Ana Sayfa Haberler MÜLKİYE’DEN SESLENİYORUZ: TÜLLABIN ESASI VATANDIR

MÜLKİYE’DEN SESLENİYORUZ: TÜLLABIN ESASI VATANDIR

1522

Eray Kara, Öncü Gençlik Cebeci Temel Örgüt Başkanı

Sezer Özseven, Öncü Gençlik Ankara İl Yöneticisi

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi’nden toplamda 72, Ankara Üniversitesi bünyesinde bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’den ise 23 öğretim üyesi ihraç edildi. İletişim Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve Eğitim Bilimleri Fakültesi’ndeki ihraçları da eklediğimizde Cebeci Kampüsü olarak bilinen yerleşkemizden toplamda 50 öğretim üyesi bu KHK ile ihraç edildi. Birkaç tanesi dışında bu akademisyenlerin tamamı “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı, kamuoyunda Barış Akademisyenleri Bildirisi diye bilinen metnin imzacısıydı.

İhraçlar öğrencisinden hocasına, çalışanından velisine toplumun her kesiminde değişken fikirlerle yorumlanıyor. Yazımızda kafalarda ve sohbetlerde dolaşan fikirlere bir yenisini daha ekleyeceğiz. Bu eklemeyi cesaretle, dürüstlükle ve dobra dobra yapacağız.

Yazıda itham edilen “Neoliberaller” ifadesi kesinlikle bu meseleyi iyi niyetiyle değerlendirenleri kastetmemektedir. Bölücü terör örgütünden barış güvercini, Amerikan emperyalizminden de beyaz atlı prens yaratmaya çalışan ulus devlet düşmanı o “neoliberaller” kendilerini iyi bilmektedir.

DARÜLFÜNUN GREVİ DERSİ

Yıl 1922…

Darülfünun-u Şahane’de (bugünkü İstanbul Üniversitesi) dersler veren Ali Kemal, Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ve Barsamyan gibi isimler Anadolu’da bağımsızlık savaşı veren Kuva-yı Milliyecilere hakaretler yağdırmaktadırlar. Kuva-yı Milliyecileri küçümsemektedirler.

Öğrenciler de bu saygısızlıklara ve bozgunculuklara sessiz kalmayarak, bu isimleri istifaları talebiyle idareye şikâyet ederler. Profesörler kurulu beş isim hakkındaki suçlamaları yersiz bulduğunu belirterek tepkileri geçiştirmeye çalışır. Bunun üzerine daha da öfkelenen öğrenciler dört fakültede boykot yaparak durumu protesto ederler. Eylemler 12 Nisan günü üniversite idaresine tüm fakülteleri geçici olarak kapattıracak boyuttadır. Dört ay boyunca sürer. Nihayetinde 25 Temmuz günü Ali Kemal, Rıza Tevfik, Cenap Şahabettin, Hüseyin Daniş ve Barsamyan süresiz izne çıkarılarak görevlerinden alınırlar ve yerlerine yeni öğretim üyeleri atanır.

Kayıtlara “Darülfünün Grevi” adlandırmasıyla geçen bu eylemler Türk gençliğinin göğsündeki şeref madalyalarındandır. Mülkiyeli geleneğinin kökleri işte buradadır.

ÖZGÜRLÜK DÜŞMANLARI İÇİN SIZLANMAK ÖZGÜRLÜK DEĞİLDİR

Robespierre’nin tarihe geçen en önemli sözlerinden biridir:

“Özellikle özgürlüğün düşmanları için sızlanan duyarlılık beni kuşkulandırır.”

Özgürlük düşmanları için sızlananlara göre “akademisyenler” sırf bir bildiriyi imzaladıkları için suçlanmamalıdır ya da cezalandırılmamalıdır. “Yaptıklarını desteklemesek dahi” onların fiile geçme özgürlüklerine dokunmamak gerekir. Bildirinin içeriğinin ağızdan çıkan lafın gittiği yerin bir önemi yoktur(!) Bir devlet kendi içerisindeki terör örgütlerine karşı operasyonlar yaparken o devletin yaptığı operasyonların katliam olduğunu söylemek bir ifade hürriyetidir çünkü. Yabancı ülkelerin temsilcilerini “gözlem” yapmak adı altında ülkesine müdahale etmeye davet etmek de bir ifade hürriyetidir. Bu yüzden bu hocaların işsiz kalmaları, evlerine ekmek götürememeleri, eşyalarını toplayamadan odalarından ayrılmaları gibi durumlar son derece “vicdansızcadır.”

Fakat aynı “vicdan” bölücü bir terör örgütünün bomba yüklü araçlarla saldırıp katlettiği askerler ve polisler için duyarsızdır.

İfade hürriyeti mi? Milliyetçi ya da muhafazakar olduğu için tartaklanan, dersine sokulmayan okul öğrencisi için geçerli değildir(!)

KANUNLAR ÖNÜNDE HERKES EŞİTTİR

1919’un en ateşli günlerinde “Mustafa Kemal denen eşkıya, pay-i tahtı koruma sözü veren İngiliz dostlarımızı rahatsız ederek Anadolu halkını bir katliamın eşiğine getirmektedir” deme özgürlüğü var mıdır?

Anadolu köylüsü ayağında çaputu bile yokken işgalcilere karşı göğüs göğse çarpışırken Ali Kemallerin, İskilipli Atıfların cephe gerisinde bozgunculuk yapma özgürlükleri var mıdır?

Bugün de Türk askeri El Bab’da, Cizre’de, Yüksekova’da Amerika’nın beslemesi terör örgütleriyle göğüs göğse çarpışırken, şehitler verilirken, gaziler olurken Türk devleti, onu sırtından bıçaklayanlara özgürlük tanıyamaz.

Kimsenin “akademisyenlik”, “hocalık” gibi saygın sıfatların arkasına sığınarak bu ülkenin askerine, polisine “katil” deme özgürlüğü yoktur, cezadan kaçma hakkı yoktur! Kanunlar önünde herkes eşittir.

“Barış Akademisyenleri Bildirisi”nde şehirlerimizin ve insanlarımızın geleceğini hendeklerle, tuzaklarla ve canlı bombalarla karartan bölücü terör örgütü PKK’yla mücadele eden Mehmetçiğe ve polise “katil” diyenler, o zaman imzalarının arkasında duracaklar ve “katil” olarak gördükleri devletin memurluğunu yapmayacaklar. Bu kadar basit!

Kimse kusura bakmasın. Demagoji yapmasın! 4 yaşındaki İrem bebeğin bedeni paramparça olurken, bunu yapanlara operasyonlar düzenleyen devleti katil ilan etmek diye bir özgürlük tanımıyoruz.

SUÇA ORTAK OLMAMAK İÇİN ORTAK OLUNAN SUÇ

Hiçbir siyasi ve vicdani yaklaşımda böyle bir özgürlük yoktur. Hiçbir haklı savaş cephe gerisinde kendisini sırtından bıçaklayanlara ifade hürriyeti tanımaz. Hiçbir devlet kendi ülkesindeki bir sorun için yabancı ülkelere müdahale çağrısında bulunanlara karşı bir yaptırım uygulamaksızın ayakta kalamaz.

Devletin katliam yaptığını öne sürerek “Bu suça ortak olmayacağız” diyenler terör örgütünün suçlarına ortak olmuşlardır.

Çarşı iznine çıkmış bir uzman çavuş sokak ortasında eşinin yanında ensesinden vurulduğunda bu sözde “akademisyenler” sınıf sınıf dolaşıp “Sur’da, Cizre’de binalar yıkılıyor” propagandası yapmışlardır.

PKK’nın mahalle aralarına tuzakladığı bombaları oyuncak sanıp kurcalayan çocukların bedenleri havaya uçarken bu sözde “akademisyenler” sınıflarda pişkin pişkin yapılan operasyonların bir “katliam” olduğunu ve bunu söyleyenlerin de “haksız” yere ihraç edildiğini anlatmışlardır.

Bu sözleri bir akademisyenin söylemesini önemli kılan şey ise onun sahip olduğu kürsüdür. Üniversitede kürsü, iktidar demektir. Söyleyen, tanımlayan, benimseten demektir. Akademisyenlerin kürsü sayesinde ifade ettikleri fikirler sıradan bir insanın ya da bir öğrencinin ifade etmesinden daha etkilidir. Bu yüzden hiç kimsenin kürsü hakkını kullanarak Mülkiye öğrencisine sokaklarında bombalar patlarken o bombaları patlatanları meşru hale getirecek bozguncu propaganda yapmaya hakkı yoktur.

AKADEMİ YOK MU OLUYOR?

Son ihraçlarla Mülkiye’nin bittiği, akademik özgürlüklerin ortadan kalktığı söyleniyor. Hâlbuki burada şu soruyu sormak gerekir:

Ortada bir akademi mi vardı?

1980 sonrası yükselen neoliberalizm rüzgârı en başta üniversitelerde etkili oldu. Üniversitelerin akademik kadroları ve müfredatları buna göre düzenlendi. Mülkiye bu dönüşüme bir müddet dirense de özellikle son 15 yılda bu taarruzdan kaçamadı. Çağımızın en gerici düşünce sistemi olan neoliberalizm Mülkiye’yi de esir aldı. İhraç edilen akademisyenlerin önemli bir kısmı da bu dönüşümün mimarlarıydı.

Mülkiye öğrencisi şu soruları kendine sormalıdır:

İnkılap tarihi derslerinde Kemalist devrime dair ne öğretildi?

Marksizmin ne olduğu anlatılırken bütün anti-marksist yazarların kitapları okutulmadı mı?

Kaç derste cumhuriyet dönemi için “faşist eğilimleri bulunan diktatörlük” benzetmesi yapıldı?

Kıyıda köşede kalmış tüm neo liberal yazarların sayfalarca makaleleri okutulurken kaç sayfa bunun karşıtı bir makale okutuldu?

Bu muydu ayakta kalan Mülkiye?

Mülkiye’yi Alpaslan Işıklıların, Mümtaz Soysalların, Sina Akşinlerin Mülkiye’si olmaktan çıkaranlar zaten hali hazırda ihraç edilmiş akademisyenlerin bir kısmıydı. Bu yüzden Mülkiye’nin bu ihraçlarla bittiği söyleminin hiçbir gerçekliği yoktur. Mülkiye’de yıllardır Kemalizmin altı okunun düşmanı neoliberalizmin diktatörlüğünü kurumsallaştıran kimi akademisyenlerin ihracıyla akademinin yok olduğu havasını yaratmak Mülkiye’nin geçmişini bilmemektir.

Asıl şimdi Mülkiye’nin yeniden köklerine dönme fırsatı doğmuştur!

OTUR SIFIR!

Bu isimlerin yalnızca ülkeye dair meselelerde değil; üniversite içindeki meselelerde de karnesi zayıftır.

Geçtiğimiz yıllarda Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde bir öğrenci yüzü maskeli PKK’lılar tarafından çivili sopalarla komalık edilirken bu akademisyenlerimiz bırakın tek bir sayfayı imzalamayı, tek bir cümle dahi kurmamışlardır.

Kampüs içerisindeki Atatürkçü öğrenciler PKK’lılar tarafından tehdit edilirken, linç edilmeye çalışılırken bu akademisyenlerimizin bir kısmı bırakın buna karşı çıkmayı akademik kurullarda ve disiplin kurullarında bu teröristleri koruyup kollamışlardır. Şimdi bu akademisyenlerin mi atılması akademik özgürlükleri zedeliyor? Mülkiye bu kadar kolay tükenmez.

Mülkiye PKK’yı koruyup kollayan, siperde yatan Mehmetçiği sırtından bildirilerle vuranlar ihraç edildi diye hiç tükenmez.

Bazı değerler vardır. O değerler eksikse iyi öğretmenizin, güzel üretmenizin, hoş söylemenizin hiçbir anlamı yoktur. O değerlerin başında adil ve dürüst olmak gelir. Gerçek akademisyen görüşü ne olursa olsun eğriye eğri, doğruya doğru diyebilendir.

Somut olarak baktığımızda bu akademisyenlerin ihraç edilmesi kampüste elini kolunu sallayarak öğrenci linç eden PKK’lıların hem idari anlamda hem de ideolojik anlamda elini zayıflatmıştır. Türk ordusu yurt içinde ve yurt dışında PKK’yı hendeklere gömerken Türk devletinin onun canlı bomba devşirme, militan kazanma yatakları olan kampüslere dokunmaması düşünülemezdi.

MÜLKİYE RUHU NEOLİBERAL BOZGUNCULUK DEĞİLDİR

Bu mesele üzerine ortaya çıkan bir hatalı görüş vardır. 1402’likler ile bu “akademisyenleri” aynı kefede değildir. Maalesef Korkut Boratav hocamız da bu durumu “Babamı attılar, beni attılar, şimdi de asistanlarımız atıyorlar” diyerek tarif etmiştir. Hâlbuki tarihte hiçbir olgu birbirinin aynı değildir. Her olgu tarihseldir. 1. Dünya Savaşı ile Türk Kurtuluş Savaşı’nın aynı kefeye koyup ikisi de haksız savaştır diyemeyiz. İkisi de savaştır, ancak birisi paylaşım amaçlı emperyalist bir savaş iken diğeri bir milletin var olma savaşıdır. Biri haksız, diğeri haklı savaştır.

1980 darbesiyle akademiden uzaklaştırılan 1402’likler Amerikancı bir darbenin ilerici Türk aydınlarına karşı bir bastırma hareketiydi. Ancak bu ihraçlar ise Amerika’yla savaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin Amerika’yı göreve çağıran, Amerika’nın kara gücünü hendeklerden çıkarmaya çalışanlara karşı bir bastırma hareketidir. 1402’liklerle bu ihraçları bir tutan yaklaşım “her savaş kötü savaştır” yaklaşımıyla aynıdır. Bugün de ihraç edilen akademisyenlerin doğurduğu sonuç ile 1402’liklerin doğurduğu sonuç ya da etki ettikleri kuvvetler birbirinin zıttıdır. Mülkiye ruhu bu zıtlıkları doğru kavrayabilmekten geçer.

Mülkiye 27 Mayıs 1960 devriminin gençlik ayağına öncülük ederken 1972 Amerikancı darbesinin hedefi olmuştur. Bu yüzden Mülkiye’yi savunmak Amerikancıları savunmak değil; onlara karşı dimdik ayakta durmaktır.

Mülkiye’yi savunmak cumhuriyeti katliamcı ilan edenleri değil; cumhuriyeti savunmaktır.

Mülkiye’yi savunmak Amerika’yı ve NATO’yu Türkiye’ye müdahale etmeleri için göreve çağıranlara sahip çıkmak değil; onların tasfiyesini savunmaktır.

Mülkiye’yi savunmak terör örgütlerine ideolojik ve idari olarak kolluk görevi yapanları savunmak değil; terör örgütleriyle kararlı mücadeleyi savunmaktır.

Mülkiye, ancak cephede sipere yatmış Mehmetçiğin namlusundan bakılarak anlaşılabilir. O sipere yatmış Mehmetçiğin arkasından kulağına “sen aslında katilsin” diye fısıldayanları savunmak Mülkiye’nin Atatürkçü ve cumhuriyetçi ruhunu ayaklar altına almaktır. Buna izin vermeyiz!

Mülkiye’yi öğrencisiyle hocasıyla özüne kavuşturacağız.

Mülkiyeli “padişahım çok yaşa” demediği gibi “neoliberalim çok yaşa” da demeyecektir.

Mülkiyenin geleneği vatanseverlik ve akılcılıktır.

oncugenclik.org.tr , 11.2.2017