Ana Sayfa Haberler UĞURCAN YARDIMOĞLU YAZDI: BOZGUNCULUK BU TOPRAKLARIN MAHSULU DEĞİLDİR!

UĞURCAN YARDIMOĞLU YAZDI: BOZGUNCULUK BU TOPRAKLARIN MAHSULU DEĞİLDİR!

1515

Uğurcan Yardımoğlu, Öncü Gençlik Genel Sekreteri

1980’li yıllar itibariyle milli devletleri parçalama stratejisini yürürlüğe sokan Amerika Birleşik Devletleri, tarihin sonunun geldiğini iddia ve ilan etmişti. Tarihin ileri doğru aktığını, toplumların önünü tıkayan sistemlerin kendi içerisindeki unsurlar tarafından bizzat yıkıldığını söyleyen tarih bilinci ‘yanlışlanmış’ oluyordu. Bu yanılgı Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ıspatlanmıştı(!). Bundan sonra ‘sol’ kendisine yeni bir alan açmalı bir mecra yaratmalıydı. Bu mecra ABD’nin yeni dünya düzenini tehdit etmeyecek hatta yer yer ona stepne olacak şekilde geliştirildi. Türkiye’de sivil toplumcu tezlerle başlayan bu mecra etnik kimliklerin öne çıkarılması, her türden farklılıkların vurgulanması; çevresel vb. duyarlılıkların geliştirilmesini içeriyordu. İş bu tezler iktidarı hedeflemiyor, aksine demokratik bir sistemin yaratılabilmesi için sivil toplumu geliştirmeyi esas alıyordu. O mecra önünde sonunda vatana ihanete varacaktı.

Demokrasinin tanımı 1975 Helsinki Zirvesinde yeniden yapıldı. Artık iki demokrasi tanımı vardı. Birincisi; dünyanın başta Fransız Devrimi olmak üzere burjuvazinin önderliğinde gerçekleşen devrimlerle tanıştığı demokrasi, feodal-ortaçağ kurum ve ilişkilerini tasfiye ederek gelmiş ve bireyin anayasal bir düzenle güvence altına alınmış haklarını getirmişti. O hakların en başında birlikte yaşama formülü geliyordu. Bu formül, ortak ekonomik pazarın çizgilerini belirlediği toprak parçası olan vatan kavramına dayanıyordu. Bunun üzerinde yaşayan toplumsal birim ise ortak siyasi-ekonomik hedeflere kilitlenmiş millet oluyordu. Milletin sınır çizgilerini ise dil, tarih ve kültür ortaklığı belirliyordu. Bu tanımı bilimsel sosyalistler de benimsedi. 20. Yüzyılın başında Batı’nın demokratik-kapitalist devletleri emperyalizm aşamasına gelince geri kalmış Asya halklarının önünde iki görev bulunuyordu. Birincisi Batı’nın istilasından kurtulmak, ikincisi vatan-millet ve devlet yaratmak. Demokrasi bu görevlerin özüydü. Bu tarihsel görevi yerine getiren ilk ülke Gazi Mustafa Kemal önderliğindeki Türkiye olmuştur. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında mazlumlar dünyası olarak adlandırdığımız Asya ve Afrika’da adım adım milli kurtuluş görevleri başarıldı ve demokrasi inşa edilmeye başlandı. Mısır’da Nasır, Hindistan’da Gandi, Suriye ve Irak’ta Baas Hareketleri bunun önemli örnekleridir. Buralardan püskürtülen Batı, emperyalist sistemi işletebilmek için yeni tezler üretmeye mahkum oldu. O tezin adı sivil toplumculuk, ekonomik programı neo-liberalizm, siyasal yansıması Yeni Dünya Düzeni’ydi. Bambaşka bir demokrasi tanımı geliştirerek asıl demokrasinin karşısına dikildi.

Yeni demokrasi tanımına göre ‘geri kalmış’ ülkelerin hiçbirinde demokrasi yoktu ve hepsi baskıcı otoriter rejimlerle yönetiliyordu. Bu rejimler, halklara modernizmi dayatıyordu. Milliyetçilik, sosyalizm ve modernleşme(çağdaşlaşma) hedefleri bayatlamıştı(!). Türkiye’nin Kemalist Devrim’den dönüş yoluna girmesi, bu tezleri de Özal, Çiller ve daha sonra Tayyip-Gül iktidarlartıyla benimsemesini kolaylaştırdı. Devrimden dönüş yolu, yıkım yoluna evrilmişti. Sovyetler için yıkım daha hızlı gelişmişti. Hala direnen Suriye ve Irak gibi ülkeler ise işgal ve iç savaş yöntemleriyle yola getirilecekti. Bu tanıma göre kamu ağırlıklı ekonomi terk edilmeli, milli devletler yıkılmalı, milletler etnik kökenine göre yeniden tanımlanmalı, dinin dünyasal alandaki belirleyiciliği yeniden yaratılmalı -yani laikliğe son verilmeli- idi. Türkiye, işbirlikçi iktidarları, sivil toplumcu aydınları, dinci yapılanmaları ve bölücü terör örgütleri ile bu yola sokuldu; ancak karşılığı büyük oldu. 90’lı yıllardan itibaren direnmeye başlayan milli kuvvetler, milli devletin yıkılmasına izin vermedi. Son büyük kapışma Ergenekon-Balyoz Kumpaslarıyla yaşandı ve başta İşçi Partisi (Vatan Partisi) ve TSK buradan zaferle çıktı. Bölgemizde de olumlu gelişmeler yaşandı. Rusya, kendisini hızla toparlayarak Avrasya’nın önemli güçlerinden biri haline geldi. Uzak Asya’da Çin sosyalizmi inşa çabalarını ilerletti ve mazlum milletlerle birlikte gelişme çizgisiyle emperyalizme karşı ekonomik bir merkez yarattı. Orta Asya ülkeleri ekonomik kalkınma adımlarıyla öne çıktı, gerici terörü ve turuncu devrim girişimlerini püskürttü. Batı Asya’da ise İran bir direnme merkezi haline geldi. Irak işgal edilmesine rağmen ABD’ye direnen hükümetler kurdu, Suriye ise iç savaş tezgahını bozguna uğratmak üzere. Bu ulusal ve uluslararası tablo içerisinde siyasi kuvvetlerin yeri yeniden belirlendi. Amerikan çıkarlarının sürdürücüsü olarak iktidar yapılan AKP, Erdoğan önderliğine Türkiye’nin yeni girdiği milli rotaya göre konumlandı. Bölge ülkeleriyle işbirliğine yöneldi. ABD’nin gladyosu olan Fethullahçı Terör Örgütü ve PKK ise kendisine yeni müttefikler bularak Türkiye’ye karşı savaşını sürdürüyor.

Türkiye’nin milli devletini ve ordusunu, tüm ABD operasyonlarına direnerek ayakta tutması ülkemizin her yerinden kuşatılmasıyla sonuçlandı. Burada biricik görev milli devleti ayakta tutmak vatan bütünlüğünü sağlamak ve milletimizi birleştirmektir. Vatan Partisi ve TSK bu göreve odaklanmıştır. Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşması ancak bu milli rotanın sürdürülebilmesine bağlıdır. Çünkü ülkemizin özgün demokratik devrim deneyimi olan Kemalist Devrim’in tamamlanması için ilk koşul bağımsızlıktır. Dolayısıyla kendisini Atatürkçü olarak tanımlayanların önünde de iki değil üç değil bir görev bulunmaktadır. Terörle mücadelede kararlılık! Bilimsel sosyalistler, milliyetçiler, halkçılar ezcümle bu göreve kilitlenmiştir.

Atatürk’te birleşmek bu görevde birleşmektir. Atatürkçü olmanın olmazsa olmazı budur.

Birinci vazifemiz, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır!

Terörle mücadeleyi insanlık suçu olarak nitelemek, bölge ülkeleriyle yapılan işbirliğini gerileme olarak tanımlamak, FETÖ tutuklularının ‘masumiyetini’ kanıtlamaya çalışmak net biçimde emperyalizmin ülkemizdeki 5. Kolu olmaktır. Çürük demokrasi tanımının çürük elmalarından farklı bir yaklaşım geliştirmesini beklemek elbette safdillik olur. Ancak kendisini Atatürkçü olarak tanımlayanların bu yaklaşımı benimsemesi kör bir AKP karşıtlığıyla açıklanabilir.

1

TÜRK VE IRAKLI ASKLERLERİN TARİHİ FOTOĞRAFI

ABD’nin Irak’ın kuzeyinde 90’lı yıllardan bu yana adım adım ördüğü sözde Kürdistan Devleti’nin bölgede bir kukla devlet olacağını en başından beri ifade eden bizler açısından geçtiğimiz gün yaşanan referandum şaşırtıcı olmadı. İşin buraya geleceği belliydi. Suriye’nin kuzeyinde terör üslerinin kurulmasıyla aynı mantığa dayanan bu faaliyetin karşısına dikilmesi gereken güçler ise Türkiye başta olmak üzere, İran, Irak ve Suriye’dir. Bugün Barzani’nin referandum girişimine karşı bölge ülkelerinin tarihlerinde hiç olmadığı kadar sert bir tepki geliştirerek birbirine sarıldığını görmek gelecek açısından ümit vericidir. İran Genelkurmay Başkanı’nın İslam Devrimi sonrasında Türkiye’yi ilk defa ziyaret etmesi ilişkinin boyutunu ortaya koyuyor. Irak ile yaşanan Başika krizinin bir tarafa bırakılması ve ortak tatbikata girişilmesi ise bölgesel işbirliğini zirveye taşıyan bir örnektir.

Batı Asya ülkelerinin gerçek çıkarları ve milli bütünlükleri için yaptığı bu ittifak en başta ABD’yi sonra ‘Kukla Devlet’ projesinin mimarı İsrail’i rahatsız etmiştir. Türkiye içerisinde ise bu ittifaka yukarıdaki fotoğraf üzerinden tepki gösterenler PKK ve Barzani yanlısı HDP’den CHP’nin Kılıçdaroğlu yönetimine kadar uzanan bir başka ittifakı gözler önüne seriyor.

15 Temmuz Amerikancı Fethullahçı darbe girişimine tiyatro diyen ve FETÖ’cülere özgürlük isteyen, terörle mücadeleyi insanlık suçu olarak mahkum etmeye çalışan CHP ve HDP yöneticileri şimdi de Barzani’nin kuracağı 2. İsrail Devleti’ne karşı girişilen tatbikata savaş çığırtkanlığı diyor. Onlara sesleniyoruz;

Asıl savaş çığırtkanı sizsiniz. Dünyayı Ukrayna’dan Kazakistan’a kadar Turuncu Devrimlerle dizayn etmeye çalışan finans spekülatörü Soros’un renklerini taşıyorsunuz.

Asıl düşman sizsiniz. Suriye’den Yemen’e kadar dünyayı kan içinde bırakan Amerikan özel savaş makinasını ezen Türk Ordusu’nu suçluyorsunuz. O ordu, 6 ay içinde meskun mahal çarpışmalarında ABD tarafından silahlandırılan ve eğitilen bir terör örgütünü yendi, vatan bütünlüğümüzü korumak için şimdi sınır ötesinde çarpışmaya hazırlanıyor.

Düşmanın siyasetini savunan 5. Kol faaliyeti yürütenler en fazla Helsinki demokratı olur, gardrop Atatürkçüsü bile olamaz. “Türkiye’nin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nâm ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır.” diyen Atatürk’ün yanından bile geçemeyecek, bölücü sempatizanı sahte solcularla ortak koro oluşturuyorsunuz. Kör bir Erdoğan karşıtlığı sizi Türkiye düşmanlığına sürükledi.

Düşmanın dümen suyuna girip ordumuzun moralini bozarak bozgunculuk yapmaya çalışanlara Emekli Üsteğmen Abdullah Ağar’ın Iraklı bir generalle yaşadığı bir anıyla yanıt verelim.

Abdullah Ağar, Musul’un Irak Ordusu tarafından tek kurşun atılmadan DEAŞ terör örgütüne terk edilişine içerleyerek generale bunun sebebini sorar. Generalin cevabı içler acısıdır:

-Bizim ordumuz halkına, halkımız da ordusuna inanmaz, güvenmez yıllardır!

Bu sözler her vatanseverin yüreğinde ve bilincinde şimşek gibi çakmalıdır. Ergenekon operasyonuyla yapmaya çalıştıklarını, şimdi de bozguncu koronun marifetiyle yapmaya çalışıyorlar. Ama yemezler. Artık bu operasyonlar tutmayacaktır. SİHA düşmanlığı, Mehmetçik düşmanlığı fark etmez. Kökleri bu topraklarda olmayanların bu topraklarda tutunma şansı kalmamıştır.

Çatırdayan mermiler, gürleyen top sesleri Amerikan rüyasının çöküşü ve gerçekten yeni dünya düzeninin kuruluşunu müjdeliyor. Bu meyanda Atatürkçü olmak demek bu fotoğrafa kem gözle bakmak değil o karenin içinde yer almak demektir.

Kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan ve Vatan Savaşımız konusunda tereddütlü olanlara sesleniyoruz;

Bozguncular korosuna katılmayın, 5. Kolcularla saf tutmayın.

Atatürk’ün sesini duymuyor musunuz?

Ya İstiklal Ya Ölüm!