Ana Sayfa Yazılar Atlantik’in Rusya Bozgunu

Atlantik’in Rusya Bozgunu

750
USA vs Russia

Hepimiz çeşitli bahanelerle bir kere açıp izlemişizdir. Gorbaçov’un Sovyetlerin dağılış dönemindeki meşhur konuşmasından ve Kızıl Bayrağın gönderden indiriliş videolarından bahsediyoruz. Bu olay kimi için zaten çoktan bitmiş bir gerçeğin ilanı, kimilerinin ise siyasi kıblesinin çöküşüdür. Bu yazıda Sovyetler Birliğinin nasıl ve ne sebeplerle çöktüğünden bahsetmeyeceğiz. Yazımızın konusu bugünlerde tekrardan tüm dünyaca ambargolara maruz kalan Rusya’nın 90’lı yıllardaki saldırıların ardından toparlanış sürecinden bahsetmek ve bugüne dair birkaç gözlemi sunmaktır. Özellikle Putin öncesi ve Putin sonrası bambaşka bir Rusya karşımızda durmaktadır. Amerikan Emperyalizminin saldırılarını her gün artırdığı bu dönemde Türkiye’nin çevresinde kader ortaklığı yaptığı bölge ülkelerinin süreçlerini öğrenmek, incelemek ve değerlendirmek günün önemli bir görevidir.

Kapitalizmin Rusya Seferi

Sovyetler Birliği 1991 yılında dağıldıktan sonra Rusya’nın sosyalistleri yeni bir toparlanma ve geçmişin muhasebesini yapmaya koyulurken kendisi eski bir SBKP Yöneticisi olan Boris Yeltsin iktidarı almıştı. Gariptir Sovyetleri yıkanlar Sovyet sisteminin yetiştirdiği komünistler oldu. Bozuk Sovyet sistemi Lenin’i heykellere mozolelere hapsetti ve onun yerine iş birlikçi Yeltsinleri yarattı.

Sovyet coğrafyası özellikle sanayi ve enerji bakımından muazzam bir saha haline gelmişti. Tamamı devlet kontrolünde olan bu işletmeler başta Atlantik sermayesi olmak üzere iş birliği halinde oldukları yerli oligarkların iştahını kabartıyordu. Yeltsin’in iktidara gelmesi ile beraber, bu işletmelerin hepsi özelleştirildi. Özelleştirilen ürünler o kadar ucuza gidiyordu ki, bu yerli oligarklar tek başlarına neredeyse tüm Rusya gazına ve diğer enerji işletmelerine kolaylıkla sahip olabiliyorlardı. Sadece Rusya değil tüm Sovyet coğrafyasına hücum eden Atlantik emperyalizmi ve işbirlikçi oligarklar Sovyet birikimi olan her şeyi kendi kullanımlarına açtılar. Kapitalizm, kendine göre el değmemiş bulduğu Sovyet coğrafyasına tüm haşmetiyle girdi.

Yeltsin döneminde Kremlin’i perde arkasından yönettiği söylenen ve haraç mezat bir şekilde Sibneft petrol şirketinin ve ORT televizyon kanalının sahibi olan, Mercedes marka arabaları Rusya pazarına sokan Rasputin lakaplı Berezovski,

Ülkenin en büyük petrol şirketi YUKOS’u yok pahasına satın alıp, hisselerini el altından Amerikan şirketlerine satan ve Putin döneminde cezaevine atılan Hodorkovski,

NTV’nin de dahil olduğu medya şirketlerinin sahibi olan ve bankası aracılığıyla devletten 10 Milyar dolar vergi kaçıran Gusinski bunlara sadece birkaç örnektir. (1)

Özellikle Sovyetlerin dağılmasına yakın yaşanan otorite boşluğu zaten zengin iş insanlarına çeşitli avantajlar yaratmıştı. Dağılmadan sonra bu iş insanları ekonomiden siyasete Rusya’da tüm alanlara hakimiyet kurabilecek hale geldiler. Sovyet döneminde Rus gazının dağıtımı için kurulan ve en önemli gelir kalemlerinden olan GazProm şirketi özelleştirildi. Rusya’da zenginler daha da zenginleşirken fakir halkın durumu aksi istikamette gidiyordu. Maaşlar ödenemiyor, işsizlik oldukça artıyor ve devlete güven azalıyordu. Devletin geri çekilmesiyle zengin iş adamları mafyalaşmaya başladı. Dikkat edilirse bahse konu olan 90’lı yıllarda, devlet ve mafya iç içe girmişliği Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de belirginleşmiştir. Yoksullaşma muazzam seviyeye gelince Rus Oligarklar yatırımlarını yurtdışına kaçırmaya başladılar. Ülkeyi hortumladıktan sonra anlaşmalı oldukları Avrupa ülkelerine gidip sözde oraya yatırım götürüyormuş gibi gözüküp servetlerine servet katma derdine girdiler. 2000’li yıllarda Rusya’dan kaçan Roman Abramoviç’in Chelsea takımını satın almıştır. Küresel emperyalist sermaye ile iş birliği halinde olan Rus iş insanları Rus pazarını emperyalistlere açma karşılığında Batı’nın her türden desteğini görüyorlardı.

Put İn Atlantik Out

Başta belirtelim Putin, bulutların üzerinde bir lider değildir. Putin’in iktidara geldiği süreçte ABD’nin sözde tek kutuplu dünya teorisine karşı Asya ülkeleri direniş halindeydi. 1996 yılında tek kutupluluğa karşı ŞİÖ’nün kurulması, 1995 yılında Türkiye’nin ABD taşeronu PKK’ya kapsamlı bir harekât düzenlemesi ve ardından gelen 28 Şubat süreci, İran, Çin, Hindistan gibi ülkelerin kendi aralarında iş birliğine girmesi, dünyanın tek kutupluluğu kabul etmeyeceğinin işareti idi.

Bu bağlamda Rusya’yı incelediğimizde, Rusya köklü bir imparatorluk geleneğine sahiptir. Bu sebeple Yeltsin döneminde kendisine biçilen, ABD ile uyum içerisinde kapitalizmin vahşetine sınırlarını açan bu kefeni yırtıp attı. Putin bu sürecin bir sembolü olarak iktidara geldi. Rusya’nın köklü devlet gelenekleri içinde Putin’i çıkardı. Diğer bir tabirle Rus halkı mücadele ettiği için kendi içinden bir Putin çıkardı. Bu sürecin bir sonucu olarak 1999 seçimleri Rusya’nın adeta bir dönüm noktası idi. Putin iktidarı aldığında devlet, kelimenin tam anlamıyla harap haldeydi. Ekonomisi çökmüş, işletmeler yağmalanmış, devlet hemen hemen çoğu alandan çekilmişti.

Putin iktidarı her şeyle tek tek, sırayla uğraştı. Önce ordu modernize edilerek Kızıl ordu ruhunu tekrardan oluşturma çabalarına girildi. Bu süreç hızlı tamamlanınca 1999 yılında Çeçen ayrılıkçılığına karşı İkinci Çeçen Savaşı başladı. Aslan Mashadov önderliğindeki Çeçen Ayrılıkçılar yenilerek Grozni bölgesini terk etti ve dağlara çekilmek zorunda kaldı. Rusya Federasyonu’na bağlı Çeçenistan Devleti resmen kuruldu.

Özelleştirilen hemen hemen tüm işletmeler tek tek kamulaştırıldı. Eskinin büyük oligarkları, haklarında açılan yolsuzluk, usulsüzlük davaları nedeniyle ya cezaevlerine atıldılar ya da Rusya’dan kaçmak zorunda kaldılar. Putin burada kararlılığını “Sermaye etkisini iktidara dayatanlar, bir sınıf gibi davranmaktan vazgeçsinler” diyerek ortaya koyuyordu. Uzun yıllar devlette görev yapmış Putin, kamu mallarını yağmalayan bu vurguncuları çok iyi tanıyordu. Onların ellerindeki mallara devletin el koyması ve bunları yatırıma yönlendirmesi ve bu oligarkların iktidardan uzaklaştırılması ile Rusya ekonomisinde ciddi bir iyileşme gözlendi. Putin emperyalist tekellerin hortumunu kesmişti. Yukarıda özelleştirildiğinden bahsettiğimiz GazProm şirketi Putin döneminde tekrardan kamulaştırıldı ve kârı artmaya devam etmektedir. Bugün Rusya GazProm üzerinden Batılı emperyalist güçlere meydan okumaya devam ediyor.

Kader Yılında Rusya’nın Konumu

Genel Başkanımız Dr. Doğu Perinçek 2022’yi kader yılı olarak nitelemişti. Bu kader yılında Asya ülkelerinin başında Rusya’nın aldığı tutum belirleyici bir önem taşımaktadır. Sovyetlerin dağılmasından sonra tek kutuplu dünyanın ömrü yalnızca on sene oldu. Fukuyama’ların tarihin sonu diyerek işaret ettikleri dönem aslında Atlantik’in sonu idi. Amerikan emperyalizminin tarih olma sürecinin Asya ülkelerinin bir araya gelip Atlantik’e karşı bir mekanizma olarak geliştirdikleri Şangay Beşlisi, Türkiye’nin 1995 sonrasında aldığı Anti Amerikancı tutum ve Silivri zindanlarının yıkılması ile beraber Amerikancı Gladyo’nun Türkiye’den temizlenmesi kadar önemli olan bir diğer konu da şüphesiz Putin’in iktidara gelmesi idi.

Sadece Asya ülkelerinin aldıkları konum tek başına yeterli değildir. Avrupa da önemli bir kutuptur. 2030’lu yıllarda ülkelerin GSYH değerlendirmelerinde Almanya 10. Sırada gözüküyor. (2) Güçlü ekonomisi olsa da Avrupa içerisindeki ülkelerin birbirleri olan anlaşmazlıkları ve ABD karşısındaki tutumları onları bölünmeye itecektir. Avrupa’da yaşanacak olası, milliyetçi ve Amerikan karşıtı iktidar değişiklikleri o cephenin de bölünmesi ihtimalini göz önüne seriyor.

Bu iklimde Rusya, Avrasya’daki insancıllık mücadelesinin ön cephelerinde Türkiye ile beraber duruyor. Ukrayna üzerinden Rusya’ya silah doğrultan ABD, Doğu Akdeniz ve Suriye’nin kuzeyi’nde Türkiye’ye silah doğrultuyor. Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı askeri harekât ABD yayılmacılığını önlemek için yapılması hasebiyle haklıdır ve Türkiye’nin de yararınadır. Bu harekât üzerinden Türkiye’deki Amerikancı yayın organları işgal, katliam, çocuklar öldürülüyor gibi psikolojik harp taktikleri kullandılar. Türkiye’nin PKK üzerinde yaptığı operasyonlar için de aynıları söylenmiştir. Türkiye’nin Rusya’ya yaptırımları kabul etmemesi çok değerli bir yaklaşım. Denge siyaseti adı altında yapılan yanlışlıklara rağmen Rusya kaybedilmiyor. Rusya’nın kaybedilmesi Avrasya’nın kaybedilmesidir. Rusya’da burada Türkiye’nin tavrını görüyor ve hasım ülkeler sıralamasına koymuyor.

Artık bölge jeopolitiği Atlantik’in galibiyetine müsaade etmemektedir. İşte Vatan Partisinin Tarihi Fırsat değerlendirmesinin bu yönüyle de okunması gerekir. Bu fırsat, sadece iç siyasette partimizin iktidarı açısından değil, aynı zamanda dünyanın gelişen süreci açısından da fırsattır.

ABD bir çıkmazdadır. ABD’nin çıkmazı Asya için bir uyanış ve zaferin müjdecisidir. Dünya Soğuk Savaş sonrasında bozulan dengesini ancak bu sayede bulabilir. Ezilen milletlerin zaferi olmazsa dünyada kan, kaos durmayacaktır. Çünkü kan ve kaosa sebep olan kuvvet yerli yerinde duracaktır. O sebeple bu hal gerçekleşmeye mecbur bir haldir. Bu iş ya sakinlikle olacaktır ya da kuvvetle olacaktır. Buna karar verecek olan ABD’dir. Biliyoruz hiçbir emperyalist kuvvet kan ve gözyaşı vermeden tarih sahnesinden çekilmemiştir. Mazlum milletler savaşı başlatan taraf olmayacaktır. Öyle veya böyle kaybeden Atlantik, kazanan insanlık olacaktır.

Kaynakça

  1. https://www.aydinlik.com.tr/haber/putinin-oligarklarla-mucadelesi-304122
  2. ABD Yol Ayrımında, Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları

Berat Karaaslan
Vatan Partisi Öncü Gençlik Diyarbakır İl Başkanı ve GYK Üyesi