Ana Sayfa Teoman Alili Akademisi Gerçeğin Edebiyatını Yapmak

Gerçeğin Edebiyatını Yapmak

1071

Gerçek sanat yapıtının sanatçı yüreğinde gövermesi öyle sık rastlanan olaylardan değildir; bir kadının gebeliği gibi, rahimde gelişen bebek gibi, içinde bulunulan yaşamı önceleyen özel bir yaşamın ürünüdür o.”

Lev Nikolayeviç TOLSTOY

Sanatçı, toplumun hem öğrencisi hem de öğretmenidir. Bu nedenle toplumu anlama ve ona anlatma sorumluluğuna göre davranmalıdır. Sanat, insan davranışlarını yönlendirir ve getirdiği güzellik ölçüleriyle insanların kafalarında tasarımlar üretir. Bu nedenle sanatçı yalnızca toplum için eser veren değildir aynı zamanda toplumun içindeki eseri de bulup çıkarandır. Sanatçıya insan ruhunun mimarı da diyebiliriz. Toplumun içinde yaşayan, bu dünyanın tecrübe birikimine sahip sanatçı, toplumun beyninde ve kalbinde yeniden üretimin de temellerini atmaktadır. Bilinçle yapılan sanat, topluma ve maddeye doğrudan bağlıdır.

Topluma açılan bir kapı olarak da tarif edebiliriz sanatı. Bu kapı bazen üst katlarda bir balkonun, bazen de giriş katta bir bahçenin kapısı gibidir. Toplumu görmek, onlardan biri olmak isteyen sanatçı her zaman bahçe kapısını açar. Toplumdan kaçarak sanata sığınmak isteyenleri ise balkon pencerelerinden, perdelerin ardından görürüz.

Balkonuna 1-2 saksı koymuş insanla, koca bahçeyi botanik parkına çevirmiş insan hiç bir olur mu? Bir çiçeği arada bir sulamak ve bir ormanı yaşatmak için çabalamak arasında hiç fark olmaz mı?

Halkın kaygılarını anlamayan, toplumla hemhal olmayan bir sanatçı sıradan insanın mutluluklarından, kaygılarından kopuktur. Sadece kendi dünyasına hapsolan sanatçı, insanların dünyasına karşı körleşir ve sağırlaşır. Toplumcu bir sanatçı, erdemli toplumu yaratmak için daima mücadele etmek zorundadır. Buradan hareketle toplumsal bir mücadele verilmeden yeni toplumu yaratmayı hedefleyen devrimci bir sanat anlayışı da gelişemez. Sanatçı toplumu dönüştürme görevini eline almalı ve yabancılaşmaya üretim ile karşı koymalıdır. Çok katlı evlerin lüks teraslarından buğday başaklarının saçakları görünür; tek göz odanın soba başından başak tarlası için verilen emek…

Sanatında İnsan Olanlar

Sazını çalanlara seslenirken, memleket halkına da seslenmesini bilen halktan yana şairler istiyoruz biz!”diyor sınıfın şair Rıfat Ilgaz. Toplumun öncüsü olan sanatçı aşkı gökten yere indiriyor; kutsallaşmış, erişilemez olan cenneti Yunus Emre dizelerinde insandan hiç de büyük görmüyor. Tabulaşan kavramlar onun şiirlerinde basitleşiyor, ayakları yere değmeye başlıyor. “Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver onları/ Bana seni gerek seni” dizeleri cenneti metafizik olmaktan çıkarıyor ve yeryüzüne getiriyor.

Edip Cansever toplumun derdini kendi derdi sayıyor, halk gülmeden gülemiyor. Mendilimde Kan Seslerini rastgele bir sokakta durdurduğu Ahmet Abi ile dertleşir gibi yazıyor, “Acısı bilincidir/ Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan/ Gülemiyorsun ya, gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir/ Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi” diyor.

Nazım Hikmet, bir yârini seviyor bir de vatanını. İnsanların en büyük davası için dövüşmediyse, yaşamamış sayıyor kendini. Ölüme dair yazarken bile diyor ki; “Seninle biz/ birbirimizi/ ve insanların en büyük davasını sevebildik/ dövüştük onun uğruna/ yaşadık/ diyebiliriz.”

“Ey sanatçı” diyor Johann Wolfgang Von Goethe, “yarat!”. Bu yaratımı toplumun gerçeklerinden koparak yapmaya çalışanlar da oluyor elbette. Gerçeklerden kaçıp sanatın ıssız limanlarına ‘sığınan’ Postmodernler… Acılarını, mutluluklarını, duygularını insandan kopuk bir dille yansıtmayı matah bir şey sayıyorlar. Aşkı alıp göklere çıkararak ulaşılmaz yapıyorlar. Bu sade duygularla insanın arasına mesafe koyuyorlar. Bir kanundur bu: Kendi dünyasını kuran, toplumun duygularına hitap etmeyen, hatta kimi zaman halkın anlayamadığı eserleri sunarlar ortaya. Yeni bir dünya yaratırlar kendilerine. Yarattıkları dünyanın içerisinde sanatçıdan ve toplumdan bağımsız, sadece kendi içinde bir anlam ifade eden eserler verirler.

Özellikle emperyalizmin saldırıya geçtiği yıllarda etkisini arttıran Postmodernizm ile insanların dünyasından kopuk bir sanat anlayışı gelişiyor ve toplumun anlamadığı, toplumu anlatmayan eserler ortaya çıkmaya devam ediyor.

Edip Cansever yoldan geçen bir adamla derdini paylaşırken, İlhan Berk o adamı bile imkânsızlaştırıyor. Yoldan geçen adam ona “Bir kırlangıç, bir su birikintisi, bir parça gök/ Bir şiirden düşmüş olmalı bunlar.” diyor.

Oğuz Atay tutunamıyor romanlarında insana. Karamsarlığın temsilciliğini yürütüyor çünkü. Kapitalist-emperyalist sistemin baskısından kurtulmak için çözümü sanata kaçmakta-sığınmakta buluyor. Kendi bilinç dışı dünyasında her olguyu bir kurgusal eğlenceye çevirerek toplumsal gerçekliğe sırtını dönüyor.

Şair Hüseyin Haydar edebiyat cephesinden bize sesleniyor: “Eğer düşüncelerinizde duygularınızın sesi duyulmuyorsa, bir daha düşünün.”

Sanatı Emperyalizm Kıskacından Kurtarmak

Sanat bugün, her yöne çekilmeye çok açık bir hale geliyor. Sorumluluk almayı ve toplumu anlamaya ters düşen eserler, toplumu iyiye götürmekten uzaklaşıyor. Bu geniş yelpaze içinde sanatçının işi toplumu sanatla aydınlatmaktır. Kaynağı ve temeline aydınlanmayı koymayan bir sanat özgürlüğünden söz edilemez. Sanat özgürlüğünün bireysellikten geçtiğini sanmak büyük yanılgıdır. Kültürel serbestleşme ve rahatlama illüzyonu, gerçeklikten kopuşu üstün bir sanat eseri yaratmak olarak gösterir. Oysa bu, sanılanın aksine, yalnızca sıradanlaşma ve niteliksizleşme kanallarından biridir.

Toplumdan kopuk, emperyalizme bağımlı, ulusuna yabancılaşan bir sanat anlayışı topluma önderlik edemez. Bütün eserlerimiz bir duygunun ve düşüncenin dışa vurumudur. Sanat da ortaya duygu ve düşüncelerimizin bir aktarımı olarak çıkıyor. Eğer eserimiz, yaşadığımız insanlar dünyasından kopuksa, toplumsal duygularımıza sırtını dönüyorsa, amacımıza ulaşmıyordur sanatımız.

Kendi aklının dört duvarı içinde, yalnızca kendine eser veren bireyci sanatçılar arasında öne bir adım atan olmamız gereken zamandayız. Hayalini kurduğumuz dünyanın mücadelesini verirken; yazacağız, çizeceğiz ve üreteceğiz. Çünkü bilmek, yapmak içindir. Biz bir özlem duyuyoruz, bu özlemi içinde yaşadığımız toplum da duyuyor. Bizim sanatımız topluma özlemini duyduğu dünyanın umudunu ve yaşama sevincini veriyor.

Toplum önümüze yapma görevini koyuyor. Sanatın özünü toplum oluşturuyor. Postmodernizm adı altında sanatın içi boşaltılıyor ve yalnızca biçimselliğine önem veriliyor. Oysa sanat eserinin niteliğini biçimi değil, özü belirliyor. İçi boşaltılmış ve biçime indirgenmiş sanat, sanatın ve sanatçının ölümünü hazırlıyor. Bizim sanatımız kendine, toplumun derdini dert, sevincini mutluluk ediniyor. Başkaları vişnenin cinsiyetini tartışıp dursunlar, biz öküzümüzü gözünden öpüyoruz.

Hasret Aykut
Sanat ve Devrimci Siyaset Çalışma Grubu Üyesi