Kemalist Devrim‘in Milletlerarası Düşünce Kaynakları
Doğu PERİNÇEK
TEORİ DERGİSİ – Haziran 2006
I
KEMALİZM
1. Kemalizmin tanımı
Atatürk, Kemalizmi bir “felsefe” veya bir “ideoloji” veya bir “öğreti” olarak değil, Türk Devrimi’nin yaptığı işlerin toplamı olarak tanımladı. Ama o “işler”in, yani o devrimci pratiğin kuşkusuz bir felsefesi, bir dünya görüşü, bir ideolojisi vardı.
Kemalist Devrim’in yaptığı işlere yol gösteren düşünsel birikimin temel metinleri şunlardır: 13 Eylül 1920 tarihli Halkçılık Programı1, 1921 Anayasası2, 1924 Anayasası3, Cumhuriyet Halk Fırkası 1927, 1931 ve 1934 Programları4, Devrim Kanunları.5
Cumhuriyet Devrimi’nin pratiğine, daha Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak Kemalizm adı verilmiştir. Ancak Kemalizm’in isim babaları, devrimi yapanlar değil, fakat yabancılardı. Saptayabildiğimiz kadarıyla Kemalizm terimine ilk kez İngiliz belgelerinde rastlanıyor. İngiliz resmî raporlarında, daha 1919 yılı Ağustos ayında “Kemalist” terimi kullanılmış6. Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz ve Amerikan basını, Anadolu’daki hareketi “Kemalist” diye anıyor. Doğan Avcıoğlu, Batı’lı emperyalistlerin bu nitelemeyi Türk Milliyetçiliğini hor görmek için, “Kemal ve çetesi” anlamında kullandığını belirtiyor.7
Sovyet ve Komintern yayın organlarında ise, Kemalizm, Ezilen Dünya’da emperyalizme karşı mücadele ateşini tutuşturan Türkiye’nin kurtuluş hareketidir. Sovyet devrimcileri, daha 1920 yılından başlayarak “Kemalizm” ve “Kemalist Devrim” kavramlarını kullanmışlardır.8
Kemalist adlandırmasını Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kurtuluş Savaşı yıllarında benimsenmediği görülüyor. Atatürk, G. Ellison’a şöyle diyor: “Bu kelime hareketin ruhunu anlatmıyor. Ben ölsem de, canlı da kalsam hareket devam edecektir.”9
Dikkat edilirse, Atatürk, daha en başından kendi davasını bir “hareket” olarak, yani bir “pratik” olarak tanımlamaktadır. Kâzım Karabekir Paşa, Lozan Konferansı arifesinde, Kemalizm adlandırmasından rahatsızdır.10
Cumhuriyet Devrimi önderlerinin, Kemalizm adlandırmasına ilişkin tavırları 1930’larda değişiyor. Kemalizm kavramına CHP’nin temel belgelerinde ilk kez 1935 yılında rastlıyoruz. CHP’nin 9 Mart 1935 günü açılan 4. Büyük Kongresi’nde kabul edilen programın önsözünde şöyle denmektedir: “Yalnız birkaç sene için değil istikbale de şamil olan tasavvurlarımızın ana hatları burada toplu bir halde yazılmıştır. Partiye şamil olan [doğrusu: esas olan] bütün bu prensipler Kemalizm yoludur”11
Görüldüğü gibi, Kemalizm, CHP programındaki ilkeler olarak tanımlanmıştır. Peki, bu ilkeler toplam olarak nedir, ideoloji midir, teori midir, öğreti midir? Bu kavramların hiçbirinin kullanılmayıp, “yol” denmesi, anlamlıdır. Bu tutumun açıklamasını, daha önce kabul edilmiş olan Cumhuriyet Halk Fırkası 1931 Programında buluyoruz: “Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programına temel olan ana fikirler, inkılâbımızın başlangıcından bugüne kadarki fiiliyat ve tatbikatta aşikârdır.”12
Fikirleri, “Fiiliyat ve tatbikatla”, yani eylem ve uygulamayla açıklayan bu tanımı, Atatürk, 1939 yılında toplanacak CHP Kurultayı için 1937’de kendi eliyle yazdığı program taslağında da aynen benimsemiş, yalnız dilini Türkçeleştirmiştir. “Girit” başlıklı ilk sayfanın ilk cümlesi şöyledir: “Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına temel olan ana fikirler, Türk Devrimi’nin başlangıcından bugüne kadar yapılmış olan işlerle yalın olarak ortaya konmuştur.”13
Atatürk kendi elyazısıyla yazdığı bu sayfanın son cümlesinde ise, Türk Devrimi’nin gerçekleştirdiği bütün bu işlere, “Kamâlizm Prensipleri” adı verilmektedir: “Partinin güttüğü bütün bu esaslar ‘Kamâlizm Prensipleri’dir.”14
Kemalizm isimlendirmesi, 1935 yılında CHP 4. Kongre kararıyla kabul edildikten sonra yaygın olarak kullanılır olmuştur. 1936 yılında “Kemalizm” veya “Kamâlizm” başlığını taşıyan iki kitap yayımlanmıştır. Birisi Edirne Mebusu Şeref Aykut’un Kamalizm isimli kitabıdır. Alt başlıkta, “C. H. Partisi Programı’nın İzahı” açıklaması yer almaktadır.15
Kemalist Devrim’in düşünürlerinden Tekin Alp de, yine 1936 yılında yazdığı kitaba Kemalizm adını vermiştir.16
Mahmut Esat Bozkurt, Devrim Tarihi derslerinde CHP Programıyla uyumlu bir Kemalizm tanım yapmıştır: “Türk ihtilalinin verimi, sembolik Altı Ok içindedir ki, buna Kemalizm diyoruz ve diyorlar.”17
Prof. Dr. Afet İnan’da, “Atatürk’ün uğraştığı ve kendi mesuliyeti altında tahakkuk ettirmek istediği inkılâplardın, “ona izafeten ‘Kemalizm’ tabiriyle tarihte yer aldığını” belirtmektedir.18
Yukarda gösterildiği gibi, Kemalizm, CHP programlarında ve Atatürk’ün elyazılarında, ısrarla, devrimin pratiğiyle tanımlamıştır. Bu, toplumsal pratiğin düşünceyi belirlediğini kabul eden, materyalist bir tanımdır.
Ancak bu tanım yapıldıktan sonra, Kemalizmin esaslarının sistemli ve bilimsel ölçülerde belirlenmesi ve yazılması istemi, CHP Kongrelerinde ve siyasal düzlemlerde sık sık dile getirilmiştir.19 Hatta Kadro dergisi, kendi yayımlanma nedenini bu ihtiyaca bağlamıştır.
Kadrocular, Kemalist Devrim’in, kendi ilkelerini yaşatacak ve buna bilinç oluşturacak bütün teorik ve fikri unsurlara sahip olduğunu, ancak bunların, devrime “ideoloji olabilecek bir fikriyat içinde” birleştirilip sistemleştirilmediğini belirtmişlerdir.20
46, 8 Kasım 1987, s. 20 vd. Elyazı belgesi için şu kitabımıza da bakılabilir: Doğu Perinçek, Kemalist Devrim–3 Altı Ok, 1. basım. Kaynak Yayınları, İstanbul; s. 109 vd.
Kemalizmin “Kamâlizm”e dönüşmesinin hikâyesini ise, 4 Şubat 1935 günlü Anadolu Ajansı bülteninden öğrenebiliyoruz: “İstihbaratımıza nazaran, Atatürk’ün taşıdığı Kamâl adı Arapça bir kelime olmadığı gibi Arapça Kemâl kelimesinin delâlet ettiği mânâda da değildir. Atatürk’ün muhafaza edilen özadı, Türkçe ‘ordu ve kale’ mânâsına olan ‘Kamâl’dir.” (Aktaran: Mete Tunçay, “Atatürk’e Nasıl Bakmak”, Toplum ve Bilim, sayı 4, s.89/dipnot 2.) Atatürk’ün 1937 yılında kendi eliyle “Kamâlizm Prensipleri” diye yazması, adındaki değişikliği benimsediğini gösteriyor.
Ancak Kadro dergisinin Kemalizmin teorisini yapma iddiasının pek başarılı sonuç verdiği söylenemez. Bu nedenle Kemalizmin sistemleştirilmesi ve teorileştirilmesi konusundaki bunalım devam etmiştir. Örneğin Tekin Alp’in Kemalizm kitabı, bu bunalımı çok iyi yansıtır. Tekin Alp, Kemalizmin, bir ideoloji mi, nazariye mi, doktrin mi, sistem mi, yoksa bir rejim mi olduğu tartışmasını yapanlardandır. Ona göre, Kemalizm ihtilali, “Türkiye’nin rejimi”dir. Kemalizm, bir “sistemedir; bir “ideolojidir ve gelecekte azimle takip edilecek olan “yol”dur.21
Burada Tekin Alp’in ve birçok Kemalist düşünürün İdeoloji ile öğreti (doktrin) ve teori (nazariye) kavramlarını birbirlerine karıştırdıkları ve bu kavramları bilimsel ölçülerde tanımlamadıkları görülüyor. Kısaca değinelim, ideoloji toplumsal sistemlerin, dolayısıyla sınıfların fikir, kurum ve değerlerinin bütünüdür. Bu nedenle ideolojiler, doktrin veya teoriler gibi belli önder veya düşünürlerin damgasını taşımazlar; bir sınıfın yüzlerce yıllık maddi ve manevi kültür ürünlerinin bileşimini ifade ederler. İdeolojileri, kişiler değil, tarihsel süreçler yaratır.
Kavramların tanımındaki belirsizlik bir yana, Tekin Alp, Kemalist Devrim’in CHP Programındaki tanımını anlayamamıştır. Atatürk, Kemalizmi, “Türk devrimiyle gerçekleştirilen işler” diye tanımlayarak, bir öğreti veya teori kurma iddiasında bulunmadığını ortaya koymuştur. Nitekim Yakup Kadri, Atatürk’ün “Doktrin istemem. Donar kalırız. Biz yürüyüş halindeyiz.” dediğini aktarır.22
Atatürk’ü anlayan devrim önderleri kuşkusuz vardır. Nitekim CHP Genel Sekreteri Recep Peker, Kemalizmi açıklarken şöyle der: “Parti programının hayat anlayışı, nazariyecilikten değil, hayattan gelir.”23
Manisa Mebusu Kazım Nami Duru da, tıpkı Recep Peker gibi olayı anlamıştır: “Arkadaşlar, Kemalizm bir ideal değildir. Tahakkuk ettirilmiş bir takım realitelerdir.”24
Aslında Tekin Alp de, Kemalizmin içeriğini, “Şefin tespit ettiği ideale yönelik emekler” diye belirlerken, birçok yanlışın arasında gerçeği de yakalamış oluyor.25
Daha birçok örnek verilebilir. Devrimin uygulayıcıları ve düşünürleri, genellikle Kemalizm tanımında pratiğe verilen önceliğin altını çizerler. Özetlenecek olursa, Kemalizm, Kemalist Devrim denen uygulamaların toplamıdır.
Kemalizmi, o devrimci pratikten koparmak, hayatın dışında, dünyanın dışında, insanlığın ve verili toplumsal ekonomik sistemlerinin dışında, “ideolojiler üstü” metafizik konumlara yerleştirmek, yani Kemalist Devrimi tepetakla etmek, daha çok 1940 sonrası Küçük Amerika döneminde görülen bir hurafedir. Kuşkusuz daha Atatürk’ün yaşadığı zaman, Şükrü Kaya gibi, “Kemalizm, sağ veya sol formüllerin dar çerçevesi içine alınamaz” diyenler de bulunmaktadır. Aslında bu tür nitelemeler, “Kemalizm diye bir şey yoktur” anlamına gelir. Çünkü dünyada ideolojilerin üstünde ve dışında, gerici, tutucu veya devrimci gibi nitelemelerin dışında bir fikir, bir siyaset, bir sistem, bir rejim bulunmaz. Bütün siyasal akımlar, verili toplumsal-ekonomik sistemler içinde bir yere otururlar. Atatürk, Fransız Devrimi’nin yolunu izlediğini ve Sovyet Devrimi’nden etkilendiğini her zaman açık ifadelerle belirtmiştir. Atatürk ve arkadaşları, 1920’den itibaren “Devlet Sosyalizmi”ni savunduklarını, felsefede Tarihsel Materyalist veya Maddiyatçı Determinist olduklarını, vb sık sık ifade etmiş ve ders kitaplarına da yazmışlardır.
Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik; ideolojiler ve siyasal teoriler dışındaki kavramlar değildir. Bu ilkelerin hepsi Türk Devrimi’nden ve Atatürk’ten önce vardı ve böyle olması da doğaldır. Her siyaset ve felsefe akımı, kendisinden önce ortaya çıkan toplumsal ilişkiler ve değerler üzerinde yükselir. O nedenle teori ve öğretiler, insanlar tarafından uydurulmuş değillerdir; belli tarihsel zeminler üzerinde yükselirler. Atatürk’ün üstünlüğü, yaşadığı toplumun ve dünyanın gerçeklerini çok iyi tanımlaması, yaşanan süreci dinamik bir akış içinde dünü ve yarınıyla anlaması ve bu verili tabloda, bir devrimin yapabileceği işlerin sınırlarını sonuna kadar zorlamasıdır. Kuşkusuz bu son derece yaratıcı ve engin devrimci tavrın temelinde bir dünya görüşü bulunmaktadır ve en önemlisi bu dünya görüşünün belirlediği bir hedef vardır. Yanlış olan bu dünya görüşünü, bu felsefeyi, dünyada verili sistemlerden, rejimlerden, doktrinlerden kopararak, cennetteki Tuğba ağacı gibi kökleri gökyüzünde olan bir masal öğesine benzetmektir.
Evet, Kemalizm, Atatürk’ün deyişiyle bir “yürüyüş”tür, o nedenle CHP Programı’nda “yol” diye tanımlanmıştır. O yolun kuşkusuz bir yol göstericisi vardır. Atatürk, o yol göstericinin bilim olduğunu açıklayarak. Materyalist bir felsefeye sahip olduğunu belirlemiştir. Daha 23 yaşındayken, 1904 yılında not defterine, “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” diye yazmıştır.26 Bu maddeyi anlama çabası, aslında Atatürk’ün bütün başarılarının esasıdır.
2. Kemalizmin içeriği
Peki, nedir Kemalizmin felsefesi veya ideolojisi?
Kemalistler, kendilerini Halkçı kavramıyla tanımladılar. Halkçılık, 1930’larda formülleştirilen Altı Ok’tan biriydi, ancak aynı zamanda Kemalist Devrim pratiğinin tamamını da ifade ediyordu, Nitekim kurdukları partiye Cumhuriyet Halk Fırkası adını verdiler. Kemalist Devrim’in ilk resmî programı, Halkçılık Programı diye adlandırıldı.27 Bilindiği gibi. Heyeti Vekile (Bakanlar Kurulu) adına BMM Reisi Muştala Kemal imzasıyla, Anayasa tasarısı olarak 13 Eylül 1920 günü Meclisi sunuldu. Devrim’in ilk anayasası, Halkçılık Programı’nın geliştirilmesiyle 20 Ocak 1921 günü kabul edildi. Halkçılık, Büyük Fransız Devrimi’nin temsil ettiği burjuva-demokratik akım ile Doğu Avrupa’daki Halkçılık (Narodnizm) ve Sovyet Devrimi’nin, Türkiye gerçekleri zemininde kaynaştırılmasıydı.
Kemalist Devrim. Osmanlı devletini yıktı, emperyalizme karşı tarihin ilk başarılı kurtuluş savaşını verdi; 1930’ların devletçi ve planlı ekonomi uygulamasıyla bir kalkınma modeli kurdu ve bu pratiklerden geçerek evrensel düzlemde Mazlum Milletler’in öncüsü konumundaki yerini belirginleşirdi.
İşte bu tarihsel pratik, Kemalizm’in tanımını da belirler: Kemalizm, Türkiye’nin 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan milli demokratik devriminin İstiklâl Savaşı ve Cumhuriyet’in inşası dönemindeki pratiğidir.
Kemalizmi uluslararası alandaki yerine oturtacak olursak, bir yönüyle Batı’ya göre gecikmiş bir burjuva demokratik devrimdi. Ancak Kemalist Devrim’e Ezilen Dünya’dan bakacak olursak, bir öncü devrim saptamasında bulunuruz.
Türkiye’nin milli demokratik devrimi, kapitalizmin yükseliş çağında değil, çürümeye başladığı dönemde, yani emperyalizm aşamasında. Ezilen Dünya’nın en ileri ülkelerinden birinde yaşandı. Bu nedenle Kemalizmin içeriğini, emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesi belirledi. Bu mücadele, İstiklâl Savaşı’yla sınırlı değildir. Türkiye, 18. yüzyıldan beri dışı ticaret çağındaki yayılmacı kapitalizme ve emperyalizme karşı savaşıyordu. Türkiye, burjuva demokratik devrimi, dünya burjuvazisine rağmen gerçekleştirmek durumundaydı. Ezilen Dünya’da bağımsız bir millî devlet ve çağdaş bir millet, Batı’nın gelişmiş kapitalist ülkelerindeki gibi, bireysel çıkarı esas itici güç sayan liberalizmle kurulamazdı. Bu nedenle Kemalizm, Türk Devrimi’nin daha önce belirginleşmiş halkçı geleneğinden beslenerek ve Sovyet Devrimi’nin kamucu karakterinden etkilenerek, demokratik devrim pratiğini halkçı-devletçi bir rotaya oturttu ve Ezilen Dünya ülkelerine esin veren bir model üretti.
19. yüzyılın sonlarına doğru belirginleşen Türk Devrimi’nin milliyetçiliği, o tarihlerde tekelci aşamaya varan İngiliz ve Fransızlarınki gibi emperyalist değil, bağımsızlıkçıydı ve diğer milletlerle uyum içinde yaşamayı öngörüyordu; bireyci değil, toplumcuydu (halkçı) özel çıkarcı değil, kamucuydu; merkezkaç eğilimli değil, merkeziyetçi idi. Kemalizm, Türk Devrimi’nin pratiğini emperyalizm ve feodalizme karşı devrimci bir zafere ulaştırırken, devrimin bu özelliklerini, Sovyet Devrimi’nden de kuvvetle etkilenerek iyice belirginleşirdi ve zorunlu olarak Batı’nın burjuva Demokratik devrimlerinden farklı bir yola yöneldi ve farklı bir pratik ve öğreti yarattı.
Türkiye’nin demokratik devrimi, kapitalizmin kuruluşuna önderlik eden Batı Avrupa burjuvazisinin gerçekleştirdiği burjuva demokratik devrimin tarihsel işlevini, emperyalizm çağında, bir Ezilen Dünya ülkesinde gündeme getirdi.
II
KEMALİZMİN FELSEFESİ
1. Doğada: Maddenin Önceliği
Kemalizmin, bir teori veya doktrin olmadığını belirlemiştik. O nedenle Atatürk ve arkadaşlarının açıklamalarında, özgün bir felsefe teorisi aramaktan çok, Kemalizmin felsefî yönelişlerini, içinde yer aldığı felsefe kampını ve özellikle Kemalist Devrim’in pratiğini besleyen düşünce kaynaklarını saptamak, daha anlamlı ve gerçekçidir.
Felsefe akımları bilindiği gibi, iki kampa ayrılıyor. Ruhun ya da düşüncenin önceliğini kabul eden felsefeye İdealizm, doğayı ilk ve esas unsur kabul eden felsefeye ise, Materyalizm deniyor.28
Burjuvazinin devrimci akımı, materyalisttir. Bu akım içinde yer alan Kemalizmin tavrı da açıktır, esas unsuru doğada görmektedir.
Kemalist Devrim’in ders kitapları, Materyalist Tekçiliği (Monizm) savunur, doğayı “evrendeki varlıkların birliği” olarak tanımlar. Doğa, hem evrenin yasalarının sahibidir, hem de aynı yasalara bağlıdır. Doğada hiçbir şey yok olmaz ve hiçbir şey yoktan var olmaz. Doğanın üstünde ve dışındaki bütün kavramlar, insan beyni tarafından uydurulmuştur.29
Bu Materyalizm dersi, Tarih kitabının hemen başında yer alır. Zaten Kemalist önderlik tarih çalışmalarına iki amaçla girmiştir. Birincisi, “millî bir tarih yazmak”tır. İkincisi, “evrenin oluşumu, insanın ortaya çıkışı ve insan hayatının tarihî devirlerden önceki geçmişi konusunda yanlış anlayışların önüne geçmek, Eleştirel Tarihe ve doğa bilimlerine dayanan bilimsel teorileri açıklamaktır”.30
2. Evrenin bilinebilirliği
Kemalizm, varlık ile bilgi arasındaki ilişkiye de materyalist bir yanıt vermiştir; insanın evreni bilebileceği kanısındadır. Tarih kitapları, bilgimizin sınırının “son yüzyıllarda yapılabilmiş keşiflerin ötesine geçemeyeceğini belirtirler. Ancak her günkü yeni keşiflerle bilgilerimizin sınırı genişlemektedir.”31 Atatürk, insan zekâsının doğanın sırlarını çözeceğine ve beklenilen gerçekleri ortaya koyacağına “kesin” gözüyle bakar. Doğada hiçbir şeyin yok olmayacağından hareketle, ilerde insanlığın geçmişten kalan ses dalgalarını da saptayabileceğini ve binlerce yıl önce söylenmiş sözleri belirleme olanağına kavuşacağını belirtir.32 Görüldüğü gibi, Kemalist devrimciler, bilinmezci idealizmi reddederler.
3.Toplumda: Determinizm ve Maddecilik
Determinizm, Pratik Maddiyatçılık ve Tarihsel Materyalizm
Kemalist Devrim’in önderleri, felsefelerini “tarihte deterministiz, icraatta pratik maddiyetçiyiz” diye açıklamışlardır.33 Bu açıklamayı Meclis kürsüsünden İçişleri Bakanı yapmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, konu Atatürk ve çevresinde tartışılmış ve sonunda böyle bir formülde karar kılınmıştır.
Öte yandan Cumhuriyet’in düşünür ve siyaset adamları arasında, Kemalizmin, Bilimsel Sosyalizmin kurucularının Tarihsel Materyalizm öğretisini kabul ettiğini açıklayanlar da vardır. Edirne Mebusu Şevket Aykut, 1936 yılında yazdığı Kamâlizm başlıklı kitapta, Kemalizmin toplumsal öğretisini şöyle açıklar:
“Tarihte hiçbir devrim yoktur ki, tarihsel olmasın. Bunların hepsi istisnasız, ayrısız tarihin maddi sebeplerinden, mutlak ekonomik sebeplerden doğar.” saptamasında bulunduktan sonra, yakın tarihimizi, “tarihî maddecilikten doğmuş ekonomik hareket” olarak inceleyebileceğimizi belirtir ve inceler. Şevket Aykut, ulusçuluğu da, tarihî maddecilikle açıklar ve Atatürk’le ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapar:
“Atatürk, ulusçuluğu ancak tarihin maddi ve ekonomik yöneyinden kavrayarak Partisine hız vermiştir.”34
Doğrudur, Atatürk’ü Atatürk yapan, genç yaştan başlayarak tarihin seyri konusundaki bilimsel bakış açısıdır. Atatürk, hep tarihin maddesini anlamaya çalışmış ve bu yaşanan süreçte yine tarihin seyri içinde gerçekleşebilir çözümler üretmiştir. Osmanlı devletinin “ömrünü tamamladığını” ve yeni bir millî devletin koşullarının doğduğunu, bu bakış açısıyla görmüş ve başarı kazanmıştır. Nutuk’un birinci cildinin başları, tarihe maddeci bakışın esaslı bir örneğidir.
Kemalistler, “tarihte deterministiz” açıklamasıyla, yalnız doğanın değil, toplumun da nesnel yasalara bağlı olduğunu kabul ediyorlar. Bilindiği gibi, Determinizm (Gerekircilik), doğadaki süreçlerin ve olguların evrensel ve nesnel bir nedenselliğe dayandığını kabul eder. Mahmut Esat Bozkurt, Devrim Tarihi derslerinde Determinizmi, “milletlerin haklarına kavuşmaları için” ihtilalin gerekliliği ve kaçınılmazlığı olarak açıklar.35 Kemalistlerin “İcraatta pratik maddiyetçiyiz” açıklamasının içeriğini kesin çizgilerle belirleyemedik. Felsefe tarihlerinde “Pratik Maddecilik” diye bir akıma rastlamadık. Yalnız Marx ve Engels, teorilerini henüz yeni oluşturmaya başladıkları 1845–46 yılında yazdıktan Alman İdeolojisi’nde “pratik maddeciliği”, “Komünizmle” eşanlamda kullanıyorlar.36 Kemalistlerin bu “Pratik Maddiyetçiyiz” kimliğinin Feuerbach’lardan geldiği de düşünülebilir. Çünkü Marx ve Engels, aynı yerde Feuerbach’a da göndermede bulunuyorlar.37 Denebilir ki, “Pratik Maddiyetçilik”, Kemalizmin eyleme öncelik veren tavrını yansıtmaktadır. Kemalistlerin pratiğe vurgusu, Alman idealist filozoflarından Fichte’nin düşünceyi değil, eylemi esas ilke kabul eden felsefesini de çağrıştırmaktadır. Ancak Fichte, ne deterministtir, ne de materyalist.
Tarihte Belirleyici Etken: Ekonomi
Kemalizm, toplumların tarihinin açıklanmasında, ekonomiyi belirleyici etken olarak kabul eder. Atatürk, 1930 yazında Yalova’da “tarihî olayların en önemli etkeni” konusunda bir tartışma açar. Bu konuda kendi görüşlerini şöyle belirtir:
“Bence bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle, yükselmesiyle, düşkünlüğüyle ilgili olan en önemli etken, milletin iktisadiyatıdır. Bu, tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bir hakikattir. Bu hakikat bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamiyle görülmektedir.
“Türk tarihi incelenirse, birçok sebeplerin başında bütün yükseliş ve çöküş sebebinin iktisat meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.”38
Atatürk, son cümleyi, yedi yıl önce İzmir İktisat Kongresini Açış Konuşmasında da aynen söylemiştir.39 Ona göre, “Zamanımız bir iktisat devrinden başka bir şey değildir”. Kongre konuşmasının sonlarına doğru, “tam bağımsızlık” ve “millî egemenlik” gibi büyük hedeflerin gerçekleşmesi için gerekli kuvvet ve temeli de şöyle belirlemiştir: “Biricik kuvvet, hakikî en kuvvetli temel iktisadiyattır.”40 Bu anlayışı nedeniyle Yeni Türkiye devletinin temellerinin “süngü ile değil, süngünün de dayandığı iktisadiyatla kurulacağını” belirtmiştir.41
Kemalizmin ekonomiyi esas etken kabul etmesini, dinsel inanca indirgeyenler bile olmuştur. Edirne Milletvekili Mehmet Şevket Aykut, “Kamâlizm”in, “bütün prensiplerini ekonomik temeller üzerine kuran bir din” olduğunu söylemektedir.42
Ekonomiyi temel aldığı için, Marksizm ile akrabalık kuran Kemalist düşünürler de vardır. Örneğin Yusuf Akçura, “toplumların gelişmesinde ekonominin ve sınıf mücadelesinin ne kadar önemli bir yeri olduğunu Marksizmden öğrendiğini” belirtir ve Yeni Türkiye’nin kurulmasında ekonominin başlıca tarihî etken olacağını vurgular.43
Mahmut Esat Bozkurt ise, ekonominin siyasal kurumlara, devlet biçimine, dünya politikasına ve kurumlarına etkisini anlattıktan sonra ekonomik yenileşme ile devrim arasındaki diyalektiği açıklar: İhtilaller, sosyal ve ekonomik nedenlerle gerçekleşir ve her ihtilal ancak ekonomik alana girerek, “tam ve başarılı” olabilir.
Bozkurt’a göre, Lenin’in bu yöndeki görüşleri haklıdır; “Atatürk de sosyal ve ekonomik alanlara çok önem vermiştir.” Bozkurt, ekonomik yenilik yarattığı için “eksiksiz ihtilallere” örnek olarak, Atatürk ihtilalini, Lenin ihtilalini ve 1789 Fransız ihtilalini gösterir.44
Bozkurt, Kemalizmin ekonomiyi esas etken kabul eden görüşlerini. Komünizmin emek-değer teorisini benimsemeye kadar götürür. Kemalizmin bu ateşli ideologu, üniversitedeki Devrim Tarihi derslerinde şöyle demektedir:
“Komünizm: Değer=İştir… diyor (Capitale, K. Marx)
“Her ne kadar bazı şarlatanlar buna hayır diyorlarsa da, bunda şüphe yoktur.”45
Bozkurt, devamla Marx’ın artıdeğer teorisini savunur ve artıdeğerin “işçinin kapitalist tarafından çalınan emeği” olduğunu belirtir.46
Fransız Sosyal Tarihçiliği ve Tarihsel Materyalizmin sınıf mücadelesi teorisi
Kemalist yönetim, Türk tarihini şöyle özetlemişti: Türk toplumu, bir zamanlar sınıfsızdı. Ortaçağda Yakındoğu toplumlarıyla temasa geçerek sınıflara bölündü, “Zorbalık, tasallut ve din”, seçkin sınıflar yarattı. Lise Tarih kitapları, sınıflara bölünmeyle oluşan toplumsal kuruluşun adını evrensel teorik kategorilerle açıklıyordu: “İslam-Türk feodalitesi”, “Selçuklu feodalitesi”, “Osmanlı feodalitesi”47
Kemalistlerin Osmanlı toplumu üzerine resmi görüşü diyebileceğimiz metin, sınıfsal bir tahlili içerir. Ortaokul ve lise tarih kitaplarına kaynak olan Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin, Osmanlı “feodal” toplumu üzerine tezleri şöyle özetlenebilir:
— Osmanlı toplumu sınıflı bir toplumdur. Osmanlı hâkim sınıfı, hükümdarın çevresindeki ruhanî, askerî ve mülkî aristokrasiyi oluşturan merkezî feodaller ile yerel feodallerden oluşur.
— Osmanlı feodal hâkim sınıfı da, onun ezdiği halk da, yalnız Türk değildi, çeşitli kavimlerden oluşuyordu. Başka deyişle toplumsal çelişme kavim farklarına değil, sınıf farklarına dayanıyordu.
— Osmanlı ordusu, Osmanlı sultanının ve hâkim zümresinin çıkarlarını korumakla görevliydi.48
Cumhuriyet Devrimi’nin tarihçileri diyebileceğimiz Fuat Köprülü’ler, Yusuf Akçura’lar, Cumhuriyet Öncesi tarihi sınıfsal açıdan incelemişlerdir.49
Kemalistler, yıktıkları Osmanlı devletinin zalim ve soyguncu karakterini, ödün vermez bir dille belirtirler.50 Bu net tutumun bir sonucu olarak, tarihi, feodal hâkim sınıfların bakış açısıyla değil, daha çok ezilen köylü ve göçebe kitlelerin safından açıklarlar.
Cumhuriyet Devrimi’nin okullarda okutulan tarih kitapları, Avrupa Ortaçağını ve Fransız Devrimi’ni açıklarken de, sınıfsal tahlil yöntemini benimsemişlerdir.51
Kemalistlerin devrimci dönemdeki tarih görüşünün kaynağının burjuva-demokratik tarihçilik olduğu açıktır. 19. yüzyılın Guizot, Mignet ve Thierry gibi sosyolojik tarihçilerinin, Kemalist tarih araştırmacılığını kuvvetle etkilediği görülüyor. Mahmut Esat Bozkurt’un İnkılâp Dersleri’nde, önemli ölçüde onlardan esinlendiği görülür. İngiliz ve Fransız devrimleri incelenirken, esas kaynak Guizot ve Mignet’dir.52 Daha önemlisi, Bozkurt, tarihin devrimlerle ilerlediğini savunurken, bu iki tarihçiye göndermede bulunur.53 Yine Türk Tarih Kurumu’nun ilk başkanı Yusuf Akçura, tarihin mantığını keşfetmeye çalışırken, İbni Haldun, Vico, Herder, Guizot, Buckle, Hegel ve Marksizmden etkilenmişti.54
Günümüz dünyasını devrimler yaratmıştır: Fransa’nın sosyolojik tarih akımı ile Kemalistlerin buluştuğu esas budur. Kemalistler, devrim yaptıkları için, devrimi gerekli ve zorunlu bulan bir tarih teorisi aramışlar ve bu teoriyi, liberal-sosyolojik tarihçilikte bulmuşlardır.
Kemalizmi de etkileyen Fransa’nın liberal tarihçiliği, Fransa’da 19. yüzyılın ilk yarısında sosyoloji ve tarihyazıcılığı alanındaki şiddetli ideolojik mücadelenin ürünüdür. Burjuvazinin liberal kesimlerinin tavrını temsil eden seçkin tarihçi ve sosyologlar, Fransa’da Restoras¬yon döneminde, toplumsal gelişmenin tarihsel yasalarını keşfetmeye ve aynı zamanda kapitalist sistemin yasalarını kanıtlamaya yöneldiler. Sosyolojik düşüncenin gelişmesinde Fransız burjuva-liberal tarihçileri önemli bir rol oynadı. Bunlar arasında, François Pierre Guizot (1787–1874), Augustin Thierry (1795–1856) ve François August Mignet (1796–1884) özellikle anılmaya değer.
Restorasyon döneminin Fransız liberal tarihçileri, tarihsel süreci kavramada 18. yüzyılın Aydınlanma döneminin tarihçilerine göre önemli bir ilerlemeyi temsil ediyorlardı. Onlar, tarihin açıklanmasında, tek tek şahsiyetler yerine toplumsal grup ve sınıflara; siyasal düzenden çok insanın burjuva varlığı ve burjuva toplumuna öncelik tanıyorlardı. Siyasal düzen, “toplumun elbisesi” idi. Yönetilenlerin mutluluk veya acısı, kralların zaferlerinden veya acılarından daha önemliydi.
Liberal tarihçiler, Engels’in belirttiği gibi, tarihin açıklanmasında sınıf mücadelesi olgusuna “anahtar” rolü verdiler.55 Bununla birlikte sınıf ve sınıf mücadelesi kavramlarının bilimsel bir açıklamasını yapamadılar; sınıf ile zümre kavramlarını da birbirinden ayıramadılar. Daha önemlisi, artık kapitalizmin hâkim olduğu çağda, sınıf mücadelesinin sona ermesi zamanının geldiğini iddia ettiler.56
Kemalizmin tarihçileri, Fransız sosyolojik tarihçileri gibi “Restorasyon” döneminde değil, kendi ülkelerinin devrim döneminde ortaya çıktılar. Öte yandan tarihyazıcılığın dünya ölçeğinde elde ettiği kazanımlardan öğrenme şansına sahiplerdi. Ancak din konusundaki idealist tavırları, onları zaman zaman sosyolojik tarihçilikten uzaklaştırdı. Örneğin Ortaçağda sınıfların oluşmasında, sık sık sosyoekonomik temele değil, fakat dine belirleyici bir önem verdiler. Dolayısıyla Ortaçağın aşılmasını da, eski üretim ilişkilerinin tasfiyesinden çok dinin ideolojik tasfiyesi olarak anlamışlardır.
Kemalistler de, sınıfların ve sınıf mücadelesinin varlığını, liberal burjuvazinin genel tutumuna uygun olarak kendilerinden önceki dönem için geçerli saymışlar, kendi dönemlerine gelince sınıfların olmadığı veya uzlaştıkları gibi tezler getirmişlerdir. “Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz” formülü, işte böyle bir sınırlılığı ifade eder.
4. Evrim değil devrim
İhtilal ve inkılâp kavramları, Kemalistlerin tarih felsefesinin temel taşlarıdır. Atatürk ve arkadaşları, insanlığın gelişmesinin tahlilinde devrime anahtar rolü verirler.57
Kemalizm, evrim mi devrim mi tartışmasına, devrim yaparak kesin ve açık bir yanıt vermiştir. Bu yanıt, yalnız pratikte değil, aynı zamanda teoridedir: “Sosyal ve ekonomik hayatta ilerleme, evrimde değil, gerektiğinde ihtilaldedir.”58 Bozkurt, evrimin “ancak fizyolojik olaylarda söz konusu” olacağını kabul eder, ne var ki toplumlara gelince, “Seviye ve evrim (gelişme) teorisini”, şiddetle eleştirir; bunları “ihtilaller için zararlı” ve “safsata” olarak niteler. Evrimin “safsata” olduğunu, Türkiye örneği kanıtlamıştır, “bir atılımda bin yılı gerilerde bırakarak bin yıl ileri gitmiştir”.59
Atatürk, devrimi şöyle tanımlar:
“İnkılâp mevcut kurumları zorla değiştirmek demektir.
“İnkılâp, Türk milletini son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine, milletin en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır.”60
Mahmut Esat Bozkurt’un Devrim Tarihi derslerinde verdiği “İhtilal” tanımı da, Atatürk’ün tanımıyla aynı özü taşır:
“Tam ve olgun anlamıyla ihtilâl; mevcut bir politik, sosyal ve ekonomik düzenin yerine; yine politik, sosyal ve özellikle ekonomik, yeni ve ileri bir düzeni zorla ve çoğu zaman silah gücüyle başaran harekettir.
“… İhtilâl, ileri bir rejim kurmalıdır. Böylece eskiliğin yerini, yeni bir düzen ve kuruluş almalıdır.”61
Bozkurt, devamla 1789 Fransız, 1917 Rus Sosyalist ve 1919’da başlayan Atatürk ihtilallerini, “düzeni baştanbaşa değiştirdikleri ve ileriye götürdükleri” için “tam ve eksiksiz” devrimlerin örnekleri olarak sayar.
Mahmut Esat Bozkurt, Devrim Tarihi derslerinde ihtilallerin “tesadüfi ve yerel olaylar olmadıklarını” belirtir ve Kemalizmin toplumların gelişmesine ilişkin temel görüşünü vurgular:
“İhtilâl, tarihî bir zorunluluktur.
“Çünkü ekonomik olaylar aynı kalmaz, boyuna değişirler.”
Kemalizmin devrim tarihçisi, siyasal kurumların, “mülkiyetin değişen şekillerine bağlı” olduğunu saptar. “Yüzyılların dibinden kopup gelen geniş sosyal gelişim”, ihtilal hareketlerini ve ihtilalleri doğurmaktadır.62
Dikkat edilirse, Kemalistler, devrimi istek ve iradeye bağlamamışlar, tarihin kaçınılmaz ve gerekli gelişme yolu olarak görmüşlerdir. Mahmut Esat Bozkurt, toplumların devrimlerle ilerlediği yasasını, tarihin bilimsel gözleminden çıkartır ve bu olguyu “bir nevi determinizm gözüyle” şöyle açıklar:
“Filozoflar ne derlerse desinler, ne yolda düşünürlerse düşünsünler… benim tarihin verimi olarak bildiğim, gördüğüm realite şudur:
“Milletler haklarına kavuşmak için ihtilâl yapıyorlar.
“Milletler haklarına ihtilâl ile kavuşuyorlar.
“Bu iş başka türlü olmuyor.
“İş başında bulunanlar, milletlerin muhtaç oldukları yenilikleri, rica ile niyaz ile kabul etmiyorlar. En küçük reformlara bile razı olmuyorlar. Aklın ve mantığın gereklerine uymuyorlar. Akıl ve mantık zorunlulukları, silahla takviye edilincedir ki iş başındakilere (Pekiyi!) dedirtmek mümkün oluyor! Bunun aksi tarihte nadir değil enderdir.
“…
“Saati çalıp da, hayatî zorlamalar kendilerini gösterince hakka kavuşmanın çaresi ihtilâl oluyor.
“…
“Bu, doğru veya eğri olabilir. Fakat, tarihin verimidir. Dönmez ve şaşmaz bir verim.”63
Kemalistler, toplumların baskı ve despotluğa karşı devrim yapma hakkını savunurlar. Bozkurt, günümüz dünyasını bu hakkı kullanan toplumların yarattığını açıklar:
“Tarih diyor ki, lüzumunda ihtilâl çıkartmak milletler için uğursuz değil, mutlu neticeler verdi.
“Bu muhakkaktır.
“Uzaklara gitmek gerekmez. Türk milleti 1918’de ihtilâl hakkını kullanmasaydı, bugünü yaratamazdı… İngilizler meşhur ihtilâllerini yapmasalardı, bugünkü İngiltere doğar mıydı?
“1789 Fransız ihtilâli olmasaydı; insanlık bugünkü manasıyla olur mu idi?
“İhtilâlde hayat vardır.
“Uyuşuklukta da ölüm vardır.”64
Yusuf Akçura, modern devletin “ihtilâllerin ürünü” olduğunu saptar.65
Recep Peker, İnkılâp Derslerinde, Türk Devrimi’ni “hürriyet devrimi tipinden bir halk ihtilali” diye tanımlar.66
Yasa gerekçelerinde Türk Devrimi, Ortaçağ kurumlarına karşı “demokratik” bir devrim olarak nitelenir.67
Kemalistler, ezilen bir ülkenin Jakobenleridir. Onlara göre demokrasi bir devrim sorunudur. Atatürk, Medenî Bilgiler kitabı için kendi eliyle yazdığı bölümlerde, demokrasiyi “milletin çoğunluğunun, toplumsal kuvvetinin sonucu” olarak görür. “Millet yeter derece kuvvetli olunca, kuvvet ve kudreti eline alır. Bu olay bazan ihtilâl ile ve bazan da hükümdarla yapılan düzeltici bir anlaşma ile olur.”68
Ancak Atatürk’ün kendisi, reformcu değil, devrimcidir. İkinci Meşrutiyet’i hükümdarla millet arasında denge aradığı için eleştirmiştir. Millete gerekli olan, “hürriyet ve hâkimiyetini fiilen ve maddeten” eline alacağı bir devrimdir.69 “İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamaz.” O, “devrimin kazanılması için tarihin gösterdiği araca başvurmakta” kararlıdır. Devrimin kaynağı yasalar değildir. “Devrimin yasası mevcut yasaların üstündedir.”70
Atatürk ve arkadaşları, önderlik ettikleri hareketi, ihtilal, inkılâp, halk ihtilali, isyan, ayaklanma gibi terimlerle ifade etmişlerdir. Mahmut Esat Bozkurt, “Rahmetli Atatürk ihtilâl terimini severdi” der.71
Eski bir imparatorluğun çürümesi, hürriyet ve istiklal isteyen Mustafa Kemal’ler kuşağında, devrim düşünce ve pratiğini beslemiştir. Osmanlı devletini adım adım çöküşe götüren her olay, köhnemiş bir sistemi kurtarmak diye bir çözüm bulunmadığını göstermiş ve Cumhuriyet Devrimi’ne yönelişi güçlendirmiştir.
Mustafa Kemal, daha askerî öğrencilik yıllarında, gece sabahlara kadar “devlete karşı halk isyanı” hayalleri kurar. İhtilalci Mustafa Kemal, gizli cemiyetlere girer, tutuklu kalır.72
1906 yılında Selanik’te yaptıkları toplantıda arkadaşlarına çağrısı şöyledir: “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilal ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, özetle vatanı kurtarmak için sizi göreve davet ediyorum.”73
1918 yılında Karlsbad’da okuduğu kitaplardan birinden aldığı şu not, onun dünyaya bakışını da yansıtmaktadır: “Tutucular, nehrin suyunu elleri içinde tutmak isterler, onların parmaklarında bir parça çamurdan başka bir şey kalmaz.”74
Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra, daha Ankara’ya gelmeden, yaşadığı olayın adını koymuştur: “Milletin ciddi, hakiki mevcudiyetiyle ayaklanması.”75
1921 yılı sonunda, ürün alınmaya başlanmıştır: “Millet hâkimiyetini isyan ederek almıştır.”76
Kurtuluş Savaşı’ndan sonra toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde, İktisat Bakanı Mahmut Esat, yapılan işi şöyle özetler:
“Milletler, yüksek menfaatlerini ihmâl eden idareleri sonunda silahla devirirler. Bundan üç buçuk yıl evvel Türkiye’nin efendi halkı da böyle yaptı ve icab ederse herhangi bir kuvveti yine ve her gün silahla durdurmağa kadirdir.”77
Cumhuriyet’in kurulmasından sonra dönüp arkaya bakan Atatürk, olayı, “saltanat tac ve tahtının parçalanması” olarak betimler.78
Büyük Nutuk’ta, gerçekleştirilen eylemin adı, “Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve müsliminin halifesine isyan”dır; emperyalistlere “milletçe silahlanarak mukabale ve mücadele”dir.79
“Yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet”: Başarılan işlerin özeti, Atatürk’e göre, “arasız devrimler”dir.80
Bu devrimci dünya görüşü, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde ve Bursa Nutku’nda, Cumhuriyet’in başına geçebilecek “gaflet, dalalet ve hıyanet içindeki yöneticilere”, onların emrindeki polise, jandarmaya ve adliyeye karşı direnme çağrısı olarak devam eder.
Çözüm, devrimi terk eden devletin güçlerinde değil, fakat halkın ve gençliğin o güçlere karşı yine devrime sarılmasındadır.81
III
KEMALİZMİN MİLLÎ KARAKTERİ VE KAYNAKLARI
Kemalist Devrim, ülkemizin iç dinamiğinin ürünüdür. Ülkemiz halkı, burjuvazinin devrimci güçlerinin önderliğinde, Osmanlı Devleti’nin sömürgeleştirilmesi sürecine 1919 yılından başlayarak devrimci bir yanıt verdi. Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı, 19. yüzyıldan gelen dinamiklerle, bir Ortaçağ devletini yıkan ve kültürel hesaplaşmaya giren demokratik boyutlar kazandı. Eğer o birikim olmasaydı, kuşkusuz Kemalist Devrim de gerçekleşmeyecekti.
Ülkemiz hiçbir zaman sömürge olmadı ve 20. yüzyılın başında Ezilen Dünya’nın öncü güçleri arasındaydı. Ekim Devrimi’yle açılan devrimler çağında ilk Kurtuluş Savaşı’nın Türkiye’de gerçekleşmesi rastlantı değildir. Diğer Ezilen Dünya ülkeleriyle bu karşılaştırma, ülkemizdeki burjuva-demokratik düşünce akımı ve siyasal hareket açısından da geçerlidir.
Mazlumlar Âleminde, Avrupa’nın burjuva-demokratik devrimlerinin ilk yankılandığı ülkelerden biri, Türkiye olmuştur. Şinasi’lerin, Namık Kemal’lerin, Ziya Paşa’ların, Hüseyinzade Ali Bey’lerin, Gaspıra’lı İsmail Beylerin, Ahmet Mithat Efendi’lerin, Ali Suavi’lerin, Beşir Fuat’ların, Ahmet Rıza Bey’lerin, Yusuf Akçura’ların, Ziya Gökalp’lerin, Tevfik Fikret’lerin vb temsil ettiği Yeni Osmanlı-Genç Türk hareketi, Kemalist Devrim’in düşünce kaynaklarıdır. Özet olarak hürriyet-bağımsızlık eksenindeki bu hareket, Meşrutiyet deneyimlerinden geçerek Cumhuriyet’in birikimini yaratmıştır.
Kemalist Devrim’in teori ve pratiğinin köklerini, 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana sürüp gelen bağımsızlık ve hürriyet mücadeleleri içinde bulabiliriz. Ancak bu hürriyet ideolojisi de, Avrupa’nın burjuva demokratik akımından ve Doğu Avrupa’nın Narodnizminden (Halkçılık) beslenmiştir. Böyle olması, doğaldır. Kapitalist ilişkilerin gelişme yatağına daha geç giren ülkelerin devrimci akımları, daha önce oluşan evrensel düşünce mirasına yönelirler. Daha önemlisi, bu düşünce mirasını, kendi ülkelerindeki millî demokratik hareketin gelişme düzeyine göre özümleyebilir, bir bakıma yeniden üretirler. Hiçbir sınıf, özümleyemeyeceği ve uygulayamayacağı bir düşün mirasını alamaz. Türkiye’nin Genç Türk hareketi de, Aydınlanma felsefesini, hürriyet devrimi davasını ve Halkçılığı, belli bir olgunluğa geldiği için ve bu gelişme düzeyiyle orantılı olarak alabilmiştir.
19. yüzyılda, Tanzimat’la değil, fakat Yeni Osmanlı hareketiyle başlayıp 1919’lara uzanan burjuva-demokratik birikim, 20. yüzyıl tarihimizin belirleyici dinamiği olmuştur. Bugünkü Türkiye, oralardan başlanarak açıklanabiliyor.
Bu yazının asıl konusu, Kemalist Devrim’in uluslararası fikir kaynaklarıdır. O nedenle burada Kemalist Devrim’in millî dinamiğin ürünü olduğuna değinmekle yetiniyoruz. Kemalist Devrim’in millî fikir kaynakları konusundaki araştırmalarımızın sonuçlarını ilerde yayımlayacağız.
IV
MİLLETLERARASI KAYNAKLAR
1. Burjuva demokratik devrimlerin evrenselliği
Kemalistler, önderlik ettikleri atılımı, dünyadaki demokratik devrim akımının bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Atatürk, Avusturya, Almanya, Rusya ve Çin imparatorluklarını deviren “büyük fikir cereyanlarının” dünyanın belli başlı kuvvetlerini esaretten kurtardığını belirtir ve “yeni Türkiye devleti”nin de, “cihana hâkim olan o büyük ve kudretli fikrin Türkiye’de gerçekleşmesiyle doğduğuna işaret eder.82 Mahmut Esat Bozkurt’da, dünya tarihindeki ihtilalleri ve sınıf mücadelelerini, yeni Türkiye devletinin ideolojisinin kaynakları olarak görür.83 Atatürk, Cumhuriyet Devrimi’nin amacını, evrensel olan “biricik uygarlığa katılmak” olarak belirlemiştir.84 Bu uygarlık, bütün dünyaya, millî egemenlik, bağımsızlık ve hürriyet davasını getiren, demokratik devrimlerin uygarlığıdır.
Kemalist önderlik, yönettiği devrimin, yalnız karakteri ve kaynakları bakımından değil, sonuçları ve etkisi açısından da evrensel olduğunu belirtmiştir. Bu devrim, yalnız “Batı’ya bakan yüzüyle” değil, Ezilen Doğu için oluşturduğu örnekle de evrenseldir. Çünkü “yaşayışları geri olan başka insan yığınlarını uyandırıcı” özelliktedir.85
Kemalizmin milletlerarası kaynakları üç başlık altında toplanabilir:
1. Aydınlanma hareketi ve Fransız Büyük Devrimi
2. 19. yüzyılın sonlarında Rusya’da ve Doğu Avrupa’da yükselen Narodnizm (Halkçılık)
3. Sovyet Devrimi ve Bilimsel Sosyalizm
1. Aydınlanma Hareketi ve Fransız Devrimi
Fransa’nın aydınlanmacı ve materyalist felsefe akımı, 17. yüzyıl sonlarından başlayarak Büyük Fransız Devrimi’ne kadar devam eder. Bu akım, toplumsal düzlemde feodal sistemle ve siyasal düzlemde mutlakıyet rejimiyle karşı karşıya gelen, sermayenin ilk birikim dönemindeki genç burjuvaziyi temsil eder.
D’Holbach’ın Doğanın Sistemi adlı eseri, öyle görülüyor ki, Kemalistlerin din konusundaki görüşlerinin içeriğini belirlemiştir. Medenî Bilgiler kitabının din üzerine görüşleri, Kemalist ders kitaplarına, örneğin Tarih kitaplarına sözcüğü sözcüğüne girmiştir. Fransız İhtilali önderliğinin ve Kemalist devrimcilerin savunduğu ve uyguladığı Jakobenliğin felsefî kökleri, D’Holbach’a kadar uzanmaktadır. Bu “Aydın Despotluğu”, felsefî kanıtlarını, D’Holbach’ın da hararetle savunduğu Determinizmden alır. Ne var ki, D’Holbach’ın doğa alanındaki Mekanik Materyalizmi ve Determinizmi, toplumların değişiminde Meşrutiyetçi bir uzlaşma olarak belirir. Kemalist Devrim pratiğinin ve düşüncesinin D’Holbach’ı ve birçok Aydınlanma düşünürünü aştığı yer, burasıdır. Kemalistlere göre, Meşrutiyet çözüm değildir. Cumhuriyetin kurucuları, “Tarihte deterministiz” derken, devrimlerin zorunlu olduğunu saptamış ve hayata geçirmişlerdir. Atatürk’ün Determinizm yorumu açıktır: Devrim, “en üstün yasadır” ve gereklidir.
Cumhuriyet’in kurucuları, doğa ve insanın oluşumu konusundaki materyalist görüşleri, Aydınlanma’nın en radikal filozoflarından olan D’Holbach’tan alırken, siyasal iktidar ve özgürlükler konusundaki düşünce kaynağını, Rousseau’da buldular.
Rousseau’nun Genç Osmanlılardan başlayarak ülkemizdeki hürriyet hareketi üzerindeki etkisi derindir. Doğal hukuk teorisinin esaslarını koyduğu ünlü Toplum Sözleşmesi kitabı, Yeni Osmanlı hareketinin önde gelenlerinden Ziya Paşa tarafından çevrilmişti. Yeni Osmanlılar, Rousseau’nun düşüncelerini kendi uzlaşmacı görüşlerini haklı çıkaracak yönde yorumladılar.91
1919’da başlayan Anadolu İhtilali, meşrutiyet ile devrimci cumhuriyet arasındaki seçimini aslında başından yapmıştı. Kurtuluş Savaşı’nın önderliği, devrimci karakteri gereği, Rousseau’nun Doğal Haklar ve Kuvvetler Birliği teorisini benimsedi. Önünde devrimci görevler bulunan Kemalist hareket, meşrutiyet anlamına geldiği için, Montesquie’nün kuvvetler ayrılığı görüşünü bilinçli olarak reddetti.92
Kemalist hareketi asıl etkileyen, Büyük Fransız Devrimi’nin teorisinden çok pratiği olmuştur. 1789 Devrimi’nin rüzgârı, ülkemizde daha 19. yüzyılda esmeye başladı. Genç Türk kuşağının hürriyet ve istiklal davasınn başlıca kaynağı Fransız Devrimi’dir. Mustafa Kemal’in de gençlik tutkusu, hürriyet ve bağımsızlık için devrimdi. Sınıf arkadaşı Ali Fuat, o günkü ortamı şöyle anlatır: “Memlekette hürriyet yoktu. Biz genç Harbiyeliler, Fransız İhtilâli Beyannamesinde insan hak ve hürriyetlerine verilen önemi gizli de olsa okumuş ve öğrenmiştik. Mustafa Kemal’i üçüncü sınıfta meşgul eden önemli şey, işte bu hürriyet meselesi idi.”93
Başardıkları devrimin Fransız Devrimi’yle akrabalığını, Kemalist Devrim’in önderleri de berrak olarak saptadılar. Mustafa Kemal, daha Kurtuluş Savaşı’nın başında, Büyük Fransız Devrimini, “Devrimlerin en önemlisi, en feyizlisi ve en doğurganı” olarak görür; çünkü “bütün insanlığa hâkimiyete sahip olma fikrini” vermiştir.94 Anadolu İhtilali’nin Önderi, 14 Temmuz 1922 günü Büyük Fransız Devrimi’nin yıldönümünde Fransız Konsolosluğu’nda devrimci coşkuyla konuşur. Bu devrim, “Fransız milletinin sinesinde parlamış ise de sonuçları dünyayı kaplamıştır. Özgürlük ve bağımsızlık için savaşan Türkiye halkının bu konudaki duyarlılığı kuşkusuz daha büyüktür.”95 29 Ekim 1923 günü, “Fransa’nın hürriyet için kahramanca mücadelesinin dünyaya örnek oluşturduğunu” belirtir. 96 Atatürk’e göre, “hürriyet fikrinin kaynağı” Fransa Devrimi’dir.97 Atatürk 1928 yılında “Türk demokrasisinin Fransız İhtilalinin açtığı yolu izlediğini” belirtir.98 Yine aynı yıl, “yenilik çalışmasında ve halkçı demokratik kurumlara yönelik gelişiminde genç Türkiye Cumhuriyeti’ni Fransız Demokrasisinin doğurmuş olduğunu” söyler. Böylece Cumhuriyet, “Devrimci büyük hak ve adalet prensiplerinde bir dayanak bulmuştur.”99
Toplu olarak bakarsak, Kemalist Devrim’in hem kapitalizmin yükseliş çağının, hem de pekişme çağının fikirlerinden etkilendiğini görüyoruz. Kemalizm, 16–18. yüzyıldaki genç kapitalizmin Aydınlanma felsefesi ile Jan Jacques Rousseau’ların hürriyetçi ve millî egemenlikçi siyaset teorisinden beslendi. Öte yandan 19. yüzyılın Sosyolojik Tarihçiliği ve Darvinciliği de, Kemalizmin kaynakları arasındadır. Bu akımlar, burjuvazinin artık gericileştiği dönemde ortaya çıkmakla birlikte, tarih ve doğa biliminde 18. yüzyılın devrimci eğilimlerinin 19. yüzyıla uzanan damarları özelliğindedir.
Görülüyor ki, Kemalist Devrim’i besleyen Aydınlanmacı ve demokratik devrimci akımlar, Türkiye’nin 20. yüzyıl başında yaşadığı köklü değişikliğin doğasına uygundur. Cumhuriyet Devrimi’nin Materyalizmi, sermayenin ilk birikim döneminin felsefî ifadesidir.
Kemalist hareket, emperyalist kapitalizmin sömürgeleştirmek istediği bir Ezilen Dünya ülkesinde ortaya çıktı. Yeni oluşan genç millî burjuvazinin, kendi pazarına hâkim olma ve sermaye biriktirerek gelişme ihtiyacına devrimci bir çözüm getirdi. Bu işlevine uygun olarak, kendisine burjuvazinin milletlerarası düşünce mirası içinden, daha çok devrimci kaynaklar buldu. Kemalist Devrim, 17. ve 18. yüzyıl materyalist filozofları arasında, Voltaire gibi yaradancı filozofları değil, D’Holbach gibi dinlere daha köklü eleştiri getirenleri benimsedi. Siyaset teorisinde ise, Montesquieu gibi Meşrutiyetçileri değil, Jan Jacques Rousseau gibi devrimcileri yeğledi.
Bu açıdan Kemalizm, Yeni Osmanlı ve Genç Türk hareketinin devamı olmakla birlikte, onları devrimciliğiyle aşar. Kemalist Devrim, felsefede, Genç Türk hareketinin İslamcılıkla uzlaşmasını, dine karşı köktenci materyalist bir tavırla arkada bırakmıştır. Kemalist Devrim, 1924 yılından sonra, Genç Türk Devrimi’nin ötesine geçerek, dine dinin dışından bakabilmiştir. Siyasetteki sıçrama ise, Meşrutiyet mirasından Cumhuriyet’e doğrudur. Bu olgular, Kemalizmin kendinden önceki hürriyet hareketini, olduğu gibi düz bir çizgide değil, devrimle aşarak devam ettirdiğini gösterir.
2. Narodnizm
Atatürk’ün daha genç bir subayken, not defterine “Evvela sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı” diye yazdığına yukarda değinmiştik.
Tarih, 5 Ocak 1904’tür. Henüz Sovyet Devrimi olmamıştır. Ve sosyalizm, Avrupa’da 1871 Paris Komünü sonrasındaki iniş sürecinden henüz yükselişe geçebilmiş değildir. Ancak emperyalizmle cephe cepheye gelen ve 30 yıla yakın bir süredir Abdülhamit despotluğunu yaşayan Türkiye, yalnız Büyük Fransız Devrimi’nden değil, Rusya’daki ve Doğu Avrupa’daki Narodnik, yani Halkçı hareketten de etkilenmektedir. İlk Türkçülerimizin hepsi Sosyalist veya Halkçı idi.100 Narodnikler, Rusya’da Çarlığa karşı yürüttükleri mücadeleyle Batı Avrupa’yı değil, ama Doğu’yu kuvvetle etkilemişlerdir. Atatürk’ün de genç bir devrimci olarak bu etkinin dışında kalmadığı görülüyor. Teori dergisi, 2005 Eylül tarihli 188. sayısında, Türk Halkçılığının Narodnik köklerini ele alan incelemeler yayımlanmıştı. Arda Odabaşı, Mehmet Ulusoy ve Veysel Yıldız imzalarını taşıyan bu çalışmalar yanında, aynı sayıda yer alan Yusuf Akçura’nın yazısı da konuya aydınlık getirmektir. “Rus narodnichestvo”, yani halkçılık hareketinin Türkiye’deki etkileri üzerinde Niyazi Berkes de durmuştur. Bu hareketin görüşlerini özellikle Rusya’dan gelen Türk aydınları birlikte getirdiler. Bu arada Bulgaristan ve Ermeni Hınçak hareketi üzerinden alınan etkilere de işaret edilmektedir.101
Burada o yazıları okuyucuya hatırlatmakla yetiniyor ve konuyu derinliğine işleyecek araştırmalara olan ihtiyacı da saptamadan geçemiyoruz. Çünkü Türkiye’de Genç Türkler ve İttihat Terakki ile başlayan Halkçı cereyanın köklerinde, Narodnizmin etkisi yeterince işlenmemiştir. Türkiye’nin millî demokratik devrimini Fransız Devrimi’nden ayıran milletlerarası düşünsel kaynaklarda, Narodnizm hemen kendisini gösterir. Türkiye’nin burjuva demokratik devrimi niçin Fransa gibi ferdiyetçi ve liberal bir mecrada ilerlemedi sorusuna cevap verirken, kuşkusuz Türkiye’nin bir Ezilen Dünya ülkesi olması belirleyicidir, İşte bu özelliği, Türkiye’deki hürriyetçi akımın yüzünü niçin halkçı ve devletçi akıma çevirdiğini de açıklar.
3. Sovyet Devrimi ve Bilimsel Sosyalizm
Türk ve Rus devrimler el ele
Sosyalizmin Osmanlı ülkesindeki devrimci akım üzerindeki etkisi, yukarda belirttiğimiz gibi Sovyet Devrimi öncesinden, 19. yüzyıl sonlarından başlıyor. Bu etki, başarıya ulaşan ilk devrimle birlikte. Kurtuluş Savaşı’nın ve kurulmakta olan Cumhuriyet’in ideolojisine yön veren boyutlara ulaşmıştır. Büyük Ekim Devrimi’nden sonra, sosyalizmin Türkiye’deki gelişmesi, Türk-Rus ilişkileriyle bağlantılı olmuştur.
Osmanlı devleti ve Rus çarlığı, 15–19. yüzyıl dünyasının iki büyük feodal imparatorluğuydu. Birbirlerine rakiplerdi. O zamanın dünya tarihi, bir yönüyle Osmanlı-Rus savaşları tarihidir.
Kapitalizmin yükselişi ve 1789 Devrimi’yle birlikte büyük feodal imparatorlukların sonu gözüktü. Buna rağmen, Osmanlı-Rus feodal rekabeti bir süre daha devam etti. Oysa her iki imparatorluğun çöküşünün kapıya dayandığı tarihsel eşikte, iki ülkenin kaderi birleşmişti. Türkiye ve Rusya, artık ancak köhneyen imparatorluklarını tasfiye ederek varolabilirlerdi. Bu zorunluluk, iki ülkenin devrimci yükseliş ve inişlerinde, 20. yüzyılı kapsayan ve bugün de devam eden bir zamandaşlığın yolunu açtı.
1905 Rus Devrimi’ni 1908 Genç Türk Devrimi izledi, Arkasından 1909 İran ve 1911 Çin Devrimleri geldi.
Türkiye’nin 1915 yılında Çanakkale’deki büyük direnişi, ilk bakışta Rusya’nın çöküşünü getirdi. Oysa Moskof Çarlığı zaten çökecekti. Türkiye, İngiliz ve Fransız emperyalizmine geçit vermeyerek, Rusya’da devrime yeşil ışık yaktı.
1917 Ekim Devrimi, Devrimler Çağı için muhteşem bir açılıştı. Böylece Türkiye’yi paylaşmak için anlaşan üç emperyalistten biri olan Rusya Çarlığı yıkıldı ve yerine Kurtuluş Savaşı’mızı her yönden destekleyen Sovyet devleti kuruldu. Türk Devrimi’nin önde gelen yazarlarından Falih Rıfkı Atay, bu olayı bir Türk yurtseverinin duygularıyla anlatır:
“Eğer Lenin, Çarlığı yıkmasaydı ve Rusya zafer gününe erişmeseydi, İstanbul Rus olacaktı. İnsanın acaba bir İstanbul köşesine Lenin’in büstünü koysak mı diyeceği gelir.”102
Atatürk, o işi de yapmış, 1928 yılında Taksim Cumhuriyet Abidesi’ne, hemen kendisinin arkasına Sovyet devrimcisi Aralov’un heykelini yerleştirmiştir.
Türk Devrimi’ne Mosokova’dan bakacak olursanız, Atatürk, Türkiye’yi kurtarırken, aynı zamanda Sovyet Devrimi’ni de kurtarmıştır. Sevr planının uygulandığı bir tablo düşününüz; iç savaşla boğuşan Sovyet Devrimi ‘nin çırpınışını görürsünüz.
Rus ve Türk devrimleri, birbirini ateşleyerek gerçekleşmiş ve adeta birbirine sarılarak yaşayabilmiştir. O kadar ki, iki devrimin soluk alma dönemleri bile birliktedir. Rus Devrimi’nin, Yeni Ekonomi Politikası (NEP)’yla içteki kapitalistlere ödün verdiği yıllarda, Türk Devrimi de, Halkçılık siyasetinde bir adım geri atarak, özel girişimciliği özendirir. 1923 başında toplanan İzmir İktisat Kongresi, bir bakıma Türk Devrimi’nin NEP’idir.
1929 yılında iki devrim yine birlikte, kendi raylarına girerler. Rusya’da, yaklaşan Dünya Savaşı tehdidi de gözönüne alınarak, tarım kolektifleştirilir. Türkiye’de ise, özel girişimcilikle yüzyıl geçse ilerlemenin mümkün olmadığı saptaması yapılır ve yeniden devletçilik dönemi açılır. 1930’ların dünyasında planlama yapan iki ülke vardır. Ve yine 1930’ların dünyasında, en hızlı gelişen iki ülke, Sovyetler Birliği ve Türkiye’dir.
Atatürk’ün ölümünden sonra, iki devrim arasındaki dayanışmada duraksama başlar. İsmet Paşa, Atatürk’ün tek vasiyeti 103 olan Sovyetler Birliği ile dostluk politikasını terkeder gibi olur ve İngilizlere yaklaşır.104 Bir dönem de Almanlarla dans eder.
Sovyet Devrimi ve Türk Devrimi’nin birbirinden kopuşları, en sonunda iki devrimin de yıkımını getirmiştir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Küçük Amerika” sürecine itilir. Sovyetler Birliği ise, 1960’a doğru kapitalizme geri dönüş yoluna girmiştir. Birbirinden ayrılan Türk ve Sovyet devrimleri, ateşin ortasında kalmış ve kendilerini sokmuşlardır. 1990 yılında Sovyet Devrimi’nin yıkımına son nokta konduğu zaman, Türk Devrimi de son kalelerini vermekte, Atlantik’te boğulmaktaydı. Demek ki, Atatürk’ün biricik vasiyeti olan Sovyet Devrimi ile dostluk, basit bir dış politika seçeneği değil, fakat Devrim’in biricik yaşama olanağı imiş.
İki devrimin birlikte çöküşü, her iki ülke için, varlık yokluk sorununu gündeme getirmiştir. 1990’dan sonra Sovyetler Birliği ve arkasından Rusya iki kez parçalandı. Beyaz Rusya (Belarus) ve Ukrayna gibi tarih boyunca Rusya’nın parçası olan ve halkları Rusça konuşan coğrafyaların ayrı “devletler” olabileceği hiç aklımıza gelir miydi? Ve 2000’li yılların Rusya’sı hâlâ ABD destekli ayrılıkçı terörle cebelleşmektedir. Türkiye de öyle. Ülkemiz, Atlantik sistemi içinde hacze uğramakta, başbakan sıfatını taşıyan zat, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içinde Diyarbakır’ı merkez yapacağını” ilan etmektedir. Kıbrıs’tan başlayan çözülme bu tabloyu tamamlamaktadır.
Türk-Rus ilişkilerinin tarihi şöyle özetlenebilir: Gericilik ve emperyalizm, iki ülkeyi karşı karşıya getiriyor. Devrim ve halkçılık ise, birleştiriyor.
Devrimini yitiren Rusya ve Türkiye, güçlü ve etkin konumlarını da yitirmiş ve küçülme sürecine girmişlerdir.
Sovyet Devrimi ile Türk Devrimi arasındaki bu eşzamanlı yükseliş ve inişler, kuşkusuz karşılıklı ideolojik etkileşime de yol açmıştır. Burada biz Kemalist Devrim’in milletlerarası kaynaklarını araştırdığımız için, daha çok Sovyet Devrimi’nin etkileri üzerinde duracağız. İdeoloji, program ve siyaset düzlemlindeki bu etkileri, öne çıkan olaylar ve eylemler ekseninde açıklayacağız.105
Havza buluşması
Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra Havza’daki 18 gün süren çalışmaları sırasında, Sovyetler Birliği’nden gelen temsilcilerle yaptığı görüşmeyi Mehmet Perinçek çeşitli kaynaklara dayanarak aydınlatmıştır.106 Bu görüşmede, Sovyet yetkilisi, emperyalistlerin Anadolu’da kurmayı tasarladığı Ermeni, Pontus ve Kürt devletlerine karşı kesin tavır belirtir ve Türkiye’nin mücadelesini destekleyenlerini belirtir. Ayrıca bu amaçla silah ve para yardımı için de söz verir.
Havza buluşmasında ideoloji ve program sorunları da konuşulur. Mustafa Kemal, tasarladıkları hükümet tarzının “Şuralar Cumhuriyeti’ne” yani Sovyetlere benzediğini belirtmiş ve “Devlet Sosyalizmi” uygulayacaklarını açıklamıştır. Bu açıklamanın Sovyet desteğini almak için yapılan bir kandırmaca olduğu öne sürülmüşse de, daha sonra kabul edilen Halkçılık Programı ve 1921 Anayasası, Havza buluşmasında belirtilen görüşlerin anayasa haline getirildiğini kanıtlar.
Havza buluşmasının gerçekleştiği günlerde, Mustafa Kemal’in maiyetinde bulunan Kurmay Binbaşı Hüsrev (Gerede)’nin, 7 Haziran 1919 tarihinde, Havza’dan Kâzım Karabekir’e yolladığı mektup, o günlerin başlıca gündem konusunu da içermektedir. Gerede, yurdun kaderinden sorumlu olanların, Bolşeviklerle resmî ilişkiler kurarak onların ilkelerini öğrenmeleri ve bunların nasıl uygulanacağını kararlaştırmaları gerektiğini vurgular. Ayrıca düşmana karşı direnmek için Ruslardan silah ve malzeme sağlanması ve bu maksatla iki ülke arasında ortak bir sınır olması zorunluluğuna da işaret eder. Böyle bir sınır ancak Bolşeviklerin Kafkaslar’ı işgaliyle sağlanabilecektir.107
Amasya’daki gizli komutanlar toplantısında Bolşeviklik kararı
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının 19–22 Haziran 1919 günleri arasında beş gün süren Amasya’daki “Gizli Komutanlar Toplantısında aldıkları kararlar, Amasya Tamimi olarak yazılmış ve duyurulmuştur. Ancak bu toplantıda bazı gizli kararların da alındığı belgelere yansımıştır. Bu gizli kararların en önemlisi, “gereğinde geçici idare kurulması”dır. Yani artık İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, tabi olmak mecburiyetindedir.”108 Aslında bu karar, Anadolu’da bir Millî Hükümet kurma, başka deyişle Cumhuriyet’i kurma kararıdır. Bu kararla birlikte, Bolşevik olma konusunun da tartışıldığı ve bu seçeneğin gereğinde bir kurtuluş çaresi olarak benimsendiği, Mustafa Kemal Paşa’nın imzasını taşıyan bir şifre telgraf ve ayrıca bir mektupla belgelenmiştir.
Birincisi Atatürk’ün 3. Ordu Müfettişi imzasıyla, Erzurum’da Kolordu Komutanı Kazım (Karabekir) Paşa’ya hemen görüşmelerin bitişinden bir gün sonra 23 Haziran 1919 tarihinde yolladığı şifreli telgraftır:
“Bolşevizmin anlayış ve ortaya çıkış şekli bir daha müzakere edilerek, (…) bunun memleket için bir sakıncası olmayacağı düşünüldü.”109
Karabekir, İstiklal Harbimiz adlı eserinde, Mustafa Kemal ve şiarının Bolşeviklik yoluyla kurtulacağımız eğilimine daha İstanbul’da iken girdiklerini belirtir ve Amasya toplantısında, bu fikrin, “olgun bir hale geldiğini” saptar.110
Mustafa Kemal Paşa, 29 Şubat 1920 tarihinde Talat Paşa’ya yolladığı mektupta da, gerekirse Bolşevikliğin benimseneceğini şöyle ifade eder:
“Vatanımızı parçalamak ve milletimizi İngiliz boyunduruğu altında görmek uğursuz ihtimali karşısında Bolşevik prensiplerini fiilen tatbik etmekte kurtuluş çaresi tahmin olunursa, tatbiki yönündeki müşkülata rağmen bugün hâkim olduğumuz kuvvete dayanarak, o hususa da başvurmak lazım gelebilir.”111
“Bolşeviklik kararı” öyle görülüyor ki, emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından da saptanmıştır. Damat Ferit Paşa, İngiliz Amirali F. de Roberck’e, “Mustafa Kemal’in Bolşevikliği getirmek istediğini” söyler. Bolu Valisi ise, yayımladığı bildiride, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını “Bolşevik” olmakla suçlar ve halkı bu “Moskoflara”, bu “Bolşeviklere” karşı silahlı savaşa çağırır.112
Hakimiyeti Milliye’de Savunulan “Türk Komünizmi”
Mustafa Kemal Paşa’nın başyazarlığını yaptığı Hakimiyeti Milliye gazetesi, Ankara’daki BMM hükümetinin resmî organıdır. Hakimiyeti Milliye, Kurtuluş Savaşı’na yol gösteren ideolojinin saptanmasında birinci kaynaktır. Çoğu Mustafa Kemal Paşa tarafından yazılmış veya onayından geçmiş başyazılarda, açıkça “Türk Komünizmi” veya sosyalizm savunulmaktadır. Milli Mücadele’ye rehberlik eden düşünce birikimi üzerine söz söyleyebilmek için, Kaynak Yayınları tarafından Kurtuluş Savaşı’nın ideolojisi başlığı altında derlenen yazıları incelemek şarttır.
Hakimiyeti Milliye’nin başyazılarında dile getirilen görüşler, 60 yıldır milletimizden gizlenmektedir. Kemalizmin milletlerarası kaynakları arasında Sovyet Devrimi’nin ve sosyalizmin yerini açıklayan bazı çarpıcı bölümleri aynen alıyoruz:
En büyük düşman kapitalizm: “En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan millettir; bilakis bu, (…) bütün dünyaya hâkim olan ‘kapitalizm’ afeti ve onun çocuğu olan ‘emperyalizm’dir. (…) Bugünlerde başımıza musallat edilen Yunan, bütün düşman âlemin parçasından başka bir şey değildir. Daha doğrusu, kapitalizm saltanatının mazlum milletlere karşı gönderebileceği son kuvvet, son ordudur! Nitekim bundan evvel üzerimize ordular saldırmış olan düşmanlar yine böyle kapitalizm saltanatının ordularından başka bir şey değildi. Moskof orduları, İtalya orduları, Bulgar ve Yunan orduları, kısacası bütün düşmanlarımız tamamen ‘kapitalizm’ tarafından ayaklandırılırlardı. Bir zamanlar, tarihin eski devirlerinde dünya birtakım despot hükümdarların istibdatları altında ezlirdi. Sonraları milletler bu istibdadı yıktılar. Fakat bu defa da onun yerine paranın, sermayenin zulmü geçti. Sermaye, bugüne kadar dünyada yapılmış olan bütün fenalıkların yegâne etkeni, yegâne mesulü idi; bugün de odur; eğer bütün dünyayı süratle istila eden kapitalizm aleyhtarlığı olmasaydı, bu zulüm yarın da devam edecekti. Çok şükür, zulüm devrinin son günlerindeyiz. Kapitalizm sade falan ve filan milletin düşmanı değildir. Bilakis bütün dünyanın, bütün milletlerin müşterek düşmanıdır: Milletleri birbirine düşüren kuvvet o, kardeş kanları döktüren fesatlar ondan, dünyayı kaplayan sefaletin müsebbibi, özetle bütün insanlığı inleten zulmün yegâne zalimi odur. (…) Bize bugün sınır itibariyle dünyanın en güzel, en hayale sığmaz barış şartlarını verseler, kapitalizm dolabı memlekette bugünkü şeklinde kaldığı takdirde mahvımız muhakkaktır. (..) Zenginlerimizi dolandıran o, fukaramızı soyan o, mal ve mülkümüzü çalan, haysiyet ve namusumuzu mahveden, bizdeki faziletleri şeytan gibi birer birer iknaya çalışan, bizi birbirimize düşüren hep odur. Şu halde kendimizi kurtarmak için evvela bizim, sonra da bütün dünyanın şu melun kapitalizmin afetinden kurtulması lazım gelir. Bunda sade biz menfaattar değiliz, kapitalizm sade bizim gibi zayıf milletler arasında değil, bilakis bizzat kapitalist memleketlerde de aynı derecede tahripkâr, insanlık düşmanıdır. Hatta İngiltere’de, hatta Fransa’da ve Amerika’da da böyledir. Ve oralarda da kapitalizm usulünden istifade edenlere nispetle bunun zulmü altında inleyenlerin miktarları yüz binlerce kere ziyadedir. Şu halde kapitalizmin düşmanı yalnız biz değil, bütün dünya onun düşmanıdır. Bütün dünya bizimle beraber demektir.”113
Bütün milletler Bolşeviklerle birleşecek: “Bolşevikliğin bütün dünyayı zapt eden hakiki adalet ve hakiki eşitlik fikirlerinin pek şiddetli istilasına karşı, silahla karşılık verebilecek kuvvet, ancak İngilizlerden ibaret kalacak ve diğer milletler de birer birer Bolşeviklerle birleşeceklerdir. Bütün Avrupa’ya karşı İngiltere yalnız kalacak, pek uzun zamanlardan beri daima en birinci düşmanları aleyhine bütün dünyayı birleştirmek usulünü siyasetlerinin temel taşı olarak kabul eden İngilizler, bu defa bütün dünyanın birleşmiş düşmanlığına karşı yalnız başına kalacaklar. Güzel bir ceza ve ibret verici bir akıbet! (…) Tarih ve talih, Anadolu Türklerini büyük bir vazifeye davet ediyor. Öyle bir vazife ki, kendimizi kurtaracağı için farz, dünyaya hizmet edeceği için mukaddes. Şu halde ne diliyoruz?”114
Bağımsızlık için en iyi vasıta komünizm: “Komünizm hareketi gibi bir inkılap, yahut genel manasıyla şu Anadolu halkına dâhili ve harici, az olsun sükûn ve rahat verecek herhangi bir değişim. Hâkimiyeti Milliye’nin aziz ve kutsi tanıdığı bir hadisedir. Hâkimiyeti Milliye ister ki, millet işlerinde kendi kendine ve yalnız kendi hâkimiyeti altında, yalnız kendi hayrı, kendi selameti ve bağımsızlığı için hâkim olsun. Mademki bu gayeyi temin edecek vasıtaların en iyisi Komünizm olduğu muhakkaktır. Hâkimiyeti Milliye tabii ki onun en hararetli savunucusudur.”115
Anadolu zenginleri ve fakirleri komünizm mücadelesinde birleşiyor: “Anadolu bugün komünizm gayeleri uğrunda büyük bir mücadele yapıyor ve kati adımlarla bu yeni cihanın kapısına doğru süratle yürüyor. (…) Anadolu. Rusya’daki manasıyla haşin ve kanlı bir amele diktatörlüğüne muhtaç olmaksızın komünist olacak, gayet seri bir olgunlaşma ile kapitalist âlemden uzaklaşarak ve onunla muzafferane mücadele ederek, komünizm gayelerine kadar uzayıp giden yolların eşiğinden atlayacaktır. (…) Bugün görüyoruz ki, Anadolu’nun zengin diye tanınmış birçok insanları komünizm davasının baş savunucuları arasına geçebilecek bir hararet gösteriyorlar, niçin? Korktukları için mi? Hayır. (…) İyice biliyorlar ki, komünizm kendilerini maddeten sarsar, fakat manen takviye eder, ve pek iyi anlıyorlar ki, Avrupa kapitalizminin bilhassa son kararından sonra, artık bu memlekette hiçbir Türk için hayat, imkânı kalmamıştır. (…) Demek oluyor ki, bir memlekette kapitalizm zulmü dâhilden değil de hariçten gelecek olursa, o memlekette zenginle fakirin aynı zulme karşı birleşmesi mümkündür. (…) Şu halde bundan bir şey anlaşılıyor ki, Anadolu’da, Rusya’daki tarzda haşin ve kanlı bir proletarya diktatörlüğü tesisine lüzum kalmaksızın komünizm gerçekleşecek ve belki de imha için sarf olunan kuvvetler canlandırmaya tahsis edileceği için, Anadolu komünizmi daha verimli, daha faydalı neticelere doğru gidecektir.”116
Türk Komünizmi ile Rus Bolşevikliğinin farkı: “Türkiya’da komünizm, milletin ruhundan gelen yakıcı, yıkıcı, kırıcı ve dökücü bir ihtilal ile gerçekleşecek değildir. (…) Türkiya’yı, komünizmin halk kitleleri için muhakkak surette hayırkâr olan geleceğine götürmek isteyenler. Bolşevizm derecesinde seri ve ateşli bir inkılâp için ne Rusya’daki tarzda bir doğuş ve hazırlayış ne de onda böyle kuvvetli bir silah görmüyorlar. Aynı zamanda esasen yukarı tabakadan idare edilmek lazım gelen bu hareket, yüksekten gelen bir mutlakıyet idaresinin Rusya’da bulunduğu gibi şiddetli ve inatçı bir mukavemetine de tesadüf etmiyor. Dolayısıyla Rusya’da Bolşevizmin kullandığı inkılap usullerini burada tatbik etmek istemek kadar inkılapçılıktan haberdar olmayış tasavvur edilemez,, Bolşevizm inkılabı bütün komünizm hareketleri için bir örnek, bir model değil, pek kıymetli, pek canlı, pek muazzam bir rehberdir. Bu rehberden istifade itmeyi, onun gösterdiği yollardan gitmeyi ne kadar candan arzu edersek, onun usullerini şekil itibariyle aynen taklit etmekten de o derece sakınırız.”117
Türk ve Rus devrimlerinin birliği ve öncülüğü: “Türklerle Bolşevikler yahut Türk milleti ile Rus milleti aynı Doğu’nun milletleridir; birinin başındaki dert diğerinin başında da vardır. (…) Rusya, bugün Türkiya’nın on iki sene evvelki vaziyetinde bulunuyor, (1908 Devrimi kastediyor. –DP) Türk inkılâbını istemeyenler, onun mahvolmasını temin için türlü türlü vesileler icat ve devamlı olarak kendisini meşgul ettiler. Çünkü Türkiya’daki inkılâp, Türkiya’yı çiftlik halinde kullanmak isteyenlerin işlerine gelmiyordu. Rusya’da bugün aynı vaziyette bulunuyor. Batı’nın emperyalistleri Rus inkılâbını söndürmek için ne kadar iblisane tedbir varsa hepsini tatbik ediyorlar. Rusya’yı bir an için rahat bırakmıyorlar. Fakat nasıl Türkiya’da inkılâp ruhunu öldürmeyi başaramadılarsa, Rusya’da öyle olacak, bütün mazlumlar dünyasını zalimler aleyhinde ayaklandıracak, inkılâp yürüyecektir. İşte Türklerle Ruslar arasındaki birlik gayesi burada birleşmiş ve ittifak, birliğin kuvvetlendirilmesi ve takviyesi için imzalanmıştır.
“Yeni Rusya yeni Türkiya el ele, dünyayı emperyalist zulmünden kurtaracak olan hareketin öncüleridir.”118
Dünyanın kapitalistler ve mazlumlar kampına bölünmesi: “Artık dünya iki büyük ordugâh haline dönüşmüştür: Bir tarafta zalimler ve kapitalistler, diğer tarafta mazlumlar ve bedbahtlar dünyası. (…) Bolşevikler, Avrupa’yı Komünizme karşı şiddetle müdafaa eden Leh ordularını pek fena bir halde bozdular. (…) Yine son haberlerden anlıyoruz ki, Bolşevikler Romanya sınırını geçmişlerdir. Demek Avrupa’yı tehdit eden istila, doğrudan doğruya Avrupa sınırlarına temasa başlamıştır. Fakat bu işler bu kadarla da kalmıyor, İran’da Rişavet kasabası da Bolşeviklerin eline geçmiştir ki, İran ahvalinin mevcut vaziyetine nazaran neticeler itibariyle hayli mühim olacaktır. (…) İşler artık öyle bir mecraya girmiştir ki, son baharla beraber büyük inkılâplara şahit olacağımıza şiddetle kanaat getiriyoruz. (…) Mazlum Türklerin bütün davalarını bir anda halledecek, cihan siyasetinin dalgaları arasında tehlikelerin en büyükleriyle karşılaşmış olan Türkiya bir anda kurtulacaktır!”119
Asya’da meselenin özü milliyet ve bağımsızlık hırsı: “Bolşevizm, Avrupa’nın yegâne tahkim vasıtasını kırmak, sömürge havzalarında toplardan ve hâkim siyasilerden daha ziyade zulmeden sermaye hâkimiyetini kaldırmak itibariyle, Asya’da, Avrupa için hiçbir dayanak noktası bırakmayacaktır. Fakat Avrupa’nın bütün düşünürleri aynı zamanda bilirler ki bu cereyanın önünde bulunan Müslüman milletler emek ile sermayenin bugünkü mücadelesinin sırlarına vâkıf olmadıkları için Doğu’da Bolşevizm mesele teşkil etmez. (…) Meselenin özü Asya’da milliyet ve bağımsızlık hırsıdır. (…) Velhasıl Asya tehlikesi vardır. Fakat bu tehlike milyonlarca insanın hürriyet ve bağımsızlığına, medeni kabiliyetine, gelişme ve ilerlemesine doğru yürümek istemesinden doğuyor. Bunu tehlike sayanların insaniyetle münasebet dereceleri düşünülmeye muhtaçtır.”120
Doğu ihtilalinin bir merkezi Moskova, bir merkezi Ankara: “Doğu ihtilali namını verdiğimiz Asya ve Doğu Avrupa milletlerinin Batı emperyalistlerine karşı tasavvur ettikleri isyan çoktan beri bir tasavvur olmaktan çıkmış, faaliyet sahasına intikal etmiştir. Bugün bütün Doğu milletlerinin Batı’dan çektikleri mezalimi hakiki miktarıyla hissederek ona karşı mücadeleye karar vermiş olanlar, muntazam teşkilat ile birleşmiş ve işe başlamışlardır. Teşkilatın bir merkezi Moskova ise, diğer bir merkezi Avrupa, bir diğeri Ankara, bir diğeri Bakû, bir beşincisi Taşkent’tir. Hint’in, Çin’in, Afgan’ın, İran’ın, Turan’ın, Türk’ün, Rus’un, kısacası Avrupalılar için hâlihazırda nüfuz ve müdahale edilemeyen, dünyanın yarısı kadar geniş bir ülkede, da hilen ve haricen kapitalizme karşı içlerinde isyan duyguları duyan birçok millet şimdiye kadar olduğu gibi yalnız çalışmak yerine muntazam bir teşkilata tabi olarak toplu halde çalışmaya ve teoriler ve fikirler sahasından çıkarak fiiliyata geçmeye karar vermişlerdir. (…) Bunun için Batı’ya karşı isyan bayrağını fiilen açmak fikri, bugün her tarafta en ziyade makbul olan ve taraftar bulan bir siyaset programı kabul ediliyor. Öyle bir program ki, hatta bizzat Batı milletlerinin çalışan fakat sefalet çeken kitleleri de bunun etrafında toplanmıştır.
“Anadolu kendi varlığının kurtulmasının ancak bu Doğu ihtilalinin muzafferiyeti ile mümkün olduğuna inanmıştır.”121
Ermenistan’ın Doğu ihtilaline karşı kullanılması: “İşte Ermenistan, Doğu ihtilal makinesinin iyi işlemesine mani olmak için, bu ihtilalden etkilenecekler tarafından makinenin çarkları arasına sıkıştırılmış yabancı bir cisimden başka bir şey değildir. Makineyi işletmek isteyenler, büyük bir maharet ve takdir edilecek bir kudretle, bu yabancı cismi çarklar arasından çıkarmayı başardılar. Şimdi makine daha büyük bir emniyetle, muntazam ve düzgün bir surette işlemeye başlayacak ve ihtilal başarılı olacaktır.”122
Arapların bağımsızlık hakları ve medeniyetleri: “Arabistan ve Irak’ı ihtiva edecek bir sınıra tamah etmek suretiyle bir himaye veya vekâlete boyun eğmek, bilhassa Anadolu’nun bütün geleceğini bir hamlede heder etmek demektir. (…)Araplar bir millet teşkil etmek için icap eden şartlara sahip değildirler de diyemeyiz; çünkü bağımsızlıkları uğrunda hâlâ mücadele eden ve eski bir medeniyete, olgun milli unsurlara sahip bulunan bir millet için böyle bir isnat gülünç olur.”123
Dünya sosyalizme, sola gidiyor: “Dünya hadiseleri, siyasiyatında olduğu kadar iktisiyadında da devletçiliğe, sosyalizme, sola doğru gitmektedir. (…) Şüphesiz dünya cereyanı devamlı olarak sağdan sola gidiyor ve bizim de yöneleceğimiz istikamet, elbet bu olacaktır. (…) Bundan bir sene evvel Lenin’in Türkiya hakkında söylediği meşhur nutku herkes bilir. Lenin bu nutkunda Türkiya için en uygun idare tarzının milliyetperver idare olacağını söylemişti.
(…) Sosyalizmin pek çok esaslarını, milli idaremizi bozmadan alır, tatbik ederiz. Mesela şirketleri yavaş yavaş millileştiririz. Hükümet tekelini halk lehine çoğaltırız ve ayrıntısı burada uzun sürecek daha birçok ıslahat yaparız. Özel tabiriyle, bir nevi devlet sosyalisti oluruz. Fakat hakiki vasfımız, Avrupa matbuatının koyduğu isimdir: Milliyetperver Ankara Hükümeti!”124
Halkçılık Programı, Halkçılık Beyannamesi ve 1921 Anayasası
Mustafa Kemal Paşa’nın Heyeti Vekile adına 13 Eylül 1920 günü Büyük Millet Meclisi’ne verdiği ”Kanunu Esasi Layihası”, yani Anayasa tasarısı. Halkçılık Programı adıyla anılmıştır. Cumhuriyetimizin 20 Ocak 1921 tarihli ilk anayasası Halkçılık Programının görüşülmesi sonucu kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın önergesi 18 Eylül 1920 günü Meclis’te okunuyor. 18 Kasım’da müzakerelere başlanıyor. Ve o gün BMM bütün dünyaya Halkçılık Beyannamesini ilan ediyor.
Halkçılık Beyannamesi, Halkçılık Programının en önemli vurgularını içermektedir; Halkçılık Programı’nın giriş kısmındaki ilk 4 maddesi ufak tefek değişikliklerle bütün dünyaya ilan edilmiştir. Meclis kararı olduğu için artık tasarı olmaktan çıkmış, resmi bir anlam kazanmıştır.
Halkçılık Programı’nın en önemli özelliği bir devrimin programı olmasıdır. 1921 Anayasası bu programın ürünüdür. Kurtuluş Savaşı o programla ve o Anayasayla yürütülmüş, Kemalist Devrim, bu programla gerçekleştirilmiştir. En önemlisi, Halkçılık Programı ve 1921 Anayasası, Kurtuluş Savaşı’yla, hayatın içinde kendini kanıtlamıştır. Biz, savaşı hangi programla kazandık, Cumhuriyet’i hangi programla, hangi teşkilatla kurduk, cevabı Halkçılık Programı’ndadır.
Bu yazıda Halkçılık Programı’nı ve 1921 Anayasasını, konumuzla ilgili, yönleriyle inceleyeceğiz. Kapsamlı bir değerlendirme için, Teori Dergisinin 1999 yılı Nisan ayında yayımlanan 111. sayısındaki yazıma bakılabilir.125
Halkçılık Programı ve Beyannamesi, emperyalizme ve kapitalizme cepheden meydan okur. Hem 2, hem 3. maddelerde emperyalizmin ve kapitalizmin tahakkümüne karşı milletin seferber edileceği ve bir İstiklal Savaşı verileceği belirtilir. Bazı mebuslar haklı olarak sorarlar, hangi kapitalizm, iç mi dış mı diye. Hariciye Vekili Ahmet Muhtar Bey, 22 Ocak 1921 tarihinde, yani Anayasa’nın kabulünden 2 gün sonra, BM M kürsüsünden yaptığı konuşmada, bizde büyük sermayenin bulunmadığına dikkat çeker ve bu programın emperyalizme ve dış kapitalizme karşı olduğunu açıklar.126
Halkçılık Programı, özel kâr dürtüsünü değil, halkın ihtiyaçlarını esas alır.
Halkçılık Programı ve 1921 Anayasası, bir şuralar sistemi getirir; devlet örgütlenmesini, vilayet, kaza ve nahiye şuraları temeline oturtur. Merkezde halk yönetiminin en yüksek organı olarak TBMM bulunmaktadır. Atatürk, bu sistemin Sovyet devriminden esinlenerek kabul edildiğini ve Sovyet idaresi anlamına geldiğini açıkça belirtmiştir:
“Milletimizin bugünkü idaresi, hakiki mahiyetiyle bir halk idaresidir. Ve bu idare tarzı, esası danışma olan şura idaresinden başka bir şey değildir. Ruslar buna Sovyet idaresi derler.”127
Atatürk, 30 Ağustos zaferinden sonra da, Sovyet idaresi tanımında ısrar eder. 1922 yılı Aralık ayında şöyle der: “Bugün Türkiye devleti, doğrudan doğruya bir meclis, bir şura hükümeti ile idare olunur ve sonsuza kadar böyle idare olunacaktır.”128
Atatürk, Cumhuriyetin temel kuruluşunu açıkladığı, 19 Ocak 1923 tarihli İzmit konuşmasında da, şura hükümeti vurgusuna devam eder: “Bizim halk hükümetimiz, bir halk hükümetidir. Tam bir şura hükümetidir.”129
Halkçılık Programı ve 1921 Anayasası üzerine çeşitli yorumlar yapılmıştır. Kimileri, Halkçılık Programı’nın ve 1921 Anayasasının sosyalizmle bir ilgisinin bulunmadığını kanıtlama çabası içine girmişlerdir. Oysa programın kendisi, emperyalizmi ve kapitalizmi hedef almaktadır. İkincisi, Atatürk’ün kendisi bu programın getirdiği yönetim sistemini açıkça “Sovyet sistemi” olarak nitelemektedir, Üçüncüsü, Halkçılık Programı ve 1921 Anayasasını, o tarihlerde yayınlanan Hâkimiyeti Milliye başyazıları ışığında yorumlamak gerekir. O başyazılarda, yukarda kanıtlandığı üzere, ısrarla “Türk Komünizmi” savunulmaktadır.
Atatürk’ün 15 yıl Dışişleri Bakanlığı’nı yapan Tevfik Rüştü Aras’da, o dönemin ideolojik yönelişini açıkça saptar; CHP kurulurken programa sosyalist ilkeleri geçirmeye çalıştıklarını ve sosyalizmin en temel ilkesi olan emek ve kabiliyete göre gelir sisteminin programda kaldığını belirtir. Aras, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesinin sosyalist bir görüşü içerdiğini de anlatmıştır.130 Atatürk’ün Komünist Enternasyonal’e girmek için samimi olarak başvurduğunu, ancak o dönemde Komintern’e hâkim olan Stalin muhaliflerinin bu talebi kabul etmediklerini saptar. Amasya Komutanlar Toplantısında kabul edilen, “gereğinde Bolşevik olma” kararı, Kurtuluş Savaşı boyunca geçerli kalmıştır. Aras, bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Batı ülkeleri bize hayat hakkı tanımıyordu. Atatürk Bizi dünya tanımazsa, komünistlerle birlik olur, kurulan yeni dünyada yerimizi alırız. Fakat memlekete yabancı eli sokmayız. Görüşümüzde samimiyiz. Bu bir oyun değildir. Ama ne olursak biz oluruz, asla yabancı eli karıştırmayız.’ diyordu.”131
Devlet Sosyalizmi
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Sovyetler Birliği’nden gelen esintiler ile “devlet sosyalizmi” arasında gidip gelmişlerdir. 1930’lu yıllarda yeniden Devlet Sosyalizmini benimsediklerini ders kitaplarında bile ifade etmişlerdir.132
Aslında Devlet sosyalizmi, Türk devrimcileri arasında daha İttihat Terakki döneminde kabul görmüştür. Talat Paşa’nın da devlet sosyalizmini savunduğu görülüyor.
Atatürk, Havza’da yaptığı görüşmede, Sovyet temsilcisine “Devlet Sosyalizmi” uygulayacaklarını belirtir. Yukarda değindik.
Hâkimiyeti Milliye gazetesinde de, sık sık Devlet Sosyalizmi savunuluyor. Hüseyin Ragıp, Millî Hükümetin devlet sosyalizmini benimsediğini şöyle dile getirmiştir: “İktisat Vekili Celal Beyefendi’nin birkaç gün önce yazarımıza devlet sosyalizminin faydalarından bahsetmiş olması, bu önemli sorunda Hükümetin de bizimle hemfikir olduğunu gösterir.”133
Büyük Zafer’in hemen ardından Yunus Nadi’de bir Sovyet yetkilisine “Cumhuriyeti devlet sosyalizmi temellerine dayalı olarak kurduklarını” vurgular.134
Devlet sosyalizmi, 1930’lu yıllarda resmî metinlerde, ders kitaplarında ve devrimin önde gelen düşünürlerinin eserlerinde savunulmuştur. Bizzat Mustafa Kemal, Medeni Bilgiler kitabında, kendi elyazısıyla “Bu içtimai teminlere Devlet sosyalistliğine yaklaşarak varılabilir” diye yazdı.135
1919 yılındaki görüşmede Sovyet temsilcisine söylediklerini ve Kurtuluş Savaşı yıllarında benimsenen programı tekrarlar. Ayrıca Ord. Prof. Reşat Kaynar, kendisinin de bulunduğu bir toplantıda Atatürk’ün devlet sosyalizmini benimsediğini aktarır.136
Kemalist Devrim’in en önemli teorisyenlerinden Mahmut Esat Bozkurt’da, “Türkiye’ye her yönden uyan ekonomik politikanın yine devlet sosyalistliği” olduğunu üniversitede verdiği devrim tarihi derslerinde anlatır.137 Kemalizmin önemli bir düşünürü olan Tekin Alp ise, Kemalist devletçiliğin “gerçek bir Devlet sosyalizmi” olduğunu birçok kez vurgular.138
Mustafa Kemal Paşa’nın Sovyet temsilcileriyle görüşmeleri
Atatürk’ün Sovyet temsilcileriyle yaptığı görüşmelerde ifade ettiği görüşler, Hâkimiyeti Milliye yazılarında ve resmî metinlerde yer alan görüşlerle örtüşüyor. Ancak Sovyet yetkilileri ile ideolojik konuları taktik düzleminde de tartışmaktadır. Bu görüşmelerin tutanakları, Mehmet Perinçek tarafından Sovyet arşivlerinde bulunmuş ve yayınlanmıştır.139 Türkolog Arif Acaloğlu’nun Rusçadan yaptığı titiz çevirilere de biz araştırmacılar şükran borçluyuz. Bu görüşmelerde, Atatürk, amaç olarak sosyalizmi benimsediklerini, sınıfsız bir toplum için mücadele ettiklerini, ancak Türk toplumlunda henüz keskin sınıf farkları olmadığını ve bütün halkın toptan Ezilen Millet konumunda bulunduğunu belirtmiştir. Buradan hareketle Atatürk, Türkiye’nin önündeki devrimin millî ve demokratik karakterde olduğuna dikkat çekmiştir. Bu görüşler, Sovyet yöneticileri tarafından da yerinde görülmüştür.
Kocatepe’deki Sovyet komutanları
Türk devrimi ile Sovyet devrimi arasında askeri alandaki işbirliği, dünya tarihinde az rastlanır boyutlardadır. Büyük Taarruz sırasında Kocatepe sırtlarında, hemen Atatürk’ün arkasında bir Sovyet komutanının bulunduğu fotoğraflarla belgelidir.
Atatürk’ün arkasında yerde yan gelip yatan subayın şapka ve kaputuna bakılınca, bu giyimin Sovyet Kızılordusu’na ait olduğu hemen saptanıyor. Büyük taarruz öncesinde Atatürk’ün cepheyi Sovyet Elçisi Aralov, Azerbaycan Elçisi Abilov ve Sovyet Askeri Ataşesi ile birlikte denetlediği ve en gizli askeri sırları paylaştığı biliniyor.
Taksim Abidesi
Dünyada bir Sovyet devrimcisinin heykelini ilk diken ülke, yanlış bilmiyorsam Türkiye. 1928 yılında yapılan Taksim Cumhuriyet Abidesi’nde hemen İsmet Paşa ve Atatürk’ün arkasında ünlü kasketiyle Aralov bulunmaktadır. Anıtların gelip geçici değil, stratejik tavırları yansıttığı dikkate alınırsa, Atatürk’ün Taksim Abidesi’yle verdiği mesajın anlamı daha iyi anlaşılır. Sovyet dostluğu, Türk Devrimi açısından stratejik bir ilkedir.
1930’ların devletçiliği
1930’ların devletçiliği ve plancılığı, dünya bunalımının zorunlu kıldığı gelip geçici bir uygulama değil, fakat stratejikti. Nitekim devletçilik, 1931 yılında CHP Programı’na girdi ve 1937 yılında da Cumhuriyet Anayasasının 2. maddesine kondu. Yani Devletçilik, o gün yönetimde olan partinin programı olmanın ötesinde, devletin programıydı; bir anayasa emriydi.
Toplu değerlendirme
Bilimsel Sosyalizmin Kemalist Devrim üzerindeki etkisini şu maddelerde özetleyebiliriz:
— Lenin’in emperyalizm teorisi: Atatürk ve Kemalist Devrim’in önde gelen kadroları, İstiklâl Savaşı’nın başından itibaren Lenin’in emperyalizm teorisini benimsediler. Halkçılık Programı, Hâkimiyeti Milliye yazıları ve Atatürk’ün konuşmalarında, dünyadaki gelişmeler emperyalizm teorisiyle açıklanır. Kapitalizm artık çürüme ve çökme dönemine girmiştir. Mehmet Akif, bu gerçeği şiirleştirerek, “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” dizesiyle İstiklâl Marşına yansıtmıştır. Kemalist devrimcilere göre, emperyalizmin temelinde sermayenin tekelleşmesi yatmaktadır. Tekelci sermaye yayılmacı olmak zorundadır. İnsanlığın başındaki bela budur. Emperyalizm ve kapitalizm insanlığın baş düşmanıdır. Dünya zalimler ve mazlumlar olmak üzere iki büyük kampa ayrılmıştır. Emperyalist ülkeler arasındaki çelişmeler de uzlaştırılabilir türden değildir. Atatürk, son nefesine kadar dünya olaylarını emperyalizm teorisiyle açıklamış ve 1930’lu yıllarda “Emperyalizmin mahv ve nabut olacağını” belirtmiştir. O “mahvolacak emperyalizm” bellidir; Batı emperyalizmidir. Büyük önder, Ezilen Dünyanın ve insanlığın bu büyük savaştan zaferle çıkacağına emindir. Özellikle Hâkimiyeti Milliye’de çıkan başyazılar, emperyalizm teorisini günün olaylarına uygulayan, derinliği olan, olgun bir bakış açışını yansıtır. Bu yazılar yüksek edebiyat değeri, yaratıcılığı ve coşkusuyla da dikkat çekmektedir
Batı, karşıtlığı ve Asyalıyız tanımı: Atatürk Türkiye’si, emperyalizm çağının zalimler-mazlumlar kutuplaşması içindeki yerini çok kesin tanımlamıştır. Türkiye, Avrupa’lı değil, Asyalı’dır ve Doğu Devrimi’nin bir ürünü ve parçasıdır.140
— Sınıf, ırk, renk farklarının kalmadığı uyum dünyası: Atatürk, Türk toplumunun önüne çağdaş uygarlık hedefini koymuştur. Çağdaş uygarlık, açıkça belli bir sistem olarak tanımlanmamıştır. Atatürk, insanlığın geleceğe devrimlerle akıp giden büyük serüveninde, yeni toplumsal sistemlerin, yeni uygarlıkların birbirini izlediğini çok iyi anlamış ve açıklamıştır. Bu akış içinde toplumsal-ekonomik sistemler ve uygarlık merkezi de sürekli değişmektedir. Bu nedenle çağdaş uygarlığın önünde olma hedefi, onbinlerce yıl geçerli olacak değişken bir tanımdır ve determinist-maddeci tarih kavrayışını yansıtır. Bununla birlikte Atatürk, insanlığın nereye gittiği konusunda görüşler de belirtmiştir. Sınıf, ırk, renk ayrımlarının kalmadığı bir uyum dünyası, insanlığın ufkundadır. Nitekim bu amaç, CHP Programlarındaki “İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle” formülünde de ifadesini bulmuştur. Kimi yorumcular, buradaki sınıfsızlığın, aslında sınıf çelişmelerini inkâr anlamına geldiği görüşündedirler. Kemalist Devrim’in önderleri, sınıfları inkar etmediler, aksine tarihi sınıf mücadeleleriyle açıkladıklarını yukarda tarih kitaplarından örnekler vererek anlattık. Kemalist Devrim’in kendisi sınıfsaldı; emperyalizm ve kompradorlar yanında, feodal sınıfın başındaki hanedanlığı mülkiyet temeliyle birlikte tasfiye etti. Ancak o gün Türkiye’nin temel çelişmesi, burjuvazi ile proletarya arasında değildi. 1920’lerin ve 30’ların Türkiye’sinde gerçekten de derin sınıf çelişmeleri yoktu. Özellikle İstiklâl Savaşı’yla komprador burjuvazinin tasfiye edilmesi ve millileştirmeler yanında Osmanlı hanedanının ve tekkeler gibi feodal kurumların mülkiyetlerinin kamulaştırılması sonucu büyük mülkiyet ve aşırı gelir farklarının olmadığı bir toplum kurulmuştur. Atatürk, bunu Frunze’ye ve diğer Sovyet temsilcilerine çok güzel anlatır. “Sınıf mücadelesi uğruna Samanpazarı’ndaki bakkalın mülkiyetine mi elkoyacağız” der. Sovyet temsilcileri de kendisine hak verirler. O gün mesele, daha fazla eşitlik değil, emperyalizm ve feodalizmin temelleriyle birlikte tasfiyesi ve sermaye birikimi idi. Atatürk, bunu çok iyi görmüştür. Ancak nihai hedef olarak sınıfsız toplumu amaçladıklarını da belirtmekten geri kalmamışlardır.
— Aşamalı devrim teorisi: Atatürk, aşamalı devrim teorisini savunuyordu. Tarih bilinciyle çok kesin bir kanıya sahipti ki, toplumlar ancak önlerindeki sorunları çözebilirlerdi. Hiçbir topluma önünde bulunmayan bir sorun dayatılamazdı. Atatürk ve arkadaşları, Türkiye’nin milli demokratik devrim aşamasında bulunduğunu hep vurguladılar. Altı Ok, bir milli demokratik devrim programıydı. Hedef alınacak sınıflar beliydi. Toplum, bu aşamada emperyalizmden ve Ortaçağ ilişkilerini temsil eden ağalık, beylik ve şeyhlikten kurtulacaktı. Bu yönde dünya ölçeğinde önemli işler yapıldı. Ancak Atatürk’ün ömrü, toprak ağalığının kökten tasfiyesine yetmedi. Son yıllarda yaptığı Meclis’i açış konuşmalarında sürekli çiftçiyi topraklandırma görevini vurgulaması önemliydi. Kemalist Devrim’in tamamlanmadığını gösteren açıklamalardır bunlar.
— Arasız devrimler: Atatürk, Lenin’in kesintisiz devrim teorisini de kabul etmişti. Bunu “Arasız devrimler” diye ifade etti. Türkiye, Kemalist Devrim’e kazık çakıp orada kalmayacaktı. Çağdaş uygarlık yönündeki yürüyüşünü arasız devrimlerle sürdürecekti. Bu yürüyüş, sınıfların bütünüyle kalktığı uyum dünyasına doğru idi.
— Şuralar sistemi: Kurtuluş Savaşı yıllarında yapılan ilk Cumhuriyet Anayasası, şuralar sistemini getiriyordu. Atatürk, yukarda gösterdiğimiz gibi, bu sisteme Rusya’da Sovyet sistemi dendiğini açıkça belirtti. 1924 yılında kabul edilen Anayasa farklıydı ve doğruydu. Toprak ağalığını ve şeyhliği tasfiye etmeksizin şuralar sistemine geçilmesinin sonucunda, yönetim Ortaçağ unsurlarının eline geçerdi. Bu nedenle 1924 Anayasasıyla yürütme güçlendirildi; devrimin merkezi kuvvetlendirildi. Emperyalizme ve Ortaçağ gericiliğine aman vermeyen bir devrimci halkçılık uygulandı.
— Altı Ok’un okları: Altı Ok, Kemalist Devrim’in programını özetler. Hedef, saltanatın yıkılarak cumhuriyetin kurulması, millî hâkimiyet sistemine dayanan millî devletin inşası ve sağlamlaştırılması, halkçı bir yönetim, Ortaçağın prangalarından kurtarılarak aydınlanmış bir toplum ve devletçilikle başarılan planlı bir kalkınma idi. Millî demokratik devrim olarak özetlenebilecek bu program, burjuva demokratik devrimlerin kopyası değildi. Ferdiyetçilik ve liberalizm reddedildi; onun yerine, 1930’1arda Sovyetler Birliği’nden esinlenilen kamu ağırlıklı bir ekonomi inşa edildi. Dünyada Sovyetler Birliği’nden sonra plan yapan ikinci ülke, Türkiye oldu. Ve Batılıların 1930’larda ‘Türk mucizesi” adını verdikleri büyük ekonomik atılım böyle gerçekleştirildi. 1930’ların dünyasında en hızlı ekonomik gelişmeyi gerçekleştiren ilk iki ülke, sırasıyla Sovyetler Birliği ve Türkiye idi. Bu nedenledir ki, Tansu Çiller, 1990’lı yıllarda, Türkiye için “Son sosyalist ülke” nitelemesinde bulunuyordu. Özelleştirme, bu “son sosyalist” sistemi yıkmayı amaçlıyordu.
Atatürk zamanında Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’yi dünyaya tanıtmak için yayımladığı kitapçıkta, Türkiye Cumhuriyeti’ni “Devletçi sosyalizmi benimsemiş demokratik halk devleti” diye tanımlaması dikkat çekicidir. Kemalist Devrim döneminde bu tür tanımlamalara rastlanmaktadır.
Kemalist Devrim’in önder kadroları, hem 1920’lerde, hem de 1930’larda liberalizme cepheden karşıydılar. Liberalizm, onların dilinde küfür anlamına geliyordu. Serbest piyasacılığı her zaman reddettiler. Üretimin amacını, bireysel kâr olarak değil, toplumun genel çıkarı diye belirlediler.
Türkiye’nin 1930’lardaki devlet kapitalizmi, ne kadarıyla kapitalist, ne kadarıyla kamucu idi, bu tartışılır elbette. Ancak şu kadarını belirtelim: Her sosyalizm, biraz kapitalizmdir. Çünkü sosyalizmin bölüşüm ilişkileri, yani emeği göre paylaşım, emekçiler açısından kapitalizmde de geçerlidir. Komünizm, ihtiyaca göre paylaşımı öngörür. Sosyalizm, kapitalizm ile sınıfsız toplum arasındaki bir geçiş dönemidir ve her sosyalizm, bu açıdan bağrında kapitalist ilişkileri zorunlu olarak barındırır. Sovyetler Birliği’nde kolektifleştirmeye esas olarak 1929 sonrasında İkinci Dünya Savaşı tehlikesinin ufukta görülmesi ve zengin köylülüğün şehirleri açlıkla tehdit etmesi nedeniyle geçilmiştir. Bunun erken bir adım olduğunu o zamanın Sovyet yöneticileri de belirtmişlerdi. Bugünkü Çin’de sosyalizmin ilk aşamalarında olduğu saptamasını yapmış ve kamu mülkiyetinin inşasında daha aşamalı ve ağır bir çizgiye yerleşmiştir. Kemalist Devrim’in halkçı ve devletçi uygulaması, başka deyişle karma ekonomi, bugün bütün dünyada yeniden gündeme gelmiştir ve yayılmaktadır. Günümüzün Çin, Hindistan, Vietnam, Malezya gibi Asya ülkeleri ve Latin Amerika’da başlayan millileştirme ve kamulaştırmalar, Ezilen Dünya için biricik kalkınma yolunu ifade ediyor. Alman başbakanı Schmidt’in de saptadığı üzere, dünyada son 25 yılın gelişen bütün ekonomileri, Asya örneklerinde görüldüğü gibi bağımsızlıkçı ve devletçidir.
1 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.9. Kaynak Yayınları, İstanbul, Ekim 2002, s. 323 vd. 2 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.10, Kaynak Yayınları, İstanbul, Ekim 2002, s. 302 vd.
3 Prof. Dr. Suna Kili -Prof Dr, Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1985, s. 111 vd.
4 CHP 1931 Programı’nın tam metni için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim–3 Altı Ok, 1. basım. Kaynak Yayınları, İstanbul 1999; s.97 vd; Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923–1931), Yurt Yayınları, Ankara 1981, s.447.
5 Ferit İlsever, Cumhuriyet Devrimi Kanunları, 2. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Şubat 1997.
6 Bkz. Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 135/dipnot. Ayrıca bkz. s. l48, 154, 157–159, 161–164, 170, 183, 187, 192,203, 204, 215, 219, 232, 236, 238, 240, 242, 244, 246, 248, 249, 254. Aynı şekilde bkz. Etol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Çağdaş Yayınlar, İstanbul 1982, s.270.
Amerikan basınında 1921 yılının baharında, 3 Mart günlü The New York Times’ta, Kemalistler’den söz ediliyor. Bkz. Osman Ulagay, Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, s. 127. Komintern organlarında ilk kez A.R. imzalı ve 7 Nisan 1921 tarihli yazıda Kemalistler terimi geçiyor. Yazı, Komintern’in Güneydoğu Avrupa için çıkardığı Kommunismus dergisinin Haziran 1921 tarihli sayısında yayımlanmış. Bkz. Doğu Perinçek’in derlediği ve Kaynak Yayınları’nın çıkardığı Komintern Belgelerinde Türkiye Dizisi’nin 1. kitabı: Kurtuluş Savaşı ve Lozan, Yeniden düzenlenmiş 2. basım, İstanbul, Kasım 1993, s.26 ve 28. Dizinin diğer kitaplarında Kemalizm kavramı şuralarda geçiyor: 2. kitap, Kemalist Cumhuriyet, İstanbul, Nisan 1994, s. 11, 18, 36, 37, 38.40.41.42. 3. kitap, Kürt Sorunu, Yeniden düzenlenmiş 2. basım, İstanbul, Nisan 1994, s.22.34.41.66.
7 Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi, c.1, Remzi Kitabevi, s. 129.
8 Örnekler için bkz. Doğu Perinçek, Lenin Stalin ve Mao’nun Türkiye Yazıları, 3. baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 1992. Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’nin 1950’li yıllarda yayımladığı 6 ciltlik Felsefe Tarihi’nde de Kemalist Devrim incelenmiştir. Bkz. Geschichte der Philosophie, Bd.6, s. 625 vd, 632 vd, 647, 660.
9 Grace M. Ellison, Kuvayi Milliye Ankarası, Milliyet Yayınları, İstanbul 1973, s. 165.
10 Bkz, Uğur Mumcu (yayıma hazırlayan), Kazım Karabekir Anlatıyor, Tekin Yayınevi, İstanbul 1990, s.52.
11 Tekin Alp, Kemalizm, Cumhuriyet Gazetesi Matbaası, İstanbul 1936, s. 18. Günümüz Türkçesiyle basımını gerçekleştiren Prof. Dr. Çetin Yetkin’in yayınladığı kitapta s. 39 (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, Mayıs 1998) Tekin Alp’in kitabında ikinci cümledeki “esas olan” ifadesi, yanlışlıkla “şamil olan” diye yer almış. Doğrusu için bkz. İsmail Arar, Atatürk’ün Halkçılık Programı, s.26; Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasî Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Mevkii, c.II, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1965, s. 434. Cemil Koçak, Türkiye’de Millî Şef Dönemi (1938–1945). Yurt Yayınevi, Ankara 1986, s. 461. Atatürk’te CHP 4, Büyük Kurultayı’nı açış konuşması için bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I. s. 379 vd.
12 CHP 1931 Programı öncesinde Atatürk’ün elyazı notları ve programın tam metni için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim–3 Altı Ok, 1. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999; s.97 vd.
13 Atatürk’ün 1939 CHP Kurultayı için hazırladığı program taslağını kendi el yazılarıyla ilk kez 1987 yılında 2000’e Doğru dergisinde yayımladık. Bkz. “Atatürk’ün Elyazısıyla Kamâlizm Prensipleri'”, 2000’e Doğru, sayı
14 Belge, Anıtkabir Arşivi 1. Dosya’dadır, No: 1091. Fotokopisi Aydınlık gazetesi arşivinde bulunuyor.
15 Şeref Aykut, Kamalizm (CM. Partisi Programı’nın İzahı), Muallim Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul 1936.
16 Tekin Alp, Kemalizm, Cumhuriyet Gazetesi Matbaası, İstanbul 1936. Bu kitabın günümüz Türkçesiyle basımını Prof. Dr. Çetin Yetkin gerçekleştirdi. Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, Mayıs 1998.
17 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilâli, I-II Düzeltilmiş 4. basım. Kaynak yayınları, İstanbul, Nisan 2003, s.
191 vd.
18 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hâtıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. baskı Ankara 1984, s. 294.
19 Örneğin Manisa Mebusu Kazım Namı Duru, CHP’nin 1939 yılında yapılan 5. Kurultayı’nda bu talebi kuvvetle ifade ediyor. Bkz. Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef dönemi (1938–1945), Yurt Yayınevi, Ankara 1986, s. 461.
20 Kadro’nun 1930 yılı sayılarından aktaran Ali Nejat Ölçen, Kemalizmin Ekonomisi, Genişletilmiş 2. basım, Güldikeni Yayınları, Ankara, Mart 2000, s. 59. Fahir Giritlioğlu’da, Kemalizmin, Atatürk’ün hayatı boyunca yeter derecede sistemleştirilip açıklanmadığını belirtir. Bkz. Fahir Giritlioğlu, age, c. II, s. 425.
21 Tekin Alp, Kemalizm, İstanbul 1936, s. 17 vd.
22 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yön Dergisi, Ekim 1962.
23 Recep Peker’in CHP’nin 1935 yılındaki 4. Kongresi’ndeki konuşmasından aktaran. Fahir Giritlioğlu, age, c II. S. 429.
24 Aktaran Cemil Oktay, age, s. 461.
25 Tekin Alp, 1936, s. 21.
26 Atatürk’ün yıllarca saklanan not defterindeki bu ifade için bkz. Atatürk2ün Bütün Eserleri, c. 1, s. 15.
27 Atatürk’de Büyük Nutuk’ta Halkçılık Programı diye anar. Halkçılık Programı’nın tam metni ve ayrıntılı bilgi için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-3 Altı Ok, 1. basım, s. 39 vd, 73 vd.
28 İdealizm ve Materyalizm konusunda bkz. F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin sonu, çev. C. Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul, s. 28 vd.
29 Tarih, I, s. 2.
30 Türk Tarihi’nin ana Hatları, s. 1 vd.
31 Türk Tarihi’nin ana Hatları, s. 5 vd; Tarih, I, s. 1.
32 Afet İnan’ın 9 Ocak 1936 günü DTCF’nin açılışında verdiği ilk dersin bazı bölümlerini Atatürk yazdırmış. Bkz Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 242 vd.
33 İçişleri Bakanı Şükrü Kaya2nın konuşması için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, c. 16, Devre v, s. 59–61.
34 Şevket Aykut, age, s. 21,24.
35 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilâli, s. 198.
36 Karl Marx-Friedrich Engels, Alman ideolojisi çev. Selahattin Hilav. Sosyal Yayınlar, İstanbul 1968, s. 78.
37 Aynı eser, s. 76 vd.
38 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 277.
39 Atatürk2ün Söylev ve Demeçleri, II, s. 100. Atatürk, “milletin yoksulluk ve yıkımının en önemli nedenini” ekonomik gerilikte bulan görüşünü, aynı dönem başka konuşmalarında da belirmiştir. 15 Ocak 1923 günlü konuşması için bkz Aynı eser, s. 50.
40 Aynı eser, s. 107.
41 Aynı eser, s. 56 vd.
42 Aktaran Mete Tunçay, Tek Parti Yönetimi…, s. 327
43 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri – Yusuf Akçura- (1876–1935), çev. Alev Er, Yurt Yayınları, Ankara 1986, s. 78, 107 ve 80.
44 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, s. 226 vd, s. 233 vd, s. 237.
45 Aynı eser, s. 302.
46 Aynı eser, s. 303.
47 Tarih, III, 1931, s. 1, 2, 46. aynı eser, 1941 basımı, s. 1, 2, 10, 55-56.
48 Türk Tarihinin ana Hatları, s. 596–605. Bu bölüm, Saçak dergisinde de aynen yayımlandı: sayı 56, s. 44–46.
49 Bu konuda bkz. Doğu Perinçek, “Burjuva Liberal Tarihçilik ve Kemalizm”, Saçak, sayı 30, Temmuz 1986, s.
21.
50 Örnekler için bkz. Doğu Perinçek, Toplum ve Devlet, s. 142 vd.
51 Tarih III, s. 213 vd.
52 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, s. 99, 145, 175 vd.
53 Aynı eser, s. 175 vd.
54 François Georgeon, Türk Milliyetçiliğinin…, s. 64.
55 Marx-Engels, Werke, c.21, s. 299.
56 Burjuva sosyolojik tarihçiliği konusunda daha geniş bilgi için bkz. Doğu Perinçek, ‘”Burjuva Liberal Tarihçilik ve Kemalizm” Saçak, sayı 30, Temmuz 1986, s. 20 vd; Geschichte der Philosophie, II, s. 189 vd; III, s. 115. Ayrıca bkz. Plehanov, Materyalizm Üzerine Üç Deneme, s. 160.
57 Bu konuda bkz. Doğu Perinçek, Osmanlıdan Bugüne Toplum ve Devlet, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 1986, s. 166 vd.
58 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, s. 237. Ayrıca bkz. S. 220 vd.
59 Aynı eser, s. 247 vd.
60 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 259.
61 Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, s. 82 vd. Yine bkz. S. 220.
62 Aynı eser, s. 230 vd.
63 Aynı eser, s. 197 vd.
64 Aynı eser, s. 175 vd.
65 Yusuf Akçura, “Asri Türk Devleti ve Münevverlere Düşen Vazife”, Saçak, sayı34/5, Haziran 1984, s. 14.
66 Recep Paker, İnkılâp Tarihi, s. 26.
67 ASD III, s53. Efendi, bey ve paşa gibi lakap ve unvanların kaldırıldığına dair kanun lâyihası’nın gerekçesi ve görüşme tutanakları için bkz. TBMM Zabit Ceridesi, Dönem 4, Toplantı 3–4, Oturum 79–81, 1–25, c. 24, s.40 vd. Yasanın gerekçesi, Saçak dergisinde yayımlandı, önemli bir belgedir, incelenmesini öneririz. Bkz. Saçak, sayı 30, Temmuz 1986, s. 27 vd.
68 Medeni Bilgiler, s. 29, 98; el yazısı, s. 399.
69 ASD III, s. 53.
70 Doğu Perinçek, Din ve Allah, s. 100, dipnot: 33.
71 Atatürk İhtilali, s. 221.
72 Din ve Allah, s. 100, dipnot: 35.
73 ASD II, s. 1.
74 Din ve Allah, s. 100, dipnot: 37.
75 ASD V, s. 27.
76 Din ve Allah, s. 100, dipnot: 39.
77 Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, s. 71
78 ASD II, s. 166.
79 Nutuk I, s. 14.
80 ASD I, s. 380.
81 Bursa Nutku için bkz. Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri, s. 226 ve Mahmut Goloğlu, Atatürk İlkeleri ve Bursa Nutku, Ankara 1973.
82 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, s. 321.
83 Bkz. Mahmut Esat Bozkurt’un Atatürk’ün emriyle çevrilen Max Beer’in sosyalizmin ve sınıf Mücadelesinin Tarihi adlı ünlü eserine yazdığı Önsöz, çev. Galip Üstün, İstanbul 1985, s. 6.
84 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, s. 68 (29 Ekim 1923).
85 Recep Paker, İnkılâp Dersleri, s. 55 vd.
91 Şerafettin Turan, Atatürk’ün… s. 13.
92 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, s.210 (1 Aralık 1921) Atatürk, kuvvetler birliği görüşünü kararlı bir tavırla benimsemekle birlikte, 1921 ve l923 yılında yaptığı iki ayrı konuşmada, Rousseau’nun kuvvetler ayrılığını savunduğunu sanıyor. Bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, s. 216 (1 Aralık 1921) ve Sadi Borak, Atatürk’ün…, s. 165 (2 Şubat 1923). Atatürk’ün olasıdır ki daha sonraki bir tarihte Rousseau’nun egemenliğin birliğini ve bölünmezliğini savunan görüşlerinin yanına, “mühimdir” notunu koyduğunu da saptayabiliyorum. (Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk’ün…, -Eski ve Yeni Yatılı Türkçe Kitaplar-, s. 397.) Sözü geçen önemli bilgi hatası bir yana, Atatürk’ün özellikle Büyük Fransız Devrimi hakkında çok geniş ve ayrıntılı bilgi sahibi olduğunu konuşma ve yanlarından anlıyoruz.
93 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s.33.
94 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s.215 (11 Aralık 1921).
95 Atatürk’ün bu çok önemli konuşması, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri’nde bulunmuyor. Sadi Borak’ın 19 Temmuz 1922 tarihli Vakit gazetesinden aktardığı ve Hâkimiyet-i Milliye’deki haberle tamamladığı konuşma metni için bkz. Atatürk’ün…, s. 133 vd.; Mustafa Baydar’ın 16 Temmuz 1922 tarihli Hâkimiyeti Millîye’den aktardığı metin, Tük Dili, sayı 254, 1 Kasım 1972, s. 200 vd.; Milliyet’in 19 Temmuz 1922 günlü Tevhid-i Efkar gazetesinden aktardığı metin, 15.7.1981. Bazı farkları olan bir metin için bkz. Hüsametin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul 1957, s.554-557.
96 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, s.66–67. 29 Ekim 1923.
97 Aynı eser, s.81 (8 Mart 1928). Büyük Fransız Devrimi’nin milletlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini nasıl etkilediği konusunda, Atatürk’ün 1926 yılında tuttuğu notlar için bkz. Sadi Borak, Atatürk’ün…, s. 344.
98 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, III, s. 81. (8 Mart 1928).
99 Aynı eser, v, s. 50 (27 Eylül 1928).
100 Bkz. Teori Dergisi, sayı 188, Eylül 2005.
101 Niyazi Berkes, Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal devrimler, 2. basım, kaynak Yayınları, İstanbul, Ağustos 2002, s. 81 vd; 1. basım, Yön Yayınları, Ankara 1965, …, s. 94 vd. İlhan Tekeli ve Gencay Şaylan da, “Türkiye2de Halkçılık İdeolojisinin Evrimi” başlıklı yazılarında, Narodnizmin Türk devrimcileri üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Bkz. Toplum ve Bilim, Yaz-Güz 1968, sayı 6–7, s. 44 vd.
102 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık Sarı. A.Ş., İstanbul, 1969, s. 166.
103 İngilizlere yaklaşmanın hikâyesini Atatürk’ün Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, olgulara dayanarak anlatır. Bkz. Atatürk’ün Dış Politikası, Kaynak Yayınları, Ocak 2003. s. 149 vd, 169 vd, 183 vd.
104 Atatürk’ün dış politika vasiyeti konusunda etraflı bilgi için bkz. Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri -Sovyet Arşivi Belgeleriyle-, Kaynak Yayınları, İstanbul Şubat 2005, s. 234 vd. Ayrıca bkz. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, Tekin Yayınevi, Siyasi Hatıralar, c. 2, Temel Yayınları, İstanbul 2002, s. 266 vd.
105 Bu konuda ayrıntılı bilgi ve tahliller için bkz. Mehmet Perinçek, age, s. 17 vd.
106 Mehmet Perinçek, age, s. 28 vd.
107 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, c. I, Emre Yayınları, İstanbul, s. 96 vd’den aktaran Mehmet Perinçek, age, s. 40.
108 Nutuk/söylev, I, s. 48; III, s. 1234, Belge 37. Bu konuda bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-4 – Kurtuluş Savaşı’nda Kürt Politikası- Kaynak Yayınları, 2. basım, İstanbul, aralık 1999, s. 141.
109 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 3, Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 114.
110 Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, c. I, Emre Yayınları, İstanbul, s. 96 vd’den aktaran Mehmet Perinçek, age, s. 41.
111 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 6, s. 409.
112 Mehmet Perinçek, age, s. 42.
113 Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi, Hakimiyeti Milliye Yazıları (HMY), En Büyük Düşman Kapitalizm (20 Temmuz 1920), s. 79.
114 HMY, “Muzafferiyet Arifesi”, 2 Ağustos 1920, s. 85 vd.
115 Age, “Cereyanlar”, 9 Ekim 1920, s. 92 vd.
116 Age, “İki Komünizm”, 12 Ekim 1920, s. 96 vd.
117 Age, “Rus Bolşevizmi Türk Komünizmi”, 16 Ekim 1920, s. 100 vd.
118 Age, “Türk-Bolşevik İttifakı”, 5 Ekim 1920, s. 90 vd.
119 Age, “Dünya Dönüyor” (23 Temmuz 1920), s. 82.
120 Age, “Asya Tehlikesi” (2 Şubat 1920), s. 30. Asrın Prensipleri 821 Şubat 1921), s. 36.
121 Age, “Doğu İhtilali”, 13 Kasım 1920, s. 113 vd.
122 Age, “Doğu İhtilali”, 13 Kasım 1920, s. 114.
123 Age, “Sınır Meselesi” (24 Ocak 1920), s. 19. (Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi –Hâkimiyeti Milliye Yazıları–, Genişletilmiş 2. basım, Çevrimyazı: Hadiye Bolluk, Sadeleştirme: Kurtuluş Güran, Kaynak Yayınları, İstanbul, Nisan 2004)
124 Age, Hüseyin Ragıp, “Sağdan Sola Doğru”, 6-7-8 Mart 1921.
125 Bkz. Doğu Perinçek, “Kemalist Devrim’in Halkçılık Programı”, Teori, sayı 11, Nisan 1999, s. 3 vd.
126 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, s. 340 vd.
127 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 12, s. 200.
128 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 14, s. 176.
129 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c. 14, s. 329.
130 Tevfik Rüştü Aras, Yön dergisi, 30 Ekim 1964.
131 Tevfik Rüştü Aras, Yön dergisi, 30 Ekim 1964.
132 Kemalist Devrim’in Devlet sosyalistliği konusunda bkz. Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, I ve II, s. 197 vd; Muammer Aksoy, Atatürk ve Sosyal Demokrasi: Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, II, s. 469 vd; Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, I, 448 vd; S. N. Tansu, İki Devrin Perde Arkası, s. 338 vd; M. Suphi’nin Stalin’e raporu, Teori 126, Temmuz 2000 (Kemalistlerin devlet sosyalizminden yana olduğunu belirtiliyor); Korkut Boratav, 100 soruda devletçilik, s. 58 vd. (Celal Bayar’ın Hâkimiyeti Milliye’ye cevabı var); Mustafa Kemal-Frunze Görüşmeleri, Kaynak, s. 39; Medeni Bilgiler, s. 72, 527; Tekinalp, Kemalizm, s. 228, 243, 252
133 Hâkimiyeti Milliye, 6–8 Mart 1921 günleri yayınlanan Hüseyin Ragıp’ın yazı dizisi. Bkz. Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi / Hâkimiyeti Milliye Yazıları, s. 122 vd.
134 RGASPİ f. 544, l. 3, d. 117, y. 194’ten aktaran Mehmet Perinçek, age, s. 38.
135 Prof. Dr. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. basım, Ankara, 1988, s. 72.
136 Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları (1923–1938), İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları Derneği Yayını, Eylül 1977, s.80, 82.
137 Mahmut Esat Bozkurt, age, s. 204.
138 Tekin Alp, Kemalizm, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Mayıs 1998, s.228, 243,252.
139 Mehmet Perinçek, age.
140 Bu konularda bkz. Doğu Perinçek, “Kemalist Devrim’in Stratejik Kimlik Beyanı”, Teori Dergisi, sayı 140, s. 5 vd.