin edici bir pay alamayıp hayal kırıklığına uğramış halk kitlelerini hareketlendirmeye başlamıştı. Halkın öfkesi gitgide monarşi üzerinde yoğunlaşıyordu. Monarşiye son verme fikri gittikçe yayılıyordu. Devrimin geldiği aşamada tutuculaşan Jirondenler’in anayasaya saygı çağrılarına Robespierre şu cevabı veriyordu: “Ne yolla olursa olsun devleti kurtarmak gerekiyor; felakete doğru gidiş, asıl budur anayasaya aykırı olan.”
Böylece Jakoben-Jironden bölünmesi netlik kazandı. Mecliste solda arkada, üst sıralarda oturdukları için “Montagner” (Dağlılar) diye anılan Jakobenler, devrimin ve vatanın korunması için herkesi birleşmeye çağırırken ve Kordöliyeler ile birlikte krallığı yıkacak ayaklanma hazırlıkları içindeyken17, Jirondenler, 10 Temmuz’da Feuillant bakanlar istifa edince, iktidarı almak için sarayla gizli müzakerelere girdiler.
Müdahaleci orduların komutanı Dük De Brunswick’in 3 Ağustos’ta Fransa kralı lehine Fransız halkını tehdit eden bildirisi bardağı taşıran son damla oldu. Kralın düşman tarafından korunmasıyla ihanet içinde olduğunun iyice açığa çıkması kitleleri ayağa kaldırdı. Paris’teki 48 bölgeden 47’si kralın tahtından indirilmesini istediler ve 5 Ağustos’tan itibaren eyleme geçme hazırlığı içine girdiler. 9 Ağustos akşamına kadar kral tahttan indirilmezse, bu görevi halkın kendisinin yapacağını Meclis’e bildirildi. Meclis’in harekete geçmemesi üzerine 10 Ağustos’ta Paris halkı başkaldırdı. Kralın oturduğu Tuileries Sarayı ele geçirildi, kral ve kraliçe tutuklandılar. Monarşi yıkılmıştı.
10 Ağustos’un sonuçları ve Jakoben-Jironden çatışması18
10 Ağustos ayaklanması devrimin en önemli dönüm noktalarından biri oldu. 10 Ağustos’tan sonra yeni bir sürece girildi. 10 Ağustos ile birlikte, liberal aristokratlardan ve büyük burjuvaziden meydana gelen Feuillantlar siyaset sahnesinden silinirken, sarayla anlaşarak ayaklanmayı durdurmaya çalışan Jirondenler büyük güç kaybettiler. Jakobenler, Jirondenler’in kopmasıyla tutucu unsurlardan bütünüyle arındılar ve iyice güçlendiler. En önemlisi halk kitleleri siyasete bütün ağırlıklarını koydular. Ayaklanma halk kitlelerinin damgasını taşıyordu. Ayaklanmayla Meclis, kendini ve seçim sistemini yadsımak zorunda kaldı ve krallığın devrildiğine, aktif-pasif vatandaş ayrımı yapılmaksızın yeni anayasayı hazırlamak üzere Fransız halkının bir Konvansiyon Meclisi’ni seçmeye çağrılmasına karar verdi. Yeni meclis hakkında karar verinceye kadar kral, ailesiyle birlikte gözaltında tutulacak ve yürütme yetkisi altı bakandan kurulu geçici bir “yürütme komitesinde olacaktı. Bu komitenin Adalet Bakanı, zamanla komite içinde ağırlığı artacak olan Danton’dur.
Meclis, ayaklanmadan sonra halktan yana başka ilerici kararlar da almak zorunda kaldı. Feodal hakların, senyörün ispat edemediği hallerde, tazmini zorunluluğunu kaldırdı. Göçmen aristokratların mallarına el konuldu, arazilerinin küçük parçalar halinde satılmasına karar verildi. Böylece kutsal mülkiyet hakkına az da olsa dokunuluyordu. Feodal ödentilerle ilgili bütün adli kovuşturmalar iptal edildi. Tüm vatandaşların, eskiden sadece aktif vatandaşların kabul edildiği Milli Muhafız örgütüne girebilmesi kabul edildi. Kilise üzerindeki baskı yoğunlaştı. Şüpheli görülen pek çok din adamı tutuklandı ve sürüldü. Kilise dışındaki tüm dini törenler yasaklandı.
Bununla birlikte toprak meselesi ile ilgili yukarıda saydığımız kararların elle tutulur sonuçları olmadı. Meclis, bu kararların yaşama geçirilmesi için hiçbir pratik önlem almadı. Jirondenler sadece köylülüğü kazanmak istiyordu.
10 Ağustos’tan sonra iktidar üç organ arasında bölündü. Ayaklanmayı yönetmiş olan ve Jakobenler’i izleyen Paris Komünü esas güçtür ve Paris’e egemendir. Yasama Meclisi’nde Jirondenler hâkim durumdadır ve meclis içinde Jironden-Montanyar (Dağlılar) çatışması vardır. Jakobenler’in kontrolündeki Komün ile Jirondenler’in yönetimindeki Meclis arasında da çatışma vardır. Yürütme Kurulu’nda, Jakobenler ile Jirondenler’in arasını bulmaya çalışan Danton’un gücü artmaktadır.
Kralın idamıyla belirginleşen Jakoben-Jironden çatışması, bir sınıf çelişmesi üzerinde şekillenmişti. Jirondenler (liderleri Brissot, Vergniaud, Buzot, Isnard, Guadet, Condorcet ve Roland), taşra burjuvazisini, ticaret, sanayi ve toprak burjuvazisinin büyümekte olan belirli bir kesimini temsil ediyordu. Liman şehirleri ve büyük köle tüccarları ile bağları vardı. Bu burjuvazi monarşiye ve aristokrasiye karşıydı. Bu nedenle 10 Ağustos’a kadar esas olarak devrimci saflarda yer aldılar. Savaş döneminde iyice palazlanan burjuvazi, 10 Ağustosla mecliste güçlü duruma gelince devrimi frenlemeye koyuldu. Çünkü büyüyen zenginliğini bir halk hareketiyle kaybetmekten korkuyordu. Devrimi frenleme çabası onları aristokrasinin ve monarşinin yanına getirdi.
Jakobenler/Dağlılar (Robespierre, Marat, Danton, Saint-Just, Desmoulins) orta ve küçük burjuvaziyi, köylüleri ve kent emekçilerini, bu kesimlerin ittifakını temsil ediyorlardı. Devrimin kazanımlarını savunmaktan başka, devrimi daha da ileri götürmek istiyorlardı. Savaşı kazanmanın halk ile birleşmekten geçtiğini gördüler. Sankülotlar ile ittifak halindeydiler. Jakoben-Sankülot ittifakında ifadesini bulan halkın siyasi arenaya çıkışı büyük burjuvazi için büyük tehlikeydi. Brissot’un ağzından “anarşi ejderhası” yaygarası başlatıldı. Petion açıkça, Jirondenler’in esas kaygısını dile getiriyordu: “Mülkiyetiniz tehlikededir.
Jakobenler içerde 10 Ağustos’un getirdiği rejimi sürdürmek, dışarıda ise zafere kadar savaşmak yanlısıydılar. Bu amaçlarla olağanüstü tedbirler alınmasını, sıkı bir merkeziyetçiliği ve kitle çizgisi izlemeyi talep ediyorlardı. Gittikçe ılımlı burjuvazinin taleplerini dillendiren ve Jakobenler ile halka göre vatan haini olan Jirondenler ise, diktatör yaftası yapıştırdıkları Paris Komünü’ne düşmandılar. Halk hareketlerini önlemek için bir muhafız birliği kurulmasını istiyorlardı. Girişim özgürlüğünü, mülkiyet hakkını ve federalizmi savunuyorlar, yeni toprak kanunu taleplerine hararetle muhalefet ediyorlardı. Ülkeyi savaşa sürükleyenler kendileri olmakla birlikte savaşın gerektirdiği önlemleri almıyorlardı. Zamanla Jirondenler çeşitli düzeylerdeki tüm gericiler için bir çekim merkezi haline geldiler. 10 Ağustos’a karşı olan herkes, kralcılar ve meşruti monarşi yanlıları umutlarını Jirondenler’in başarısına bağlamışlardı. Bu durum Jirondenler’in daha da sağa kaymasında etken oldu. 2 Eylül’de düşmanın Verdun’ü almasıyla Paris yolunun müdahaleci ordulara açılması sonucu cephede durumun ağırlaşması, Jakoben-Jironden çelişmesini keskinleştirdi.
Ülkenin hainlerden temizlenmesi gerektiği fikri gittikçe yayılıyordu. Bu tedirgin ortamda Eylül olayları yaşandı. Eylül ayının başlarında yakalanan suçlular halk tarafından öldürüldü veya yine halkın kurduğu iki sonuçlu (beraat veya ölüm) halk mahkemelerinde yargılandı. 1400 kadar insan ölüm cezasına çarptırıldı. Bunlar arasında gerçek siyasi suçlular 400 kadardı. Kamu otoriteleri olaylar karşısında hiçbir tepki göstermedi. Eylül olayları halkın dış düşman ve eski rejimin geri gelme tehlikesine tepkisinin ifadesiydi. 20 Eylül 1792 Valmy zaferi ile dış tehlike ortadan kalkınca olaylar da son buldu.
21 Eylül 1792’de Konvansiyon Meclisi 749 üyeyle çalışmalarına başladı. Sadece 10 Ağustos hareketini onaylayanlar meclise girebilmişlerdir. Bu mecliste Jakobenler’in 100 civarında sandalyesi vardı. Jirondenler yaklaşık 160 temsilciyle onlardan fazlaydılar. Meclis üyelerinin büyük çoğunluğu ise, ortada yer alan ve “ovalılar” ya da “bataklık” adıyla anılanlardan oluşuyordu.
Konvansiyon’un ilk işi, 21 Eylül’de monarşinin kaldırılması ve cumhuriyetin ilanı oldu. Jakobenler, ülkenin içinde bulunduğu büyük tehlike karşısında bütün yurtsever güçlerin birliğini sağlamak istiyorlardı. Bu nedenle Jirondenler’i kazanmaya çalıştılar. Ancak Jirondenler uzlaşmayı kabul etmedi ve Jakobenler’in önde gelen iki ismine, Robespierre ve Marat’ya karşı saldırı başlattılar. Jakoben-Jironden mücadelesi şiddetlendi ve sonunda 10 Ekim 1792’de Jirondenler Jakobenler Kulübü’nden atıldılar.
Jakoben-Jironden çatışmasının ifadesini bulduğu ilk önemli konu krala ne olacağıydı. Jirondenler açık veya kapalı kralı savunuyorlardı. Böylece aristokrasiyle uzlaşma yoluna girmiş oluyorlardı. Jakobenler ise vatana ihaneti belgelerle kanıtlanmış olan kralın idam edilmesini istiyorlardı. Robespierre, kralın yargılanmasına bile karşıydı. Kralı yargılamanın, onun suçsuz olabileceğini kabul etmek olduğunu, bu yaklaşımın ise Cumhuriyet’in meşruluğuna gölge düşüreceğini söylüyordu. Hâlbuki kralın suçluluğu tartışma götürmezdi. Konvansiyon önünde yargılanan kral, Jirondenler’in çabalarına karşın oyçokluğuyla ölüme mahkûm edildi ve 23 Ocak 1793’te giyotine yollandı.
1792 sonlarından itibaren askeri durum yurtsever güçlerin çabalarıyla Fransa lehine gelişmeye başlamıştı. Ancak, 1793 Martında, Belçika cephesi ordularının başkomutanı, Jirondenler’e bağlılığıyla tanınan Dumoirez, ordusunu Paris’e yürütmeye kalktı; başarısız kalınca düşman saflara geçti. Bu olaydan sonra savaş yeniden Fransa aleyhine gelişmeye başladı. İçerde ise ekonomik durum kötüye gidiyordu. Jirondenler, doğal olarak, savaş giderlerini, vergiye başvurup zengin burjuvazinin sırtına yüklemek istemiyorlardı. Bu nedenle sürekli kâğıt para basıyorlardı. Bu durum yaşam pahalılığını daha da arttırdı. Halk sefalet içindeydi ve yeniden yiyecek ayaklanmaları görülmeye başlandı. Jacques Roux’un19 önderlik ettiği “Öfkeliler” bu dönemde ortaya çıktı. Sankülotların taleplerini dile getiren bu grup, Konvansiyon’u kesin çarelere başvurmadığı için eleştiriyordu. Jakobenler, Jirondenler’e karşı Öfkeliler ile ittifak halindeydi. Öfkeliler Jirondenler’in düşürülmesinde önemli bir rol oynayacaklardır.
Meclis, Mart-Nisan aylarında bir dizi devrimci karar aldı. Geniş yetkiler vererek 82 milletvekilini taşraya yolladı. Bunların görevleri, şüpheli görülen kimselere karşı gereken tedbirleri almak, asker toplama işini denetlemek ve Jirondenler’in taşradaki nüfuzunu kırmaktı. Meclis kararıyla, kararlan kesin, temyizi mümkün olmayan bir devrim mahkemesi ve yabancıları gözaltında bulundurmak, şüphelilerin listelerini hazırlamak, gerekli görülünce bu kimseleri tutuklamakla görevli “devrimci gözcü komiteleri” kuruldu. Jirondenler bu kararlara muhalefet ettiler. Kararlar Jakobenler ile Ovalılar’ın çoğunluğunun oylarıyla alındı. Gözcü komiteleri asillere ve Jirondenler’e karşı mücadelede etkili bir silah olunca, Jirondenler, diktatörlüğe gidiliyor yaygarasına başladılar.
1793 Nisanının başlarında Meclis, “Kamu Esenliği Komitesi”ni kurdu. Dokuz üyeden oluşan komitenin görevi, “Geçici Yürütme Kurulu”nun icraatına gözcülük etmek, gerekli gördüğü takdirde genel savunma tedbirleri almaktı. Meclis ayrıca, ordulara yolladığı temsilcilerin yetkilerini arttırarak askeri birliklerde siyasi komiserlikler kurdu. Komiserler gerekli gördükleri halde generalleri tutuklama yetkisine sahiptiler. 4 Mayıs’ta Konvansiyon, tahıl tavan fiyatlarını belirleyen ve gerektiğinde tahıla el konabileceğini belirten bir kararname yayınladı. 20 Mayıs’ta alınan bir kararla da Meclis, zenginlerden zorla bir milyarlık borç alınmasına karar verdi.
Jirondenler, çıkmasını engelleyemedikleri bu kararlardan sonra harekete geçtiler. Ülkeyi tehdit eden dış düşmandan çok Jakobenler’e karşı mücadele ettiler. Marat’yı devrim mahkemesine çıkardılar. Jakobenler’in kontrolündeki devrimci Paris’e karşı yurda dağılıp kralcılarla birlikte ülkeyi başkente karşı ayaklandırmaya çalıştılar. Jirondenler’in elindeki Bordo, Lyon, Marsilya ve Toulon belediyeleri Paris’e başkaldırdı. Jakobenler’i meclisten atmak için gönüllüler toplamaya başladılar. 18 Mayıs’ta Konvansiyon’da, Komün’ün eylemlerini araştırmakla görevli üyeleri sadece Jirondenler’den oluşan 12 üyeli bir komisyon kurulmasını sağladılar. Komisyon, pek çok tutuklama kararı aldı. Beş yabancı ordunun Fransa topraklarına girdiği ve devrim ordularının yenildiği bir sırada Jirondenler, Paris’in devrimci örgütlerini ezmeye hazırlanıyorlardı. Robespierre, halkı ayaklanmaya çağırdığı ünlü konuşmasını bu dönemde yaptı; “Halk baskı altındaysa, kendine kendinden başka bir şey kalmamışsa, ona ayaklan demeyen alçaktır… Halkı satılmış mebuslara karşı Konvansiyon’da ayaklanmaya çağırıyorum.” Kitleler20 Robespierre’e kulak verdi. Jirondenler’in planını bozdu.
31 Mayıs ile 2 Haziran 1793 arasında Paris Komünü’nün önderliğinde gerçekleşen bir halk ayaklanması Jirondenler’i devirdi. Konvansiyon 12’ler komisyonunu kaldırdı ve 29 Jironden milletvekilinin tutuklanmasını onayladı. İktidar böylece tümüyle Jakobenler’in eline geçti.
Jakobenler’in devrimci diktatörlüğü21
Aslında Meclis’in Mart-Nisan aylarında aldığı kararlar devrimci diktatörlüğün başladığını haber veriyordu. Jakobenler’in iktidarı ise devrimci diktatörlüğün doruğudur.22 Devrimci hükümet Jakoben-Sankülot ittifakına dayanıyordu ve köylülüğün desteğini almıştı. Bu dönemde alınan kararlar halkın talepleri ve baskısıyla alınmıştır.
Jakobenler iktidara geldiğinde Cumhuriyet son günlerini yaşıyor gibiydi. Dış cephede durum kötüydü. Cumhuriyet orduları geri çekiliyor ve neredeyse tüm Avrupa’yı bir araya getiren karşı-devrimci koalisyon orduları, ülkenin bağrına doğru yürüyorlardı. İçerde karşı-devrimci ayaklanmalar her yanı sarmıştı. 83 ilin 60’ı başkaldırmıştı. Bu ayaklanmaların başını kralcılar ve Jirondenler çekiyordu. Konvansiyon sadece Paris ve civar bölgelerde iktidardaydı. Devrimci hükümet acil bir ihtiyaçtı. Jakobenler devrimci tutumlarıyla tehlikeyi göğüslediler. 1789’dan beri 4 yıl boyunca yapılamayan şeyleri çok kısa bir sürede yaptılar.
Hukuken devrimci hükümetin yönetimi Konvansiyon’da olmakla birlikte, fiili iktidar Kamu Esenliği Komitesi’ndedir (KEK). Nisan ayında kurulan Komite, başlarda Danton’un yönetimindeydi. Danton’un yönetimindeki komite bu kritik günlerde etkili olamadı. Bunun üzerine 10 Temmuz’da Konvansiyon komitede değişikliğe gitti. Danton ve yakın arkadaşları komiteden çıkarıldı. Yerlerine Robespierre’e yakın olan Saint-Just ve Couthon getirildi. Robespierre 27 Temmuz’da Komite’ye katıldı ve bu andan itibaren hükümetin gerçek başı oldu. Konvansiyon tarafından bir aylık süre için seçilen Komite üyeleri, 1793 Eylülünden 94 Temmuzuna kadar, bir tanesi hariç, sürekli seçileceklerdir. Komite, Robespierre, Saint-Just, Couthon, Collot d’Herbois, Billaud-Varennes, Carnot, Saint-Andre, Barrere ve Lindet’den oluşuyordu. Komite’nin iki görevi vardır: Askeri durumu tersine çevirmek ve Cumhuriyet’in zaferini sağlamak.
Devrimci diktatörlüğün diğer araçları, Genel Güvenlik Komitesi, Devrim Mahkemesi, siyasi komiserler, devrim komiteleri, Jakobenler Kulübü’nün şubeleri ve milli ajanlardı.
3, 10 ve 17 Haziran’da alınan kararlarla feodalite gerçekten ve tümüyle kaldırıldı. İlk kararla, yurtdışına kaçanların topraklarını, on yıl içinde ödenecek biçimde parçalayıp satmada kolaylıklar getirildi. İkinci karar, senyörlerden geri alınmış bütün komün topraklarını kesinlikle köylülere veriyor ve kişi başına dağıtılmalarını düzenliyordu. 17 Haziran’da alınan üçüncü kararla, tüm feodal hak ve ödentiler, hiçbir karşılığı olmadan kaldırılıyordu. Jakobenler böylece geniş köylü yığınların desteğini kazandılar. Toprak meselesi çözülmüş ve feodalizm tümüyle tasfiye edilmişti.
Konvansiyon’un iki haftada hazırladığı yeni anayasa 24 Haziran 1793’te kabul edildi. Bu anayasa Cumhuriyet rejimini kuruyordu. 93 Anayasası, 91 Anayasası’ndan daha sosyal, demokratik ve eşitlikçidir. 18. ve 19. yüzyılın bütün anayasaları içinde en demokratiği olan ve Rousseau’nun fikirleri üzerine kurulu olan 93 Anayasası devrim içinde sosyalizmin ilk çekirdeğidir. Ancak, siyasi ortam 93 Anayasası’nın yürürlüğe konulmasına elverişli değildi. İçerde karşı-devrimin ve açlığın, dışta kralcı Avrupa koalisyonunun yarattığı tehlikeler, Anayasa’nın hayata geçirilmesini engelledi. Barış sağlanıncaya kadar devrimci tutumunu sürdüreceğini ilan eden bir geçici hükümet kuruldu.
İktisadi bunalım ve Toulon limanının kralcılar tarafından İngilizlere teslim edildiği haberi, halkı galeyana getirdi. 5 Eylül’de halk yine ayaktaydı. Halkın istifçilere, vurgunculara ve yeni rejimin düşmanlarına karşı sert tedbirler alınması ve bir devrim ordusu kurulması talebi, Konvansiyon tarafından kabul edildi. Konvansiyon, birçok yiyecek ve giyecek maddesi için tavan fiyatı belirledi. KEK’ye Hebertçi iki milletvekili katıldı. 5 Eylül hareketi devrimci hükümeti daha da güçlendirdi.
Ekim ayında çıkartılan kararlarla, Strazburg zenginlerinden vergi toplanarak bunun bir kısmının yoksulların ihtiyaçları için kullanılması, Paris Komünü’nün erzak dağıtımını denetlemesi ve ekmeği vesikaya bağlaması gibi bir dizi sosyal tedbir alındı. 26 Şubat ve 3 Mart’ta 1794’te çıkartılan Ventose Kararları’nın birincisi ile cumhuriyet düşmanı olarak ilan edilen şüpheli kimselerin mallarının bedava olarak ihtiyacı olanlara dağıtılması kabul edildi. İkinci kararla hastaların bakımı parasız oluyor, kalabalık ailelere sosyal yardım yapılıyor, ihtiyarlara ve çalışamayacak durumda olanlara aylık bağlanacağı karar altına almıyordu.
5 Eylül’de halkın baskısıyla terör gündeme alındı. Çoğunluğu Sankülotlar’dan oluşan bir devrim ordusu kuruldu. 17 Eylül’de çıkarılan şüpheli şahıslar hakkındaki kanunla devrim mahkemelerinin çalışmaları hızlandı ve devrimci diktatörlük düşmanlarını ezmeye başladı. Kraliçe Marie Antoinette, Konvansiyon’dan atılan 22 Jironden, Champs de Mars katliamının sorumlusu Bailly, Barnave, cephede kasten gevşek davranmakla suçlanan generaller, İngiltere’nin hizmetindeki bankerler giyotine gönderildiler. Nisan ayından Ekime kadar 66 idam kararı veren devrim mahkemesi, Ekimden Kasım sonuna kadar 177 kişiyi idama mahkûm etti. Marsilya, Bordo ve Lyon kentleri karşı-devrimci federalistlerin elinden alındıktan sonra bu şehirlerde sırasıyla, 300, 400 ve 1700 idam kararı verildi. Jirondenler’in önderlik ettiği iç ayaklanmalar ve Vendee ayaklanması bastırıldı.
Bütün savaşlarda görülen aşırılıklar da görüldü. Hapishanelerde kurşuna dizme olayları baş gösterdi. Hükümetin karşısında biri soldan, diğeri sağdan iki muhalefet vardı. Şubat-Nisan 1794’te sol muhalefet, aşırı eylem taraftarı Hebertçiler ve sağda ılımlılık yanlısı Hoşgörürler (Dantoncular) tasfiye edildiler. Terör kanunlarının en şiddetlileri 10 Haziran 1794’te çıkarılanlardır. Bütün illerde devrim mahkemeleri kurulur ve yargılama usulleri daha da sertleştirilir. Bu mahkemelerin çalışmaya başlamasından itibaren 45 gün içinde 1285 kişi giyotine gönderilmiştir. Resmi belgelere göre mahkeme kararıyla idam edilen 14.000 kişinin yüzde 6,5’i din adamı, yüzde 8,25’i aristokrat, yüzde 25’i burjuva, yüzde 28’i köylü, yüzde 31’i ise işçidir. Terör dönemi denen dönem boyunca giyotine gönderilenlerin sayısı 17.000 kadardır.
Dış cephede ise olağanüstü bir dinamizm meyvelerini kısa zamanda verdi. 23 Ağustos 1793’te tüm ülkeyi kapsayan bir genel seferberlik ilan edildi. Düşmanın Cumhuriyet topraklarından kovulmuş olacağı güne kadar, bütün Fransızların, sürekli olarak ordu hizmetinde olacakları karara bağlandı. Halk büyük bir coşkuyla bu karara uydu. Devrimci Jakoben hükümet, halk kitlelerini seferber edebildi. İlk çağrı, rekor sayılacak bir süre içinde 500.000 askeri bir araya getirdi. 1794’ün başında Cumhuriyet’in 14 ordusu vardı. Devrim halkın bağrından yeni komutanlar çıkardı. Devrim ordusu 1.200.000 kişi gibi, o dönemde emsalsiz bir rakama ulaştı. Bu büyük yurtsever seferberliğin ardından büyük zaferler gelmeye başladı. İç ayaklanmalar bastırıldı ve dışta düşmana öldürücü darbeler indirildi. Daha 93’ün son aylarında Fransa toprakları düşmandan temizlenmişti. 26 Haziran 1794’te Fleurus Zaferi ile istila tehlikesi bütünüyle ortadan kalktı ve Fransız orduları karşı saldırıya geçtiler. Böylece, devrimci diktatörlük sayesinde daha 1793 yılının sonunda ülke iç ve dış düşmanlardan temizlenmişti.23
Jakobenizm ve Robespierre24
Jakobenler, orta ve küçük burjuvaziyi ve bu kesimin kent emekçileri ve köylülük ile ittifakını temsil ediyordu. Küçük burjuvazi ile emekçiler arasındaki sınır çoğu kez net değildi. Devrimci diktatörlük esas olarak Jakoben-Sankülot ittifakı temelinde yükseldi, köylülük tarafından desteklendi. Jakobenler’in icraatlarının arkasında emekçi halk ile yapılmış bu ittifak vardır (Nitekim devrim dalgasının geri çekilişi ve halkın desteğini çekişiyle Jakoben hükümet düşmüştür.25) Devrimci şiddetin gündeme alınması gibi pek çok devrimci karar halk kitlelerinin enerjisiyle ve hatta zorlamasıyla yaşama geçirildi. Jakobenler devrimin en kritik anlarında halka güvenmesini ve kitleleri seferber edebilmesini bildiler. Halkın sesine kulak verdiler ve taleplerini karşıladılar. Aslında halkla beraber Jakoben oldular. Jakobenler’in başarısının temelinde izledikleri bu kitle çizgisi yatar. Jakobenler, kitleleri seferber ettiği kadar, kitleler de Jakobenler’i seferber etmişlerdir. Buradan Jakobenizm’in ilk maddesi çıkar: Halka güven ve kitle çizgisi.26
Jakobenler burjuvazinin devrimi sonuna kadar götürme çabası içinde olan kesimini temsil ediyordu. Feodalitenin yıkılmasından ve millileştirilen malların satılmasından faydalandıkları için, aristokrasinin geri gelmesinin kendi sonları olacağının farkındaydılar. Ancak, feodal sınıfların tüm kesimleri kadar ve hatta ondan da çok, büyük burjuvaziye karşıydılar. Robespierre 1791 Anayasası’nı eleştirirken açıkça şöyle diyordu: “Ne getirecek sizin anayasanız? Tam bir aristokrasi! Aristokrasi odur ki, ondan olan yurttaşlar hükümran, geri kalan da uyruktur. Ve hangi aristokrasi? En dayanılmaz olanı, zenginlerin aristokrasisi… Böylesi bir zenginler aristokrasisinin boyunduruğu altına düşmek için mi, sizlerle beraber, feodal aristokrasinin boyunduruğunu kırıp parçaladı halk?” Başka bir keresinde, “içerideki tehlikeler burjuvalardan geliyor, burjuvaları yenmek için halkı bir araya getirmek gerek” der.
24 Nisan’da 1793’te Robespierre, meclise yeni bir haklar bildirisi projesi verdi. Bu projede mülkiyet hakkı artık kutsal olmaktan çıkartılıyor ve sınırlandırılıyordu. Projeye göre, mülkiyet hakkı güvenliğe ve hürriyete helal getiremez; insanın yaşama hakkına ve başkalarının mülkiyet haklarının ihlal edilmesine yol açamaz.
Fakat Jakobenler, nihayetinde, küçük mülk sahibi sınıflan temsil ediyorlardı ve mülkiyete karşı değillerdi. Aslında ekonomik özgürlükten yanaydılar. Devrimin başlarında, daha sonra savunacakları, yiyecek maddelerine tavan fiyat konması istemine, bu önlem eski rejimin bir korkusu, iktisadi özgürlüğe engel diye karşı çıktılar. Öfkeliler’e karşı bazı güvensizliklerini saklamıyorlardı. Jakobenler’in sınıfsal karakterleri onların bazı noktalarda kararsız tutumlarının nedenidir.
Jakobenler sosyal sorunlardan çok siyasal sorunlar üzerinde yoğunlaştılar. Siyasi görüşleri tutarlı olmakla birlikte iktisadi görüşleri bulanıktır ve aldıkları iktisadi kararlar koşullar ile halkın talepleri tarafından belirlenmiştir. Halkın sesine ve devrimin ihtiyaçlarına kulak vermeleri Jakobenler’in üstünlüğü olmuştur. Ekonomik bunalım ve savaşın ihtiyaçları devlet müdahalesini ve devrimci tedbirler alınmasını gerektiriyordu. Ayrıca kitlelerin desteğinin alınması zorunluydu. Bu nedenle Jakobenler liberal ekonomi yerine kamunun genel yararını ön plana çıkardılar ve müdahaleci ekonomi politikaları izlediler.
Mülkiyete karşı olmamakla birlikte, Jakobenler’in mülkiyete karşı tutumlarında iki özellik dikkat çeker. Birincisi ve en önemlisi mülkiyeti kutsal ve dokunulmaz bir hak olarak görmüyorlardı, ikincisi büyük mülkiyete karşıydılar ve küçük mülkiyet yanlışıydılar.
Robespierre’e göre insanın en önde gelen hakkı “yaşama hakkı”dır. Bütün öbür haklar buna bağlıdır; “Yaşamak hakkı hakların başında gelir… Mülkiyet hakkı, geçinme ve yaşama hakkına tabidir. Başta gelen sosyal kanun, toplumun bütün üyelerine yaşama olanaklarını garanti eden kanundur.” “Ticaret özgürlüğü bir noktaya kadar gereklidir.” Robespierre’in liberalizme bakışını şu sözler özetler: “Size halkın katillerini bildiriyorum, siz bana ‘bırakın yapsınlar’ diye karşılık veriyorsunuz.”
Jakobenler, erdemli, lükse düşman küçük mülk sahiplerinden kurulu sosyal yanı ağır basan bir demokrasi hayali kuruyorlardı. Onlara göre zenginlik hem onu elinde tutanları hem de onda gözü olanları bozar. Jakobenler burjuvazinin kutsal mülkiyetine dokundular ve böylece onu kutsal olmaktan çıkardılar. Jakobenizm’in ikinci maddesi budur: Halkın çıkarına özel mülkiyete dokunabilme.27
Jakobenler’in ve Robespierre’in siyasi fikirleri Rousseau’ya dayanıyordu. Özgürlük ve eşitliğin bir toplumun temel özellikleri olduğunu düşünüyorlardı. Rousseaucu Robespierre temsili sisteme inanmıyordu, çünkü egemenlik hakkı devredilemezdi. Robespierre parlamentarizmin eksiklerini görmüş ve eleştirmişti. Jakobenler halkın ayaklanma hakkının kararlı savunucuları ve uygulayıcıları oldular. Halkı açıkça ayaklanmaya çağırdılar ve ayaklanmayı örgütlediler. Robespierre’in haklar bildirisi projesinin bir maddesi şöyleydi: “Yönetim, halkın haklarına saldırdığında, başkaldırı, ödevlerin en kutsalıdır.”28
Jakobenler, hiçbir zaman açıkça söylemeseler ve formüle etmeseler de, kitlelerin kendiliğindenciliği ile fazla yol alınamayacağını biliyorlardı. Robespierre, “halk iyiyi istiyor, ne var ki onu her zaman görmüyor” diyordu. Jakobenler halk hareketinin bir öncüye ihtiyacı olduğunu ve aydınlatılması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu nedenle Jakobenler eğitime de çok önem vermişler ve Cumhuriyetçi yeni bir insan yaratma hedefini benimsemişlerdir.29 Jakoben Kulüpler, öncü örgütlenmelerdi. Jakobenizm’in üçüncü ve en önemli maddesi, devrim için öncünün gerekliliğidir.
Jakobenler’in yurtseverliği konusunda şüphe yoktur. Bununla birlikte kesinlikle şoven değillerdi. Touchard’ın belirttiği gibi Jakobenizm’i sadece bir “vatan tehlikede” doktrini olarak ele almak, onu eksik değerlendirmek olur. Bununla birlikte, Jakobenizm’in vatanın tehlike içinde olduğu koşullarda biçimlendiği, vatanı kurtarmayı ilk görev olarak önüne koyduğu ve vatanseverlikle özdeşleştiği açıktır. Dördüncü madde: Vatanseverlik
Jakobenizm demek, her şeyden önce, devrimci diktatörlük demektir30 (Beşinci madde). Fakat bu, Jakobenler’in devrimci diktatörlüğü yoktan var ettikleri anlamına gelmez. Bir hükümet şekli olarak devrimci diktatörlük, yaşamın, devrimin ihtiyaçlarından, kitlelerin devrimci eyleminden doğmuştu. Toplumsal koşulların ve halk kitlelerinin dayatmasıydı. Tarihsel bir zorunluluktu. Nitekim, devrimci diktatörlük, daha Jakobenler tam anlamıyla iktidara gelmeden (Konvansiyon’un Mart-Nisan 1793 kararlarıyla ve hatta 10 Ağustos ayaklanmasıyla) başlamıştı.
Devrimin içte gericilere karşı savaşırken aynı zamanda vatan savunması yaptığı açıktır. Dışta neredeyse tüm Avrupa, içte kral, aristokrasi, ruhban ve büyük burjuvazinin karşı-devrimci ittifakı, sıkı merkeziyetçi bir iktidarı ve devrimci sert tedbirleri zorunlu kılmıştır. Düşman o kadar büyük, zalim ve uzlaşmazdı ki, devrimin yumruğu o oranda sert olmak zorundaydı. Hobsbawm’ın deyişiyle, terör, yurtsever Fransızlar için ülkelerini korumanın tek yoluydu. Yurtseverlerin pek az seçim şansı vardı: Ya tüm mahzurlarıyla birlikte terörü ya da ülkenin yıkılışını seçeceklerdi.
Soboul’un belirttiği gibi, tüm devrim boyunca cezalandırma isteği korkuyla ve savunma tepkisiyle el ele gitmiştir. Halk düşmanları halka ve devrime daha fazla zarar veremeyecek duruma getirilmeliydiler. Nitekim halkın kendi eliyle giriştiği şiddet eylemleri, ancak devrimci hükümet güçlendikten ve meclis şiddeti legalize ettikten sonra son buldu. Korku ve onun takipçisi şiddet olayları, ancak aristokratik komplo ve karşı-devrim kesin olarak ezildikten sonra kayboldu. Jakoben şiddet, ulusal ve devrimci bir savunma aracıydı. Bu tespit istatistiklerle de doğrulanmıştır. Şiddet, sadece karşı-devrimin silah gücüyle ve açıktan ihanetle ortaya çıktığı yerlerde yoğunlaşmıştır. Paris’te ölüm kararlarının sadece yüzde 15’i verilirken iç savaşın iki ana bölgesinde bu yüzde 71 ‘di (güneydoğuda yüzde 19 ve batıda yüzde 52). Karar gerekçeleri, bu bölgesel dağılıma uymaktadır. Olayların yüzde 72’sinde bu isyan vardı.
Hobsbawm’ın belirttiği gibi, bu rakamlar, tarihte görülen “beyaz terör”lere göre çok değildi: “Muhafazakârlar, terör dönemini diktatörlük ve zincirlerinden boşanmış histerik bir kan dökücülük diye gösteren temelli bir imge yaratmışlardır. Oysa XX. yüzyılın ölçüleriyle, hatta 1871 Paris Komünü’nden sonraki kıyımlar gibi, tutucuların bastırdığı toplumsal devrimlerin ölçüleriyle, bu dönemin kitle kıyınılan, nisbeten, çok değildi: on dört ayda 17.000 resmi idam.”
Jakobenler’in devrimci diktatörlüğü demokrasiye zıt gibi gösterilir. Tersine, bu, devrimcidemokratik bir diktatörlüktü. Devrimci hükümet halkla sürekli ilişki içindeydi. Bu hükümetin tabanı halktı. Her etkinliğinde devrimci komitelere ve halkçı derneklere dayanıyordu. Yerel belediye organları, halk dernekleri ve tüm yurda yayılmış Jakoben kulüpler, halkın devrimci hükümeti yönlendirdiği kanallardı. Bu kanallar aracılığıyla halk iktidar organları üzerinde sürekli etkide bulunuyor ve politikaları etkiliyordu. Kimi zaman, 5 Eylül’de olduğu gibi, doğrudan ağırlığını koyuyordu. Devrimci diktatörlük halkın talebiydi. Daha Bastille’in ele geçirilişinden hemen sonra halk kitleleri bu araca kendiliğinden başvurdular ve zaman zaman tekrar gündeme soktular. Devrimci şiddet sosyal taleplere sıkı sıkıya bağlıydı. Parisli marangoz Richer’in sözleri, bu olguyu açıklıkla ortaya koyar: “Robespierre yönetimi altında kan aktı ve hiç ekmeksiz kalmadık.”
Devrim hükümeti bir savaş hükümetidir. Parlamenter bir hükümet değildir. Komitelerle yönetilen hükümetlerin ilk örneğidir. Robespierre, devrimci diktatörlüğün ne olduğunu açıkça ortaya koyar: “Bu hükümetin görevi Cumhuriyeti kurmaktır.” “Devrim, düşmanlarına karşı özgürlüğün savaşıdır.” “Devrim yönetimi, zorbalığa karşı özgürlüğün zorbalığıdır.” “Devrim hükümeti, iyi yurttaşları korumak, halk düşmanlarını da yok etmekle görevlidir.” “Onun dayanağı, yasaların en kutsalı olan halkın esenliği, sıfatların en su götürmezi olan ihtiyaçtır.” “Gücünün ölçüsü, komplocuların gözüpekliği ya da kalleşliği olmalıdır.” “Halk yönetiminin niteliği, halka karşı güvenli, kendine karşı sert olmaktır.”
En önemlisi, devrimci diktatörlüğün doğruluğunun pratikte kanıtlanmış olmasıdır. Jakobenler, 4 yılda yapılamayanı bir yıldan az zamanda yapmışlardır. Elde edilen başarı muazzamdı. Devrimci diktatörlük, ülkeyi ve devrimi kurtarmıştır. İçte yeni rejimi kurtarmaktan başka, devrimci diktatörlük uygulanmadan dış düşmanı yenmek ve vatanı kurtarmak da mümkün değildi. Jakobenler’in politikası tarihin akışına uygun olduğu için başarılı oldu.
Robespierre’in ortaya koyduğu devrimci diktatörlük anlayışının, Lenin’in teorileştirdiği proletarya diktatörlüğü teorisinin embriyonu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Robespierre, devrimci diktatörlüğün teorisini yapan ilk devrimci olarak ortaya çıkmaktadır. Jakobenler’den önce “devrimci diktatörlük” fikri, sadece Rousseau’da, o da belli belirsiz bulunuyordu. Bu nedenle, Robespierre, “devrimci yönetim kuramı onu getiren devrim kadar yenidir. Onu, ne bu devrimi daha önceden farketmeyen politika yazarlarının kitaplarında arayalım, ne de zorbaların yasalarında” derken, haklıdır.31 Ayrıca, yine Lenin’in geliştirdiği “öncü parti teorisi”nin öncüllerini de, çok ilkel biçimde de olsa, Jakobenizm’de bulmak mümkündür.32 Burjuva devrimciliğinde proletarya devrimciliğinin mirasını bulmak olağandır, çünkü devrimciler, ister demokratik ister proleter olsunlar devrimin araçlarını bulmaya, yaratmaya çalışmışlardır.
Son olarak, Jakobenizm ve Robespierre düşmanlığı, salt emperyalizm çağına ait bir olgu değildir. Daha Robespierre hayattayken, Jakoben iktidar döneminde bu düşmanlık başlamıştı. Bunun nedeni açıktır: Fransız Devrimi sürecinde iki kez burjuva toplumun sınırları zorlanmıştır. Bunlardan biri Jakoben Cumhuriyet dönemidir (ikincisi Babeuf’un “Eşitler Komplosu”dur)33. Hobsbawm, Fransız Devrimi’nin, bu devrimden sonraki, özellikle 19. yüzyıldaki demokratik devrimlerine etkisinden ve bu devrimlerin burjuvazilerinin göreceli ılımlılığından bahsederken, Jakoben Cumhuriyet’in neyi işaret ettiğini özlü bir şekilde gösterir: “…1794’ten sonra ılımlıların gözünde, Jakoben rejiminin Devrim’i, burjuvazinin rahat ve tasarılarından çok fazla ileri götürdüğü aşikâr bir hale gelmişti. Nasıl ki, ‘1793 güneşinin’ de bir daha doğacaksa, burjuva olmayan bir toplumda doğacağı açık seçik görülmüştü…”34
Ekim Devrimi, Kemalist Devrim ve Jakobenizm
Fransız Devrimi ve özellikle Jakoben Cumhuriyet, kendinden sonraki toplumsal hareketleri etkiledi. Devrimciler bunu, sonraki bütün isyanların ilham kaynağı olarak, halkın tarihteki ilk cumhuriyeti olarak gördüler. Jakobenizm, Fransız Devrimi’nden sonraki saflaşmalarda da, bugüne kadar devrimciliğin adı oldu. Her saflaşmanın tarihe atıflarında ve tarihsel mirasın bölüşülmesinde yeniden dile getirildi. 1830, 1848 Devrimleri ve 1871 Paris Komünü’nde Jakobenizm ve Robespierre tekrar tekrar doğdular.
Ekim Devrimi’nin saflaşmaları ve tartışmaları içinde Jakobenizm özel bir yer tutar. JirondenJakoben kutuplaşması önce Menşevik-Bolşevik kutuplaşmasıyla, sonra Troçki-Lenin çelişmesiyle örtüşür.
Lenin, 1905 yılında, Rusya’nın içinde bulunduğu demokratik devrim aşamasında, “devrimin çarlık üzerindeki kesin zaferi”nin ne anlama geldiği, bu zaferi kazanabilecek güçlerin hangileri olduğu ve devrimci diktatörlük üzerine Menşevikler ile tartışırken, bu zaferin “proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün kurulması demek” olduğunu belirtir ve devrimci diktatörlüğün neden gerekli olduğunu açıklar. Lenin, Menşevikleri, işçileri “Jakobencilik öcüsüyle korkutmaya çalışan”, “çağdaş Rus sosyal demokrasisinin Jirondenleri”, Bolşevikleri ise eski rejimle avam/jakoben biçimde hesaplaşmak yanlısı, “çağdaş sosyal-demokrasinin Jakobenleri” olarak tanımlar.
“Eğer devrim kesin bir zafer kazanacak olursa, o zaman Çarlıkla jakoben, ya da isterseniz, ‘avam biçimi’ hesaplaşacağız. ‘Tüm Fransız terörizmi’, diye yazıyordu Marx 1848’de… ‘burjuvazinin düşmanlarıyla, mutlakıyetle, feodalizmle ve dar kafalılıkla avam biçimi hesaplaşmaktan başka bir şey değildir.’… Demokratik devrim döneminde, Rusya’daki işçileri ‘Jakobencilik’ öcüsüyle korkutmaya çalışan bu insanlar, Marx’ın bu sözleri üzerinde hiç düşünmüşler midir? Yeni İskra grubu, çağdaş Rus sosyal-demokrasisinin Jirondenleri… Çağdaş sosyal-demokrasinin Jakobenleri: Bolşevikler…, özgürlük düşmanlarını acımasızca yok ederek, direnmelerini kuvvet yoluyla kırarak, ‘avam biçimi’ hesaplaşmayı istemektedirler.”35
Lenin, Menşevikler (oportünist kanat) için “sosyalist Jirond”, Bolşevikler (devrimci kanat) için ise “proleter Jakoben” ya da “Montagne” deyimlerini kullanmıştır. Menşevikler’in işçi sınıfı hareketi içindeki Jironden kesim olduğunu sık sık tekrarlamıştır.36
Troçki de, “Jakobenizm ve Sosyal Demokrasi” başlıklı yazısında Lenin’i Robespierre’e benzeterek “Maximilien Lenin” diye ad takmıştı. “Saf” devrimci tavrını ortaya koyduğu bu yazısında Troçki, Lenin’in “Jakobenizmi” ile arasına kesin sınır çekerek temizliğini duyarlılıkla korurken, kimin nerede durduğunu da ortaya koymuştur.37
Bizim Batı hayranı aydınlarımız, Atatürkçülük kisvesi altında (ve aslında Kemalist Devrim’i yıkmak için), Robespierre’e “katil”, “dangalak” diye dursunlar, başta Mustafa Kemal olmak üzere, Kemalist Devrimciler ve Kemalist Devrimcilerden önce de Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler, Fransız Devrimi’ne, Jakobenizm’e ve Robespierre’e karşı bambaşka bir tutum almışlardı.
İlginç ve öğreticidir, Batı’ya kullukta birbiriyle yarışan ve aynı zamanda Robespierre’e karşı Mustafa Kemal savunmasına girişenlerin, Jakobenizm’e ve Robespierre’e karşı tutumu, Kemalist Devrimcilerin tutumuyla değil, Kemalist Devrim’in yıktığı Osmanlı Devleti’ninkiyle örtüşmektedir.
Osmanlı devlet erkânı, Fransız Devrimi’ne karşı başlarda kayıtsız kaldı. Aslında Osmanlı yöneticileri devrimi anlamaktan uzaktılar. Onlara göre Fransa’da bir iç ayaklanma yaşanıyordu ve bu durum Fransa’nın iç meselesiydi. Devrim, Fransa dışına yayıldığında bile bu kayıtsızlığı sürdürmüşlerdir. Başlarda, Osmanlı devlet adamları, devrime hafif bir sempatiyle bile bakıyorlardı. Çünkü devrim orduları, Osmanlı’nın geleneksel düşmanları olan Avusturya ve Rusya’yı yeniyorlardı ve devrimin Osmanlı’ya zararı olmadığı düşünülüyordu. Devrimci Fransa ile Osmanlı Devleti arasında dostane ilişkiler vardı.
Venedik topraklarının, Avusturya ve Fransa arasında 17 Ekim 1797’de yapılan Campoformio Antlaşması ile Fransa’ya katılmasıyla, Fransa ve Osmanlı komşu oldu. Çok geçmeden Osmanlı açısından kaygı verici gelişmeler görüldü. Devrimin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” fikirleri, Osmanlı topraklarına sızmaya başlamıştı. Fransa’nın Osmanlı topraklarına saldıracağı haberleriyle, Osmanlı’nın Fransa’ya ve Fransız Devrimi’ne karşı tutumu ters yönde değişti.
Reis ül-küttab Ahmet Atıf Efendi’nin konuyla ilgili 1798’de hazırladığı rapor, Osmanlı’nın Fransız Devrimi’ne bakış açışını özetler. Buna göre, Fransa’da baş göstermiş olan, çevreye kıvılcımlar saçıp her yönde düşmanlık ve karışıklık yaratan başkaldırı ve vahşet seli, lanetlik sapıkların (Voltaire ve Rousseau) yıllar önce kafalara ektiklerinin ürünüdür. Bunların yazdıkları sapıklık ve iğrençlik, frengi illeti gibi insanların beyin damarlarına yayılmış ve inançlarını bozmuştur. Her türlü dini ortadan kaldırmaya yöneliktirler. Fransa’da ortaya çıkmış başkaldırı ve kötülük elebaşıları, hain amaçlarına ulaşmak için, korkunç sonuçlarıyla tam bir nefret içinde vaktiyle örneği görülmemiş biçimde hareket etmektedirler. Her türden iğrenç eylemi yasallaştırmışlar ve her türlü utanç ve hayayı bütünüyle silip atmışlardır. Fransa halkını hayvan sürüsüne indirgeyen yolu hazırlamışlar, “İnsan Hakları” adını verdikleri ayaklanma bildirisiyle diğer halkları da kışkırtmaya çalımışlardır. Fransa’nın Mısır seferi sırasında dağıtılan bir Osmanlı bildirisinde de, Fransızlar için “ayaklanmış kafirler, başkaldırmış serseriler, dinsizler” deniyordu.38
Osmanlı Devleti Fransız Devrimi’ne böyle bakarken, Osmanlı’ya karşı hürriyet, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi veren Türkiyeli devrimciler, Devrim’e, Jakobenizm’e ve Robespierre’e tam ters taraftan bakıyorlardı.
Namık Kemal, kendi fikirlerinin oluşumunda payı olanlar arasında Robespierre’i de (ayrıca Rousseau, Danton ve başkalarını) sayar.39 Tunaya, Jön Türkler için “İmparatorluğun Jakobenleri”40 , İttihatçılar için, “Büyük Fransız Devrimi’nin ilk prensiplerine bağlı ‘hürriyetçi adaletçi, müsavatçı, uhuvvetçi’ Osmanlı kadrosu içindeki Jakobenler” ve “İttihatçılar aslında Türk Jakobenleri olmuşlardır” derken, bir olguyu tespit etmektedir. 1908 Jön Türk Devrimi günlerinde (10 Temmuz’da) Manastır’da üç yüz kadar subay askeri bandoya zorla Fransız Devrimi’nin ünlü marşı Marseyez’i çaldırarak hürriyetin ilanını kutladılar. 3. Ordu subayları, bütün İT kuşağı adına, Fransız İhtilâli’ne saygı duruşunda bulunuyorlardı. II. Meşrutiyet meclisinde Fransız İhtilâli’ne bağlılık kutsallığa bürünmüştü. Babanzade İsmail Hakkı, Mirabeau’nun meclisi dağıtmak isteyen krala karşı ünlü sözlerini41 andırır şekilde, 1912’de, “süngülerle gelsinler daha iyi” diyordu. 1918’de İstanbul mebusu Şefik Bey de, “biz buradan ancak süngü ile çıkarız” demişti.42
Başta Mustafa Kemal olmak üzere, Kemalist Devrimcilerin Fransız Devrimi’ne bakışı da Osmanlı Devleti’nin ve bugünkü Batıcılarımızın bakışından tamamen farklıdır. Kemalist Devrim’in büyük teorisyenlerinden Mahmut Esat Bozkurt, Fransız Devrimi’ni ve devrimin mimarları olarak değerlendirdiği Robespierre ve Danton ‘u övüyordu.43
Mustafa Kemal, Fransız Devrimi konusunda daha da bilgilidir ve daha net tutum içindedir. Mustafa Kemal, başardıkları devrimin Fransız Devrimi ile akrabalığını saptamıştı. “Türk demokrasisinin Fransız İhtilalinin açtığı yolu izlediğini” belirtmiştir. Ona göre Fransız Devrimi, “Devrimlerin en önemlisi, en feyizlisi ve en doğurganıdır.”44 Kemalist Devrim önderlerinin bu tespitleri doğrudur, çünkü Kemalist Devrim, “yönetici sınıfı, ideolojisi ve hedefleriyle, Fransız Devrimi’nin Ezilen Dünya’da patlak vermesidir.”45
Kemalist önderlerin denetiminde hazırlanan ve 1931 yılında yayımlanan lise Tarih ders kitaplarında Fransız Devrimi’nin ele alınışı da bu tutumla uyumludur. Dikkat çekici ilginç bir nokta, bu ders kitabının resimler bölümünde, Fransız Devrimi’nin önderlerinden sadece birinin, Robespierre’in portresinin yer almasıdır.46
Dipnotlar
1 Doğu Perinçek, Aydın ve Küttür, İstanbul, Kaynak Y., 2002, s. 127.
2 Tiers Etats (Üçüncü Katman), imtiyazsız, soylu olmayan sınıfların temsilcilerinden oluşuyordu. Yani burjuvazi ve emekçilerden. Nüfusun %96’sını oluşturuyordu. Burjuvazi, imtiyazsız sınıfların en küçük bölümünü oluşturmakla birlikte Tiers’e hâkimdi, Tiers Etats ile ilgili olarak Sieyes’ın Üçüncü Tabaka Nedir? başlıklı ünlü broşüründen seçme parçalar için bkz. Mete Tuncay, Batıda Siyasal Düşünceler Tarihi 2, Ankara, Teori Y,, 1986, s. 415-433. Ayrıca genel olarak Tiers Etats için bkz. 3 numaralı dipnot
3 Devrim öncesi Fransız toplumunun sınıfsal yapısı, Fransa’daki devrimci durum ve Fransa Devrimi’nin burjuva demokratik niteliği ile ilgili olarak bkz. Albert Soboul, Fransa Devriminin Kısa Tarihi, çev, İsmail Yarkın, İstanbul, İnter Y„ 1989, s, 7–34; Server Tanilli, Dünyayı Değiştiren On Yıl İstanbul. Adam Y., 1999, s. 17-36, 57-68,; Murat Sarıca, Fransız İhtilali, İstanbul, Gerçek Y., 1995, s. 7-8,11-22,41-45: Eric J, Hobsbawm, Devrim Çağı: 1789-1848, çev. Jülide Ergüder ve Alâeddin Şenel, Ankara, V Yayınlan, 1989, s. 101–120. Fransız Devrimi’nin tutucu bir bakış acısıyla değerlendirmesi için bkz. Alexis de Tocqueville, Eski Rejim ve Devrim, çev. Turhan Ilgaz, İstanbul. Kesit Y., 1995. “Resmi tarih” sendromundan muzdarip sivil toplumcu neoliberallerimizin Fransız Devrimi’ne bakışını görmek için Mehmet Ali Kılıçbay’ın bu kitabın çevirisine yazdığı sunuşa bakılabilir. Bol malzemeli ve çok zengin, ancak, yanlış yerde durduğu için yanlış sonuçlara da varmış ve buna rağmen yine de değerli bir çalışma için bkz. A. Aulard. Fransa İnkılâbının Siyasi Tarihi, 3 cilt, çev. Nazım Poroy, Ankara, TTK, 1987.
4 5 Mayıs 1789–10 Ağustos 1792 dönemi olaylarının ayrıntılı açıklaması için bkz. Soboul, age, s. 51 -76, Tanilli, age, s. 69–92, Sarıca, age, s. 46–73. Hobsbawm, age, s. 110-124.
5 Bkz. 6 numaralı dipnot
6 Soboul, age, s. 61–62, Sarıca, age, s. 68–70, Tanilli, age, s. 74, 76, 84–85.
7 Soboul, age, s. 55–59, Sarıca, age. s. 60–62, Tanilli, age, s. 75–76.
8 Bu bölüm için bkz. Soboul, age, s. 49, 66–68, Sarıca, age, s. 50, 64–67, 73–75, Tanilli, age, s. 73–74, 76–78, 83–85.
9 Bu bölüm için bkz-Soboul, age, s. 45–46, 94, Sarıca, age, s, 67–68, Tanilli, age, s. 81–85, Erdoğan Alkan, 1789 Devrim Şarkıları, İstanbul, Kaynak Y„ 1997,8. 30, Ana Britannica cilt 17, R. 185, Meydan Larousse cilt 6, s. 649–650.
10 Server Tanilli, Fransız Devrimi’nden Portreler, İstanbul, Cem Y., 1995, s. 15-20. Robespierre’nin kişiliği, fiziksel-ruhsal özellikleri, özel-günlük yaşamı, yaşam tarz, ve tüm siyasal mücadelesi için bu çalışmaya bakılabilir.
11 Tanilli (1995), s. 20-21.
12 Tanilli, (1995) s. 21–22, 25–26, 28–38, 40.
13 Robespieıre’in saray ve La Fayetteçiler’in entrikalarına karşı anayasayı savunduğu “İlkelerimi Açıklıyorum” başlıklı yazısı için bkz. Vedat Günyol, Devrim Yazıları, İstanbul, Belge Y„1989, s. 14–16.
14 Daha sonra Feuillantlar adını alacak olan grup, Jakobenler Kulübü”nden ayrılırken, jakoben kulüpleri peşine takmaya çalışmıştır. Ancak başarılı olamayınca, devrimin öncüsü haline gelmeye başlamış olan jakoben kulüpleri, yukarıda değindiğimiz 30 Eylül 1791 tarihli tüzük ile kısıtlamaya ve denetlemeye çalışmıştır. Robespieire’in “Dernek ve Kulüplerin Hakları Üstüne” başlıklı söylevi için bkz. Günyol, age, s. 17-22.
15 Tanilli, (1995) s. 38–40.
16 Bu bölüm için bkz. Soboul. age, s. 71–76, Sarıca, age, s. 71–72, 75–78, Tanilli (1999), s. 87–92, Hobsbawm, age, s. 122–126.
17 29 Temmuz’da Robespierre’in Meclis’te yaptığı, hem Meclis’i hem de “bostan korkuluğu” dediği kralı yerden yere vurduğu, kralın devrilmesini savunduğu, meclisi kralın suç ortağı ilan ettiği ve halkı vatanı savunmaya çağırdığı söylevinden parçalar için bkz. Devletin Dertleri ve Olanakları Üstüne, Günyol, age, s. 23–28.
18 Bu bölüm için bkz. Soboul, age, s.
19, 71–82, Sarıca, age, s. 78–90, Tanilli (1999), s. 93, 99, Hobsbawm, age, s. 124–127.
19 Marx ve Engels’e göre Jacques Roux, Babeuf ile birlikte komünizmin atalarındandır. Bkz. K. Marx ve F. Engels, Kutsal Aile, çev. Kenan Somer, Ankara, Sol Y„ s. 161.
20 Günyol, age, s. 94. Ayrıca bkz. Sarıca, age, s. 89.
21 Bu bölüm için bkz. Soboul, age, s. 83–86, 96–99, Sarıca, age, s. 90–100, Tanilli (1995), s. 99–108, Tanilli (1995), s. 61–75, Hobsbawm, age, s. 126–134.
22 Fransız Devrimi’ni konu alan romanlar da, esas olarak 1793–95 döneminde, yani devrimin doruğunda yoğunlaşırlar. Bkz. Victor Hugo, 1793 Devrimi; Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi; Anatole France, Tanrılar Susamışlardı.
23 Bundan sonraki süreç, Jakobenler’in düşüşü (Thermidor Darbesi) ve Robespierre ile arkadaşlarının 28 Temmuz 1794’te giyotine gönderilmelerini içerir. Böylece devrim son bulur ve Thermidorcu Konvansiyon Dönemi ile birlikte devrimcilere karşı “beyaz terör” başlar. Devrimin pek çok kazanımı kaybedilir ve büyük burjuvazi hâkimiyetini kurar.
24 Bu bölüm için bkz. Soboul, age, s. 20, 40, 42, 78, 80, 83–84, 88, 92–97, Sarıca, s. 82–84, 87–88, 92–100, Tanilli (1999) s. 78–79,94, 98–100, 103–106, Hobsbawm, age. s. 126-133, Günyol, age, s. 92, M. Sarıca, Siyasi Düşünce Tarihi, İstanbul, Gerçek Y., 1993, s. 103-105.
25 Jakoben yönetimin devrilişinin pek çok nedeni vardır. Burada şu kadarını belirtmekle yetinelim: Jakobenler’in düşüşü tarihsel bir zorunluluktu. Çünkü Jakobenler küçük burjuvaziyi temsil ediyorlardı ve kendi burjuva sistemlerinin sınırlarını zorluyorlardı. Jakobenler ya toplumsal koşullar nedeniyle o dönemde asla geçemeyecekleri bir sonraki aşamaya (sosyalizme) geçecekler ya da devrileceklerdi. Bir sonraki aşamanın mümkün olmaması ve sınıfsal karakterleri nedeniyle devrilmişlerdir.
26 Robespierre’in Temsil Yoluyla Yönetim başlıklı söylevi, halkçı anlayışının en açık ifadelerinden biridir. Bkz. Günyol, age, s. 42–58. Mecliste Jirondenler’e karşı, “bizler, baldırıçıplaklar ve ayaktakımıyız” diyen de Robespierre’dir. Bkz. age, s. 92.
27 Robespierre’in 2 Aralık 1792’de yaptığı, Jakobenler’in ekonomi politikalarını ortaya koyan Halkın Geçim Araçları Üstüne başlıklı etkileyici konuşması için bkz. Günyol, age, s. 29–38. Ayrıca bkz, s. 90’daki seçme parça.
28 Tanilli (1995), s. 57. Konuyla ilgili olarak Robespierre’in 17. dipnotta adı geçen söylevine ve aynı eserin 94. sayfasındaki seçme parçaya bakılabilir. Robespierre’in parlamenter sisteme yönelik eleştirileri için bkz. Albert Mathiez, Niçin Robespierre’ciyiz?, Tanilli (1995 içinde ek) s. 260 ve bkz. 24 numaralı dipnot.
29 Jakobenler’in eğitim politikalarıyla ilgili olarak bkz. Tanilli (1999), s. 172, Sarıca (1993), s. 104. Ayrıca, Robespierre’in konuyla ilgili Michel Lepelletier’in Milli Eğitim Planı başlıklı söylevi için bkz. Günyol, age, s. 59–68.
30 Robespierre’in devrimci hükümet teorisi için bkz. Devrimci Yönetim İlkeleri Üstüne, Günyol, age, s. 69–76. Cumhuriyet’in İç Yönetiminde Konvansiyon Meclisine önderlik Etmesi Gereken Politika Ahlâkının İlkeleri başlıklı söylevinin bir kısmı için bkz. Günyol, age, s. 77–89, tamamı için bkz. Tuncay, age, s. 437–453. Bu iki metin, kanımızca siyasal düşünceler tarihinin en önemli parçalarındandır.
31 Tanilli (1999), s. 105, Sarıca (1995), s. 92, Günyol, age, s. 70.
32 Soboul, age, s. 95.
33 Tanilli (1999), s. 192.
34 Hobsbawm, age, s. 118.
35 V. I. Lenin, İki Taktik, çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol Y., 1992, s. 50.
36 Örnek olarak bkz. Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri, çev. Yurdakul Fincancı, Ankara. Sol Y., 1992, s. 179, Lenin, Ne Yapmalı?, çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol Y., 1992, s. 16.
37 Akt. Doğu Perinçek, Stalin’den Gorbaçov’a, İstanbul, Kaynak Y., 1991, s, 213.
38 Bernard Lewis, Fransız Devrimi’nin Türkiye’deki Yankıları, Tanilli (1999) içinde ek, s. 197–227.
39 Şerif Mardin, Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu, çev. M. Türköne, F. Unan ve İ. Erdoğan, İstanbul, İletişim Y. 1996, s. 368.
40 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt I, İstanbul, İletişim Y., 1998, s. 528.
41 23 Haziran 1789’da Kral 16. Louis, Tiers Etats’ın kendini Milli Meclis ilan ettiği 17 Haziran kararını iptal ettiğini açıkladı ve meclisin dağılmasını emretti. Kralın bu girişimine karşı Mirabeau, “yerlerimizi ancak süngülerin zoruyla terkedebiliriz” karşılığını vermiştir, bkz. Sarıca1995, s. 55.
42 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt 3. İstanbul, İletişim Y., 2000, s. 29,46-47, 149, 229, 380, 400, 659. 43 Mahmul Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, İstanbul, Kaynak Y., 1995, s. 81-83.
44 Fransız Devrimi’nin Kemalist hareket üzerindeki etkisi ve Mustafa Kemal’in Fransız Devrimi’ne bakışı için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim II-Din ve Allah, İstanbul, Kaynak Y., 1994,s. 104-114.
45 Aynı yerde s. 110.
46 Tarih III, İstanbul, Kaynak Y., 2001, s. 216-221, (Resim 161, s. 100).