Cemil Gözel,Teori Dergisi Yazı Kurulu Sekreteri
Türkiye Suriye’de açılmak istenen Amerikan koridoruna, ikinci İsrail’e 24 Ağustos’ta silahla
müdahale etti. Amerika’nın stratejik piyonlarıyla inşa etmek istediği koridor, Türk
Ordusu’nun silahlarıyla dağıtılıyor. Önümüzdeki dönemi belirleyecek olan, her şeyden önde
gelen bu olgudur.
PKK’nın hendeklere gömülmesi, FETÖ’cü Gladyonun temizlenmesi, Vatan Partisi’nin de
katkılarıyla Rusya ile ilişkilerinin tamir edilmesi, bölge ülkeleriyle işbirliği ve bütün bunların
beklenen sonucu olarak Suriye’nin toprak bütünlüğü lehine Türkiye’nin askeri müdahalesi,
ülkemizin ve bölgenin büyük ihtiyacını da gösteriyor: Güçlü TSK.
Güçlü TSK aynı zamanda Türkiye’yi yönetebilmenin de formülü. Orduyu zayıflatan PKK’yı
hendeklere gömemez, Amerikan koridorunu parçalayamaz.
24 Temmuz 2015’de Türkiye yeni bir döneme girmişti. Bu gelişme, 24 Ağustos’ta bölgesel
boyut kazandı. Türkiye, TSK’nın daha da güçleneceği bir süreçtedir. Hayat, Kanun
Hükmünde Kararnameler ile TSK’nın yapısına müdahalelerin uygulanamaz olduğunu
gösterdi. Atlantik sistemi içinde üretilen projeler, programlar, düzenlemeler, tasarılar,
önyargılar Türkiye’de artık geçerli değildir. 24 Temmuz 2015 ve 24 Ağustos atakları, Atlantik
projelerini yürürlükten kaldırıyor. Türkiye, yolunu Avrasya ve Batı Asya Birliği içinde ve
kendi geleneklerinden, tarihinden beslenerek çizecek.
Ordunun doğumu
Türk tarihinde ordu geleneği açısından iki “temel” olgu vardır: Birinci olgu, ordunun tarih
sahnesine çıkmasıdır; ikinci olgu ise milli ordunun tarih sahnesine çıkmasıdır. Orduya dair
diğer bütün yapılandırmalar bu iki olgu çerçevesinde değerlendirilir.
Ordu örgütlenmesi, kabile toplumunun dağılması ve sınıflaşmayla birlikte doğdu. Devlet için
de aynı değerlendirme geçerlidir. Toplumun sınıflara bölünmesi, devletin temel unsuru olan
ayrı bir silahlı gücün oluşmasını sağlamıştır. Yani ordu ve devlet tarihsel bir kurumdur ve
toplumun gelişmesinin belli bir aşamasının ortak ürünüdür.(1) Bu süreç bir buçuk milyon
yıllık insan tarihinin, son beş bin yılını kapsamaktadır.
Sınıflı toplum öncesinde ayrı bir silahlı güçten söz etmek mümkün değildir. Çünkü
zenginleşmenin oluşmadığı, üretim araçlarının artık bir zenginlik yaratma düzeyinde
gelişmediği toplumlarda, toplum aynı zamanda silahlı güçtür; toplum ve silahlı güç özdeştir.
Kabile toplumunun dağılması ve sınıflaşmayla birlikte düzenli bir ordu örgütlenmesi oluşmuş,
kabile anarşizminin çıplak yağması, düzenli bir sömürüye dönüşmüştür.(2) Orhon Yazıtları,
devletin ve ordunun doğmasıyla oluşan toplumsal değişimi bizim tarihimiz açısından çok
esaslı anlatmaktadır: “Dizlilere diz çöktürdük, başlılara baş eğdirdik. (…) Köğmen ülkesi
sahipsiz kalmasın diye Az (ve) Kırgız halklarını nizama, düzene sokup geldik (ve) savaştık…
yeniden verdik…”(3)
Dede Korkut Hikayeleri de sınıflaşma öncesi toplumunu ve sınıflaşmayla birlikte gelen
toplumsal değişmeyi oldukça özlü sunmaktadır. “Kam Büre Beg Oğlu Bamsı Beyrek Boyu”
isimli hikayede, sınıfsız toplumun eşitliği, Banu Çiçeği almak isteyen Bamsı Beyrek’in,
onunla güreş tutması ve ancak sırtını yere getirmesi koşuluyla onu elde edebilmesi
hikayesiyle anlatılmıştır.(4) Bu hikaye kabile toplumunun tamamının savaşçı niteliğini
yansıtmaktadır.
“Salur Kazanun Evi Yağmalanduğu Boyu” isimli hikayede ise, sınıflaşmanın gerçekleştiği,
toplum ve silahlı güç özdeşliğinin bozulduğu, silahlı güç dışında, toplumun geri kalanının
silahsız olmasının toplumsal bir töre haline geldiği anlaşılmaktadır. “Kazan Bey”, görevi
çobanlık olan “Karacuk Çoban” ile düşmana saldırmayı doğru bulmaz. Çünkü “Karacuk
Çoban” ordu örgütlenmesinin dışındadır ve savaşmak artık belli bir sınıfın ve o sınıfın
etrafında toplananların işidir.(5)
Artık devlet vardır, hakan vardır ve devletin ordusu vardır: devlet ve ordu tarih sahnesine
çıkmıştır. Genel silahlanma sona ermiş, silah tekeli devletin elinde toplanmıştır. Burada
özellikle belirtilmesi gereken nokta, askerliğin halkın genelinden ayrılmasının, ordunun
doğuşunun özeti olduğudur.
Milli Ordunun doğumu
Milli ordu kavramı hem dünya tarihi açısından hem de Türk tarihi açısından, içinde
yaşadığımız çağın bütün dengelerinin başat unsurudur. Bütün saflaşmalar, bütün
hesaplaşmalar bu unsurun zayıflık ve kuvvet dengesi dikkate alınarak yapılmakta ve siyasal
süreçler bu şekilde yürütülmektedir. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış tehdide
de bu perspektifle yaklaşmak, iktidar denkleminin kaçınılmaz bir sonucudur.
Milli ordular devrimle kurulmuştur ve devrimin ordusudur. Feodal üretim ilişkilerinin, üretici
güçlerin önünü tıkaması ve feodalizmin toplumsal ilerlemeye katkısını sonlandırması
sonucunda, feodal sistemin içinden doğan burjuva sınıfı devleti ele geçirmiş, milli pazarı ve
milli orduyu oluşturmuş, toprak birliğini, dil birliğini, ekonomi birliğini sağlamış ve milleti
yaratmıştır.(6) Bu süreç içinde yaşadığımız çağa ismini vermiştir.
Bizim tarihimizde milli ordunun doğuşu, Batıdakine göre farklılıklar gösteriyor. Üç büyük
devrimin (İngiliz Devrimi, Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi) yaşandığı 17. ve 18.
Yüzyıllarda(7), devrim yapan bu toplumlarda milli ordular, burjuvazinin aristokrasiye ve
işgalcilere karşı yürüttüğü savaş içerisinde doğdu. Türkiye’de ise milli ordu hem
emperyalizmle uzlaşan Osmanlı hakim sınıflarına ve Osmanlı feodal kurumlarına hem de
emperyalist işgale karşı verilen savaş içerisinde doğdu. Bu savaş ve sonrasındaki devrimci
süreç, Türk Ordusu’na karakteristik özelliklerini kazandırmış ve bugüne dek o özellikleri ile
milli kimliğini koruyagelmiştir.
Kemalist Devrim’in ordusu, Osmanlı Ordusu’ndan köklü bir kopuşu ifade eder.(8) Bu ifade
başka açıdan, uluslaşma çağının devlet ve ordu örgütlenmesinin, feodal devlet ve ordu
örgütlenmesinin bir anti tezi olarak doğduğu anlamına da gelmektedir. Mustafa Kemal,
Sovyet Generali Frunze’yle yaptığı görüşmede, bu durumu ifade etmiştir:
“Bu ordu sultanın ordusu idi ve onun iradesini yerine getirir, yalnızca onu tanırdı. Bu ordu
günde üç kez “padişahım çok yaşa!” diye bağırmak zorundaydı. Yeni orduyu, tamamen yeni
prensipler ve temeller üzerinde kurduk. Bu ordu, eski ordunun halkın davasına, vatan
müdafaasına sadık kalmış kısımlarından ve emekçi köylü kitleleri arasından toplanan
kişilerden oluşturulmuştur. Biz bu orduyu kurarken, yalnızca bir tek amaç güttük. Bu da, bu
ordunun sultan ordusu değil, halk ordusu olması, tek tek kişilerin değil, bütün halkın
menfaatlerini savunmasıdır.”(9)
Böylece, bin yıllardır süren savaşçılık geleneği, hakana/padişaha bağlılıktan millete/vatana
bağlılık düzeyine ilerlemiştir.
Mustafa Kemal, Frunze ile yaptığı görüşmede, milli ordunun hangi temeller üzerinde inşa
edildiğine dair veriler sunuyor. Kemalist Ordu öncelikle cumhuriyeti ve vatanı savunma
kararlılığındadır. İkinci olarak, emekçi kitlelerden oluşan bir halk ordusudur; kişilerin değil,
halkın bütününün menfaatlerini savunur. Mustafa Kemal’in bu açıklamasında ordunun teorik/
felsefi düzleminin, stratejik düzleminin ve milli siyaset düzleminin berrak olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu kristalize fikri temel, devrim dönemine her şeyiyle yansımıştır. Kemalist ordu, ezilen bir
ulusun bağımsızlık, demokrasi ve çağdaşlaşma mücadelesi mevzisinde konumlanmıştır.(10)
Türk ordusunun temelinde tarihin ilk antiemperyalist savaşıyla pekişmiş ilerici ve devrimci
bir yapı mevcuttur. Bu yapı “NATO konseptine”, 12 Mart, 12 Eylül ve Ergenekon-Balyoz
darbelerine, ABD’nin yüksek denetimine rağmen ayakta kalmayı başarmış; en son 15
Temmuz darbe girişiminin bastırılmasında başat rol oynamıştır.
Milli Ordu direnir!
Türkiye’nin Atlantik Sistemi’ne bağlanma sürecinde 1980’ler kırılmadır. Bu kırılmanın
stratejik adı ise, dünya ekonomisiyle bütünleşme stratejisidir. Emperyalist devletler “dünya
ekonomisiyle bütünleşme” programı temelinde, ulus devletleri tasfiye eden uygulamaları
dayattılar: Neoliberalizm kapsamında Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) tamamının
özelleştirilmesi; dünyanın bütünleştiği yalanlarıyla gümrüklerin kaldırılması; ulusal pazarın
ve üretimin tasfiyesi için, devletin ve ordunun küçültülmesi gerekiyordu. Samir Amin bu
sürece “Dünyanın Amerikanlaştırılması” adını vermiştir.(11) 15 Temmuz darbe teşebbüsünün
önemli bir ayağı da buydu.
Bugün Türk Ordusu ancak Cumhuriyet Devrimi mevzisine girerek kendisini var edebilir;
Cumhuriyet Ordusu olarak birliğini sağlayabilir, Amerikan koridorunu dağıtabilir. TESEV’in
milli ordu düşmanı raporlarıyla yeniden yapılandırılan; Atlantik Sistemi’nin yarattığı
kurumsallaşma içerisinde örgütlenen bir ordunun, karşı karşıya kaldığımız tehditlere karşı
vatanı ve milleti savunması mümkün değildir.
Türkiye’nin mecburiyetleri, Türk Ordusunun bu cendereden çıkacağı ve kaçınılmaz olarak bu
süreci kuvvetlenerek atlatacağı yargısını içerisinde taşıyor. Güçlü Türkiye, güçlü Türk
Ordusu’na mecburdur. Orduyu, düşman programlarla yeniden yapılandıran “akılsızlaşma” bu
ters gidişi sürdüremez. 24 Ağustos’tan sonra Türkiye’nin önündeki yol Güçlü Ordu, Üretim
Ekonomisi ve Milli Hükmettir.
Dip Notlar:
1 Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları,
Ankara: 2005
2 Lenin, Devlet ve İhtilal, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara: 1994.
3 Talât Tekin, Orhon Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara: 2010, s. 55-57.
4 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, Kabalcı Yayınları, İstanbul: 2006, s.
59-90.
5 A.g.e., s. 39-58.
6 N. V. Yeliseyeva, Yakın Çağlar Tarihi, Yordam Kitap, İstanbul: Ekim 2010.
7 Michel Beaud, Kapitalizmin Tarihi 1500-2010, Yordam Kitap, İstanbul: Ekim 2015.
8 Osmanlı’da halk silahlı gücün dışındadır; silahlı güç belli bir sınıfın tekelidir. Merkezi
ordu üretimden kopuktur, halkla kan bağı yoktur. Osmanlı Ordusu’nun başlı başına bir
sınıf haline geldiği söylenebilir.
9 Mehmet Perinçek, Atatürk’ün Sovyetler’le Görüşmeleri, Kaynak Yayınları, İstanbul:
2007, s.325.
10 Doğu Perinçek, Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak, Kaynak Yayınları, İstanbul:
2012.
11 Samir Amin, Liberal Virüs –Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması-,
Yordam Kitap, İstanbul: Mart 2016
Not: Teori dergisinin Eylül 2016 tarihinde yayınlanan bu makale bazı eklerle yayınlanıyor.