Uğurcan Yardımoğlu
Türk Milliyetçiliğinin Tarihsel Gelişimi 1
inciraltitarih.com
Şubat 2015
Bab-ı Âli’den Çanakkale’ye
“Memleketin ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korunması için bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lazımdı” diyen Mustafa Kemal, aslında bugünün ihtiyacına da cevap veren bir vecze imzasını atmıştı. Türkiye devriminin yolu tartışmalarında ortaya koyduğumuz matematik; vatanseverlerin emperyalizme karşı birleşmesi, bunun ise ayrı aktığı algısı yaratılan özde aynı kaynaktan doğan halkçı milliyetçi ve sosyalist ırmakları aynı yatağa sokma belirlemesidir.
İhtiyacın sebebi, neoliberal kimlik siyasetleri doğrultusunda ülkemizin ve bölgemizin etnik mezhepsel çatışmalara sürüklenmesidir. Bu gerçeği gördükten sonra küreselleşmeci yeni dünya düzenine milli programla direnme mevzisine girmek, bir seçim meselesi değil, zaruriyet halini alıyor. Bu siyasî kavrayışın 90’lardan beri gelen milli devletlere saldırısı ayan beyan ortadayken, oluşmaması zihinlerin bulanmasıyla açıklanabilir. Emperyalizmin ‘çok kültürlü’ ideolojik iklimini yarmak ve havayı berraklaştırmak da teorik ve pratik zeminde biz devrimcilere düşüyor.
“Türk gençliğini milli tarihinden kimliğinden kopartın!” buyuran AB komiserleri, hedeflerini açıkça beyan ediyor. ABD yetkilileri, her fırsatta bölücülüğün hamisi olduğunu ilan ederken, Bilderberg toplantılarında ulus devletlerin yıkılarak dünyanın binlerce etnik devlete bölünmesi gerektiği konuşuluyordu. Yani şimdi Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ndeki görevi yapan gençler açısından, milli devrimci tarihin köklerine yolculuk yapmanın ve oralardaki değerlere tutunarak 150 yıllık milli demokratik devrim mirasımızın bize işaret ettiklerine koşmanın tam zamanıdır.
Büyük Fransız Devrimi’yle Açılan Çağ
İnsanlığın feodal üretim ilişkilerinin doğal sonucu olan toplumsal prangalarından kurtulma zamanının geldiğini keşfeden Aydınlanma Dönemi felsefecileri, sanatçı ve bilim adamları yeni bir dönemi müjdeliyordu. Gelişen burjuvazi, iktisadi hayattaki hızlı ilerlemesinin karşılığını siyasi rejim bağlamında da almak istiyor, geniş köylü kitleleriyle ciddi bağlar kuruyordu. Yönetimi elinde tutan aristokrat sınıf ise git gide çürümenin resmini çizdiğinden, halk hareketinin patlaması 1789’da gerçekleşir. Radikal tutum alan devrimciler, feodalizmi tüm kalıntılarıyla tasfiye ederken, fikirleri tüm Avrupa kıtasına yayılır. Monark’ın kulluğuna karşı sınırları anayasa ile çizilmiş özgür yurttaşlık ve mülkiyet hakkı beraberinde çalışma, basın ve örgütlenme haklarını getirir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yeni çağın manifestosu olur. Bu düşüncelerin önüne yapay sınırlar çekemezsiniz, tarihin önüne baraj kurulmaz. Hızla Çarlık Rusyası, Avusturya Macaristan ve Osmanlı gibi eski imparatorlukların etnik bileşenleri de uluslaşma sürecine girer. Osmanlı İmparatorluğu’nda bunu en geç keşfeden imparatorluğun hâkim unsuru Türkler olacaktı.
Avrupa’da burjuva devrimlerinin peşi sıra gerçekleşmesiyle uluslaşma süreçlerini tamamlayan kapitalizmin geliştiği ülkeler 1870’ler itibariyle dış ticaret çağının bir sonucu olarak gözlerini henüz feodal kalıntıların hâkim olduğu doğuya diktiler. Sermaye ihracı yoluyla sömürgeleştirilen Asya ve Afrika ülkeleri, emperyalizm aşamasına geçmiş bulunan büyük devletlerin iştahını kapatmaya yetmiyordu. Bu sebeple dikkatler esas paya yani Osmanlı, İran ve Çin
gibi kadim imparatorluklarda toplanmaya başladı.
Osmanlı’nın Yarı-Sömürgeleştirilmesi Süreci: Tanzimat Ucubesi
İngilizlerle yapılan 1838 Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı’nın da sömürülmesinin koşullarını yarattı. Sanayinin gelişmemesi, toplumun ilerlemesine de engeldi. Dış mallar açısından ülkemiz gümrüksüz bir pazardı. Sanayimiz olmadığı için onlarla rekabet edilemiyor idi. Feodal, geri ilişkiler buradan iktisadi yönden değil de üstyapısal anlamda düzeltilmeye çalışıldı. Tanzimat Fermanı ile bazı çağdaş adımlar atıldı. Ama üretim ilişkilerini geliştirerek ve mülkiyet biçimini değiştirme iddiası olmayan Tanzimat, bir ucube yarattı: Bir tarafı modern okulları, idari organları kıyafet biçimleri ile ‘Batı’ öte yandan ise bir feodal tarım toplumu. Islahat Fermanı’yla ise yaratılan ucubeyi ötesinden berisinden çekiştiren düvel-i muazzama, imparatorluk içindeki Gayrimüslim unsurlar için yeni tavizler elde etmişti. Gayrimüslim unsurlar dış bağlantılı olarak sermayelerini sürekli artırıyor, Müslüman tüccar ve köylü ise sürekli yoksullaşıyordu. Bu politik atmosfer ile girilen 1860’lı yıllarda ise daha önceden açılan Tercüme Büroları ve yeni okullardan yetişen genç aydınlar kaynıyordu. İlk devrimci örgütümüz Yeni Osmanlılar’ın kurulması ile ilk milliyetçi fikirler tohum olarak toprağa düştü.
Milliyetçi Akımın ilk Gelişim Yatağı: Vatan ve Hürriyet
Henüz Türk kavramını öne çıkarmanın ve ulusal devlet inşa etmenin gündemde olmadığı bu ilk dönemde, bir Osmanlı milleti yaratma çabası öne çıkıyordu. İkinci kuşak Jön Türkler olan İttihat ve Terakki’nin de esas itibariyle 1913’lere dek izleyeceği siyasetin temeli imparatorluğu dağılmaktan kurtarmak için tüm unsurları Osmanlı çatısı altında toplamaktı. Padişahın mülkünü ‘vatan’ haline getirmek kulları özgür yurtaş yapmak ilk hedefti. Bu da ‘hürriyet’ ve ‘vatan’ duygu ve düşüncelerini Yeni Osmanlılar hareketinin başat siyaseti yaptı. Namık Kemal, Agah Efendi, Şinasi, gibi aydınlar tarafından ortaya atılan Sadullah Paşa, Mahmut Celalettin Paşa gibi çevrelerde farklı etkileri gözlemlenen bu fikirler, Mithat Paşa gibi vezirlerde de yankı buluyordu. Ali Suavi gibi militan devrimciler yetiştirerek hilafeti dahi sorgulayan bu iklim milliyetçiliğin yeşermesi imkânını yaratıyordu. Yer yer Türk kavramına dönük tarihsel araştırma ve incelemelerin de yapıldığı bu dönemde din ve dünya işlerinin ayrılması gibi laik ve sade bir dil kullanarak halka yönelme gibi halkçı yönlerinin de bulunduğu süreç 1. Meşrutiyet devrimiyle taçlandı. O devrimi yapanlar anayasa Türkçeyi resmi dil olarak yazdı. Etnik dillerin emperyalist devletler tarafından bilerek özendirilmesine karşı atılan bu adım tarihsel bir öneme sahipti. Ayrıca Jöntürk gazeteleri bu konuda kamuoyunu aydınlatmaya çalışıyordu.
93 Harbi’nde Şıpka Kahramanı olarak anılacak olan Süleyman Paşa ve Ahmet Vefik Paşa’nın Türk Kimliği’ne dönük çalışmaları da tarih ve edebiyat alanında Türkçülük akımının gelişimine ciddi katkılar sundu. Abdülhamit istibdatı sürecinde de baskı altında yapılan dil ve edebiyat çalışmaları ileride siyasi anlamda yaratılacak milliyetçi harekete kültürel bir zemin hazırlıyordu.
Son olarak ifade etmek gerekir ki Yeni Osmanlılar’ın halkçı-milliyetçi kökleri incelenirken rastlanacak İslâmi öğeleri de bir çelişki olarak nitelendirmekten öte dönemin koşulları içerisinde kavramak gerekir. Demokratik devrimlerin ülkemize ilk sıçrayışında bu tip mevcut kimliklerin içerisinden kendisini tanımlaması doğal karşılanabilir. Elbette ufukların daha çok açılması Yeni Osmanlı pratiğinin aşılmasıyla mümkün olacaktı.
Üç Tarz-ı Siyasetin İçinden Türkçülüğün Esasları Beliriyor
Emperyalistlerin Asya’ya yönelirken başlattığı oryantalizm çalışmaları, Türkoloji alanında yoğunlaşarak ülkemizi sömürgeleştirmenin yollarını aramak için özel olarak geliştirildi. Öte yandan Kafkasya’daki Türk kökenli aydınların Gaspıralı İsmail gibi isimlerin çalışmalarının etkileri ülkemize kadar uzanıyordu. “Dilde, fikirde, işte birlik! ” sloganı bir program olarak ağır ağır Türkiye’ye doğru yol alıyordu. Ayrıca yurtdışında sürgündeki Jön Türkler de Avrupa uluslaşma hareketlerini yakından izlemiş ve yeni ufuklar kazanmışlardı. Abdülhamit istibdatını yıkmak için örgütlenen gençlerin örgütü İttihat Terakki de bu dinamiklerden etkileniyordu. 1905 Rus devriminden, Japonya’nın hızlı gelişiminden de etkilenen ikinci kuşak Jön Türkler harekete daha halkçı bir fark kattı. Laik tutumu Yeni Osmanlılara göre daha belirgin olan bu kuşak, her şeye rağmen imparatorluğu kurtarma programının bir gereği olarak, Osmanlı milleti siyasetini sürdürmeye devam etti. Ancak Kafkasya etkisi Yusuf Akçura, Ağaoğlu Ahmet ve Hüseyinzade Ali gibi isimlerle doğrudan ülkemize taşınınca hava biraz daha farklılaştı.Özellikle Üç Tarz-ı Siyaset makalesinde Akçura, Türkiye’nin önündeki kurtuluş reçetesini Türkçülük olarak belirliyordu. Selanik çevresinde Ziya Gökalp, Ali Canip, Aka Gündüz, Ömer Seyfettin gibi aydınların Genç Kalemler dergisini kurması(1911) dilde sadeleşme ve halka yönelmede önemli adımlar atması, Türkçülük cereyanının yayılmasında etkili oldu. Dilde sadeleşme o dönem açısından halkçı devrimci bir içeriğe sahipti. Beyaz Kule ile hatıra kazınan “Hürriyet’in Kabesi” zamanının en ileri tartışmalarına ev sahipliği yaptı. Ziya Gökalp’in Yeni Turan şiiri yüksel tahsil gençliğinde dilden dile dolaşıyordu. Sözü edilen, Ömer Seyfettin’in ifadesiyle ‘edebiyatta ve dilde bir ihtilal’ gerçekleştirmekti. Fakat Türkçülüğün bir siyasi ‘ihtilal’ haline gelmesi bazı toplumsal pratiklerin yaşanmasını gerektirecekti. Ancak Ziya Gökalp devrimin öncüsü İttihat ve Terakki cemiyetinin merkez-i umumisinde görev alıyor ve cemiyetin fikir babası haline geliyordu. Türkçülüğün esaslarını belirliyordu.
Hürriyet Devrimi’nden Balkan Savaşlarına
Avrupa emperyalistleri Reval’de Hasta Adamı paylaşma toplantıları yaparken buna ömrü Balkanlar’da ayrılıkçı çetelerle mücadele içinde geçen Rumeli subaylarının politik öfkesini zirveye ulaştırmıştı. Manastır çevresi İttihat ve Terakki’ye yemin vermiş subayların hareketliliği ile hürriyet yolunda yapılacak hamlelerin açıktan görüldüğü bir yer halini almıştı. Resneli Niyazi’nin meşhur geyiği dağlarda hürriyetin habercisi haline gelince Serez, Ohri, Yanya, Selanik ve cümle Rumeli Türk Devrim tarihinin en önemli sıçrayışını 1908 yılında vücuda getirmeye hazır hale gelmişti. Padişahın gönderdiği müfettişler ya ferman okurken vuruluyor, ya da yatağından entarisiyle dağa kaldırılıyordu. 23 Temmuz günü tüm Rumeli atlara binen kızıllara bürünen kadınların sembolize ettiği hürriyetin coşkusuyla sarmaş dolaştı. Kutlama için atılan toplar Yıldız Sarayı’nın köhnemiş duvarlarını döküyordu.
Devrim memleketin neredeyse tüm dinamiklerini harekete geçirmiş, köylü isyanları, işçi grevleri, kadın hareketleriyle beslenmişti. Teşkilat ağı memleketin birçok noktasını saran cemiyet bir önceki kuşağın başarısızlıklarından ciddi dersler çıkarmış ve en az 1789 devriminin Jakobenleri kadar radikal, 1905 Narodnikleri kadar halkçı yaklaşımlar geliştirmişti. İzleğini aşması gereken devrim “ancien regime” ile tam bir hesaplaşmaya girememiş ve Abdülhamit ve eski dönem vezirlerinin hükümetlerini de facto denetlemekle yetinmişti. Bu süreç cepleri İngiliz altınlarıyla şakırdayan gericilerin meclise ve anayasaya karşı 31 Mart karşı devrim girişimine dek sürmüştü.
Tarihin tunç yasası işlemeye başlamış, gericilik ve emperyalizm yok oluşlarına kadar sürecek birlikteliklerini 31 Mart ile göstermişti. İsyanın bastırılması şu gerçeği de ortaya koydu: Abdülhamit’in iktidarı zamanındaki tüm ısrarlarına rağmen önce Arnavutlar’ın ardından Araplar’ın ayrılma deneyleri İslamcılığın Türkiye’de bir geleceği olmadığını göstermişti. Üstelik ülke içinde yeni rejime karşı mücadelenin de aracı haline gelmişti.
Osmanlıcılığın ise biraz daha vakti vardı. İslamcılık ve Tanzimat üsulü taklitçi Batıcılık kadar kolay mahkum edilemiyordu. 1912’de tüm Balkanlar elimizden çıktığında ise göç yollarındaki yüz binlerce Türk anavatana siyasal çözüm bağlamında Türkçülüğü de taşıyordu. İdeolojik gelişmeleri siyasal hareketlilikten ayıramayacağımız için belirtmek gerekir, cemiyetin Balkan faciasından sonra yaptığı Bab-ı Ali baskını Osmanlı aristokrasisiyle olan son bağları da kılıçla kesmiş ve genç enerjik milli programı önüne koymuştu. Ordudan ve bürokrasiden eski düzenin artıkları tasfiye ediliyor,memleket birlik ve ilerlemeye hazırlanıyordu.
İktisadiyat, İçtimaiyat Bilumum Türkçülük Cereyanının Etkileri
1902 Jön Türk kongresinden beri liberalizmin temsilcileriyle arasına mesafe koyan İttihatçılar, milli iktisadı tam teşekkülüyle uygulama çabalarına girişmiş, 1914 yılında boğazımızı sıkan kapitülasyonları kaldırmıştı. Ardından iç borçlanmayı bir milli seferberliğe dönüştüren İttihatçılar, tüm iktisadi aynı zamanda siyasî ve kültürel adımları arkasında durdukları Türk Ocakları ve Türk Yurdu dergisi aracılığıyla yapıyorlardı. Cemiyetin Şurayı Ümmet gazetesi siyasi polemiklerini yürttüğü ama ocaklar ve onun yayınları ise devrimi kalıcılaştırma çabalarının ürünüydü. Alfabeden yeni açılan okullara, kadınların eğitim görmesi ve çalışma hayatına girmesi adımlarından, askerin giydiği kıyafete kadar 1913 ile başlayan devrimci dönüşüm süreci vatan savunmasıyla iç içe kesintisiz olarak cumhuriyet döneminde daha ileri boyutlara vararak sürecekti. Elbete 1.Dünya Savaşı, imparatorluğu kurtarma çözümü yerine milli devlet çözümünü getirecek, teorisyenlerinden başlayarak, Türkçüleri Turan hayallerinden sıyıracak Misak-ı Milli’ye iknâ edecek halkçı-laik programı daha da berraklaştıracak ancak siyasal-örgütsel süreklilik hiç durmayacaktı.
Kaldı ki Turan fikri de çıkışı itibariyle ütopik her toplumun millet olma sürecinde sarıldığı hayallerden biri olma itibarıyla ilerici bir içerik taşıyordu. Ancak uygulanması imkânsız ve Ekim Devrimi’nden sonra da gereksiz hale gelecek olan bu fikri ilk terk eden de teorisyenleri Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp’ti. Hepsi de daha sonra Kurtuluş Savaşı’nda yer alıp Kemalist Devrim çizgisine girmişti. Hatta Akçura çok daha önceden tıpkı Mustafa Kemal gibi Misak-ı Milli’yi zihninde berraklaştırmıştı. Türkiye tahlilleri açısından Gökalp sosyoloji, Akçura ise tarih çıkışlı bakış açılarıyla milliyetçiliğin olgunlaşmasına katkı sağlamışlardı. Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Rasim Haşmet gibi sosyalistler de ilk etapta Jön Türkler ve milliyetçi akımların içinde ve buralardan sosyalizme ulaşmışlardı. Kökenlerimize yaptığımız yolculuk sürecek, ilk Türkçüler, sosyalistler ve halkçıların iç içe olduklarını incelemeye devam edeceğiz bugünün ihtiyacını daha net kavramak için….
Rüyasında Çanakkale Cephesi’ne gönderdiği oğlunun süngü hücumunda düşman çemberine düşmekte olduğunu gören babanın, uyanırken ki acı feryadı ona da 40 yıl önce katıldığı 93 Harbin’den miras kalmıştır. Oğlunun şehit haberini getirenler, küçük oğlunu da almaya gelmiştir aynı zamanda. Onu da Sakarya beklemektedir. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız fikir hareketi kütüphanelerde değil, siperlerin keskin havasında gelişmiştir. Ömer Naci’nin topun ağzındaki mücadelesi ile Yakup Cemil’in Bab-ı Ali binasındaki silahşörlüğü, Hasan Tahsin’in işgalcilerin karşısına bir yiğitlik abidesi gibi dikilmesi bir babanın iki oğlunu da cepheye göndermesini sağlayacak birliği inşa etmiştir. Milliyetçiliğin gelişimi bir ulusun ödediği bedellerin toplamıdır.
Kaynakça:
Ulusoy, Mehmet, Türk Devrimi ve Milliyetçilik, 1.Basım, Nisan 2014, Kaynak Yayınları
Georgeon, François, Osmanlı-Türk Modernleşmesi,3 . Baskı, Şubat 2013, Yapı Kredi Yayınları
Ahmad, Faroz, İttihat ve Terakki, 2007, Kaynak Yayınları
Ortaylı, İlber, “İmparaorluk kurumu bu savaşla sona erdi” , 30. Sayı Kasım 2014, Atlas Tarih Dergisi
Akalın, Cüneyt, “1. Paylaşım Savaşı’nın kanlı serüveni”,298. Sayı Aralık 2014, Teori Dergisi
Yalçın, Soner, “Osmanlı’nın da devrimci Che Guavera’ları vardı”
(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7527478.asp)