Ana Sayfa Yazılar UĞURCAN YARDIMOĞLU YAZDI: “DARÜLFÜNUN ÖĞRENCİLERİ O HOCALARA NE YAPMIŞTI?”

UĞURCAN YARDIMOĞLU YAZDI: “DARÜLFÜNUN ÖĞRENCİLERİ O HOCALARA NE YAPMIŞTI?”

1166

AKADEMİSYENLERİN ‘BARIŞ’ GÜVERCİNLİĞİ VE İŞBİRLİKÇİLİĞİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Barış insanlığın bin yıllardır dile getirdiği ortak bir özlem. Sınıflı toplumların her daim kargaşaya müsait yapısı kan dökülmesine teşne olduğundan kardeş kavgasının son bulması talebi her dönem en masumane dileğe dönüşür. Ancak bu özlem genel olarak her kritik dönemde sınıf çelişkilerinin egemenlerin aleyhine bozulması durumunda ortaya çıkan sözde barış sloganıyla bulandırılır. Emekçilerin tek tek ülkelerinde verdiği iktidar mücadelesinde veya daha da önemlisi ezilen dünyanın yekun olarak ayağa kalkışında barış sloganı içerdiği anlamın tersine çevrilebilir. Bilhassa 21. Yüzyılın post yaklaşımları her değeri karşıtına çevirmiyor mu?

Türkiye gibi ezilen ve -bugün itibariyle- gelişen dünyanın yani Asya’nın kapısı sayılan bir ülkenin emperyalizm tarafından ‘rahat’ bırakılması olası olmadığından bu ülkenin gençleri 200 yıldır vatan savunması pratiğinde ustalaşmıştır. Ayrıca Türk milletinin, ezilen bir köylü ülkesinde Batı Asya bölgesinin ilk demokratik devrimini yapacak kadar yetenekli ve teşkilatçı bir toplum olarak gerçekleri her açıdan görme kabiliyeti gelişmiştir. Yine buraya imparatorluk birikimini eklemekte fayda görüyoruz: Başka kavimlerle birlikte yaşama kendisinden zayıf bulunanlara sahip çıkma özellikleri de başka toplumlara kıyasla gelişkindir Türkiye’nin. Bu yüzden ırkçılık tohumları buralarda filiz vermemiştir.

ABD ve AB emperyalistlerinin ‘böl-parçala-yönet’ taktiğini çocuklarının oyun bahçesinde dahi rahatça konuştuğu Türkiye’de ırkçılık ve ayrımcılık suçlamaları hep gülümsenerek karşılanmıştır. O gülümseyişte antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nda iç kargaşayı ustalıkla sonlandırmış olanların büyüklüğü vardır. TESEV’lere raporlar yazdırılır, Atlantikçi partilerin kurultaylarında bu raporlarla gelişen AB dayatmaları kabul edilir, meclisi, hükümeti vs. Kıbrıs’tan Ermeni meselesine oradan bölücü teröre uzanan konularda hep memleketi satan tutumlar alır ancak Türk milleti o gülümseyişteki büyüklüğünü korur. O gülümsemeyi anlamayanların sonu mutlaka ağır ellerine toprağa basarak doğrulanlardan tokat yemek olacaktır.

PKK’NIN LOZAN DÜŞMANLIĞI YA DA SEVR’İN TERÖRÜ

Henüz geçenlerde AB-ABD merkezlerinin güya IŞID ile mücadele etsin diye PYD ‘savaşçıları’na gönderdiği silahların PKK’nın elinde bulunduğu ortaya çıktı. Cemil Bayık’ın biz ABD ile yan yanayız onlar bizsiz siyaset yapamaz açıklamasıyla da birleştirdiğimizde mesele tüm çıplaklığı ile karşımıza çıkıyor: Sur-Cizre-Silopi cephesinde ABD’yle savaşıyoruz! Vatanımızın bağımsızlığı ve bütünlüğü için verdiğimiz mücadeleye içerik kazandırma gibi bir zorlamanın içerisinde değiliz bakın Nurettin Sofi ki kendisi PKK Merkez Komitesindendir, ne diyor:

“Sykes-Picot ve Lozan anlaşmaları ve bu anlaşmalara dayalı sistem hızla çökmektedir. Diyor ve devamında sözüm ona Kürt halkının oradaki belirleyiciliğinden söz ediyor. Yani Misak-ı Milli’nin şehit kanıyla çizilmiş sınırlarını ABD lehine ortadan kaldırma projesindeki gönüllülüğünü vurguluyor, buna Kürt kökenli yurttaşlarımızı alet edeceklerini de ifade etmiş oluyor. Gerçi söze ne gerek var PKK’nın bilmem kaç yıllık pratiği bu işbirliğinin Türklere, Kürtlere, Araplara ve Farslara bilcümle Batı Asya’ya yapılan ihanetin belgesi değil mi? Ama hala sarsılmayanların sarsılmaya ihtiyacı var ki işe barış güvercini Lozan düşmanı PKK’yı tanıtarak başladık.”

DARÜLFÜNUN GREVİ VE BUGÜNÜN GÖREVLERİ

1919’da İngiliz emperyalistleriyle birlikte ‘Ordu Dağıtılsın’ kampanyaları yapanlar ile şimdi öz toprağımız olan Sur’dan Cizre ve Silopi’den çekilmemizi isteyenler arasında fark görenler buyursun tarif etsinler. TSK’ya karşı operasyon yürüten cemaat ile PKK, ve bunlara destek veren vatansız liberal ve ‘sol’ oluşumlar aynı cephede değil midir? Elbette PKK’nın bölücü terörünü güvercin beyazına gizlemek isteyen soytarıların işbirlikçi olduğu gerçeği gün gibi ortadadır, milletinin kudretini anlamayanlardan biri de bin yüz küsür akademisyenden bahsediyoruz. Üniversiteleri temsil yetenekleri olmadığı bizlerin de çabasıyla ayan beyan ortada olan bu müstemleke aydınlarına, ya da Metin Feyzioğlu’nun ifade ettiği gibi mütareke aydınlarına Darülfünun grevini hatırlatmayı tarihsel bir vazife biliyoruz.

Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkarak Mustafa Kemal’i ve Kuvayimilliye’yi ‘savaş taraftarlığı’ ve eşkiyalıkla itham eden İstanbul Üniversitesi, o zamanki adıyla Darülfünun hocalarından Rıza Tevfik, Ali Kemal, Cenap Şehabettin, Marujan Barsamyan ve Hüseyin Daniş’e karşı vatansever öğrenciler harekete geçer. Okuldan atılmaları talep edilmektedir. Nisan 1922’de başlayan grev dalga dalga yayıldı. Hukuk, Veterinerlik, Dişçilik, Ticaret ve Deniz Ticaret okulları da harekete geçmişti.

Öğrenciler taleplerini Edebiyat Fakültesi Kongresinde bildiri haline getirerek tramvay duraklarına asıyor, dekanlığa da götürüp veriyordu. Edebiyat Fakültesinde Fuzuli’nin Türk olmadığını söyleyerek Türklerin sanat alanında hiçbir birikim yaratamadığını bu yüzden de ‘medeni milletlerin’ mandaterliğinde yaşamaları gerektiğini söyleyen Rıza Tevfik’e feslerini fırlatarak hocalarını dersten atan öğrenciler için bardak taşmıştı artık. Eğitim Bakanlığı hocaların bazılarını görevden aldı bazıları da istifa etti ancak Rıza Tevfik ve Ali Kemal kalmıştı. Öğrenci ısrar edince, okullar tatil edildi ancak bu da kitlesel gösterilere yol açmıştı.

Sultanahmet Meydanında taleplerini yeniden ifade eden gençlerle tüm yüksek okul öğrencilerini birleştirdikleri bir dernek kurarlar. Artık tepki örgütlüdür. diyalog kuran Rektör Besim Ömer Paşa, ‘İngilizler sizi izliyor olabilir’ deyince Öğrenci Derneği Başkanı Hamid Necdet, Hocam bizi tehdit mi ediyorsunuz? Sizin burada Harrington’ unuz varsa bizim de orada Mustafa Kemal’imiz var” diye bağırır. Öğrencilerin grevini yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa’da İngilizlerin herhangi bir girişimin karşı ordunun İstanbul yakınlarındaki birliklerini uyarır.

İşbirlikçilerin akademisyen de olsalar kurtulamayacakları kader işte budur bizim topraklarımızda. Öğrenci-Gençlik hareketini, grev-boykot vb. Kelimelerle tanıştıran önemli bir eylemdir Darüllfünun Grevi ve tekrar yapılabilmesinin koşulları geçmişe nazaran çok daha güçlüdür.

SONUÇ YERİNE

ABD, 11 Eylülün ardından onlarca akademisyenin haklı olarak söz konusu terör saldırısını devletin organize ettiğine ilişkin imza kampanyasına akademisyenleri okullarından atarak yanıt vermişti. Şimdi Türkiye’deki gelişmelere yönelik kaygılıyız yollu açıklamalar yapan Büyükelçi John Bass’ın temsil ettiği siyasal çizgi budur. Hal böyle iken oynanan demokrasicilik oyununa aldanarak vatanımızı bütünleştirme mücadelesi veren ordumuzu arkadan vurmaya çalışanlar en hafif deyimiyle gülünç durumdadır.

Türkiye, Ergenekon ve Balyoz tertiplerini Vatan Partisi’nin önderliğinde dağıtarak ordumuzun önünü açtı. Açılım döneminin kanlı işbirliği olan AKP-PKK ve cemaat ortaklığını halk hareketine önderlik ederek bozdu. Aydınlık Gazetesi TSK’nın teşekkür mesajı ilettiği tek gazete haline geldi. Öncü Gençlik ise üniversitelerde vatan savaşı perspektifini incelikle ördüğü kitle çalışmasıyla hakim hale getirdi.

Üniversiteler, Darülfünun grevini yapan öncüllerimizin izinden ayrılmayacaktır. Gençliğin milletine ve ordusuna verdiği bir söz budur. Bağımsızlığımız ve bütünlüğümüz için cephesiyle cephe gerisiyle Türkiye birliktedir ve ayaktadır. Öncü Gençlik önderliğinde gerçekleşen Şehit Eylemleri Hamit Necdetlerin, Tıbbiyeli Hikmetlerin yarattığı çizginin sürdüğünün somut kanıtıdır ve üniversiteleri asıl bu irade temsil etmektedir. Açıkça Amerikancı, AB’ci tutumlar alan hocalarımızın bizlere öğretecekleri hiçbir şey kalmamıştır. Çünkü birinci dersimiz olan yurtseverlikte biz çaba gösterirken onlar sınıfta kalmıştır.

Uğurcan Yardımoğlu

oncugenclik.org

19.01.2016