Toplumsal mücadelenin veya sınıf mücadelesinin mevzisini keyfinize göre belirlemeniz mümkün değil. Sınıf mücadelesinin mevzisi tarihsel koşullar içinde belirleniyor. ABD emperyalizmi milli devleti yıkmak ve Kemalist Devrim’i tasfiye etmek istiyorsa sınıf mücadelesi milli devleti savunmaktır.
Türkiye sosyalist hareketi 1960’lardan itibaren millilik tartışması yapıyor. Son 60 yılımıza damga vuran Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışması da özünde millilik tartışmasıdır.
En son TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan da milli sol tartışmasına girdi. “Milli sol olmaz” diyen Okuyan, çok kullanılan bu kavramda millilikten kastedilenin ne olduğuna da açıklık getirdi. “İnsanları sömürenlerle emekçilerin, yoksulların ortak çıkarları olamayacağını vurgulayan Okuyan, ‘Milliyetçilik ve liberalizm neden birbirini besliyor’ sorusuyla devam eden programda sınıf uzlaşısına dayanan bu iki ideolojinin neden bir madalyonun iki yüzü gibi olduklarını açıkladı.”
Bilimsel sosyalizmin insanlığın gündemine girdiği şu son 250 yıllık dönemde, bilimsel sosyalizmin vatanla ve millilikle bağı çok tartışıldı. Hala da tartışılıyor. Bilimsel Sosyalizmin sınıfsız ve imtiyazsız gelecek tasavvurunu, enternasyonal dünya görüşünü ve sınıf aidiyetini öncelemesi bu tartışmaların sebebini oluşturuyor.
MİLLET GERÇEĞİYLE BİRLEŞMENİN ÖNEMİ
Her toplum önündeki sorunları çözerek ilerliyor. Devrim en nihayetinde, toplumun ilerlemesini engelleyen hatta çürümesine ve gerilemesine yol açan üretim ve bölüşüm ilişkilerine, bu üretim ve bölüşüm ilişkilerinin üst yapısı olan siyasal ve toplum düzene müdahale edilmesidir. Her toplumun ve ülkenin önündeki devrimci aşama ve koşullar farklı olduğu için, her halk kurtuluş reçetesini kendi koşulları ve ihtiyaçları temelinde yazıyor.
ÇKP, Mao Zedung liderliğinde Komintern’in Çin şubesi gibi davranmadığı için devrim yaptı. Kemalist Devrim de yine kendi kurtuluş reçetesini hazırladığı ve kafasını kendi omuzlarında taşıdığı için başarılı oldu. Lenin liderliğindeki Bolşevikler ise 19. yüzyıl Avrupası’nın devrim reçetesini taklit etmeyip kendine özgü bir devrim programı hazırladığı için başarılı oldu. Tarih kendi koşullarını bir çırpıda atlamak isteyen ithal devrimci partilerin başarısızlıklarıyla dolu.
EMPERYALİZM ÇAĞINDA BİLİMSEL SOSYALİZM
Marx ve Engels’in 19.yüzyıldaki Avrupa merkezli devrim teorisi gerçekleşmedi. Öngördükleri gibi kapitalizmin krizi büyük işçi hareketlerine yol açtı ve kapitalizmin merkezlerini sarstı. İşçi sınıfı Paris Komünü gibi büyük başarılara liderlik etti ancak Marx ve Engels’in öngördüğü devrim olmadı. 20.yüzyılda Avrupa Kapitalizmi sermaye ihracı yoluyla sömürüyü Asya ve Afrika’ya kaydırdı ve emperyalizm aşamasına geçti. Avrupa ve Kuzey Amerika devletleri emperyalistleşti. Gelişmiş kapitalist ülkelerin emperyalistleşmesiyle, Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın işçi-patron çelişkisi yumuşadı.
Lenin bu duruma dayanarak Ezen-Ezilen millet çelişkisini ortaya koydu. Buna göre Avrupa ve Kuzey Amerika milletleri işçisi ve patronuyla ezen milletleri, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın hedefi olan milletler ise ezilen milletleri oluşturuyordu. Lenin, ezen-ezilen millet çelişkisini işçi-burjuva çelişkisinin önüne koydu. Tarih Lenin’i haklı çıkardı ve 20. yüzyıl devrimleri emperyalizme karşı ezilen milletlerin milli kurtuluş savaşları temelinde oldu.
1980’lerle birlikte Amerikan Emperyalizmi’nin sermaye ihracından haraç sistemine geçişi, milli devletlerin kesin olarak ortadan kalkmasını zorunlu hale getirdi. Çünkü milli devlet emperyalizmin azami sömürüsüne engel oluşturuyordu.
Emperyalizm, milli devlet varken ülkelerin iç pazarlarını istediği gibi dolar ve faize dayanarak haraca bağlayamıyordu. Emperyalizm 1980’lerden sonra milli devletlere karşı taarruz başlattı. SSCB’nin dağılmasıyla ABD ve müttefikleri bütün güçlerini Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın milli devletlerine karşı kullandı. Afganistan, Irak, Suriye, Rusya, İran, Venezuela, Çin hedef oldu. Türkiye de hedeflerinin arasındaydı. Türkiye’nin diğerlerinden farkı ise ABD’nin ortağı ve müttefiki olmasıydı.
Bu saldırılarla birlikte milli demokratik devrimin değerleri, laiklik, milli birlik, vatan bütünlüğü, KİT’ler ve milli pazar hedef alındı. Terör örgütleri desteklendi, darbeler ve turuncu devrimler tertiplendi. Hatta Irak ve Afganistan’da olduğu gibi doğrudan işgaller yapıldı. Fukuyama ve Huntington gibi Emperyalist düşünürler “tarihin sonunun geldiğini” ve “gerçek özgürlüğün sınıf ve millet kimlikleri yerine etnik, dinsel ve mezhepsel kimlikleri sahiplenerek geleceğini” söylüyor.
Devletsizleşmenin ideolojik temelini ve toplumsal rızasını üretmek bu aydınlara kalmıştı. Neoliberalizm; özgürlük, devrim, barış, demokrasi gibi kavramları yeniden tanımladı. Vatan Partisi dışında 1980 öncesi sosyalist hareketlerinin hemen hemen hepsi SSCB’nin dağılması ve 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte gelen yenilgiyi kabullendi ve emperyalizmin güdümüne girdi. Avrupa ve Amerika’da üretilen tezler Türk Akademisi’ne, aydınlarına ve sosyalist hareketlerine hakim oldu.
Dünyanın baş gericiliği Amerikan emperyalizmi, önündeki en büyük engele yani milli devlete saldırmaya başlamıştı. Emperyalist gerici hakim sınıflar ile milli devletin dayandığı işçi, köylü, esnaf ve milli burjuva sınıfları arasındaki çelişme baş çelişki haline geldi. Karşı devrim ezilen ülkenin işvereninden işçiye doğru değil, emperyalist sınıflardan milli üretici sınıflara doğru geliyordu.
Dincilik, tarikatçılık, mezhepçilik, LGBT, anarşizm, etnik bölücülük yani yeni orta çağ ve neoliberalizm Türk burjuvazisinin değil, emperyalist mafyanın ideolojisi olarak Türkiye’ye dayatıldı. Emperyalist mafyaya ve neoliberalizme karşı milli devleti, milli bağımsızlığı ve milli ekonomiyi savunmak sınıf mücadelesinin esasını oluşturdu. Sınıf mücadelesinin de sosyalist mücadelenin de önceliği emperyalizme karşı milli devleti, milli kimliği ve milli ekonomiyi savunmak oldu. İşçi sınıfının vatanla ve milletle bağı emperyalizm çağında böyle bir anlam kazandı. Vatanın varlığı, milletin birliği aynı zamanda emekçinin emeğinin de güvencesi oldu. İşte bu yeni durum Türkiye’deki baş çelişkiyi işçi-patron değil milli-gayri milli çelişkisine getirdi. Bu durum 1980’den önce de böyleydi ancak 1980’den sonra emperyalizmin Türkiye’ye karşı taarruza geçmesiyle milli-gayri milli ayrımı daha da önemli bir hale geldi.
Sosyalizmin hedefleri ile milli hedefler birleşti. Milli demokratik devrimin zorunluluğu bir kez daha kendini kanıtladı. Türk Devrimi’nin siyasal düzlemde dinamiğini Sosyalist-Kemalist-Milliyetçi birlikteliği, sınıfsal dinamiğini ise işçi-köylü-esnaf ve zanaatkar-milli burjuvazi oluşturdu. Bu siyasi ve sınıfsal kesimler arasındaki çelişkiler yok olmadı ancak emperyalizm ile olan çelişkilerinin de önüne geçemedi. Uzun bir süre de geçemeyecek gibi duruyor.
ÜLKE VE MİLLET GERÇEĞİYLE BİRLEŞMEK
Toplumun önündeki aşamayı atlamak, emekçi sınıfların ihtiyacına uygun bir devrim programı hazırlamamak, adınız ne olursa olsun sizi devrimin dışına iter. Çünkü hakim sınıflar size adınıza göre değil, savaştaki konumunuza göre saldırır. Vatan Partisi dışındaki sosyalist partiler ve kesimler millet ve ülke gerçekliğinden koptu ve zamanla emperyalizmin 5. kol kuvvetleri haline geldi.
Toplumsal mücadelenin veya sınıf mücadelesinin mevzisini keyfinize göre belirlemeniz mümkün değil. Sınıf mücadelesinin mevzisi tarihsel koşullar içinde belirleniyor.
ABD emperyalizmi milli devleti yıkmak ve Kemalist Devrim’i tasfiye etmek istiyorsa sınıf mücadelesi milli devleti savunmaktır. İşbirlikçi hükümetler KİT’lere saldırıyorsa sınıfsal mücadele KİT’leri savunma mevzisidir. ABD, Irak’ı, Türkiye’yi bölmek istiyorsa Irak, Suriye ve Türkiye’nin vatan bütünlüğünü korumak, Esad’a ve Saddam’a sahip çıkmak sınıf mücadelesidir.
Vatan Partisi diğer sol partilerden farklı olarak Türkiye’nin milli demokratik devrim aşamasında olduğunu saptadı. Vatan ve millet gibi olgularla kavgalı olmadı. Vatan ve milleti burjuvazinin elinden alıp işçi ve köylüyle buluşturmak için mücadele etti. Emek ve vatan mücadelesini birleştirdi. 12 Eylül ile birlikte gelen milli devleti yıkma taarruzunu tahlil etti ve buna göre konumlandı. Vatansız sol gibi PKK’nın peşine takılmadı. Emperyalizm işbirlikçisi ayrılıkçılığa canı pahasına karşı çıktı, KİT’ler özelleştirilirken “ha patron ha devlet” demeden özelleştirmelere karşı mücadele etti, Avrupa Gümrük Birliği’ne karşı milli gümrükleri savundu, dolara karşı Türk lirası kampanyası yaptı, haçlı irticayı hoş görmedi, emperyalizmin LGBT ve benzeri sahte özgürlük kampanyasına geçit vermedi.
Bütün bunlar olurken Vatan Partisi dışındaki sol, ha patron ha devlet diyerek özelleştirmelere karşı çıkmadı. Irak işgali sırasında ne Sam ne Saddam gibi tavırsız ve suya sabuna dokunmayan bir tavırla Amerikan emperyalizmine Irak’ta dolaylı destek vererek Türkiye gerçekliğinden ve dolayısıyla devrim iddiasından koptu.
Vatan Partisi, 1989 Bahar eylemlerine ve Zonguldak Madenci Yürüyüşü’ne liderlik etti. Cumhuriyet Devrimi Kanunları uygulansın kampanyası ve Ulusal Güç Birliği çalışmaları ile Cumhuriyet güçleriyle birleşti. Ergenekon tertiplerinde hedef alındı ve tertiplere karşı kitlesel bir mücadele örgütleyerek tertibi bozdu. 2012-2013 yıllarında büyük halk hareketlerine tartışmasız liderlik yaptı. Hendek savaşlarındaki ve 15 Temmuz’daki tutumuyla Türkiye’nin birliği ve vatan bütünlüğü konusunda belirleyici rol aldı. Ermeni Soykırımı yalanını yerle bir etti. Vatan Partisi bu başarıları millet gerçeği ile birleşerek, milli devlet ve milli bağımsızlık mevzisinde savaşarak başardı.
Özetle; sınıf mücadelesi, millî devleti savunma mevizisidir ve doğal olarak emperyalizme ve işbirlikçilerine karşıdır. Eğer emperyalizm milli devlete saldırırken siz o mevziye “bazı sol ezberler ve konforunuz sebebiyle” girmezseniz; hakim sınıflar size dokunmaz. Sisteme zarar vermeyen bir tarla içinde istediğiniz kadar devrimci, sosyalist veya komünist olmanıza izin verir. İşte Ergenekon sürecinde bunlar yaşanmıştır. Vatan Partisi hapishanelere girerken, sistemin izin verdiği ölçüde “komünist ve sosyalist partiler” devrimcilik yapmıştır.
Savaşın olduğu, sınıf mücadelesinin olduğu yerde olmayanlar kitlelerden kopmuş ve dolayısıyla devrim iddiasından da kopmuştur. Devrim iddiasından kopan “devrimci” partiler sistem açısından bir tehdit oluşturmamaktadır.
YA MİLLİ SOL YA DA NEO-SOL
Anlaşılan o ki TKP “milli sol olur mu” tartışmasını samimiyetle yapıyor. Kozmopolit sol diyerek, neoliberal sola karşı tutumları ise çok önemli. Ancak hala millet, milli ve vatan gibi kavramlara 250 yıl önceki ezberlerle baktıkları görülüyor. Vatansız sol ile milli sol arasında 3. bir yol bulmanın imkanı yok. TKP önümüzdeki süreçte neoliberal sol ile milli sol arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır.