Türkiye, PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte hem duygusal hem de rasyonel bir sınavdan geçiyor. Bu sınav, bireylerin iç dünyasında olduğu kadar devletin karar mekanizmalarında da yaşanıyor. Bunu net bir tutum alamayan partilerde görebiliyoruz. Net bir tutum alamayan partilerin, derneklerin ve herhangi bir kuruluşun bu konuda belirleyici olma gibi ne bir kaygıları var ne de zaten imkanları. Çoğunun sadece toz bulutu kaybolmasının ardından kazanılan netlikte yorum yapmak ile yetindikleri görünüyor. Süreçlere hâkim olmak ve belirlemek için ne yürekleri yeter ne de kabiliyetleri. Duygusallığın ötesinde devlet aklı ile hareket etmek, bu sürecin başarısını belirleyecek en temel etkendir. Bu konuda en net tavrı Vatan Partisi ortaya koyuyor. Oluşan toz bulutunu dışarıdan izlemiyor. O toz bulutunun içine girip oraya sıkışmış, kaybolmuş ve kör olmuşları oradan çekip kurtarıp gözlerini açıyor. Ortaya da diğerlerinin aksine çok net bit tavır koyuyor. O ortaya koyduğu tavrın ardında bir program var: „Bütünleşen Türkiye“ Programı! Bu program aynı zamanda Türkiye’nin önündeki hedeftir ve bu hedefe giden yolda Vatan Partisi toplumun öncüsü olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır ve yol göstericidir. Bütünleşme süreci, sadece silahların susması değil, kalplerin de konuşmasıdır. Bu süreçte net tavır ortaya koyuyoruz: Taviz vermiyoruz!
Duygusallık: Hafıza, Acı ve Kimlik
Duygusallık bizi insan yapan ve diğer canlılardan ayıran en büyük özelliktir. Hayatımızın en önemli kararlarında bireyler olarak duygusal hareket ettiğimiz konular bir hayli çoktur. Duygular, bireyin ve toplumun geçmiş ile kurduğu bağdır. Bunların birçoğunun sonunda bugün aynı sorunlar ile karşı karşıya kalsak belki de farklı kararlar veririz. Duygusal bir şekilde verilen kararların ardında bir anlık refleks ve durumu izah etme, acil karar verme gibi ivedi durumları görebiliyoruz. Devlet ise bütün birikimlerini, deneyimlerini ve yaşanmışlıklarını rasyonelleştirmiştir ve acil durumlarda dahi (savaş anında) planlı ve rasyonel bir yol çizer. Devlet ile bireyin arasındaki en büyük fark verdiği kararlardan etkilenenlerin sayısıdır. Bireyin doğru tahlil edememe ve bundan dolayı verdiği yanlış bir karardan en başka kendi, ailesi, çevresi ve bulunduğu yapı zarar görür. Devlet için verilen yanlış ve „öfke“ yüklü „intikam“ duygulu bir kararın sonucunda doğabilecek bir yanlıştan milyonlar ve hatta bütün coğrafya bile olumsuz etkilenebilir.
Şehitler, yaşanmışlıklar, mağduriyetler, travmalar, hikayeler… Bunlar, duygusal hafızayı oluşturur. Bu hafıza, affetmeyi zorlaştırabilir. Çünkü acı, kimliğin bir parçası haline gelir.
Duygusallık sadece öfke ve tepki değildir, yani sadece „öfke“ ve „kötü“ demek değildir ve aynı zamanda merhamet, empati ve bağışlama kapasitesidir. Duygular, bütünleşmenin toplumsal zemini olabilir.
Türk Milleti’nin duygusal yapısını ülke dışından, yani farklı milletlerin içerisinde bulunduğunuz zaman çok daha net bir şekilde görebiliyorsunuz. Türkiye, geçmişi, kültürü, aile yapısı, örf ve adetleri ile tam bir insanlık öğretisidir: Merhamet etmek, affetmek, yeniden başlamak adeta bizim genetiğimize işlemiştir. Belki de bu yüzden asırlardır devlet kurma, yönetme ve yeniden kurma becerisine sahibiz. Sonuçta her yeni devletleşmede sıfırdan insan yaratmıyorsunuz; “eski” devletin içerisindeki insanları geçmişleri, birikimleri, hataları ve hatta suçları ile birlikte yeni bir sayfada bütünleştiriyorsunuz. Hukuksal zeminde “affetmiş“ oluyorsunuz.
Bunun koşulları tabii ki romantizm üzerine kurulamaz. Buradaki amaç hep aynıdır: İleriye dönük kavgalardan uzaklaşmak ve coğrafyamızdaki yeni kavgalara karşı güç toplamak. Bütünleşmek kavramı burada tekrar siyasetimizi ve çözümümüzün anahtarı olarak önümüze çıkıyor. Türkiye’nin önünde bir açılım süreci, saf bir af süreci veya tavizlerle dolu (ilk açılım sürecindeki hedef) bir süreç değildir – Türk milletini bütünleştirme sürecidir!
Rasyonellik: Strateji, Gelecek ve İstikrar
Rasyonellik, yani akılcılık duyguların ötesine geçerek uzun vadeli çıkarları gözetir. Bütünleşme süreci; ekonomik kalkınma, toplumsal huzur ve siyasal istikrar açısından rasyonel bir tercihtir. Devletin görevi, bu süreci teknik ve hukuki temellere oturtmaktır.
Ancak rasyonellik, duygulara tamamen sırtını dönerse toplumun desteğini kaybeder. Bu nedenle, duygusal hassasiyetle stratejik akıl arasında bir köprü kurulmalıdır. Bu köprüyü devlet, bütün mekanizmalarını harekete geçirerek oluşturmalıdır. Burada tüm unsurların hassasiyet (taviz değil!) göstermesi ve tabana “anlaşılır” hedeflerin çok net ve açık olarak kavratması gerekir. Toplumun geniş kitlesi bütünleşmeden yana; ama maalesef AK Parti hükümetinin önceki yanlış politikalarından edindiği acı deneyimler nedeniyle süreci kasten tökezletmek isteyen girişimler kolayca rağbet görebilmektedir. “Bu işin ardında başka işler” olabileceği, büyük tavizler sonucunda anayasal düzlemde farklı kimlik tanımlarına gidilebileceği ve toprak bütünlüğünün tehdit altında olabileceği yönünde kaygılar söz konusudur. Bu kaygıların yersiz olduğunu tarih bize göstermiştir. Hatırlayalım, AK Parti 2013 yılında “Kürt Meselesi” ve “Çözüm Süreci” diye başlattığı ve “Akil İnsanlar Heyeti” olarak toplumun geniş kitlelerine (emperyalizm tarafından!) atılmak istenen adımları ve konuları anlatmak ile görevlendirilmişti. Burada bilinçli olarak duygulara oynandı ve toplumun uzun yıllardır her alandan yakından tanıdığı insanlar Türkiye’nin yedi bölgesinde konferanslar vermek istemişti. Kadir İnanır, Orhan Gencebay ve Hülya Koçyiğit gibi filmleri ve eserleri sayesinde saygınlık kazanmış aktörleri esas planı perdeletmek için paravan olarak piyasaya sürdüler ve toplumda, “koskoca yılların sanatçısı yanlış yapar mı” diye pazarladılar. Evet, yanlış yaptılar! O listelerde yer alan insanlara bakınız. Başkan, Başkanvekili, Sekreterler, hepsi emperyalizmin o günün Türkiye’sindeki birer aktörleriydi. Peki bugün ne değişti? 2025 yılına kadarki süreçte AK Parti hükümeti emperyalizme karşı yerini Batı’nın Cephesinden, Türkiye Cephesi tarafına değiştirdi. Burada bahsedilen cephe Vatan Partisi’nin ortaya koyduğu “Aynı Gemideyiz” sloganında bütünleşiyor. 13 yıllık yaşanmışlıkları yok sayıp o günün AK Parti’si ile bugünü okuyamazsınız. Batı’nın direttiği PKK ile “barış” ve taviz süreçlerinden, Vatan Partisi’nin, Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin rasyonel, yani akılcı tutumları ile örtüşen politikalarına geçtiğini görebiliyoruz. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Pençe, Barış Pınarı harekâtları ve FETÖ’ye karşı mücadelesi, AK Parti hükûmetinin PKK ve emperyalizm ile arasında koyduğu en net ve kanlı çizgidir! Bu harekâtlardan da görüldüğü gibi sokak sokak gezdirilen “Akil İnsanlar”dan (ki Türkiye Gençlik Birliği o günlerde öncü tavrıyla o konferansların birçok ilde gerçekleştirilmesini engellemişti), sokak sokak terör yuvalarının inlerine girilmesine gelinmiştir. Bu doğrultuda PKK’ya ve emperyalizme alan kalmamıştır ve ilk “Çözüm Süreci” ve “Barış Süreci”nin tersine anayasal düzlemde herhangi bir tavizi verdirme kudreti tamamen ortadan kalkmıştır. Bugün gelinen noktada PKK’nın emperyalizmin silahlarını bırakıp teslim olmaktan başka bir çaresi kalmamıştır. Vatan Partisi bütün bu süreçlerde en etkili siyaseti yürüten ve emperyalizme karşı verilen mücadelede öncü rolü üstlenen parti olmuştur.
Tarihten Dersler: Bütünleşme Hedefiyle Affedilen Düşmanlar ve Kazanılan Güçler
Kurtuluş Savaşımız bütünleşmenin ve bunun sonucunda elde edilen güç birliğinin en yoğun yaşandığı dönemlerden biridir. Koçgiri İsyanı, 1921 yılında Sivas’ın çevresinde, ağırlıklı olarak Alevi Kürtlerin yaşadığı bölgede çıkan bir ayaklanmaydı. İsyan, merkezi otoriteye karşı özerklik talepleri ve yerel yönetim isteğiyle başlamıştır (PKK ile olan taleplerin benzerliği dikkat çekici). Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki TBMM tarafından bastırılan isyan, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde yaşanan önemli iç güvenlik sorunlarından birisiydi. İsyan sonrası bölgeye askeri müdahale yapılmış, ardından af yasaları çıkarılarak siyasi bir çözüm yolu izlenmiştir. Koçgiri İsyanı sonrasında, peş peşe iki af yasası çıkarıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğindeki hükümet, Koçgiri olayına karışanları kapsayan af tekliflerini Meclis’e sundu. Bu sırada Sakarya Meydan Muharebesi yeni yapılmıştı ve düşman kuvvetlerinin Anadolu’dan tamamen çıkarılması için Doğu’nun güvenliği sağlanmalıydı. Af yasalarının gerekçelerinde, Dersim halkının kazanılması, iç cephede birlik sağlanması ve Doğu’daki adaletsizliklere karşı devletin kararlılığının gösterilmesi gibi stratejik hedefler yer alıyordu. Koçgiri isyancılarının affını içeren yasa cesurca kabul edilip uygulamaya kondu. Böylece Doğu Cephesi güvence altına alınarak Türk ordusunun Batı Cephesi’ne odaklanması mümkün hale geldi.
Aynı şekilde, Sakarya Savaşı ile Büyük Taarruz arasındaki yaklaşık 11 aylık süreçte birçok af yasası çıkarıldı ve en ağır suçları işlemiş olanlar bile affedildi.
Kurtuluş Savaşı sonrasında çıkarılan genel af da dikkat çekici bir örnektir. Savaş sırasında yaşanan ihanetlere ve Türk ordusuna karşı işlenen suçlara rağmen, pek çok kişi bağışlandı. Sadece 150 kişi hakkında yurtdışına çıkarılma kararı alındı.
İslam tarihinde de birçok örnek mevcuttur. En önemli örnekler arasında Hz. Muhammed’in Mekke’yi fethettiğinde, yıllarca kendisine zulmedenleri affetmesi yer alıyor. Hz. Ömer İslam’ın ilk yıllarında hem Hz. Muhammed’e hem diğer Müslümanlara karşı oldukça sert davranmıştır. Hz. Muhammed onu bağışlamış ve ona büyük bir değer vermiştir. Hz. Ömer bunun sonucunda İslamiyet’e girdikten sonra Müslümanların güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. Ebu Sufyan Mekke’nin önde gelen liderlerinden biri olarak Müslümanlara karşı mücadele etmiş ve özellikle Bedir, Ühür ve Herndek savaşlarında liderlik edip başında yer almıştır. Sonrasında affedilip Müslüman olduktan sonra önemli görevler üstlenmiştir. Bu affetme, İslam’ın yayılmasında dönüm noktasıdır.
Taif Seferi: Taifliler, Hz. Muhammed’e taş attılar. Ancak yıllar sonra İslamiyet’i kabul ettiklerinde, peygamber onları affetti ve topluma kazandırdı. Bedir Savaşı sonrası bazı esirler, eğitim karşılığında serbest bırakıldı. Düşman, başta karşısında olduğu topluma bilgi ve birikimleri ile katkı sundu.
Türkiye, PKK’nın silah bırakmasıyla birlikte tarihi bir fırsatla karşı karşıya. Tarihsel örneklerden ders alınmalı ve bütünleşmenin sonucu olarak affetmenin gücü, dönüşümün anahtarı olduğu topluma icraatlar ve kazanımlar ile gösterilmelidir.
Bütünleşme, sadece bir strateji değil, aynı zamanda bir vicdan meselesidir. Duygusallık ve akılcılık birlikte yürüdüğünde, toplum hem huzura hem de güce ulaşır.
Duygusallıkla Yönetilen Devletin Olası Sonuçları
Kararların tutarsızlaşması: Duygular anlıktır ve değişkendir. Bir devletin kararları halkın duygusal tepkilerine göre şekillenirse, politika üretimi tutarsızlaşır. Örneğin, halkın acısını paylaşmak adına yapılan sembolik cezalandırmalar hukuk sistemini zayıflatabilir.
Popülizm ve Manipülasyon: Duygusal yönetim, popülist söylemlere zemin hazırlar. Liderler halkın duygularını kullanarak destek toplar. Bu örneği Zafer Partisi ve İYİ Parti gibi sözde milliyetçi partilerde görüyoruz. Bu konuda “mangalda kül bırakmayan” partiler, konu Amerikan emperyalizmi ve İsrail siyonizmi olunca bırakın bir söylemde bulunmayı, hiçbir alanda görünmüyorlar. Popülizm ve manipülasyonlar rasyonel temellere dayanmadığı için sürdürülebilir değildir.
Hukukun Zayıflaması: Duygusal tepkilerle şekillenen adalet anlayışı, hukuk devleti ilkesini zedeler. “Acılı halkın isteğiyle” verilen cezalar hem Vatan Partisi’nin sunduğu af tasarısına gölge düşürebilir hem de Türkiye’nin uzun vadede emperyalizmle mücadelesi için ihtiyaç duyduğu bütünleşmeye zarar verir.
Uzun Vadeli Planlamanın İhmal Edilmesi: Duygusal yönetim, anlık krizlere odaklanır. Ekonomi, eğitim, sağlık, savunma gibi alanlarda uzun vadeli stratejiler yerine duygusal tepkilerle şekillenen geçici çözümler üretilir. Bu da kalkınma hedeflerini sekteye uğratır ve kurumsal kapasiteyi zayıflatır.
Atatürk ve Hz. Muhammed örneğinde yapıcılığın ve yeni dönemin inşasının ön planda tutulduğu görülüyor. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrası halkın öfkesine rağmen düşmanla barış yaptı. Savaştığı ve yendiği ülkelerin krallarını ve yöneticilerini Türkiye’ye davet etti ve en üst düzeyde karşıladı. Lozan Antlaşması da aynı şekilde duygusal değil, rasyonel bir tercihti.
Hz. Muhammed, Mekke’nin fethinde duygusal davranıp intikam arayışı yerine akılcı bir bütünleşme şekli ile affetmeyi tercih etti ve sonucunda İslam’ın yayılması hızlandı.
Bütünleşme Emperyalizme karşı vurulan en büyük darbedir!
En başta söylediğimizi tekrarlıyoruz:Bugün en net tavrı ve bütünleşme yolundaki en doğru adımları Vatan Partisi atıyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin “Terörsüz Türkiye” başlığı altında yönettiği sürecin çok daha ötesine geçip içinde bulunduğumuz süreci “Bütünleşen Türkiye” süreci olarak belirliyor.
Bütünleşmenin sonucunda emperyalizme karşı mücadelede birlik olma ve tek millet olma yolundaki en gerçek program da budur!