Ana Sayfa Parti Tarihi 4. GENEL KONGRE’DE KABUL EDİLEN MERKEZ KOMİTESİ RAPORU

4. GENEL KONGRE’DE KABUL EDİLEN MERKEZ KOMİTESİ RAPORU

1741

4. GENEL KONGRE MERKEZ KOMİTESİ RAPORU 20-22 Kasım 1996

Küçülen ulusal devlet
Sistemin yeni hükümet modeli: Mafya-gladio rejimi
Çiller Özel Örgütü
Kültürde Amerikano-İslam
Kürt sorunu
İnisiyatif halk hareketine geçiyor
“Solda” iki eksen
İrade ve nesnellik
Cumhuriyet Devrimi Kanunları Uygulansın
Emekçi Cumhuriyeti’nin stratejisi
Sol Güçbirliği

IV. PARTİ
Siyasal çalışma candamarı
Düzeltme Hareketi
Önderliğin birikimini değerlendirmek
Kitle çalışması ve kitle örgütleri
Üye kampanyası

İşçi sınıfı içinde örgütlenme esas
Köylüyü örgütleyerek devrimcileşmek
Öncü Gençlik
Profesyonel kadro çekirdeğini güçlendirmek
Profesyonelleştirmede kritik görev: Malî kaynak yaratmak
Temel örgütlere önderlik

V. UFUK
Devrimci atılımın eşiğinde
En büyük eylem
2020 yılının Türkiyesi

Partimizin 3. Genel Kongresi, 14-15-16 Ekim 1994 günlerinde Ankara’da toplanmıştı. 3. Genel Kongre, tarihsel bir dönüm noktasında, içine girilen süreci derinlemesine tahlil etmiş, dünya ve Türkiye ölçeğinde bir devrim stratejisi belirlemişti. Ayrıca Birinci Sosyalizm Dalgası’nın deneyimini değerlendirerek, İkinci Sosyalizm Dalgasına devredilen teorik birikimi de özetlemiştik.
Aradan iki yıl geçti. fiimdi daha berrak görülmektedir ki, 3. Genel Kongremizin kabul ettiği Merkez Komitesi Raporu’nun Dünya, Türkiye ve Teorik Miras bölümleri, tarihsel değerdedir. Bu metinler, yeni bir döneme kadar, Partimize ve emekçi sınıfların iktidar mücadelesine ışık tutacaktır. O nedenle, 3. Genel Kongre bir köşetaşıdır. Partimizin 4. Genel Kongresi, bu sağlam temel üzerinde gerçekleşiyor.

I. DÜNYA

Dünyamızın 1990’lı yıllardan başlayarak yeni bir döneme girdiği, şimdi daha da berraklaşmış bulunmaktadır. Kuzey’in Zenginler Kulübü’nün Ezilen Dünya’ya ve sosyalist ülkelere saldırısının yarattığı ilk şok artık arkada kalmaktadır.
ABD’nin Yeni Dünya Düzeni projesine karşı iki direnme odağı oluşmaktadır. Birincisi, Ezilen Dünya’nın, sosyalist ülkelerin ve kapitalist ülkelerdeki emekçi sınıfların karşı koymasıdır. Diğeri de, Yeni Dünya Düzeni’nin ABD’nin önderliğinde kurulmasına karşı diğer emperyalist devletlerden gelen muhalefettir.

Ezilen Dünya
Yeni Dünya Düzeni’nin birinci hedefi, Ezilen Dünya’nın yeniden sömürgeleştirilmesidir. Bu amaçla iç piyasalar yıkıma uğratılarak dünya piyasasıyla sınırsız bütünleştirilecek ve bu iç piyasalara dayanan ulusal devlet çökertilerek bütünüyle emperyalizmin baskı aygıtına dönüştürülecektir.
Emperyalizm, ulusal devleti çökertirken, ortaya çıkan örgütsel boşluğu Hükümet Dışı Kuruluşlar (NGO) denen emperyalist hükümetlere bağlı örgütlerle doldurmaktadır. Böylece emperyalistler, “kimlik çoğulculuğu” ve “sivil örgütlenme” perdesi altında, Ezilen Dünya’nın örgütlenmesini bütünüyle denetim altına almaya yönelmişlerdir.
Ulusal devlet, bir yandan emekçileri ezmekte, fakat öte yandan iç piyasayı belli ölçülerde koruyarak emperyalist sömürüyü sınırlamaktadır.
Bu koşullarda Yeni Dünya Düzeni’ne, başta Ezilen Dünya’nın emekçileri olmakla birlikte, iç piyasa temelinde varolan bütün yurtsever güçlerin direnme potansiyeli vardır.
Nitekim Güney ülkelerinde Yeni Dünya Düzeni’ne karşı kitle mücadelelerinin yükseldiği bir döneme girilmektedir. Asya’da Hindistan ve Bangladeş, bu mücadelenin en yoğun olduğu ülkeler olarak dikkat çekiyor. Hindistan’da Sol Cephe iktidara geldi. Nepal’de kardeş Komünist Partisi (Birleşik Marksist-Leninist) yeniden iktidara aday. Filipinler’de Komünist Partisi, iktidarı görüşme masasına oturmaya zorluyor. Orta Asya Türk devletleri, Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya ile bağlarını koparmıyorlar.
ABD’nin Yeni Ortadoğu Düzeni’ni yerleştirme çabaları beklenen başarıyı kazanamadı. Gerek bölge güçleri, gerekse diğer emperyalist devletler, farklı düzlemlerde muhalefet yürütüyorlar.
Geçen aylarda Irak yönetimi ile Irak Kürdistan Demokrat Partisi’nin gerçekleştirdiği ittifak, ABD emperyalizmine ağır darbeler indirdi. ABD’nin “CIA peşmergeleri” diye anılan özel asker gücü ve CIA ajanları, Kuzey Irak’ı terketmek zorunda kaldı. Böylece ABD’nin “Kürdistan” planı, yerel güçlerin birleşmesi sayesinde iflas etti.
Arap ülkelerinin kendi aralarında toparlanma girişimleri, bölge dengelerini etkileyebilir.
Latin Amerika’da Meksika, Bolivya, Peru ve Kolombiya’da gerilla hareketlerinin yanısıra kitle hareketi de yükseliyor. Guatemala ve El Salvador’da hükümetle görüşmelerden başarılı sonuç alamayan gerilla hareketleri, kitle bağlarını güçlendirdi ve yeniden silahlı mücadeleye başladı. Latin Amerika’nın dev ülkesi Brezilya’da kitle hareketi gelişiyor.

Kapitalist ülkelerde işçi hareketi
Yeni Dünya Düzeninin başlattığı dünyayı Ekim Devrimi öncesine sürme saldırısının kapitalist metropollerdeki ilk sonucu, işsizliğin kitleselleşmesi oldu. Bugün, Avrupa’da, 35-40 milyon; Avrupa’nın en zengini Almanya’da, 4 milyonu kayıtlı 7 milyon işsiz var. Bu sayılar savaş sonrası dönemin rekorudur.
Avrupa’nın bütün ülkelerinde birbiri ardından “tasarruf paketleri”, “kemer sıkma programları” yürürlüğe konuyor. Bu tedbir ve programla emekçilerin gelirleri sürekli kırpılırken, tekelci sermayeye aktarılan paylar ve mali sermayenin kârları katlanmaktadır.

Kapitalist sistemdeki durgunluk ve sosyal hakların daraltılması, yeni bir kitle hareketinin yükselmesine neden oldu. Almanya, Fransa, İtalya, Japonya gibi kapitalizmin merkezlerinde ve diğer kapitalist ülkelerde, grevler, öğrenci hareketleri yaygınlaşıyor.
Fransa, 1995’in Kasım ayından başlayarak, 1968’den bu yana görülmeyen işçi hareketlerine sahne oldu.
Almanya’da Kohl hükümetinin hazırladığı “tasarruf paketi”ne karşı 15 Haziran 1996’da Bonn’u yarım milyon işçi işgal etti ve Almanya’yı salladı.
1992’den beri Belçika, İtalya, İngiltere başta olmak üzere, bütün Avrupa ülkelerinde işçiler ve kamu çalışanları büyük dalgalar halinde bir çok eylem yaptılar.
ABD, zencilerin ve yoksulların büyük kentlerde patlayan eylemlerine sahne oluyor.

Sosyalist ülkeler

Ezilen Dünya ile aynı safta bulunan sosyalist ülkeler, önümüzdeki döneme daha elverişli koşullarda giriyorlar.
Bugün Çin Halk Cumhuriyeti’ni çıkardığınız zaman, dünya ekonomisinde büyüme neredeyse durmuştur. Çin, yılda yüzde 12’leri bulan gelişme hızıyla dünya ekonomisindeki büyümenin biricik nedeni ve motoru haline gelmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2000’li yılların ilk çeyreğinde ulaşacağı ekonomik ve siyasal birikim, emperyalistleri korkutmaktadır.
Çin’in sosyalizm deneyimi bir kez daha göstermiştir ki, en büyük üretici güç, makinalar değil, emekçi sınıfın kendisidir. Yine bu deneyim, devrimin yalnız eski düzeni yıkmak için değil, yeni düzeni kuracak devrimci sınıfın oluşması için de zorunlu olduğunu kanıtlar. Çin devrimi olmasaydı, bugünkü Çin emekçisi olmazdı. O devrimci sınıf oluşmasaydı, bugünkü Çin mucizesi olmazdı. Çin’i, kapitalist dünyada kalan komşuları Pakistan veya Afganistan’dan ayıran, devrimdir; o devrim pratiğinin yarattığı insandır; yeni toplumun kurucusu olan halktır. Bir çağ farkıdır bu. Çin, yarım yüzyılda çağ atlamış, dünyanın en geri sıralarından en önlerine fırlamıştır.
Çin, soyalizm sayesinde dünya yüzölçümünün yüzde sekizinde, dünya nüfusunun yüzde 25’ini doyuruyor. En önemlisi, Çin devrimi, emperyalizme boyun eğmeyen bir halk, başı dik bir insan, kişilikli bir kadın yaratmıştır. Çin deneyimi, sosyalizmin kuruluşundaki sınıf mücadeleleri açısından da, çok önemli bir pratik ve teorik miras sunuyor.
Mao’nun başında bulunduğu öncü, kendi yönettiği devlet ve parti içindeki yozlaşmaya karşı, sıradan emekçi kitleleri harekete geçirerek, 21. yüzyılın sosyalizm atılımının değerlendireceği bir deneyim bırakmıştır.
Her sosyalizm, geri dönüş tehlikesini içerir. Kapitalizme dönüş tehdidi, sosyalizmin doğası gereğidir. Sınıf mücadelesi, bütün sosyalizm dönemi boyunca devam eder. Çin, bu çelişmeyi yaşayarak ve çözerek ilerleyecektir.
Garip olan, bugün dünya sosyalistlerinin Çin’deki büyük başarıyı değerlendirmekten uzak durmalarıdır. Sosyalistlerin bir kesimi, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa yenilgilerinden sonra, sosyalizmin başarılarını propaganda edecek mecali yitirdiler.
Ezilen Dünya’nın penceresinden bakarsak, emperyalist ideologların da saptadığı gibi, Çin, Yeni Dünya Düzeni’nin karşısındaki en büyük engeldir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra önemli sorunlarla karşılaşan Küba, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Vietnam, en zor günleri arkada bırakmışlardır. Küba, yeniden gelişme rayına girmektedir. Ağır doğal afetlere uğrayan Kore DHC, emperyalizmin felaket beklentisini boşa çıkarıyor ve sorunlarını aşıyor. Vietnam ise, hızlı bir ekonomik kalkınma dönemine girdi.

Ara bölge

Ezen Dünya ile Ezilen Dünya arasında bir ara bölge konumunda olan Doğu Avrupa ülkelerinde, halk kitleleri yeniden sosyalizm arayışına girdiler. Komünist adını taşıyan partiler seçimlerde başarı kazanıyor ve iktidara geliyor. Kapitalizm, bu ülkelere millî boğazlaşma, işsizlik, sefalet, açlık, ahlâkî çöküntü ve toplumsal çözülme getirdi; bu nedenle istikrar sağlayamadı.

Ezen Dünya

Kuzey yarımkürede süreç, çok kutupluluk yönündedir. ABD, diğer emperyalist devletlerle ilişkide, 1990’ların başındaki konumunu yitiriyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından önce ABD’nin önderliğini kabul eden Almanya merkezli Avrupa ve Japonya, yeni süper devletler olarak sahneye çıkıyorlar. Rusya da, toparlanma yolunda adımlar atmaktadır.
Almanya, Orta ve Doğu Avrupa’da önemli mevziler elde etti. Yakın müttefiki Fransa ile birlikte Ortadoğu’da ABD’ye kafa tutmaya ve kendi ittifak zincirini oluşturmaya başladı. Almanya-Fransa ittifakı, nükleer silahları geliştirme programları uyguluyor.
Japonya ise, Doğu ve Güneydoğu Asya yanında, Batı Avrupa, Güney Amerika ve Ortadoğu’da önemli girişimlerde bulundu. Japonya, askerî gücünü de hızla geliştiriyor. Almanya ve Japonya, Asya ile Avrupa arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirecek siyasal mekanizmalar hazırlıyorlar.
Rusya’nın konumu ise değişiktir. Bu süper devlet, dünyanın geleceğini belirleyecek paylaşım kavgalarının odağında bulunmaktadır.
Ülkeler arası kapışmaların ve sınıf mücadelelerinin kesiştiği Kaos Coğrafyası’ndaki gelişmeler, dünya devrimci hareketi açısından özel bir önem taşıyor.

II. KAOS COĞRAFYASI

4. GENEL KONGREDE KABUL EDİLEN MERKEZ KOMİTESİ RAPORU’NUN
II. BÖLÜMÜ
22-24 KASIM 1996

Parçalayanlar ve Parçalananlar

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bir Kaos Coğrafyası oluştu. Doğu Avrupa’dan Pasifik okyanusuna kadar uzanan alan, yeniden paylaşılmaktadır. Bu alana Avrasya adı da verilmektedir.
Paylaşanlar, ABD ve Avrupa. Sahneye askerî güç olarak çıkmamakla birlikte, Japonya’yı da onlar arasında saymak gerekir. Bu üç süper devlet arasında hem işbirliği, hem rekâbet var. Ezilen Dünya’ya karşı işbirliği halindeler, ancak aslan payını koparmak için birbirlerine çelme takmaktan da geri kalmıyorlar.
Sovyetler Birliği’nin yerine kurulan Rusya, hem paylaşan, hem paylaşılan konumunda. Paylaşandır; çünkü dünyanın dört büyük emperyalist devletinden biridir ve özellikle askerî gücü sayesinde paylaşımdan pay alma iddiasını sürdürüyor. Paylaşılandır; çünkü paylaşılan alan, Moskova’nın eskiden beri denetlediği veya ilgilendiği topraklardır. Rusya, bugün dünyanın dört süper devletinden biridir, ancak yenik düşmüştür ve Üçüncü Dünya ülkelerinin arasına itiliyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki Almanya’nın durumuna benziyor.
Rusya dışındaki paylaşıma konu olan diğer ülkeler, Yugoslavya, Irak, Orta Asya Türk devletleri, Kafkaslar, Türkiye ve İran’dır. ABD kaynakları, bu ülkelere açıkça “Eksen ülkeler” adını veriyorlar. Bu ülkelerden bazıları parçalanmıştır, bazıları da parçalanma gündemine alınmıştır. Aralarında kader bağları bulunuyor.
Parçalama eyleminin ilk kurbanları, Körfez savaşıyla Irak, kansız yoldan Çekoslavakya, en kanlı yöntemlerle Yugoslavya ve Kafkaslar oldu. Sonuç: Çekoslavakya bölündü. Kuzey Irak ve Bosna-Hersek’te Amerikancı devletçikler kuruldu. Hırvatistan’ı Almanya kaptı. Gürcistan, Abhazlar aracılığıyla hizaya sokuldu. Ermenistan ve Azerbaycan, birbirlerine karşı savaşa sürülerek, büyük emperyalistlere daha muhtaç hale getirildi.
Kapitalizm, Kaos Coğrafyası’nda kendi düzenini yerleştirememiş, büyük acılardan ve sefaletten başka bir şey getirmemiştir.
Türkiye halkı, yüzyıllık demokratik devrim sürecini işte böyle bir coğrafya içinde tamamlamak durumundadır.
ABD ve işbirlikçileri, kendi stratejileri gereği, ne zamandır bir yanılsama imalatına giriştiler. Türkiye, onlara kanacak olsa, kendisini paylaşanlar arasında görecek. Oysa gerçek durum şudur: Türkiyemiz, Kaos Coğrafyası’nın paylaşılanları arasındadır. Gerek Türkiye’nin bağımsızlığından yana olan yurtsever güçler, gerekse emekçi devriminin güçleri öncelikle bu gerçeği saptamak durumundadırlar.

Ezilenler Arasındaki Çelişmeler

Bölgenin paylaşılmasında emperyalizm, milliyet ve mezhep çelişmelerini kullanıyor. Dünya sermayesinin ideolojik merkezlerinde “uygarlık savaşları” teorisi üretildi. Bol keseden “ulusal ve dinsel kimlik” dağıtılıyor. Emperyalizmin denetlediği araştırma kurumları, harıl harıl kimlik araştırıyor. Uluslararası kuruluşlar, “azınlık hakları” için büyük bir gayret içindeler! Emperyalizm, emekçi kitleleri ezdirirken insan hakkı tanımıyor; azınlıklara gelince birden “insan hakkı” şampiyonu kesiliyor.
Küçük halklar, kendisini ezen devletlere karşı haklı nedenlerle mücadeleye atıldıkları zaman, bir süre sonra güçlerinin yetersizliği karşısında büyük devletlere sarılıyorlar. “Ulusal ve dinsel kimlik” dağıtımı da zaten bunun için yapılıyor. Dünya ölçeğindeki saflaşma açısından bakıldığında, o küçük ulusların veya dinsel azınlıkların, emperyalist büyük devletlerin piyonları durumuna düştükleri görülüyor. Hırvatların, Boşnakların, bazı Kafkas halklarının durumu ortadadır. Kuzey Irak Kürtleri, aynı deneyimi yaşamış ve büyük dersler çıkarmışlardır.
İşte önderliğin, stratejinin, politikanın gerekli olduğu yer burasıdır. Ulusal baskıya karşı direnmek bir haktır, ancak o hakkı daha fazla ezilmek ve perişan olmak için değil, başarıya ulaşmak için kullanmak da, akıldır. Haklı olmakla, akıllı olmayı birleştiren eksen ise, emperyalizme karşı mücadeledir.
Halklar, dünya ölçeğindeki saflaşmalara göre mevzilenmedikleri zaman, ne kadar kahramanlık gösterseler, yine de ayak altında kalıyorlar. Ulusal sorunları, en yakınlarındaki ulusla boğazlaşarak çözmeye kalktıkları zaman, çok sayıda gerekçe hazırdır, onları bu yola iten ve cesaretlendirenler de vardır, ama sonuç düşkırıklığının ötesinde felâkettir. Ezilenlerin, yiğitlikten çok, devrimci bir mevzilenmeye ve bilimsel bir yol göstericiye ihtiyaçları var.
Hak, kuvvetle kazanılır. Kuvvet ise, ezilen ulusların dünya ölçeğinde birliğindedir. Kime karşı? Elbette ulusal baskının ekseni ve temel dayanağı olan emperyalizme karşı. Çağımızda, ulusal sorun, emperyalizme karşı genel mücadele sorununun bir parçasıdır.
Birleşmek, ezilen insanlık için zorunlu ama kolay değil. Aralarında yüzyıllardan kalan sorunlar var ve bu sorunlar sürekli körükleniyor. Ancak başka bir çare, başka bir çözüm de bulunmuyor. Ezilenler, çeşitli deneyimlerden geçerek bunu anlayacak, birbirlerinin haklarına ve çıkarlarına saygı göstermeyi ve uzlaşmayı da öğreneceklerdir. Türkiye, burada örnekler yaratacak ve paylaşılanlara önderlik edecek birikimi olan ülkelerden biridir.

Avrasya’nın Devrimdeki Rolü

Hâlâ proleter devrimleri ve kurtuluş savaşları çağında yaşıyoruz. Devrim, bu yüzyılın başında Lenin’in saptadığı gibi, emperyalizmin zayıf halkasında gerçekleşecektir. Bölgemizde herhangi bir ülkede veya herhangi bir ülkeler grubunda devrimin gerçekleşmesi, orada emperyalizmin güçlerinin yenilgiye uğratılması anlamına gelmektedir. Bunun için Kaos Coğrafyası ölçeğinde, hatta dünya ölçeğinde bir strateji izlemek gerekir.
Bir ülkede, Yeni Dünya Düzeni’ni göğüslemek ve emperyalizmi altetmek için, Avrasya’nın paylaşılan ülkelerinin direnişlerini değerlendirmek şarttır. Emekçi sınıflar ve bütün yurtsever güçler, devrimin esas güçleri olmakla birlikte, paylaşılan ülkelerin direnmeleri devrimin dolaylı gücünü oluşturur.
Yeni Dünya Düzeni, Avrasya kalesine çarpacaktır. İşçi Partisi, bu nedenle bir Avrasya ittifakının oluşmasına büyük önem vermekte ve bu amaçla aktif bir rol üstlenmektedir.
Avrasya’da yalnız emekçiler değil, bağımsızlık güçleri de, Yeni Dünya Düzeni’nin saldırısı altındadır. İktidar merkezleri mafyalaşırken, sanayi ve ticaret burjuvazisi kenarlara sürülmektedir. Böylece işçi sınıfı için, geniş bir ittifak potansiyeli bulunmaktadır.
Avrasya, gerek emekçi halklar düzleminde, gerekse bağımsızlığını korumak isteyen devletler düzleminde, bugün dünya devriminin eksenidir; dünya devriminin yumruğudur. Latin Amerika ve Afrika, bu devrimci merkezin iki kanadını oluşturuyor.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Asya’nın ağırlığını oluşturması ve hızla gelişen ekonomisi, emperyalizme karşı mücadele açısından çok önemli bir etkendir. Kore DHC ve Vietnam, emperyalizme direnmedeki başarılarıyla Asya’nın çıkışına katkıda bulunacaklardır.
Hindistan, büyük nüfusu ve direnme potansiyeliyle Avrasya seçeneğinin önemli bir gücüdür.
Rusya, geniş olanakları ve devrimci geleneğiyle Avrasya’nın büyük çıkışına belirleyici katkılarda bulunacaktır.
Türkiye de, her açıdan, bir emekçi devrimini yaşatacak ölçeklere sahiptir ve Ezilen Dünya’nın öncü ülkelerindendir. Ülkemiz, Asya’nın Türk cumhuriyetleri ve Ortadoğu Ülkeleri ile emperyalizme karşı dayanışmayı güçlendirerek, Avrasya’nın büyük çıkışında özel roller oynayabilir.
Yeni Dünya Düzeni’ne ilk etkili darbe, Avrasya’dan gelecektir. Sosyalizmin İkinci Dalgası, emperyalizme karşı Avrasya isyanlarıyla başlayacaktır.

Kaos Coğrafyası’nda Devrim Stratejisi

Bu koşullarda, Kaos Coğrafyası’ndaki devrim stratejisini şöyle özetleyebiliriz:
1. Emekçi sınıfları ve yurtsever güçleri, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı birleştirmek.
2. Parçalanan ülkeleri, parçalayanlara karşı birleştirmek; başka deyişle Avrasya seçeneği.
3. Kaos Coğrafyası ülkeleri ve halkları arasındaki sorunları barışçı yöntemlerle çözmek.
4. Parçalayanlar arasındaki bütün çelişmeleri sonuna kadar değerlendirmek.
5. Esas darbeyi, ABD emperyalizmine ve işbirlikçilerine yöneltmek.
6. Bağımsızlık için mücadeleyi, halk hareketinin merkezî görevi olarak saptamak.
7. İşçi sınıfı önderliğinde, işçi köylü ittifakı ekseninde, Bilimsel Sosyalizmin yol göstericiliğinde ve sosyalizm amacında sonuna kadar kararlı olmak.

III. TÜRKİYE

Türkiye’nin önündeki seçenekler
Türkiye devletinin ve diğer Asya ülkelerinin izleyeceği politika, emekçi devrimlerini ve sosyalist hareketi yakından ilgilendirmektedir. Asya ülkeleri arasındaki yakınlaşma, işbirliği ve ittifaklar, kaçınılmaz olarak emperyalizmi zayıflatacaktır. Bu nedenle emekçi sınıfların mücadelesi yanında, Asya ülkeleri arasındaki dayanışma da, emperyalizmin zayıf halkalarının oluşmasında önemli bir etkendir.
İşçi Partisi, emekçi iktidarını amaçladığı için, Türkiye’nin dış politikasıyla ilgilenmiş ve emperyalizmi hedef alan bir seçenek üretmiştir.
Bugün Türkiye’nin önünde iki seçenek var: ABD taşeronluğu yoluyla “İkinci Cumhuriyet” ya da Avrasya seçeneği yoluyla bağımsızlık ve demokrasi.

ABD taşeronluğu

Elli yıldır sürdürülen “Küçük Amerika” projesi, Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdi: ABD’ye bağımlılığını kanla ödemek ya da tıpkı Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki gibi, Ezilen Dünya’nın ayağa kalkmasında öncü roller üstlenmek.
ABD’ye bağımlılığın ekonomik maliyetleri ortadadır. En son ders, Irak’a ambargodur. Türkiye, ABD çıkarları uğruna kendisine ambargo uyguladı, yılda 10 milyar dolar kaybetti ve kendi eliyle ekonomisini yıkıma uğrattı.
ABD raporları, Türkiye’nin iki yıl içinde çözüleceğini yazıyor. Yugoslavya ve Irak için de, bu tür raporlar yazmışlardı. Türkiye’yi yönetenler, ülke ekonomisini çökertenlerle işbirliği halindedirler.
Washington yönetimi, Kürt sorunu, doğalgaz ve petrol boru hatlarının güzergahları, su kaynaklarının paylaşılması gibi konuları, Türkiye ile komşularını karşı karşıya getirmek amacıyla kullanmaktadır.
Körfez Savaşı’ndan sonra ABD, Türkiye’yi, Kuzey Irak’ta kurduğu sömürge yönetimini himaye altına almaya zorlayan bir çizgi izledi. Bu dayatmalara teslim olmak veya oyalayıcı tutum almak, Türkiye devleti içindeki bölünmelerin eksenini oluşturdu.
İşbirlikçi burjuvazinin ABD’ye en bağımlı olanları ve özellikle mafyalaşan sermaye, bunalımdan kriz bölgelerinde ABD taşeronluğunu üstlenerek çıkma politikasını izledi. Turgut Özal-Tansu Çiller’in temsil ettiği bu kesim, büyük dirençle karşılaştı.
ABD’nin bu direnci kırmak için başvurduğu tertipleri, Partimiz açığa çıkardı. Çiller Özel Örgütü, bu amaçla kullanıldı. Çeçenistan’a silah ve adam yollamak, Azerbaycan’da darbe tezgahlamak, İran ile çatışma kışkırtmak, Kuzey Irak’taki CIA tertiplerine dahil olmak, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Sincian-Uygur bölgesine sabotaj timleri göndermek, hep bu örgütün marifetleridir. Bu tertiplerin ortak paydası, Türkiye ile komşularını cephe cepheye getirmektir. Böylece Ankara hükümeti, ABD ile “kader birliğine” girecek ve “kriz bölgelerine müdahale” misyonunu üstlenmek zorunda kalacaktı. ABD, amacına ulaşmak için, Eski Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’i katledecek kadar pervasızdır.
Ancak iki aydır, Eşref Bitlis’in “bölgesel çözüm” seçeneği yürürlüktedir. Irak yönetimi ile Irak Kürtleri arasındaki ittifakın oluşmasına Türk Ordusunun katkıda bulunduğu herkesçe bilinmektedir. ABD’nin Türkiye’yi “kriz bölgelerine sürme” planı ağır darbe yemiştir.
Böylece Türk devleti içindeki ABD’ye mesafeli kesim, Irak-Kürt ittifakından ve Susurluk olayından sonra inisiyatifi ele geçirmiş bulunuyor. Bu gelişme şaşırtıcı değildir. Nitekim ABD kaynakları da, Türk Genelkurmayının 1994 Eylülünden sonra “hizadan çıktığını” saptamaktaydı.

Avrasya Seçeneği

ABD’ye bağımlılık, elli yıllık süreç sonunda, Türkiye için bir varlık yokluk sorunu haline gelmiştir.
ABD’nin Türkiye’yi “kriz bölgelerine müdahale gücü” olarak sürme çabalarına, ulusu etkileyen politikalarla karşı konabilir. Raporumuzun en önemli vurgularından biri, budur.
ABD ile Türkiye arasında bir “kader bağı” bulunmuyor. Bu bağ, halka değil, bir avuç işbirlikçiye aittir. Türkiye’nin doğal yeri, Kaos Coğrafyası’nı paylaşanların yanında değildir. Ülkemiz, Ezilen Dünya’nın bir parçasıdır ve Kaos Coğrafyası’nın paylaşılanları arasındadır. Bağımsız bir çizgi izlemek ve demokratlaşma sürecine girmek, her şeyden önce bu gerçeği bilincimize çıkarmamıza ve uygulamamıza bağlıdır.
İşçi Partisi, demokratik halk devrimi amacının ve ülke bağımsızlığının gereği olarak, Amerikancı dış politikaya karşı Avrasya Seçeneği’ni üretti ve halkımızın önüne koydu.
Avrasya Seçeneği, bir dış politika seçeneği olmanın ötesinde, emekçi devriminin politikasıdır.
Avrasya Seçeneği, gerçekçidir, uygulanabilir, içerde ve dışarda büyük kuvvetleri yan yana getirir, süper devletleri böler ve Ezilenler Dünyası’nın 21. yüzyıldaki büyük yükselişini ateşler. Tıpkı 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Kurtuluş Savaşımız’ın Ezilenler Dünyası’nda çaktığı kıvılcım gibi.
Türkiye’nin büyük bir birikimi var. Koşullar, dış politika ve ekonomide bağımsız bir çizgiye yönelme olanağı tanıyor. Zor olan, ABD çıkarları uğruna, bütün komşularımızı ve hatta belli ölçülerde Avrupa’yı da karşımıza almaktır. Daha kolay olanı ise, ABD’ye karşı başıdik bir politika izlemek ve büyük devletler arasındaki paylaşım kavgalarında rol üstlenmemektir.
Bu açıdan bölgedeki milliyet ve mezhep kavgalarını önlemek, Türkiye için hayat memat meselesidir. Çünkü Yugoslavya’nın Sevri, Türkiye’nin Sevri’dir. Irak’ın parçalanması, yine Türkiye’nin parçalanmasıdır. Rusya’nın bir kez daha parçalanmasına gelince, ABD’nin çıkarı bunu gerektirir kuşkusuz. Ama böyle bir olay, Türkiye’nin boyunduruğunu ağırlaştırır, o kadar.
Türkiye, Kaos Coğrafyası’ndaki milliyet ve mezhep kavgalarında taraf olmayıp, aktif barıştırıcı bir politika yürütmelidir. Bu politika, Türkiye’ye, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Ortadoğu’da, Asya’da ve bütün dünyada dostlar kazandırır.
Türkiye, Irak’a ambargoya uymaya son vermeli ve Irak’la ekonomik ilişkilerini canlandırmalıdır. Yugoslavya dahil, Balkan ülkeleriyle ve İran’la dostluk ilişkileri geliştirilmelidir.
Türkiye ve Rusya, bugünün dünyasında, paylaşılan ülke konumları nedeniyle iyi ilişkiler içinde olmak durumundalar. Çeçen sorunu ve Kürt sorunu gibi konuların, hak eşitliği çerçevesinde ve barışçı yollardan çözümü için, iki ülke birbirine yardımcı olmalıdır. Rusya’nın Kürt sorununu kaşıması veya Türkiye’nin ABD çıkarları çerçevesinde Çeçen sorununa parmağını sokması, Kürt ve Çeçen halklarının da zararınadır.
Türkiye’nin ve diğer Türk devletlerinin ekonomik çıkarları da dostluğu gerektiriyor. Ülkemizin Rusya ile çok geniş ekonomik işbirliği olanakları var. Orta Asya Türk devletleri de, bu işbirliğinden yararlanacaklardır. Boru hatlarının güzergahı, iki ülkeyi karşı karşıya getirerek değil, işbirliğine yöneltecek bir anlayışla, ortak çıkarlara göre çözülebilir.
Ülkemiz, başta Çin Halk Cumhuriyeti olmak üzere diğer Asya ülkeleriyle ve komşularıyla daha kapsamlı ve çok yönlü işbirliği yapmak durumundadır. Bunun koşulları vardır. Çin ile Rusya arasındaki yakınlaşma, Türkiye’ye yeni manevra olanakları sunmaktadır.
Orta Asya’daki Türk devletleri, Türkiye, Rusya, İran ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni birbirine bağlayan bir köprü rolü oynayabilirler.
Ne var ki Türkiye, Ankara’dan değil, Washington’dan yönetiliyor. Öncelikli sorun, Türkiye’yi Türkiye’den yönetecek, yurtsever ve halkçı bir iktidar seçeneğini yaratmaktır.

Ekonomide eroine bağımlılık

Emperyalizme bağımlılık, Türkiye ekonomisini eroine bağımlı hale getirmiştir. Irak’a ambargo, Türkiye’ye ambargo olmuştur. Ülkeyi yönetenler, ambargodan doğan açığı eroin geliriyle kapatma yoluna gitmişlerdir. Devlet, Güneydoğudaki askerî giderlerin getirdiği yük nedeniyle de böyle bir “çözüm” üretmiş bulunuyor. Ortadoğu ve Orta Asya’da üretilen uyuşturucuyu Batı’ya taşımak için, yeraltında bir KİT oluşturulmuştur. Bu girişim, nükleer made kaçakçılığı ve silah ticaretiyle de uğraşmaktadır. Türkiye’nin uyuşturucudan elde ettiği girdinin yılda 10-25 milyar dolar arasında olduğu tartışılıyor.
Bu yasadışı ekonomik faaliyet, dünya ölçeğinde CIA’nın denetimindedir. Türkiye’nin emperyalist sisteme bağımlılığı ayrıca bu nedenle de artmış ve daha karmaşık hale gelmiştir.
Sırf ekonomik muhasebe açısından baksanız bile, aslında eroin geliri, toplumun ihtiyaçları açısından artı değil eksi değeri ifade eder. Eroin taşınması, silahlanma, onlarla mücadele ettiği söylenen polis giderleri, bozulan sağlığa ve uyuşturucuya karşı eğitime vb harcanan kaynaklar, eroin gelirini alıp götürmektedir. Ekonomi, eroinden kazandığını, yine eroine harcamaktadır.
Çok daha önemlisi, eroinin toplumda yarattığı çürümedir. Uyuşturucu kaçakçılığı, toplum hayatında terörü besliyor. Uyuşturucu ticaretinin örgütlenmesinde yer alan on binler, uyuşturucu kullanan yüzbinler, hatta milyonlar, gitikçe azmanlaşan CIA bağlantılı şiddet aygıtının elemanlarını oluşturuyorlar. Toplumumuzun kanında artık şiddet dolaşmaktadır. Yalnız tek tek insanların vücutları değil, bütün insan ilişkileri zehirlenmektedir. Bu zehirlenmeyi, eroin kullanmayanlar da günlük hayatlarında iliklerine kadar yaşıyorlar. Türkiye’nin insan malzemesi yıkıma uğramaktadır.
Sistem, eroine yalnız döviz kaynağı olarak değil, toplumu uyuşturmak ve sisteme bağlamak için de mecbur hale düşmüştür. Eroine ve esrara parası yetmeyen yoksul kesimlerin ve özellikle çocukların tüketimine ise tiner sunulmaktadır. Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Devlet Denetleme Kurulu’nun yaptırdığı araştırmaya göre, 2000 yılında 10 milyon çocuk sokakta yatacak.
Ekonomik açıklar kapanır, ama bir ülkenin insan kaynağı zehirlenirse, ekonomiyi kim geliştirecektir? Bütün geleceğimizi karartan en korkutucu, en dehşetli olay budur.
Bugünkü neoliberal sistem içinde, eroine bağımlılığa bir çözüm bulunmuyor. Eroin ve silah, ekonominin hücrelerine nüfuz etmektedir. Hangi sermaye iktidarı, yılda 10-15 milyar dolardan vazgeçecektir? Öte yandan eroin gelirinden her yurttaşımızın payına da bir miktar düşüyor elbette. Yediğimiz ekmekte bile eroin geliri var. Bazı yörelerin halkı, “ekmeğini” eroinden çıkarmaya itilmiştir.
Görülüyor ki, ülke ekonomisini, toplumunu, kültürünü ve günlük hayatını eroinden temizlemek için, devrimden başka bir çıkış yolu yoktur.
Emekçi devrimi, bir tek eroinden kurtulmak için bile, gereklidir, zorunludur.

Küçülen ulusal devlet

1950’lerde başlatılan “Küçük Amerika” projesi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ikinci büyük atağını yapmıştır. Evren ve Özal’ların “Dünya sermayesiyle bütünleşme” programı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’nden kalan mevzileri hedef almıştır.
Tarıma desteklerin kaldırılması, KİT’lerin ve hastanelerin özelleştirilmesi, SSK’nın çökertilmesi, eğitimin paralı hale getirilmesi ve özelleştirilmesi, laikliğin son kalelerinin de yıkılması, ülke gündemindedir. 1920 yılının Sevr Anlaşması’ndaki gibi, gümrükler kaldırılmakta, haberleşme ağı ve elektrik santralları dünya tekellerinin denetimine verilmektedir. İç piyasa bile uluslararası sermayenin süpermarket zincirlerine teslim edilmektedir. Dış borç 75 milyar doları geçmiş, iç borçlar 25 milyar dolara ulaşmışır.
“Devletin küçültülmesi” parolası altında, halkın kazanımları yıkılmakta ve iç piyasa çökertilmektedir. Buna bağlı olarak, polis devleti azmanlaştırılmaktadır. Yeraltında faaliyet yürüten ve terör uygulayan ikinci bir devlet aygıtı, hızla büyümekte ve ipleri ele geçirmektedir. “Devletin küçültülmesiyle” yaratılan boşluklar, ABD ve Avrupa’ya her yönden bağlı hükümet dışı kuruluşlarla (NGO’lar), cemaatler, tarikatlar ve vakıflarla doldurulmaktadır.
Bütün bunlar, sömürgeleşme sürecinin olgularıdır.

Sistemin yeni hükümet modeli: Mafya-gladyo rejimi

Türkiye, emperyalizme göbekten bağlı bir mafya-gladio-tarikat rejimine sürüklenmektedir.
Bu durum yalnız Türkiye’ye özgü değildir. Latin Amerika’nın muz ve kokain diktatörlüklerine bakınız. Doğu Avrupa’ya, Balkanlar’a bakınız. Kafkaslar’a, Rusya’ya, Ortadoğu’ya bakınız. Asya’ya bakınız; işte en çarpıcı örneği Afganistan’dır. Çürümenin merkezleri olan, emperyalist ülkelere bakınız, mafya-gladio diktatörlükleri, sistemin tipik hükümet modelidir artık. “Parlamenter rejimler”, “başkanlık sistemleri” vb, bu yeni hükümet rejiminin dekorunu oluşturmaktadır. Karar merkezi, mafyanın organlarına ve kurumlarına kaymaktadır.
Lenin, bu yüzyılın başlarında kapitalist sistemin emperyalist aşamaya vardığını tahlil etmişti. Emperyalizm, çürüyen ve geberen kapitalizmdir. Sistemin çürümesi ve çöküş belirtileri, günümüzde had safhaya ulaşmaktadır.
Sistemin merkezlerinde olsun, ezilen ülkelerde olsun artık hakim sınıf, mafyalaşmaktadır; bir suç sınıfına dönüşmektedir. Üretimi yöneten sanayi ve ticaret burjuvazisi kenarlara itilirken; uyuşturucu kaçakçıları, silah kaçakçıları, acenta özelliğindeki unsurlar, iktidarın kilit mevkilerine yerleşiyorlar. Mafyalaşan kesim, büyük bir parasal güce hükmetmekte ve sistemin kontrolünü ele geçirmektedir. Mafya siyasallaşırken, siyaset de mafyalaşmaktadır.
Eroin, silah ve nükleer madde kaçakçılığından elde edilen gelirler, kârdan çok yağmaya benziyor.
Kapitalizm, işgücünün sömürülmesine ve kaynakların piyasa mekanizmalarına göre dağılmasına dayanır. Sistem, mantığını kaybetmekte, kaynakların önemli bir kesimine, kâr yoluyla değil, yağma veya rantla elkonmaktadır.
Başka deyişle, sistemin yeni efendisi olan mafya, artık üretim çarkını yöneterek elde edillen kârla değil, üretimi yağmalamakla ilgilidir. Sistemin, üretim ile ve en önemlisi en büyük üretici güç olan emekçi ile çelişmesi derinleşmektedir.
İşte sistemin sahiplerinin “değişim, değişim” diye göklere çıkarttıkları, “bilgi çağı” veya “modernite” diye parlattıkları değişimin esası budur. Bütün bu olgular, emperyalist kapitalizmin sonuna yaklaştığını da gösteriyor. Değil mi ki bu sistem, doğada ve insanın biyolojik varlığında böyle büyük bir yıkım yaratmıştır; böyle derin bir yabancılaşmaya neden olmuştur; varlığını sürdüremez.

Çiller Özel Örgütü

İşçi Partisi, sistemdeki “değişimi” tahlil ettiği içindir ki, Çiller Özel Örgütü adını verdiğimiz yeraltı örgütlenmesini açığa çıkarabilmiş ve ülke gündemine getirmiştir. Susurluk olayından beri toplum, mafya-gladyo rejiminin gerçekleriyle çalkalanıyor. Partimizin Kontrgerilla’ya, devletin illegalleşmesine ve Çiller’in yasadışı faaliyetine karşı uzun yıllardır ısrarla yürüttüğü mücadele, sonuçlarını vermektedir. İçişleri Bakanı Ağar’ı devirdik, sıra Çiller’e gelmiştir. Örgüt’ün “kahramanları” artık büyük suçlulardır. İşçi Partisi, bugün anamuhalefet partisi görevini yapıyor.
Partimiz, Çiller Özel Örgütü’nü en başta ülkemizin bağımsızlık ve güvenlik sorunu olarak gündeme getirdi. “CIA’nın çocukları” ile savaşımız, kıran kırana bir özellik kazanmaktadır. Bunlar, 1980 öncesinde, CIA’nın ülkemizi istikrarsızlaştırma operasyonunda görev almışlardı. 1990 sonrasında ABD’nin Türkiye’yi “kriz bölgelerine müdahale gücü” olarak sürmeye yönelik tertiplerinde kullanıldılar. Eroinden “faili meçhullere” kadar devletin yasadışı işleri bu örgüte ihale edilmiştir. Çiller grubu, KİT’leri özelleştiremedi ama devletin kurduğu yeraltı örgütünü, uyuşturucu ticaretini, nükleer kaçakçılığı özelleştirdi.
Mafya-gladio diktatörlüğünün merkezinde yer alan Çiller Örgütü’nün, polis, MİT, Kontrgerilla, JİTEM ve ülkücü mafya içindeki kollarıyla birlikte sökülüp atılması, bugün Türkiye’nin önündeki acil sorundur. Refahyol hükümetine karşı, arkada kalan aylarda iki politika karşı karşıya geldi. Parlementoda muhalefet yürüttüklerini söyleyen Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi, Tansu Çiller’e el uzatarak birlikte hükümet kurmayı gündeme getirdiler ve bunun için az gayret göstermediler. Hükümet kurma önerisi, suç dosyalarını kapatma önerisini zaten içeriyor.
İşçi Partisi’nin politikası ise, Refahyol hükümetini Çiller-Ağar ikilisine vurarak yıkmaktı.
Aradan iki ay geçmiştir. Onların Çiller’le birlikte hükümet kurma planları iflas etmiştir. İşçi Partisi’nin Çiller-Ağar ikilisini devirerek hükümeti yıkma stratejisi yol almaktadır.
İşçi Partisi, RP-DYP hükümetine karşı mücadelede, esas darbeyi ABD emperyalizmine en bağımlı güçlere, hakim sınıfların en çürümüş, en terörcü kesimlerine yöneltiyor. Başarının kaynağı buradadır.

Kültürde Amerikano-İslam

İşbirlikçi yönetimin çekirdeğini oluşturan mafya-gladio ortaklığı, bir ayağıyla şeriatçı güçlere, tarikatlara ve cemaatlere dayanmaktadır. ABD’nin “Ilımlı İslamı” destekleme politikası, RP-DYP ortaklığının kurulmasıyla yeni bir atak yaptı. RP içindeki Batı düşmanlığı hızla törpülenmektedir. RP-DYP hükümeti, IMF reçetesini olduğu gibi kabul etti. Avrupa Gümrük Birliği sürecine itiraz yok. Çekiç Güç baştacı edildi. Öte yandan RP’nin fieriatçı karakteri, toplumumuzda dinsel düşmanlıkları ve terörü kışkırttığı için de, Yeni Dünya Düzeni’ne hizmet etmektedir. Her tür mezhep ayrımcılığı, emperyalizmin “kimlik çoğulculuğu” programı için malzeme yaratmakta ve Cumhuriyet Devrimi’nin temellerini oymaktadır.
Bu vahim gelişme Cumhuriyet güçlerinde bir uyanışa ve silkinişe de yol açmıştır. Ordunun komuta kademesi, 12 Mart ve 12 Eylül cuntası dönemlerinde, düzenin sigortasını dincilikte görmüş ve geniş halk kitlelerini Cumhuriyet düşmanı tarikatların ve cemaatlerin kucağına itmişti. fiimdi görüyoruz ki, Ordu, kararlı olarak fieriatçılığın karşısına dikiliyor. Bu tutum, içteki kuvvet dengesini halkın yararına etkileyecektir. fieriatçı kabarışı durduracak kuvvetler toplanmaktadır.

Kürt sorunu

Bu Merkez Komitesi Raporu’nun ilk taslağının Partimizde tartışmaya sunulmasından sonra çok önemli bir gelişme oldu. Kürt sorununun küreselleşmesi süreci, Irak yönetimi ile Irak Kürdistan Demokratik Partisi’nin ittifak ederek yürüttükleri eylemler sayesinde ağır darbe yedi. Bölgesel çözüm girişimi, ilk atağını yapmıştır. fiimdi yeni bir model fiilen oluşmaktadır.
Bu durum, Türkiye’nin Kürt meselesini çözmek için de elverişli koşullar yaratıyor. Irak Arabı ile Irak Kürdü birleşiyor. Türkiye Kürdü ile Türkiye Türkü de birleşecek ve Yeni Dünya Düzeni’nin karşısına dikilecektir.
Batıcılık, Kürt sorununda da iflas etmiştir. Herkesin bu gerçeği görmesi gerekir.
Türk devletinin askerî çözümde diretmesi, ABD’ye Kürt sorununa daha derinlemesine müdahale olanağı veriyor. Türkiye burjuvazisinin Batı’ya en bağımlı kesimleri ise, ABD’nin “Türkiye himayesinde Kürdistan” projesini pişirmeye çalıştılar. Kürt Barış konferansları, Paris, Stockholm ve Oslo gibi emperyalizm üslerini dolaştıktan sonra, Diyarbakır ve İstanbul’a getirildi. Neoliberal “sol”, Batıcı çözümün piyonu rolünü üstlendi ve Batı’nın gölgesinde soyut “barış” talebini tekrarlıyor. Oysa barış için birinci koşul, Kürt sorununa emperyalist müdahalenin kırılmasıdır.
“Tarafları” masaya oturmaya çağıran tezler de, Batı merkezlidir ve iki halkı bölerek sömürgeleştirmeye yöneliktir. Bu tez, devrimci çözümü dışlamakta, emekçi halkı devre dışı bırakmaktadır.
Körfez Savaşı’ndan sonra, Yeni Dünya Düzeni içinde rol alma arayışlarına giren PKK de, ABD’nin elini güçlendirdi. Emperyalizmi değil, Türkiye’yi “baş düşman” kabul eden sömürge teorisinin çıkmazı ortadadır. Türkiye ile komşuları Rusya, İran, Suriye ve Yunanistan arasındaki düşmanlıkta bir başarı olanağı aramak, PKK’yi büyük devletlerin elindeki koz haline getiriyor.
Çağımızda ulusal sorunun, emperyalizme karşı mücadele sorunu olduğu kendi deneyimimizle de kanıtlandı. Kürt sorununu eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde gönüllü birlikle çözmenin önündeki esas engel, ABD emperyalizmidir. İkinci engel ise, Türkiye hakim sınıflarıdır.
İşçi Partisi Genel Başkanı, “Kürt Sorununa Acil Kardeşlik Çözümü”nü, 14 Ocak 1995 günü ilan etti. Bu program, Kurtuluş Savaşı’nda sınanmış anayasal ilke ve politikaların yeniden yürürlüğe konmasını öngörüyor. Bu program, Türkiye’nin birliğini savunuyor, devrimci bir içerik taşıyor ve hak eşitliğini içeren, böylece gönüllü birliğin temelini oluşturacak köktenci çözümler getiriyor.
Kürt sorununu çözmek için büyük güçler toplamak gerekiyor. Devrimci çözümün büyük gücü, Türkiye halkıdır. Batıcı çözümün büyük güçleri ise, emperyalist devletlerdir. O nedenle Kürt sorununun çözümüne Türkiye halkını ikna etmek, Yeni Dünya Düzeni’ne direnebilmek açısından belirleyici önemdedir.
“Kürt Sorunu’na Acil Kardeşlik Çözümü”, biricik çıkış yoludur. Türkiye, önünde sonunda Kurtuluş Savaşı’nda sınanmış olan bu çözümü yeniden keşfedecek ve uygulayacaktır.

İnisiyatif halk hareketine geçiyor

Türkiye’nin geleceğini, halk hareketi ile Yeni Dünya Düzeni arasındaki çelişme belirleyecek.
Cumhuriyet tarihimizin en yoğun ve yaygın sınıf mücadeleleri dönemini yaşıyoruz.
1989 İşçi Baharı’yla başlayan emekçi hareketi, geçen yılın yazında çeyrek milyon işçinin, yüz bin kamu emekçisinin katıldığı yürüyüşlere ulaştı.
Öğrenci hareketinde yeni canlanmalar görüldü.
IMF reçeteleriyle tarımın çökertilmesine karşı köylü eylemleri başladı.
Halkın bugüne kadar hareketli olmayan kesimlerinde mücadele eğilimi gelişiyor. fioförler, nakliyeciler, kayıp ve tutuklu aileleri toplu hareketlere girişiyor.
IMF programlarının ve dünya kapitalizmiyle sınırsız bütünleşme siyasetlerinin hızlı ve derin bir yoksullaşmaya ittiği halk kesimleri, rejimin bugüne kadar RP dinciliği ile kontrol etmeye çalıştığı kent ve kır yoksulları, önümüzdeki dönemlerde, halk hareketlerinin yaygınlaşacağı yeni alanlar olacaktır.
Esnaf, zanaatkar, orta sanayici ve tüccar da, iç pazarı yıkıma uğratan sürece çeşitli biçimlerde ve düzeyde karşı çıkıyor.
Halk kitlelerinin hızla parlamentodaki partilerden koptuğu ve sistemden umudunu kestiği görülüyor.
Halk hareketleri bugün, bir bütün olarak, bölüşüm ilişkilerine ciddi bir müdahale gereği noktasına gelip dayanmış durumda. Bu noktada önderliğin rolu belirleyici önemdedir.
Merkez Komitesi Raporumuzun Parti tartışmasına sunulmasından sonra, Türkiye’nin güç dengelerini etkileyen üç önemli gelişme oldu.
Bunlardan biri Ortadoğu ölçeğindedir. Irak’ta ABD’ye indirilen darbe, kuşkusuz ülkemizde de emperyalizmin konumunu zayıflatmıştır ve Türkiye halkının birliği yönündeki süreçleri ateşleyecektir.
İkincisi, ABD güdümlü mafya-gladyo güçleri ve ırkçı milliyetçilik, Susurluk olayından beri savunma konumlarına çekilmektedir.
Üçüncüsü, Ordu, 27 Mayıs 1960’taki kısa dönem sayılmazsa, elli yıldan bu yana ilk kez fieriatçılığa karşı cephe almaktadır.
Bu gelişmeler sonucu, Türk ve Kürt miliyetçiliğinin birbirini besleyerek kabarmasına olanak veren ulusal ve uluslararası zemin zayıflamaktadır. Öte yandan fieriatçılık, gelmiş bir sınıra dayanmıştır. Halk güçleri inisiyatifi ele geçiriyorlar. 10 Kasım 1996 günü, bir dönüm noktası sayılabilir. Bir milyon insanın Anıtkabir’e yürümesi, büyük bir mesajdır. Halk kitleleri, Kurtuluş Savaşı’yla ve Cumhuriyet Devrimiyle kazandığı kaleleri, emperyalizme ve Ortaçağ güçlerine teslim etmeme kararlılığını ilan etmiştir.
Denebilir ki, 1990 yılından beri içine düştüğümüz ırkçı ve şeriatçı kabarma döneminden, emekçi halkın mücadelesinin yükseldiği döneme giriyoruz.

“Solda” iki eksen

Ülkemizde, sol adına politika yapan kuvvetler içinde, iki eksen göze çarpıyor.
Biri, emek eksenidir. Halk hareketi içinde demokratik halk devrimini amaçlayan proleter devrimci politika bu eksende üretiliyor.
Diğeri ise, Batıcı eksendir. İnsan hakları ve özgürlük için Batı’ya bel bağlayan burjuva politikası ise, bu eksenin ürünüdür.
Bu bölünme, dünya ölçeğinde yaşanan sınıf mücadelesine denk düşüyor.
Dünya sermayesinin atağı, solun bir kesimini küreselleştirdi ve toplum içinde Neoliberal bir kol oluşturdu. Ancak özüne bakıyoruz, Neosolculuğun Turgut Özal, Çiller, Cem Boyner gibi liberalizm şampiyonlarından temelde farklı bir ideolojisi ve programı yok. Onları birleştiren, emperyalizmin ulusal devleti ve iç piyasayı yıkma programıdır. İşbirlikçi burjuvazi, bu programı sermayenin küreselleşmesi adına savunurken, Neoliberal sol, devlet karşıtlığı görüntüsünden yararlanıyor. Oysa onlar, Ezilen Dünya’daki ulusal devlete, emekçi sınıfların devrim cephesinden değil, tam karşı cepheden, emperyalizmin sömürgeleştirme programı açısından karşıdırlar. Bugün emekçi sınıfların devletini kurmak için, emperyalizmin “devleti küçültme” programını göğüslemek başta gelen şarttır. Çünkü “devleti küçültme” programı, devletin sosyal ve ekonomik görevlerini küçültürken, baskı aygıtını büyütmektedir. Bu, bir sömürgeleştirme programıdır. Nitekim Tansu Çiller, Özelleştirme Yasasını çıkarttığı akşam, kadehini “Son sosyalist devleti yıktık” diye kaldırmıştır.
Neoliberalizmin “sol”daki kolu, üç ayrı kanalda ortaya çıktı.
Biri, Sosyaldemokrasidir. Türkiye’de Sosyaldemokrasi, 1960’lı yıllarda Kemalizmin devrimci mirasının reddedilmesi ve tekelci Batı sermayesinin sol kanadını oluşturan uluslararası çizgiye girilmesiyle oluştu. Hele Yeni Dünya Düzeni sürecinde, Sosyaldemokrasi iyice küreselleşti ve “Türkiye’yi dünyaya taşıma” misyonunu bile benimsedi.
Dünya sermayesinin sol içindeki ikinci gelişme kanalı, Batıcı Kürt milliyetçiliği oldu. Körfez Savaşı’ndan sonra PKK liderinin Yeni Dünya Düzeni içinde rol talep etmesiyle birlikte, bu Batı yanlısı akım yaygınlaştı. Modelleri, Kuzey Irak, Hırvatistan ve Bosna-Hersek’ti. Buna uygun olarak 1994 Aralık ayından beri büyük emperyalist devletlerin başkanlarına “acil müdahale” çağrıları yapıldı.
Neoliberalizmin soldaki üçüncü kanalında, modern revizyonizmin batıcılaşan devamını, “Sivil Toplumcu” denen akımı ve “İnsan Hakları” davasını Yeni Dünya Düzeni projesinin güdümüne sokanları görüyoruz.
Türkiye’de sınıf mücadelesinin bugünkü özü, Yeni Dünya Düzeni’ne karşı mücadeledir. Bu nedenle halk hareketi içindeki emekçi-burjuva saflaşması da bu eksendedir.
Emek eksenli politika, bağımsızlık mücadelesini esas alırken, Batı eksenli politika, Kürt sorununu emekçi sorunlarının önüne koymakta, böylece Kürt sorununun çözümünü de olanaksız kılmaktadır. Amaçları, emekçi mücadelesini Kürt sorunu üzerinden Batı emperyalizminin kuyruğuna takmaktır.
Neoliberaller, “Kahrolsun bağımsızlık” sloganını yükseltecek kadar cüret kazanmışlardır. Vatansızlık, bunlar arasında övünme konusudur.
Sol’da emek eksenli devrimcilik ile Batıcı eksenli solculuk arasında ara konumlarda bulunan bir kesim de var.
Bunlar, genelde emperyalizme karşı çıkarken; Kürt sorununda Batıcı Kürt milliyetçiliğinin, insan hakları konusunda Yeni Dünya Düzeni çizgisinin kuyruğuna takılmaktadırlar.
Batıcılık, sendikaları ve kitle örgütlerini olumsuz etkilemekte, bu örgütleri kendi kitlesinden ve halktan koparmaktadır. Kürt sorununun yapay olarak en başa konması, geniş emekçi kesimleri eylemsizleştirmekte ve örgütlerin daralmasına yol açmaktadır.
Dahası, dünya sermayesi, “sol” adını taşıyan kimi grupları, ideolojik etkinin ötesinde, örgütsel kumandası altına aldı. CIA’nın ve MİT’in denetimindeki uyuşturucu ağına çok acıdır ki, ülkücü mafya yanında bazı “sol” örgütler de takıldı. Bunlar, çeşitli tertip ve suikastlerde taşeronluk yapıyorlar.
Bütün bu nedenlerle halk hareketinin yeni bir atak yapması, Neoliberalizmin her alanda etkisiz kılınmasına bağlıdır.
İşçi Partisi, bu koşullarda, sola hesap vermeyi halka hesap vermenin önüne geçiren eğilimlerin yanlışlığını önemle saptamıştır. Neoliberalizme hesap vererek değil, onunla ideolojik hesaplaşma sayesinde ve düşmanın tertiplerini boşa çıkararak, emekçi kitlelerle birleşeceğiz. Neoliberal “solculuğun” etkili olduğu sendikaları ve kitle örgütlerini terketmek, liberal tutumun bir ifadesidir.
İşçi Partisi, Neoliberalizme karşı Bilimsel Sosyalizmin kalesidir.
İrade ve nesnellik
1989 Baharı’ndan bu yana Türkiye tarihinin en kitlesel emekçi mücadeleleri gerçekleşti. Bu mücadele soluklu ve tempolu olarak sürüyor. Bununla birlikte, Türkiye sağa kaydı. Çünkü Yeni Dünya Düzeni’nin güçleri ağır basıyordu, inisiyatif emperyalizmin güçlerindeydi. Emekçi hareketi doruğa yükselmekle birlikte, savunma konumundaydı. Türkiye halkı, 20. yüzyılda devrimle ve sınıf mücadelesiyle kazandıklarını kaybetme tehlikesine karşı can havliyle mücadeleye atılmıştır.
Devrim güçlerinin dünyada ve ülkede geri çekildiği koşullarda, bugünlere devrimci iradeyle geldik. Bir yerde tutunup bir direnme hattı kurmak temel mesele idi. Büyük atılımlar yapmanın, iktidara gelmenin koşulları yoktu. O nedenle Partimiz, devrimci iradeyi vurguladı ve güçlendirdi. Bununla birlikte, bizi kuşatan nesnel koşulları saptamasaydık, devrimin savunma konumunda olduğunu görmeseydik, devrimci iradeyi değerlendiremezdik. Devrimci iradeyi zorlayacağız, ama bileceğiz ki, devrim sırf iradeyle olmaz; devrimin iradeyle yaratılamayan nesnel koşulları vardır.
Bizim yaptığımız iş, 21. yüzyıla bir köprü kurmaktı, bunu başardık. Proleter devrimci örgütlenmeyi, öncü partiyi tarihin içinden aldık ve 21. yüzyıla taşıdık. Fakat artık yeni bir yükseliş döneminin eşiğindeyiz. Türkiye’nin ufku açılmaktadır. Dünyada da bunun işaretleri görülüyor. İşte şimdi geniş kitleler üzerinde etkili olacağımız koşullar doğmaktadır.

Cumhuriyet Devrimi Kanunları Uygulansın

Mücadele mevzilerini somut olarak saptamak çok önemlidir. KİT’ler, SSK’lar, tarıma devlet desteği, parasız eğitim, sendikalar, Aydınlanma ve laiklik: Bunların hepsi Kurtuluş Savaşı’yla, Cumhuriyet Devrimi’yle ve 1960 sonrasının halk hareketlerinde elde etiğimiz kazanımlardır. Sınıf mücadelesi, bu kazanımları savunma alanlarında yoğunlaşmıştır. Partimiz, tarihten kalan bu mevzilerde bir direnme hattı oluşmasına önderlik etmiştir.
Bunu başarırken biliyorduk ki, arkamızda büyük bir tarih var. Büyük uygarlıkların beşiğidir Türkiye. Kurtuluş Savaşımız var, Mustafa Kemal önderliğinde. Koskoca bir Cumhuriyet Devrimi var.
Bir halkı esir almak istiyorsan, önce tarihini esir alacaksın. İşte Amerikan ideologları, Kemalist devrimin modasının geçtiğini belirtirken bizim tarihimiz esir almak istediler. İşçi Partisi, karşılaştığımız bu durumu, tahlil etti ve bilince çıkardı. Bu tarihe yaslanmak, o tarihten güç almak, somut programla ve politikalarla olur.
Partimiz Programının 9. maddesinin son paragrafı şöyle diyor:
“İşçi Partisi; Sultanlığın ve Halifeliğin kaldırılması; tekke ve zaviyelerin kapatılması; ağalığın, efendiliğin, paşalığın yasal planda kaldırılması; latin harflerinin kabulü; laiklik ve dilde demokratlaşma gibi, Milli Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’nin bağımsızlık, demokrasi ve aydınlanma yönündeki kazanımlarını korur; bu kazanımları emekçi halk yararına geliştirir; Demokratik Halk Devrimi’nin ve sosyalizme ilerlemenin tarihsel birikimi olarak değerlindirir.”
İşte bu, 1988 yılında yapılan bir durum ve görev tespitidir; önderlik işlevinin yerine getirilmesidir.
Cumhuriyet yıkıcıları, Cumhuriyet Devrimi Kanunları’nı ayaklar altına aldılar. O kanunları uygulatmak, bugün sınıf mücadelesinin en somut görevlerinden biridir. O mevziler, yeniden vuruşa vuruşa kazanılacaktır. Bu amaçla Cumhuriyet Devrimi Kanunları Uygulansın kampanyasını stratejik önemi nedeniyle Kongre kararıyla başlatıyoruz.
İşçi Partisi, Cumhuriyet Devrimi mevzilerindeki ölüm kalım savaşını saptadığı için, Emekçi Cumhuriyeti’ne giden stratejiyi doğru çizdi. Programımızda esasları konan ve geçen kongremizde güncelleştirdiğimiz bu devrim stratejisini, bu kongremizde de tek bir sözcüğünü değiştirmeden vurguluyoruz.

Emekçi Cumhuriyeti’nin stratejisi

1. Türkiye’de demokratik halk devriminin esas gücü, başta işçi sınıfı olmak üzere, işçi-köylü ittifakı temelinde şehir ve köy emekçileridir. Dünya piyasasıyla sınırsız bütünleşme sürecinden zarar gören yurtsever güçler de demokratik halk devriminin safında yer alabilirler.
2. Devrimin hedefi, emperyalizm ve işbirlikçi sermaye sınıfı ile toprak ağalığını yıkmaktır. Baş düşman, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileridir.
3. Türkiye devrimi, emekçi hareketi ile Kürt halk hareketinin ortak mücadelesine bağlıdır. Bu aritmetik bir zorunluluktur. Bu iki devrim dinamiğinin bölünmesi durumunda, devrim olanağı yoktur. O nedenle emekçi sınıflar ile eşitlik isteyen Kürt halkı, birbirine mecbur ve muhtaçtır. Türkiye devrimi, kardeşliğe, başka deyişle enternasyonalizme mecburdur.
4. Köylük alanlar önemli olmakla birlikte, Türkiye’de esas mücadele alanı şehirlerdir. 1960’tan bu yana yaşanan toplumsal pratik, devrimin esas dinamiğinin şehirlerde olduğunu kanıtlamıştır. 1989’dan bu yana soluklu olarak devam eden işçi hareketi ve arkasından kamu çalışanları hareketi, Türkiye’de emperyalizmin ve işbirlikçi hakim sınıfların iktidarına son verecek belirleyici mücadelenin şehirlerde yaşanacağını bir kez daha ve kuvvetle göstermiştir.
5. Özel olarak tarihsel koşullara baktığımız zaman, Türkiye’de Emekçi Cumhuriyeti için mücadelenin, bugün dünya sermayesinden gelen “küreselleşme” saldırısını göğüsleme, başka deyişle savunma döneminden geçtiğini saptıyoruz. “Değişim” veya “İkinci Cumhuriyet” diye formüle edilen bu saldırı karşısında, emekçi sınıfları temel alan bir direnme hattı kurmak günün görevidir. Bu direnme hattı, Kurtuluş Savaşı’mızın, Cumhuriyet Devrimi’nin ve 1960 sonrası halk hareketinin kazandığı mevzileri korumak göreviyle de karşı karşıyadır. Demokratik halk devrimi, bu mevzilerin savunulmasından geçerek adım adım Emekçi Cumhuriyeti için atağa kalkan bir gelişme seyri izleyecektir.
Sosyalist Sol’un halktan kopuk bazı kesimleri, İkinci Cumhuriyetçilerin etkisiyle Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi mirasını hor görmekte ve Mustafa Kemal, ulusal bayrak ve İstiklâl Marşı gibi anti-emperyalist değerleri aşağılamayı adet haline getirmektedirler. Bu tutumlarıyla, 20. yüzyıl başındaki burjuva-devrimci atılımın sağına düşüyor, bağımsızlık ve laiklik için mücadeleyi reddederek yer yer emperyalizm ve dinci güçlerle birlikte tavır alıyorlar.
Dünya sermayesinin saldırısı karşısında bağımsızlık mücadelesinin yeniden gündeme gelmesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderlik ettiği devrimci mücadelenin değerlerini halkın belleğinde canlandırmaktadır. Gerçekleri kendi tecrübesiyle öğrenen halk, mücadelenin moral değerlerini ve simgelerini de kendi tarihinden çıkarıyor.
Ekim Devrimi’nin emperyalizme karşı mücadele çağırısına hemen yanıt veren Kurtuluş Savaşı ve Osmanlı devletini yıkan Cumhuriyet Devrimi, tarihimizin en önemli devrimci mirasıdır. Bu devrim, toplumumuzun hayatında son bin yılın en köklü değişikliklerine yol açmıştır. Tarihsel Materyalist felsefeyi kabul eden bir devrimci, bu gerçeği rahatlıkla ve cesaretle saptar. Çünkü halk kitleleriyle birleşmek, karşı güçleri bölmek ve devrimi zafere götürmek, aynı zamanda bu gerçeği saptamaktan geçer.
Öte yandan milliyetçiliğin, dinciliğin ve faşizmin tırmanışı karşısında, Türkiye devrimi zor bir döneme girmektedir. Dimitrov’un l934 yılında toplanan Komünist Enternasyonal Kongresi’ne sunduğu Yürütme Kurulu Raporu hatırlanmalıdır. İşçi partileri, halkın tarihindeki devrimci değer ve simgeleri kesinlikle faşistlere ve gericilere terketmemelidir. Devrim mücadelesinde başarı kazanmak isteyenlerin tavrı her zaman budur.
6. Bugünkü savunma aşamasında da devrimin hedefi, işçi sınıfı önderliğinde bir Emekçi Cumhuriyeti kurmaktır. Stratejik olarak bu program için kuvvet toplayacak, işçi sınıfının bağımsız teori ve programını savunacak, bağımsız bir politik çizgi izleyeceğiz. Müttefiklerimize karşı tavrımız, hem dostluk hem eleştiri olacaktır.
7. Sınıf mücadelesini örgütlemede kazanacağımız başarılar, bir Emek ve Kardeşlik Cephesi’nin inşasını gündeme getirecektir. İşçi sınıfı ve kamu çalışanları arasında örülen bağlar, böyle bir cephenin zemininin doğmakta olduğunu gösteriyor. Bugün Sosyal-demokrat partilerde örgütlenen veya Refah Partisi’nin tabanını oluşturan geniş yurtsever güçler de, zamanla Emek Cephesi’ne katılacaklardır. Emek Cephesi’ni ayakta tutacak omurga, güçlü bir İşçi Partisi’dir. Partimizin sınıfın saflarında güçlenmesi ve yalnız tek tek mücadelelerde değil, sınıfın tümünün hareketinde önder konumlar kazanması, cephenin inşası görevini de güncelleştirecek ve acilleştirecektir.

Bu devrimci stratejiyi gerçekleştirmek için şu görevlerle karşı karşıya olduğumuzu saptıyoruz:
– Partiyi inşa etmek: Mücadele zemininde ve mücadelenin gelişmesine önderlik etmek için partiyi örgütlemek.
– Emekçi halkı seferber etmek: Devrimin esas güçlerini oluşturmak için, emekçi sınıfları ve yurtsever güçleri kendi somut talepleri yönünde harekete geçirmek, kendi deneyimleriyle eğitmek ve iktidar mücadelesine yöneltmek.
– Bütün milliyetlerden ve mezheplerden halkı birleştirmek: Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı devrimin, Türk artı Kürt, Sünnî artı Alevi denklemlerini, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde fiilen kurmak.
– Sol Güçbirliği: IMF reçetesine ve ABD taşeronluğuna karşı bir iktidar seçeneği oluşturmak ve emekçi hareketinin gelişmesi için elverişli koşulları yaratmak amacıyla emekçi hareketi omurgasında en geniş güçleri birleştirmek.

Sol Güçbirliği

Arkada kalan dönemde, Türkiye’de halk hareketine gelişme olanakları sağlayan çeşitli demokratik platformlar oluştu. Bu platformların en önemli özelliği, politikayı dışlayan, ekonomist, gevşek yapılar olmasıydı. Bu nedenle bu platformlar, kitlelerin politikleşmesine hizmet etmedi ve provokasyonlar karşısında aciz kaldı. Dahası, halkın anti-emperyalist değerlerine karşı saygısız tavırların önüne geçilmedi. Sonuç olarak bu tür girişimler, geniş halk kitlelerinden kopmaktadır.
Geldiğimiz aşamada, güçbirliği ve eylem birliğinin başarısı için, doğru program belirleyicidir.
Bugün iki ittifak modeli oluşmuştur. Biri, Neoliberaller ile Neosolcuları birleştiren Batıcı ittifak modelidir. İkincisi, emperyalizme karşı açık tutum alan emek eksenli ittifaktır. Sosyalistler ile Kemalistlerin güçbirliği bu ittifakın bugünkü siyasal eksenidir.
Sol Güçbirliği’nin hedefi, muhalefetçilik oynamak değil, sol iktidardır. Bugün Türkiye’yi Erbakanl’ların, Çiller’lerin ve benzerlerinin elinden kurtarmak, ulusal bir görevdir. Bu amaçla bir iktidar seçeneği yaratma sorumluluğu önümüzdedir. İşçi Partisi, Sol Güçbirliği’ni gerçekleşebilir bir formül olarak ortaya koymuştur. İşçi Partisi ile demokratik sol, sosyal demokrat ve Kemalist güçler, bir seçim ittifakıyla iktidara gelebilirler. Bu, geniş halk kuvvetlerinin beklentisidir. Emekçi iktidarına giden yolu açmak da buradan geçiyor.
Bugün halk kitleleri, KİT’leri, SSK’ları, tarıma devlet desteğini, parasız eğitimi, laikliği savunuyor. Bu alanlarda mücadele eden kitleler, Sol Güçbirliği’nin omurgasını oluşturacaktır. Onların somut talepleri, alt alta yazıldığı zaman, Sol Güçbirliği’nin programı ortaya çıkar.
Tarihsel zemine gelince, halk hareketi, Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet Devrimi’nin mevzilerindedir. Halkın, bu koşullarda Bayrak ve Mustafa Kemal gibi simgelerin çevresinde birleşmesi bu tarihsel konumdan geliyor. Bu koşullarda, 1919 Sivas Kongresi’nin aldığı kararlar, Kürt sorunundaki köktenci çözüm dahil, Sol Güçbirliği için tarihten gelen kuvvet kaynaklarıdır. Bu mirası değerlendirmek, programda birleşmeyi ve ortak mücadeleyi kolaylaştırır.
Yeni Dünya Düzeni’ni göğüslemek, büyük güçleri gerektiriyor. Bu nedenle yalnız sosyalist parti ve örgütleri değil, DSP ve CHP gibi kökleri Kurtuluş Savaşı’na uzanan örgütleri de Sol Güçbirliği’ne kazanmaya çalışmak, hem gereklidir, hem de emekçi kitlelerin isteğidir. Sağ iktidarlara koltuk değneği politikası, iki partiyi de yıprattı. fiimdi daha iyi görülmektedir ki, Sol iktidarın yolu, emekçi kitlelerin taleplerini temsil eden Sol muhalefetten geçmektedir.
Sol Güçbirliği’nin Türk ve Kürt milliyetinden bütün halkı ve Sünnî ve Alevî mezhebinden kitleleri birleştirmesi, büyük önem taşıyor. İşçi Partisi, bu denklemin örgütler düzleminde gerçekleşmesi için duyarlı olacak ve çaba gösterecektir.
Sol Güçbirliği, iktidara gelmek için, iki ayakla yürüyecektir. Hem parlamento dışındaki halk hareketine önderlik etmek, hem de Meclis çatısı altında etkili bir muhalefet yürütmek, Sol Güçbirliği’ni iktidara taşıyacaktır.
Sol Güçbirliği için bugün kilit sorun, İşçi Partisi’nin emekçi kitleler içinde daha güçlü bir örgüt inşa etmesidir.

IV.PARTİ
Siyasal çalışma candamarı

Seçim sistemi, Türkiye emekçilerine yüzde 10 seçim barajı koydu. Ama görüyorsunuz, bugün anamuhalefet, parlamentonun dışındadır. İşçi Partisi, kamuoyunda kabul edildiği üzere, fiilen anamuhalefet işlevi görüyor. İşçi, kamu emekçileri, öğrenci ve aydınlanma hareketinin parlamento dışındaki büyük muhalefeti, bugün siyasal düzlemde İşçi Partisi’nin anamuhalefetiyle birleşmiş bulunuyor.
Parti’nin siyasal alandaki son başarıları örgütlenmenin önünü açmıştır. Hele bu deneyimden sonra, örgütlenmeyi siyasal çalışmadan koparan anlayışlardan arınmamız gerekiyor.
Siyasal çalışma, parti çalışmasının can damardır. fiimdi partinin dışında, içindekinden en az 5-6 kat büyük bir kuvvet örgütlenmeye hazır, bekliyor. Partimizi kısa zamanda 50 bin üyeli, örgütlü bir kuvvete dönüştürmek mümkündür. Örgütlü diyoruz, bunun anlamı, düzen partilerindeki gibi üye kaydetmekle yetinmek değil, temel örgütlerde örgütlenmiş bir parti inşa etmektir. 50 bin üyeli, örgütlü bir parti, birkaç milyon insanı harekete geçirir.

Parti inşası esas

Bu dönemde emekçi hareketini seferber etmek ve yönetmek belirleyici önemdedir. Örgütsel alandaki birinci görev, emekçi hareketini seferber edebilecek nitelikte bir parti inşasına girişmektir. Parti örgütlenmesinin görevi, Parti politikalarını emekçi kitleler içinde bir kuvvet haline getirmektir. Kuvvet, politikanın uygulanabilme ve sonuç alabilme yeteneğini kazanmasıdır.
Parti, program ve politikalarını uygulayarak, emekçi hareketinin önünü açtı ve çok geniş bir taraftar ağı yarattı. Ayrıca bugüne kadar katıldığımız genel ve yerel seçimlerde yaptığımız yaygın propaganda yanında özellikle son dönemdeki politik çalışmalarımız, hiç gitmediğimiz yurt köşelerinde bile partimizin tanınmasını sağlamış, deyim yerindeyse her mahallede, her köyde İşçi Partisi’ni savunan kişiler ortaya çıkarmıştır.
fiimdi yapılması gereken, Partiyi emekçiler içinde hızla örgütlemek, sınıf hareketindeki önderlik gücünü artırmak ve emekçi sınıfların saflarında kuvvet alanları yaratmaktır. Partinin devrimci görevini başarması ancak böyle bir yönelişle mümkündür.
Yeterli kuvvetin, oluştuğu her yerde Parti örgütü kurma politikası doğrudur. Bu nedenle; yaygın örgütlenme faaliyetine devam etmeliz.
Bununla birlikte bugün, yoğunlaşma alanlarında derinlemesine örgütlenmek esastır. Parti, kadrolarını fabrika fabrika, iş yeri iş yeri, mahalle mahalle, köy köy kitleler içinde örgütlenme çalışmasına seferber edecektir.

Düzeltme Hareketi

Parti Meclisi, Haziran (1996) ayındaki toplantısında, Parti saflarındaki hataları enine boyuna tartıştı; Parti içindeki esas tehlikenin, ideolojik ve örgütsel liberalizm olduğunu saptadı ve Liberalizme karşı bir “Düzeltme Hareketi” başlattı.
Çok önemli: Bu kampanya, partimiz için bir bunalımdan çıkma girişimi değil, devrimci atılımı başarma girişimidir. Ana muhalefet işlevini ve emekçi halkın iktidar yürüyüşüne önderlik görevini layıkıyla yapmak için, liberal hatalarımıza ve eksikliklerimize karşı mücadele açıyoruz.
Düzeltme Hareketi sırasında Partimizde oku nereye yollayacağız tartışması çıktı. Hatalarımız, bilgiye ve teoriye önem vermekten kaynaklanmıyor. Hem ideolojik planda hem örgütlenme ve çalışma tarzı planında oku liberalizme saplayacağız.
Öncü ne demek? Marx ve Engels’in öncüsü, 1848 Manifestosu’yla ortaya çıkan öncü, herşeyden evvel teorik öncüdür. Teorik olgunluk, gelişmiş pratikten kaynaklanır ve pratik ilerlemede kendisini ortaya koyar. Teorik öncülüğü bulandırırsak, örgütlenmede ve çalışma tarzında hiçbir öncü konuma ilerleyemeyiz.
Kongremize bu Raporun ekleri arasında (Ek-1) sunulan, Liberalizme Karşı Düzeltme Hareketi İçin Yönlendirme yazısında da belirtildiği üzere, Parti içindeki liberalizm ve özellikle örgütlenme alanındaki gerilikler, önderlik kademelerinin esas olarak mücadele alanları dışında konumlanmasından kaynaklanıyor. Bu eğilim, bütün bir örgütsel hayatı etkiliyor; yönetimlerde statükocu ve bürokratik bir önderlik tarzını ve gevşek örgütsel yapıları yaratıyor.
Hatalar, kendisini şu uygulamalarda gösteriyor: Önderlikleri yanlış konumlandırmak, sadece seçim gibi kampanyalar döneminde politik çalışma yapmak, propaganda çalışmasını uzun süreli kitle çalışmasından kopartarak arada bir yapılan şenliklere indirgemek, kitleleri dönüştürmek için bir emek seferberliği yerine gösterişe kaçmak. Bu hatalar, alt kademelere inildikçe, politik önderliğin zayıflamasına, kendiliğindenciliğe ve inisiyatifsizliğe yol açmaktadır. Politik önderlik zaafı, dar pratikçiliği güçlendirmekte, kolektif organ hayatını zedelemekte ve örgütleri çalışmaz hale getirmektedir.
Kitle içindeki parti inşaasında yakalanacak halka, her kademeden parti önderliklerini kitle çalışmasının ve sınıf mücadelesinin başına fiilen geçirmektir. Parti, yukardan aşağıya her kademede sınıf mücadelesi mevzilerine yerleşecektir. Bütün örgütleme çalışması, mücadeleyi örgütleme perspektifiyle yürütülecektir.

Önderliğin birikimini değerlendirmek

Partimizin bugünkü gerçeğine baktığımız zaman, Liberalizmden en az etkilenen kesim, önderlik mevzileridir. Oku Başkanlık Kurulu’na gönderdiğimiz zaman, devrimci iradeyi hedef alıyoruz. O zaman parti, Liberalizmi hangi devrimci iradeyle altedecektir? Liberalizmi, merkezlerin öncü ve devrimci özelliklerini kuvvetlendirerek yeneceğiz; yoksa merkezleri bombardıman ederek değil.
Önder kadromuz, Parti için büyük bir güvencedir. Türkiye’nin en sınanmış, en denenmiş önderlik kadrosudur. Çeşitli sol örgüt ve partilerden gelmiş, farklı deneyim ve birikimleri bu Parti’de birleştirmiştir. 30 yıldan beri önderliğimiz içinde dedikodu yoktur, fiskos yoktur, tertip yoktur, entrika yoktur; sağlıklı bir tartışma ortamı vardır. Sağlam arkadaşlık ilişkileri, devrimci gelenekler ve güven ortamı oluşmuştur.
Düzeltme Hareketi’ni öncelikle merkezin birikimini harekete geçirerek başaracağız. Liberalizmi altetmede onun devrimci deneyiminden ve yeteneğinden yararlanacağız. Elbette bu önderliği, taze kanla kuvvetlendireceğiz. Ama Parti bu birikimin kendisine sağladığı üstünlüğü sonuna kadar değerlendirecektir.
Parti, önümüzdeki döneme, devrimci karargahını, devrimci iradesini ve devrimci disiplini güçlendirerek girmektedir.

Kitle çalışması ve kitle örgütleri

Kitle çalışması, kitlelerin ileri unsurlarının dönüştürülmesi, Parti’ye kazanılması ve emekçi kitlelerin bu yolla seferber edilmesi çalışmasıdır.
Parti’nin kitle çalışmasındaki esas zaafı, kendiliğindenciliktir. Kendiliğindenciliğin Parti hayatındaki birinci görünümü, kitle örgütlerindeki çalışmaya ilgisizliktir. Örgütler, bilinçli ve planlı olarak, kitlelerin ileri unsurlarına yönelmek yerine, kitlelerin en geri kesimleri içinde kalıyorlar.
Kendiliğindenciliğin ikinci görünümü, Parti önderliklerinin kitleler içinde müdahaleci bir çalışma yerine beklemeci bir tutum alması, kitleleri dönüştürme çalışmasına hizmet etmeyen işler ve görevler icat etmesidir.
Kitleler içindeki parti çalışması, esas olarak, kitlelerin ileri unsurlarının toplandığı kitle örgütlerinde ve sendikalarda yürütülen çalışmadır. Partinin emekçi kitleleri seferber etmesinin biricik yolu, buralarda etkili olmak ve sorumluluk üstlenmektir. Kitle örgütleri içerisinde geliştirdiğimiz özel siyasetler ve programlar, somut temelde yürüttüğümüz ideolojik mücadele, başarının anahtarıdır.
Kitle örgütlerinde, örgüt üyelerinin çıkarlarını esas alan bir çizgi izlemeliyiz.
Partinin önderlik ölçüsü, başta kitle örgütlerinde olmak üzere, kitle çalışmasını ideolojik, siyasal ve örgütsel olarak yönlendirmektir. Bunu gerçekleştirmek, kitlelerin günlük hayatları ve talepleriyle birleşmekten geçer. Partideki bütün işler ve görevler, buna bağlı olarak saptanmalıdır. Önderlik kademeleri, bu ölçüye göre yenilenmeli, emekçi önderlerinin ve kitle örgütü yöneticilerinin yönetimlere alınmasına özen gösterilmelidir. Her parti üyesinin en az bir kitle örgütünde çalışması kararı, hayata geçirilmelidir.

Üye kampanyası

Kitle çalışmasının somut hedefi üye yapmaktır. İşçi Partisi’nin etrafında üyelerimizin beş katını aşan bir üye potansiyeli vardır. 1996 yılı içindeki örgütlenme çalışmalarımızda bunu saptadık. Partimiz, bu potansiyeli programında, stratejisinde ve politikalarında uzun yıllar ısrar ederek yarattı. Son Susurluk olayından beri bu diretmenin ürününü topluyoruz. Sistemin çıkmazı ve emekçilerin içine girdiği arayış, düzene devrimci bir alternatif sunan Partimize yönelişin esas nedenidir.
Üye sayısını çoğaltmak öncü partinin süreklli görevidir. Ancak bugünkü koşulların özel bir anlamı var. İşçi Partisi üye sayısını en az beş kat büyütme olanağını yakalamıştır. Hazır olan bu birikimi üyelemek ertelenemez bir görevdir.

İşçi sınıfı içinde örgütlenmek esas

İçinde bulunduğumuz koşullarda Parti’nin sınıf temelini kuvvetlendirmek tayin edici önemdedir. Büyük fabrikalarda ve sendikalarda uzun süreli ve istikrarlı bir çalışma yürütmek, sanayi merkezlerindeki parti örgütlerinin temel görevidir. İl ve İlçe örgütlerimizin sınıf içinde çalışması, işçi hareketinin iniş-çıkışlarına bağlı olarak istikrarsız bir karakter taşımaktadır. Sınıf içinde ancak uzun süreli bir çalışmayla sonuç alınabilir. Bunu kavramayan birçok örgütümüz, işçi hareketinin durgunlaştığı dönemlerde sınıf çalışmasını tatil eğilimine girmekte ve kolay üye yapabileceği alanlara yönelmektedir.
Sınıf içinde parti inşası, sanayi merkezlerindeki parti örgütlerinin esas görevidir. İşçi çalışması, sadece işçi üyelere bırakılmamalı, yönetim kurullarının başında olduğu diğer yöneticiler ve profesyonel kadrolar da bu çalışmaya etkin olarak katılmalıdır.
Öncü parti, esas olarak genç emekçiler partisidir. Sınıf içindeki genç ve köklü değişiklik isteyen kesime yönelmeyi esas almalıyız. Genç işçilere dayanmak, Partinin sınıf içinde ataklığını artıracak ve uzun süreli bir sınıf çalışmasının güvencesini oluşturacaktır.

Köylüyü örgütleyerek devrimcileşmek

Marx ve Engels, 19. yüzyılda Avrupa devrimleri niye başarılı olamadı sorusuna şu cevabı verdiler. Çünkü dediler işçi sınıfı köylülüğü kazanamadı da ondan. Hem de Avrupa’da, gelişmiş sanayi ülkelerinde bu saptama yapılmıştır.
20. yüzyılda, devrimin merkezi Ezilen Dünya’ya kaydıktan sonra, köylü ile birleşebilenler, devrim yaptılar. Lenin’in Rusya deneyi, Çin deneyi ve diğer devrimler, bize köylülerle birleşmenin belirleyici önemini gösteriyor. İşçi sınıfı köylülükle ititfak ettiği zaman düğümü çözebiliyor. Partimizin köylüyü örgütleyerek devrimci bir kuvvet yaratması, Türkiye devriminin ilerlemesinde kritik bir önem taşımaktadır.
Bizim Türkiye’de köylü içinde mücadele geleneğimiz var. Birçok toprak hareketlerine, köylü hareketlerine önderlik ettik. Ne var ki, Partimizin köylük alanlardaki çalışması zayıflamıştır. Oysa bugün köylülük büyük bir yıkımla karşı karşıyadır. Köylülük, İşçi Partisi’ni bekliyor. Köylüyü örgütlemek, Partiyi düzenden koparacak, devrimcileştirecektir.
Köylerdeki parti örgütlenmesi, uzun süreli mücadele çizgisi için güvencedir. Bu nedenlerle kırsal alandaki Parti örgütleri köylülük içinde çalışmayı esas alacaklardır.
Köylü gazetesi, Partiyi köylere yönelten ve devrimcileştiren bir araçtır. Bir süre Köylü gazetesinin dağıtımını örgütlemeyi eksen alan bir çalışma, daha ileri ve daha yoğun bir örgütlenmenin basamağını oluşturur. Köylü çalışmasının başarısı, istikrarlı ve uzun süreli bir şekilde yürütülmesine ve bu çalışmaya önderlik edecek özel kadroların saptanmasına ve yetiştirilmesine bağlıdır.

Öncü Gençlik

İçine girdiğimiz dönemin özelliği, gençliğin devrimci mücadeledeki önemini daha da artırıyor. Bu koşullarda, Partimizin gençlik içindeki gelişmesi umut vericidir.
Bu gelişmeyi hızlandırmak ve Parti ile gençlik arasındaki bağları güçlendirmek için, gerekli örgütsel çözümleri üretmekteyiz. Bu bağlamda, yalnız öğrenci gençlerin değil, bütün Partili gençlerin Öncü Gençlik’te örgütlenmesi, Parti Meclisimiz tarafından oybirliğiyle kararlaştırıldı.
Parti’nin diğer örgütleri ile Öncü Gençlik arasındaki ilişkileri, pratik içinde ve mücadelenin ihtiyaçlarını esas alarak çözeceğiz. Burada katı kurallardan ve şemalardan kaçınacağımızı özellikle vurguluyoruz. Partinin ve mücadelenin ihtiyaçlarına, olanaklara ve koşullara göre değişen esnek çözümler üreteceğiz. Parti örgütleri, birbirlerinin deneyimlerinden yararlanacak ve adım adım daha olgun pratiklere ve örgütsel çözümlere ilerleyeceklerdir.

Profesyonel kadro çekirdeğini güçlendirmek

Parti örgütlerini büyütmek ve sınıf mücadelesine önderlik yeteneği kazandırmak için yakalanacak halka, profesyonel kadro sayısını artırmak ve kadroların niteliğini yükseltmektir. Profesyonel kadro ihtiyacı, parti örgütlerinin mücadele alanlarında mevzilenmesi ve hedeflerini büyütmesiyle doğar. Nitekim mücadele alanlarında mevzilenmeyen örgütlerimiz profesyonelleştirmede isteksiz davranıyorlar. Bu tür örgütlerde profesyonel kadrolar, ya doğru seçilemedi, ya da büro memuruna dönüştürüldü. Mücadele dışı kalan önderlikler, kadrolarının olumlu yanlarını görmemekte, didişmeci bir tutum içine girmektedir.
Yetenekli ve birikimli kadro ihtiyacı, başta örgüt başkanlıkları olmak üzere her alanda kendisini hissettirmektedir. Kadro ısmarlanamaz. Öncü Parti, kendi kadrosunu yaratır. Bunun için elimizdeki kadroları değerlendirmek ve yetiştirmek durumundayız.
Profesyonelleştirme atağımızın deneyimlerini özetleyecek olursak:
Birinci olarak, profesyonelleştirmede yetenekli kadrolara öncelik verilmelidir. Bu alandaki statükoculuk yenilmeli, kaynak yaratarak önder kadrolar profesyonelleştirilmelidir.
İkinci olarak, önder kadrolar verimli hale getirilmelidir. Kadronun verimli olması, öncelikle somut kazanımlar elde edebilecek mevzilerde bulunmasını gerektirir. Planlı ve programlı çalışma, bunu tamamlar.
Üçüncü olarak, Partiyi hızla dışa açmak, kitle hareketinin ve sosyalizm mücadelesinin önder birikimiyle buluşmak görevine sarılmalıyız.
Dördüncü olarak, kitle çalışması içinde hedefli bir kadro yetiştirme çalışmasına yönelmeliyiz. Birçok örgüt merkezden kadro bekliyor. Bu örgütler kitlelere yöneldikleri takdirde yüzlerce kadro adayının kendilerini beklediğini göreceklerdir. Kitle çalışması içinde usta çırak ilişkisi ve göstererek eğitme yöntemine önem verilmelidir. Eğitim ihtiyacının büyük bir kısmı bu yolla karşılanacaktır. Pratik çalışma içinde eğiterek yönlendirmek, kadro yetiştirmenin anahtarıdır. Bunların yanısıra eğitim grupları ve kurslar, kadroların mücadele alanları içindeki ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde programlanmalıdır.

Profesyonelleştirmede kritik görev: Malî kaynak yaratmak
Profesyonelleşme için güçlü malî kaynak yaratma görevini geçen kongremizde satpadık. Ancak örgütlerimizin zihninde bulanıklık olduğu görülmektedir. Önce burada berraklaşmamız gerekiyor.
Gerçi Partimizin malî kaynaklarında önemli bir büyüme vardır. Ancak bu, oluşan birikimin çok altındadır. Örgütlerimiz, önlerindeki malî olanakları yeterince değerlendirmiyorlar. Partimizin profesyonelleşme atağında ve örgütlenmede alanında gelip dayandığı sorun budur.
Parasal kaynak, yeni profesyonel kadro demektir. Profesyonel kadronun sayıca ve nitelikçe güçlendirilmesi ise, örgütsel büyümenin şartıdır. Parti örgütlerinin esas zaafı, merkezden mali yardım beklemek ve bütçeyi asgari çalışma çizgisine göre sınırlamaktır. Profesyonelleşmenin mali kaynaklarını, devrimcileşerek yaratacağız. Ödenti, öncü partinin üç üyelik şartından biridir. Ödenti, aynı zamada bir örgütleme aracıdır. Bu bilinci Partimize yerleştirmeliyiz.
Öte yandan ekonomik kaynak için özel örgütlenmeler oluşturmak da, öncü partilere özgüdür.
Mali kaynakları büyütmede yakalanacak halka, birikimli ve yetenekli kadroları bu işe ayırmaktır.
Partimiz için bin, iki bin, hatta üç bin profesyonel kadro, artık gerçekleşebilir bir hedef haline gelmiştir. Örgütlenme atağını ve emekçi eylemine önderlik konumlarına yerleşmeyi bu sayede gerçekleştireceğiz.

Temel örgütlere önderlik Partimizin pratiği göstermiştir ki, temel örgütlerin kurulmasında ve çalıştırılmasındaki esas zaaf, önderliklerin temel örgütlerin başında olmamasıdır.
Temel örgütler üretim alanlarındaki konumları açısından sınıf mücadelesinin en çetin görevleriyle karşı karşıyadır. Bir dizi politik ve örgütsel taktiğe sahip olmadan ve aktif bir ideolojik mücadele yürütmeden, temel örgütlerin işlevli olması mümkün değildir.
Diğer yandan temel örgütler, Partinin kitlelerle buluştuğu yerdeki örgütlenmelerdir. Bu nedenle temel örgütlerde öncü bilinçle sıradancı fikirler bir arada bulunur. Temel örgüt üyelerinin eğitilmesi ve kitle önderi haline getirilmesi, temel örgütün bir mücadele pratiğine girerek mücadenin karargahına dönüştürülmesi sürecinde gerçekleşecektir. Bu kapsamlı ve çetin görevlerin başarılması, ancak önderliklerin temel örgütlerin başına geçmesiyle mümkündür. Her parti yöneticisinin bir temel örgütte çalışmasını emreden tüzük hükmünün uygulanmasına önem verilmelidir.

V. UFUK

Devrimci Atılım’ın eşiğinde Bir dönüm noktasında bulunuyoruz. Merkez Komitemiz, 4. Genel Kongremizi, “Devrimci Atılım Kongresi” olarak saptadı. Bu değerlendirmeyi ilk kez yapıyoruz.
Birinci Genel Kongremiz, 8-9 Nisan 1989 günleri “Birlik ve Alternatife Doğru” sloganıyla toplandı. Yükselen işçi hareketini, “Merhaba proletarya” diye selamladık.
İkinci Genel Kongremizi, 6-7 Temmuz 1991 günleri “Devrim İçin Öncü Parti” şiarıyla gerçekleştirdik.
14-15-16 Ekim 1996 günleri toplanan 3. Genel Kongremiz’in şiarı ise, “Sınıf Mücadelesini Örgütlemek” idi.
1919 yılında fiefik Hüsnüler tarafından kurulan Partimizin tarihindeki son on yıl, seçenek üretmek, öncü parti inşası, sınıf mücadelesini örgütlemek başlıklarıyla özetlenebilir.
İşte şimdi Parti’nin Devrimci Atılım noktasına gelmiş bulunuyoruz. Bu atılım, yalnız Partinin örgütsel birikiminin ürünü değildir. Sistem iflasa gitmektedir. İşbirlikçi hakim sınıflar, Türkiye’yi yönetmekte zorlanıyorlar. Nesnel koşullar, devrim güçlerine bir atılım olanağı veriyor.
Arkamızda bulunan aya bir bakınız. 10 Kasım günü Mustafa Kemal’in Anıtkabri’ne bir günde bir milyon insan sel gibi aktı. Öte yandan Mafya-gladyo-tarikat diktasına karşı, Partimiz önderliğinde büyük bir mücadele başladı. Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs 1960’taki kısa dönemi saymazsak, elli yıldan bu yana ilk kez cephesini fieriat güçlerine dönmüştür. Bu, güçler dengesini halk yararına etkileyen çok önemli bir olgudur.
Türkiye halkı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’ni savunma mevzilerine girerek, Yeni Dünya Düzeni’ne karşı tavır alıyor. 1989 İşçi Baharı’ndan bu yana devam eden emekçi mücadelesinde, savunma mevzilerinden yavaş yavaş saldırı mevzilerine doğru bir hareketlenmenin işaretleri görülmektedir. O büyük işçi hareketi, Türkiye’nin son yüzyılda kazandığı devrimci mevzileri canla başla savundu; madenlerini, tersanelerini, tekellerini teslim etmedi. PTT’lerini teslim etmedi. Geldiğimiz yerde, inisiyatif artık halk güçlerinin eline geçmektedir.
Partinin Türkiye’nin geleceğini etkileyebileceği bir sahne oluşmaktadır.
Öte yandan Partimiz, teorisi, programı, stratejisi, mevzilenmesi, politikaları, halk kitleleri içindeki itibarı, örgütlenmesi ve kadroları açısından, devrimci atılım için önemli bir birikim yaratmıştır.
Arkadaşlar, önümüzdeki dönem neyin yanında neyin karşısında olacağımızı kesin bir tavırla belirliyoruz.
İşçi Partisi dışında Türkiye’de öncü parti yok. Emekçi önderlerinin ve sosyalistlerin birleşmesi, İşçi Partisi’nde olacak ve oluyor. Tarih, başka bir yerde birleşme olanağı tanımıyor.
İttifaklar ve güçbirliği ile parti inşası arasında, şu sıra önceliği parti inşasına veriyoruz.
Merkez Komitesi, öncüleşme ile sıradan davranışlar arasında öncüleşmenin yanındadır.
Zorlama ile koşullara uyma arasında zorlamanın yanında olacağız.
Ataklık ile ihtiyat arasında ataklığın yanındayız. Tehlikeleri göze alacağız.
Kitlelere yönelme ile localarda oturma arasında, kitlelere yönelmenin yanındayız.
Mücadeleye, cephede önderlik ile tepeden kumanda arasında, cephede önderliğin yanındayız. Kumanda mevkilerinden, binalardan, cephe gerisinden, localardan ve telefonlarla önderlik tarzlarını ortadan kaldıracağız. Mücadelenin içinde ve başında olacağız.
Fedakarlık ile bireyi düşünmek arasında, fedakarlığın yanındayız.
Disiplin ile gevşeklik arasında, disiplinin yanındayız.
Merkeziyetçilik ile aşağıdancılık arasında, merkeziyetçiliğin yanındayız. Aşağıdancılık, sivil toplumculuk, sözümona demokrasi, tamamen Neoliberalizmden besleniyor.
Sistemli çalışma tarzı ile plansız ve dağınık çalışma arasında, sistemli çalışmanın yanındayız.
Kalıcı örgütsel sonuçlara yönelen, temel örgütler kuran örgütlenme ile fiyaka ve gösterişe yönelen çalışma arasında, kalıcı örgütlenmenin yanındayız.
Genel propaganda görevleri ile örgütlenme arasında örgütlenmeye öncelik veriyoruz.
En büyük eylem

Bugün namuslu kalmak en büyük eylemdir. Namussuzluğun, alçaklığın, hertürlü yozlaşmanın, eroinin, çürümenin, şiddetin, faili meçhul cinayetlerin, Kürt halkımıza uygulanan baskıların, Alevilere uygulanan haksızlıkların ortasında, namuslu kalmak kadar büyük bir eylem yoktur. O bizim geleceğe taşıyacağımız namusla Emekçilerin Türkiyesi kurulacaktır. Eğer bir namus birikimini 21. yüzyıla götüremezsek, kim, hangi mirasla Türkiye’yi bu hallerden kurtarabilir? Ekonomi yıkılmış, düzelir. İşsizlik yoksulluk, hepsi düzelir. Ama insan malzemesi yıkıma uğrarsa, Türkiye’de hepimiz namussuz olursak, kim düzeltecek?
İşçi Partisi, işte namus kalesi. Eroine bulaşmayarak, terörün karşısında durarak, mafyanın karşısında durarak, kontrgerillanın karşısına dikilerek, para peşinde koşmayan, bencilliğe teslim olmayan bir insanı yaşatarak, özel çıkarın kirletmediği ilişkileri 21. yüzyıla taşıyarak, geleceğe bir köprü inşa ediyor.
Satın alınmayan değerleri koruyan İşçi Partisi, satın alınamayan partidir; emperyalizmin eroinle, dolarla ve şiddetle teslim alamayacağı partidir.
Partimiz, bir namusu, bir ışığı taşıyor. İşçi Partisi, Türkiye’nin ufkundaki emekçi iktidarının öncü partisidir.
2020 yılının Türkiyesi

2020 yılında bu sistem devam ederse eğer, Türkiye yoktur.
Sokaklarında 10 milyon çocuğun başıboş, serseri, aç dolaştığı, tecavüze uğradığı ülke, Türkiye değildir artık!
2020’de İstanbul olmuş 20 milyon! İzmir, Adana, Mersin,Tarsus birleşmiş! Çukurova’yı, Bursa ovasını ve güzelim kıyıları beton kaplamış! Körfezler denizler çamur olmuş! Ormanların yerinde çıplak kayalar! Toprak çöle dönmüş! Türkiye yoktur o zaman!
Eğer bu sistem devam ederse, 2020 yılındaki 120 milyon nüfusun 40-50 milyonu kesinlikle açtır veya açlık sınırındadır. Tarımdaki yıkımın başka bir sonucu olamaz!
120 milyonluk Türkiye, sistem tarafından nasıl kontrol altında tutulabilir? Yugoslavya’da olduğu gibi, Kafkaslar’da olduğu gibi, milliyet ve mezhepleri birbirinin üzerine sürecek, Türk’ü Kürdü, Sünniyi Aleviyi birbirine kırdıracak! Milliyetlerin ve mezheplerin birbirinin boğazına sarıldığı toprak, Türkiye değildir!
Neoliberallerin 2. cumhuriyeti, kontrgerilla-mafya ve tarikatlar cumhuriyeti, bizim Kurtuluş Savaşı’nda kurduğumuz cumhuriyet değildir!
‘İkinci Cumhuriyet olmayalım ama işte Kemalizmle bu sorunları hallederiz’, diye içtenlikle düşünen milyonlarca insanımız vardır. Hayır o yol da kapanmıştır. İkinci bir Kemalist Devrim, Türkiye’de olamaz artık! Kemalist Devrim, Türkiye’ye büyük kazanımlar sağladı; arkamızdaki büyük tarihtir. Ve bakın, emekçilerden başka, İşçi Partisi’nden başka Kemalist Devrim’in kazanımlarına gerçek anlamıyla ve mücadele ederek sahip çıkan da yoktur. Kesindir: Kemalist Devrim, bir emekçi devrimiyle tamamlanacaktır!
Bu emperyalizme bağımlı ve eroin bağımlısı ekonomiden, Emekçi Cumhuriyeti dışında bir çıkış yoktur.
Türkiye, ya emekçilerin Türkiyesi olacaktır, ya da hiç olmayacaktır.
Onun için, İşçi Partisi’nin üstlendiği görev büyüktür.
2020 yılında Türkiye’yi Türkiye yapmak, kararan ufku aydınlatmak, bizim büyük görevimizdir.