Ana Sayfa Yazılar MAHSA’LAR, SEMERKANT’TAN TAHRAN’A UZANAN YOLDA ÖZGÜRDÜR

MAHSA’LAR, SEMERKANT’TAN TAHRAN’A UZANAN YOLDA ÖZGÜRDÜR

751

15-16 Eylül’de dünyanın gözü Özbekistan’daki Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Liderler Zirvesi’ndeydi. Atlantik basınına baktığımızda zirveye ilişkin duyulan endişe, had safhadaydı. Hâlâ da öyle doğrusu.

Zirve’nin ardından yapılacak en isabetli yorum, ABD’nin kâbusunun gerçeğe dönüştüğüdür. Son sürece baktığımızda, önce Tahran’da toplanan Astana formatındaki Liderler Zirvesi, ardından Soçi’deki Erdoğan-Putin görüşmesi, Rusya’ya yönelik yaptırımlarda Türkiye ve dünya genelindeki direnç, Türkiye’nin önündeki Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üyelik hedefi, Türk, Rus ve İran Dışişleri Bakanlarının buluşması şeklinde bir tablo görüyoruz.

Bölgesel ve kürese manzara, emperyalizme karşı direnen, mücadele eden mazlum ve gelişen milletlerin bir arada olduğunu gösteriyor. Bu ülkelerin öznesi ve parçası olduğu işbirliği mekanizmalarında, herhangi bir ülke, başka bir ülkenin egemenliğine müdahale etmiyor. Çok kutuplu dünyaya önderlik edecek ülkeler birlikte güçleniyor ve yükseliyor. Her alanda atılım yapan bu ülkeler; nüfus itibariyle dünyanın en kalabalık ülkelerini ve toplamda dünya nüfusunun yüzde 40’ını oluşturuyor. Güçlenen ekonomileriyle dünya üretiminin yüzde 30’unu ve teknolojik gelişmelerin merkezini oluşturuyor. İşte bu ülkeler, artık ortak bir çatı altında buluşuyor.

SABOTE ET, ŞEYTANLAŞTIR, HEDEF AL

Hayatta her şey zıttıyla var. Dünyanın kalpgâhında tarihi bir zirve yapılırken İran’da aniden kopan gürültüye bakınca olan bitenler daha anlamlı hale geliyor. Özbekistan’da ŞİÖ Zirvesi sürerken, İran’da Mahsa Emini’nin gözaltında hayatını kaybetmesi gündeme çığ gibi düştü. Amerikan emperyalizminin Türkiye’de kargaşa yaratarak Türkiye’yi bölme stratejisi, İran’da da devreye sokuldu. ABD, 16 Eylül’de Emini’nin hayatını kaybetmesi üzerinden İran’da toplumsal karışıklık yaratmak amacıyla aparatlarını vakit kaybetmeden harekete geçirdi. Sokağa çıkan sözde protestocular güvenlik güçlerine saldırdı, ambulanslara ve çok sayıda kamu malına zarar verdi.

Bu sırada Semerkant’ta ŞİÖ Zirvesi’nde olan İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, olayın aydınlatılması için İçişleri Bakanı’na doğrudan talimat verdi. Olayla ilgili yargı da hızlı bir şekilde harekete geçerek, bir soruşturma heyeti oluşturdu.

DEZENFORMASYONUN GÜCÜ ADINA

Emini’nin ölüm sebebi henüz kesinleşmemişken, bir anda bazı kentlerde protestolar başladı. İran devletini Mahsa Emini’nin ölümünden sorumlu tutan sloganlar yayıldı. İktidarı hedef alan eylemlerde İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamaney “diktatör” ilan edildi.

“Polisin Emini’ye işkence ettiği” iddiası, hızlı bir şekilde yayılmış ve protestoları körüklemişti. Bu sırada, ilk tıbbi müdahaleden 12 dakika sonra Emini’nin hastaneye getirildiği ortaya çıktı. Daha sonra ortaya çıkan güvenlik kamerası görüntüleri ve paylaşılan adli otopsi raporu, bu iddiayı yalanladı.

Emini’nin ölümünden güvenlik güçlerini sorumlu tutan argümanların yayıldığı tek kaynak ise birtakım “sosyal medya hesapları”. İran genelinde karşılık bulmayan ve operasyonlarla yönetildiği çok açık olan eylemlerde, öne çıkarılan ve amacı ele veren söylemler oldukça tanıdık. Batı’dan yönelen söylemleri benimseyen ve terör örgütleriyle birlikte hareket eden şiddet yanlısı aşırıcı grupları, toplumu kargaşaya sürüklemeye yönelik kışkırtıcı sloganlar atarken, İran bayrağını ateşe verirken ve halk tarafından seçilmiş İran Cumhurbaşkanı başta olmak üzere,  hükümet yetkililerini “diktatör” ilan etti. Batılı ünlü medya kuruluşları da “Emini için öfke duyan demokratik göstericileri” destekleyerek, fabrikasyon haberlerle alışıldık karartma taktiklerini kullandı.

İran’da birkaç sene önce bazı kadınların birden başörtülerini çıkararak hükümet karşıtı paylaşımlar ve eylemler yaptığı  “Beyaz Bayrak” olarak bilinen operasyonda da yine benzer yöntemler kullanılmıştı. Emini’nin vefatı üzerinden başlatılan Batı destekli son operasyon da gösteriyor ki İran’ın meşru hükümeti, “özgürlük” ve “demokrasi” nidalarıyla devrilmesi ve İran halkının, Şah devrinin manda dönemine döndürülmesi isteniyor.

TERÖR ÖRGÜTLERİYLE “KADIN HAKLARI” MÜCADELESİ

Protestolarda, aralarında polis memurları ile İran Devrim Muhafızlarına bağlı gönüllü halk gücü olan Besic üyelerinin de bulunduğu 41 kişi hayatını kaybetti. Öte yandan sosyal medyada “İran halkı sokağa döküldü”, “İran’da devrim oluyor” propagandası yürütüldü. Eylemlerin merkezine “İran halkı” oturtuldu.  Fakat halk ve devlet düşmanı bu eylemlerde elbette halk yoktu.

Eylemlerdeki baş aktör; İran Kürdistan Devrimci Emekçiler Topluluğu (Komele), PKK’nın İran kolu PJAK, İran Kürdistan Demokrat Partisi’ni görüyoruz. Yurt dışında kaçak olan İran Komünist Partisi Kürdistan Örgütü lideri İbrahim Alizadeh, eylemlerle ilgili itirafta bile bulundu. Alizadeh, “bu tarz eylemleri önceden planladıklarını ve bu nedenle daha koordineli hareket ettiklerini” ifade etmekten hiç de çekinmedi. “Eylemciler”,  Mahsa Emini’nin fotoğrafını taşımayı bile bırakarak, bu terör örgütlerinin flamalarına sarıldı. Nitekim gözaltına alınanların kimlikleri, söz konusu terör örgütü faaliyetlerini bir kez daha gözler önüne serdi.

EMİNİ’NİN AİLESİ VE HALK, EYLEMLERİN KARŞISINDA

Ancak eylemlere sosyal medyanın sisli merceklerinden merceklerinden bakarsak, eylemler, “İran’ın tamamına sıçramış”, “her caddesini sarmış” görüntüsüyle algısına kapılıyoruz. Eylemlerin yıkıcı bir operasyon olduğu gerçeğini gören kandırılmış insanlar,  “devrim”, yerini 50-100 kişilik grupların sözde protestolarına bıraktı. Belki de en önemlisi, Emini ailesinin, şiddet ve kargaşa eylemlerinin yanında olmadıklarını ve hükümetin zor anlarında kendileriyle gösterdiği dayanışma için teşekkür ettiklerini açıklamasıydı. Çünkü İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Semerkant’tayken trajik olayı öğrendiğinde Emini’nin ailesini arayıp, “Emini’yi kendi kızı gibi gördüğünü ve olayın aydınlatılması için devletin tüm imkanlarını seferber edeceği” sözünü vermişti. Belirtmekte fayda var, merhum Mahsa ile birlikte karakola ifade vermeye giden kuzenleri, polis tarafından herhangi bir fiziksel muameleye maruz kalmadıklarını ifade etmişti.

Halkın kargaşa ve terör eylemlerine yanıtı ise gecikmedi. 21 Eylül itibariyle, kargaşa yaratmak isteyenlere karşı İran İslam Devrimi’ne sadık Devrimci Öğrenciler’le başlayan demokratik protestolarda ve başkent Tahran’da yapılan büyük kitlelerin katıldığı yürüyüşte toplumun hemen kesiminden İran yurttaşı milli bağımsızlığı, devleti, demokrasisi ve toplumsal barışa sahip çıktı. Milli güvenliği ve huzuru savunma refleksiyle düzenlenen eylemlerde halk, ne aşırılıkçı söylemler ne de şiddet sergiledi. Tersine, milli birliklerini ve Emini’nin hatırasını, terör örgütlerinin yıkıcı girişiminden korudu ve emperyalizme gövde gösterisi yaptı.

“Kahrolsun ABD, Kahrolsun İsrail” sloganlarıyla yaratılmak istenen kargaşaya karşı çıkan insanlar, terör örgütü Komele’ye karşı sloganlar atarak, hükümet ve güvenlik güçleriyle dayanışma gösterdi. Şiddet eylemlerine karşı düzenlenen protestolara İran kadınlarının yoğun katılımı, halkın emperyalist operasyona karşı ne denli kenetlendiğini ortaya koydu.

KOKUŞMUŞ RETORİK: ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ…

Bugün Batı merkezli belli başlı basın-yayın organları, İran’daki şiddet ve anarşi eylemlerini desteklemek ve meşru göstermek için “İsyanın Yeni Yüzü”, “Özgür Yaşayacağız”, “Diktatöre Ölüm”, “Başımızı Açacağız, Prangalardan Kurtulacağız” gibi başlıkları atıyor. Böylece İran hükümetini devirme amacı güden terör eylemlerini perdeliyor. Kısacası on yıllardır, ezilen milletlere yönelik “özgürlük”, “insan hakları”, “kadın hakları”, “demokrasi” vb. manipüle edilmiş anlatılarla süslenen turuncu hareketlerle Atlantik emperyalizminin istemediği hükümetleri devirme ve kendine engel olan milli devletleri bölme stratejisi ömrünü dolduruyor. Sonuç olarak, Batı’nın desteğiyle atılan “özgürlük” sloganı, gerçekte istikrarsızlığı ve kargaşayı, “demokrasi” de bölünme anlamında geliyor. Nasıl bağımsızlık olmadan özgürlük olamazsa, dış müdahale ve yönlendirmelerle, şiddet ve terörle verilen meşru ve başarılı bir mücadele de yoktur.

Batı’ya göre “diktatörler” ve “otokratlar” tarafından yönetilen Irak’a, Suriye’ye, Libya’ya, Yemen’e turuncu hareketlerle ithal edilen “özgürlük” ve “demokrasinin”, bu ülke halklarına getirdiği yıkım ortada.

İranlı ünlü devrimci sosyolog Ali Şeriati, “eleştirinin olmadığı yerde, putçuluk başlar” der. Kadın, işçi, çiftçi veya öğrenci, hangi alandaki hak mücadelesi olursa olsun emperyalizmin ülkelerin içişlerine karışarak milli devletleri yıkma stratejisini göz ardı ederek toplumsal hiçbir sorunun çözülmesi veya koşulların iyileştirilmesi mümkün değil. Bunu görmemek, olaylara yönelik iddia edilenleri eleştirmeden kabul etmek, Batı’nın işine geldiği gibi kullandığı ve kutsadığı “özgürlük” ve “demokrasi” safsatasını putlaştırarak, yobazca bir tapıncaya dönüştürmektir. İran örneğinden bakınca, bir yandan hükümet nezdinde kadınların toplumsal huzuruna ilişkin bir kanun değişikliği gündeme alınıyor ancak ithal protestocular kendilerine katılmayan bir İranlı bir kadın yurttaşın örtüsünü zorla çıkartmak, yani “özgürleştirmek” için onu yerde sürüklüyor. İran’ın özgün tarihsel ve kültürel koşullarını anlamaya çalışmak, egemenliğine saygı duymak bir yana, bilimden siyasete, sanattan, ticarete, günlük hayatın her sahasında İran kadınının özne olduğu gerçeğine hiçbir şekilde yer verilmezken, Batı’dan yönelen “özgürlük” ve “sekülerlik” söylemleriyle İran içinde ve İran’a yönelik kargaşa ve düşmanlık örgütleniyor.

Milli devleti savunarak, emperyalizmin saldırılarını boşa çıkaranları “dadikal İslamcı”, “yobaz” ilan edenler, “devrimcilerin”, “özgürlükçü” eylemlerde güya haklarını savundukları kadınları yerde sürükleyip, inançlarını yok sayarak zorbalıkla başörtüsünü çıkartıyor. Böylesine apaçık bir manzarayı bile görmek istemeyip, konuya özgürlük ve sekülerlik ağızlarıyla yorum yapmak emperyalizme askerlik yapmaktır.

Ortada İran gibi milli çıkarları ve bölgede istikrar için, kapsamlı ekonomi ve güvenlik işbirlikleri yaparak çok kutuplu uluslararası düzeni inşa eden bağımsızlıkçı ve etkili bir ülke söz konusuyken, bu tarz kargaşa operasyonlarının ve turuncu darbe girişimlerinin olması gayet anlamlı.

Özellikle 2017’den bu yana İran’a karşı art arda geliştirilen hamlelere bir yenisini eklemeye çalışan ABD, turuncu ayaklanmalar yaratarak İran gibi hükümetleri hedef almaya çalışıyor. İran’ın ŞİÖ üyeliği ve Kuşak-Yol Girişimi’nde oynadığı rol, Avrasya ülkeleriyle yapılan kapsamlı işbirlikleriyle Batı’nın ambargo ve ablukalarını yarması, Filistin, Suriye, Lübnan, Irak gibi ABD ve İsrail’in düşmanı olduğu komşu ülkelere verdiği etkili destek, Avrupa ülkeleriyle yürüttüğü nükleer görüşmelerinin ABD-İsrail çıkarlarına karşı seyretmesi, Türkiye ve Rusya’yla kurduğu verimli ilişki ve işbirlikleri İran hükümetine yönelik sistemli karapropagandanın ve psikolojik savaşın temel nedenini bütün boyutlarıyla izah ediyor.

ORTAK TEHDİTLERE ORTAK ÇÖZÜMLER

Bir mesele de bu operasyonların İran’la sınırlı olmadığı gerçeğidir. Başta da ifade ettiğimiz gibi, gelişen dünyanın başını çeken ülkeler, ABD tarafından açıkça hedef alınıyor. Ancak dünyanın dört bir yanında çeşitli boyutlarıyla yenilgiler aldıkça ABD, son kozlarını oynuyor diyebiliriz. Bu ülkelerin halkları, milli devlet aygıtını kararlılıkla savunuyor. Bu operasyonlara verilecek en güçlü ve gerekli yanıt, bölgesel ve küresel düzlemde faaliyet yürüten ve çok kutuplu dünya düzenini güvenceye alan kazançlı işbirliği örgütlerinden geçiyor. Son Şangay İşbirliği Örgütü Zirvesi, bu gerçeği en güncel ve berrak haliyle sergiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Semerkant dönüşü ifade ettiği ŞİÖ üyeliği, çok benzer koşullar yaşayan ülkemiz için artık bir tercih değil, zorunluluktur.

Sözün özü, bugün komşumuz ve kardeş ülkemiz İran’da halk, etnik ve dinsel farklıklara rağmen ABD ve İsrail saldırganlığına karşı devletin arkasında birleşiyor. İran devleti ise emperyalizme ve onun dayatmalarına karşı direnmenin ötesinde kararlılıkla mücadele ederek, hem kendisi hem de komşuları için ciddi mevziler kazanıyor. İran milli politika ve stratejilerini kararlılıkla savunduğu müddetçe ne İran ne de bölge ülkelerin halklarının,  ABD’nin çürük sopası ile hizaya gelmesinden bahsedilemez. Mahsa Emini’ler, Washington-Brüksel arasında değil, Semerkant’tan Tahran’a uzanan iklimde özgürdür.

Acı kayıpları için Mahsa’nın ailesi ve kardeş İran halkına başsağlığı diliyoruz.