Ana Sayfa Yazılar Özgür Demirtaş’ın Teknokratik Hayalleri

Özgür Demirtaş’ın Teknokratik Hayalleri

1747

Kapitalizmin endüstri alanındaki atılımları birçok iş bölümünde derinleşmeyi de beraberinde getirdi. Bu derinleşmenin esas amaçlarından bazıları üretilen ürünü daha hızlı bir şekilde sunarak çeşitliliği ve tüketimi arttırmaktı. Ürünlerin üretim aşamasında tekniği uygulayan, üretim sürecini sıkı bir disiplinle denetleyen ve bu alandaki bilgisiyle makineleri yöneten ‘teknisyen’ grubuna ihtiyaç doğdu. Teknolojinin gelişmesi ve üretimin kitleselleşmesiyle birlikte farklı alanlarda uzmanlaşan bu kişiler son iki yüz yıldan beri üretimin durmaksızın devamlılığını sağladı.

Bu anlayıştan hareketle toplumların ihtiyaçlarını gidermek ve halkın refahını arttırmak amacıyla devleti yönetmesini bilen seçkin insanlar, yani teknokratlar ortaya çıktı. Devlet aygıtının karmaşıklaşması ve örgütlenmesindeki açık, teknokratların toplumsal sistemlerde söz sahibi olmasının esas sebebi oldu. Görevlerinden dolayı bürokratik hiyerarşinin yüksek memurlarından, genel olarak kapitalist sınıftan veya hakim sınıftan farklı değillerdir. Hakim sınıfın içinde yer alan diğer unsurlarla derin ve köklü bir çatışma halinde olmayıp aksine onlarla uzlaşma eğilimindedirler. Dolayısıyla sömürüye dayalı bu sistemin pratik birer uygulayıcısı konumundadırlar.

Türkiye özelinde ise ekonomik kırılma dönemlerinde yaşananlar, bu teknokratları toplumun önüne bir ihtiyaç gibi sunulmasını sağladı. Küreselleşme atağının yarattığı ekonomik sorunları “bir bilene soralım” mantığıyla çözmeye çalışmak, bizzat kendisi bu sorunun bir parçası olan uzmanların çözüm arayışlarını itti.

1990’larda “temiz” sıfatıyla bir anda ortaya çıkan Kemal Derviş yukarıda bahsettiğimiz durumun en tipik örneğidir. Laik ve modern pozlarıyla sistemin allayıp pulladığı Derviş, çözümü Dünya Bankası’nda ve IMF kapısında Türkiye’yi borç bataklığına sürüklemekte buldu. Küresel ekonomiyle bütünleşme adına KİT’ler satıldı, özelleştirmelerin ardı arkası kesilmedi. Devlet, piyasanın her alanından çekilmeye itildi.

Uzun bir girizgahyaptığımızın farkındayız. Fakat ekonomiyi, eğitimi ve diğer tüm alanları siyasetin etkisinden kurtarmak isteyen bu kutsanmış uzmanlardan birinin adını son dönemlerde sık sık duyar olduk.

Elbette Özgür Demirtaş’tan bahsediyoruz. “Açılın ben ekonomistim” nidalarıyla ülkemizin gündemini yaptığı videolarla, attığı tweetlerle kaplamaya başladı. CNN’deki tartışma programıyla hayatımıza giren Demirtaş, Merkez Bankasının tarafsızlaştırılmasından tutun da yapısal reform ihtiyaçlarına kadar birçok talebi öne sürüyor.

Merkez Bankası Bağımsız Olmalı Safsatası

Dünyanın parasal merkezleri, ‘’Merkez Bankalarını biz yöneteceğiz’’ demezler, ‘’bağımsız olsun’’ derler. Merkez Bankasının bağımsız olmasının tek bir anlamı vardır, o da küresel sisteme bağımlı hale getirilmesidir. Bugünün Türkiyesi’nde Merkez Bankası, milli ekonominin direnmesi ve milli siyasetin aracı konumundadır.

Özgür Demirtaş’ın ortaya koyduğu politikalarla Türkiye’nin dolardan bağımsız ve milli atılımlarla ekonomisini geliştirme şansı yoktur. Bir ülkenin para politikasını yönetmek; işçinin tezgahını, köylünün tarlasını, sanayicimizin fabrikasını yönetmekle eş değerdir.

Küresel sistemin dolar üzerinde yarattığı dalgalanmadan Türk Lirasını korumanın yolu, Merkez Bankasının kamucu ve milli bir politikayla yönetilmesinden geçmektedir.

Türkiye’nin milli çıkarlarına göre hareket etmeyen, zorlukları göğüslemeyen bir kamu kurumunun ülkemiz açısından hiçbir karşılığı yoktur. Türk lirasını koruyamayan, gerektiği zaman para basamayan sözde bağımsız bir banka, Türkiye’yi bağımlı hale getirmektedir. Bu talep ABD’nin Irak’a demokrasi götürme iddiasıyla aynı mantıktır. Merkez Bankasının bağımsızlığı talebi, Türkiye’nin bağımlı olmasını istemektir.

Bir Teknokratın Talepleri: Eğitim ve Hukukta Reform

Özgür Demirtaş’ın söylemlerinde muğlak bir eğitim ve reform talebiyle de sık sık karşılaşıyoruz. Toplumun ihtiyaçlarına göre sistemleştirilmeyen, planlı bir kalkınma modeline göre şekil almayan bir eğitim programı nasıl başarılı olabilir? Geleceğini düşünen devletlerin milli menfaatlerini koruyacak, üretimini sağlayacak bir eğitim politikası olmalıdır. Bu eğitim programına göre yetişmiş insan gücü üretim sahalarının her alanında görev yaparak ülkenin geliştirilmesinde başat rol oynar.

Özgür Demirtaş gibi düşünenlerin esas çelişkisi burada açığa çıkmaktadır. Soyut bir eğitim talebiyle ortaya çıkan bu düşünce, Türkiye’yi planlı ve denetimli bir kalkınma modelinin uzağına iterek, ülkemizin kalkınma konusundaki esas dayanağı olan yetişmiş insan gücünü küresel sermayenin bir aracı haline getirmektedir. Neden mi? Özgür Demirtaş genel itibariyle üniversite eğitimi almış ve ülkenin ekonomik sorunlarına kafa yoran kesimine sesleniyor. Bunda elbette bir beis yok. Mesele şu ki hitap ettiği kesimi, Türkiye’nin üretim potansiyeli taşıyan fakat planlı bir kalkınma politikası yönüne sevk edilmemiş geniş kesimlerinden ayırmaktadır. Dolayısıyla hitap ettiği kesimi, zor olan toplumsal çareler yerine kolay olan bireysel kurtuluşları aramaya itmektedir. Toplumsal çarenin yaratılmasında önemli bir faktör olacak eğitimin yerine, bireysel gelişimi, “kendini yetiştirmeyi” ön plana çıkarması bundan olsa gerektir.

Nitekim Özgür Demirtaş’ın sıkça bahsettiği hak, hukuk, adalet taleplerini de küresel sistemin Türkiye’ye duyduğu güvensizliği gidermek için bir mesaj olarak anlayabiliriz. Bu tezlerin neredeyse tümü Türkiye’nin hukuk alanında eksik olduğu vurgusuyla bitmektedir. Temeline hak, hukuk, adaleti koyan bir ekonomi anlayışı, Türkiye’nin bunlara sahip olmadığı, sahip olursa da Batılı yatırımcıların ve kredi kuruluşlarının Türkiye’ye olumlu bakacağı vurgusunu içeriyor. Türkiye ekonomisindeki düzelmeyi Batıya “olumlu mesajlar vererek” düzeltileceği anlayışı tam da Batı’nın Türkiye’den istediği tavizleri kabul etmek anlamına gelmektedir. Özgür Demirtaş’ın niyetinin bu olmadığının biliyoruz, fakat buradaki tavizler FETÖ ve PKK’nın istediği tavizlerin ta kendisidir.

Küresel sermaye PKK’nın ve FETÖ’nün üzerine gidilmesinden neden bu kadar rahatsız? Çünkü bu rahatsızlığın altında ABD ve AB’nin, Türkiye’nin sosyal, siyasal ve ekonomik alanda tüm ipleri kendi eline alma korkusu yatmaktadır. Türkiye’nin iç bütünlüğü için verdiği mücadeleden vazgeçmesi sonucunda akacak sıcak paranın, ülkemiz için hiçbir kıymeti yoktur. Nitekim AB’ye uyum yasalarının görüşülmesi sürecinde Türkiye’ye dayatılan taleplerin arasında dini cemaatlere özgürlük adı altında FETÖ’ye serbestlik, sözde Ermeni Soykırımını tanıma, Kıbrıs’taki haklarımızdan vazgeçme ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 8. ve 9. maddelerinde bahsedildiği gibi Türkiye’yi özerkliğe götürecek dayatmalar da vardı.

Daha temelinde ise ABD ve AB’nin Türkiye’ye duyduğu güvensizliğin kaynağı, Türkiye’nin artık haklı konumunda yani Asya’da yer almasındadır.

Özgür Demirtaş’ın bu talepleri toplumsal kalkınmayı sağlayarak üretim ve istihdam yaratacak bir sistemden yoksundur. Bu tutumu, kaba bir ekonimizmciliğe yani teknokratların kendi kutsal alanlarını siyasi boyutlarından arındırma çabasına karşılık gelmektedir. Bu çabanın ufku, Türkiye’nin “mucizevi dokunuşlarla” düzeltilecek ekonomisiyle Batı kampında kalması gerektiğini söylemekten öteye geçememektedir.

Teknokratın Yetersizliği ve Türkiyenin Çözümü

Türkiye’nin önünde bugün iki seçenek bile mevcut değildir. Ara çözümler artık saf dışı kalmıştır. Vatan Partisi’nin önderlik ettiği Üretim ve İstihdam modelini uygulayarak üretim seferberliğine dayalı bir yol izlemek bir zorunluluk haline gelmiştir.

Ya Denizli’nin pamuğunu, Zonguldak’ın kömürünü çıkaracağız ya da ithalata dayalı bir ekonomik modelle sıcak Batı’ya tavizler vererek para bulmanın yollarını arayacağız.

Türkiye’nin içinde bulunduğu zorlu ekonomik durumu salt ekonomik olmanın yanında köklü toplumsal ve siyasal yönleri bulunmaktadır. Dolayısıyla bu sorunlar; sorunun toplumsal ve siyasal yanlarını görmeyen bir teknokratın çözüm reçetesiyle değil, köklü ve üretimin içinden gelerek halk iradesini arkasına alan kararlı kadrolar tarafından çözülecektir. Sayın Özgür Demirtaş’a da naçizane tavsiyemiz, kendisinin ekonomi alanındaki birikimini yukarıda değindiğimiz esasları gözeterek, toplumun tüm kesimlerinin refahını sağlayacak şekilde kullanmasıdır.

Görkem Gözet | Öncü Gençlik Genel Sekreter Yardımcısı

KAYNAKÇA:

Doğu Perinçek, Üretim Devrimi (İstanbul: Kaynak Yayınları, Aralık 2019)

Doğu Perinçek, Teori Dergisi, “Teknokrasi Meselesi”  (İstanbul: Uluslararası Yayıncılık, Mayıs 2001)

oncugenclik.org.tr