Ana Sayfa Yazılar BİR AMERİKAN YAPILANMASI: KONTRGELİRLLA TARİHİ

BİR AMERİKAN YAPILANMASI: KONTRGELİRLLA TARİHİ

8

Türkiye’de Kontrgerilla’nın hükümetleri sırasıyla:

1950’lerde Menderes-Zorlu

1970’lerde Sunay-Tağmaç, Erim-Meler, Türkeş

1980’lerde ve 1990’larda 12 Eylül Yönetimi, Özal, Çiller, Bahçeli

2000’ler Tayyip-Gül ardından Fetullahçı Gladyo olmuştur.

Kontrgerilla’nın temelleri Türkiye’de Truman Doktrini sonrası atıldı. ABD Başkanı Truman’ın 12 Mart 1947’de Kongre’de yaptığı konuşmada, Türkiye ve Yunanistan’ın Sovyet tehdidi altında olduğunu ve komünizmden uzak tutulmaları gerektiğini vurguladı. Kongre, Truman Doktrini’ni kabul etti. Türkiye ve Yunanistan’a 400 Milyon dolar verilmesi kararlaştırıldı. Özellikle Yunanistan’da sol hareket bastırıldı ve Yunanistan, Sovyetler Birliği’ne karşı konumlandırıldı. 4 Temmuz 1948’de ise Avrupa ülkelerini teslim almak amacıyla dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın adıyla anılan Marshall Planı uygulamaya sokuldu.

Türkiye’de bu süreçte “Sovyetler Birliği tehdidi” yalanıyla teslim alınmaya çalışıldı. Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren Türkiye ve Atatürk Devrimleri’nin en yakın müttefiki olan Sovyetler Birliği, “Türkiye’den Kars ve Ardahan’ı istiyor.” yalanıyla düşmanlaştırıldı. Türkiye artık NATO’ya yakın bir ülke haline getirildi. NATO’ya giriş sürecimiz hemen olmadı. Öncesinde tam anlamıyla teslim alınmamız gerekiyordu. Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin yıkılması gerekliydi. Bu amaçla TSK’nın milli savunma planları yerine NATO’nun çıkarları esas alındı. Milli silah ve teçhizat politikamız terkedilip onun yerine ABD’ye bağımlı silah sistemlerine geçildi. Türk Ordusu’nun Atatürkçü milli eğitim politikaları yerine NATO kurallarına ve eğitimine kucak açıldı. Hepsinden daha kritik olanı Türk Devleti, Türk Ordusu’nun beynine yerleştirilmiş SüperNATO örgütüyle denetim altına alındı. Devamında Türkiye ABD saflarında Kore Savaşı’na sokuldu. Ülkede irticai faaliyetler yükseldi. Menderes’in İngiliz egemenliğini öncelik haline getiren Kıbrıs politikaları devreye girdi.

İlk Eylem: 6-7 Eylül Olayları

Kontrgerilla’nın ilk eylemi 6-7 Eylül olayları oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası İngiltere’nin Batı Asya’daki egemenliği ABD’ye geçmeye başladı. Bu doğrultuda İngiltere, Ada’daki üsleri karşılığında bölgedeki etkinliğini de ABD’ye bıraktı. ABD, bölgede güç sahibi olmak adına Kıbrıs meselesini ateşlemeye ve Türkiye ile Yunanistan arasında sorun olarak tutmaya çalıştı. Yunan devleti içinde, ‘Enosis’le Ada’nın Yunanistan’a bağlanması etkinlikleri de arttı. Bu çerçevede Türkleri katliamlarla buradan uzaklaştırma çalışmaları başladı. Türkiye’nin de müdahalesiyle artık bir “Kıbrıs meselesi” ortaya çıktı. Menderes yönetimi Londra müzakerelerinde söz sahibi olmak için SüperNATO’nun da aracılığıyla tertip düzenledi. Hedef kontrollü bir gerginlik çıkarmaktı. Fakat işler kontrolden çıkmıştı. Mithat Perin’in Ekspres gazetesinde “Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldı” şeklinde kışkırtıcı haberler yapılıyordu. Bunun üzerine Kıbrıs Türk Cemiyeti’nin çağrısıyla Taksim’de miting düzenlendi. Kısa sürede on binler akın ediyordu. Miting çığırından çıkmış, saldırı ve yağma başlamıştı. Özel Harp Dairesi’nin bu eylemi sonucunda 6-7 Eylül olaylarında resmi rakamlara göre 3 ölü, 30 yaralının yanında 73 kilise, 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır ve gayrimüslimlere ait 5583 iş yerinin tahrip edildiği ortaya çıktı. Yassıada Mahkemeleri’nde polise “Hırsızlık ve yangın olayları dışındaki olaylara göz yumun ve karakolları terk etmeyin” talimatı verildiği ortaya çıktı. Bu olaylar ne Türkiye’ye ne de Yunanistan’a yaradı. Birbirine düşman haline gelen iki devletin sorunlarından elbette ABD yararlanmış oldu.

Kontrgerilla’ya Darbe: 27 Mayıs İhtilali

27 Mayıs 1960 orduda temizlik ve ÖHD’ye darbe hamlesi oldu. 27 Mayıs’çılar Atatürk Devrimleri’nin yıkıma uğratılmasının karşısındaydı. Demokrat Parti iktidarına karşı 1957’de Gaziantep’te başlayan halk hareketi hızla yükseldi. Halk hareketleri ve Atatürkçü, ilerici subayların girişimiyle, karşıdevrim hükümeti indirildi. 27 Mayıs İhtilali ile halkın ve gençliğin önü büyük oranda açıldı. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü alanında ciddi ilerlemeler oldu. İktidara el koyan Milli Birlik Komitesi’nin ilk işi 235’i general ve amiral olmak üzere 4000 subayı emekli etmek oldu. CIA denetimine girmiş ÖHD’ye karşı önlemler alındı. 27 Mayıs İhtilali’nin getirmiş olduğu 61 Anayasası’nın özgürlük ortamında sol yükseldi. Bu anayasanın en önemli boyutları, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü gerçekleştirmesi, kuvvetler ayrılığını ve bunun bir parçası olarak yargı bağımsızlığının tanınması oldu.

12 Mart ve 12 Eylül Karşıdevrim Atakları

1965 ve sonrası karşıdevrim atağının yükseldiği döneme sahne oldu. Adalet Partisi(AP) 1965 seçimlerini, arkasına ABD’nin, işbirlikçi sermayenin, toprak ağalarının, tefecilerin ve tarikatların büyük desteğini alarak kazandı. Siyasi iktidarın ABD hedefleri doğrultusunda düzenlenmesiyle birlikte Derin Devlet’in organları da yeniden yapılandırıldı. İlk kez bu yıllarda çok sayıda polis, jandarma ve ordu mensubu, halk mücadelesini bastırma yöntemleri üzerine eğitilmek adına CIA okullarına gönderildi.

CIA ajanları ve ABD’deki uzmanlar da Türkiye’deki faaliyetlerini arttırdılar. 27 Mayıs’çı subayları, politikacıları, aydınları, bilim insanlarını, özellikle ordunun üst düzeyinde görev alanları sindirmeye ve ABD’ye karşı gelişen muhalefeti bölmeye çalıştılar. 

6 Temmuz 1965’te Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Yasası yürürlüğe girdi. Eski MAH (Milli Emniyet Hizmeti) kadrosuyla, ABD’de CIA okullarında eğitim görmüş unsurlar MİT saflarına dolmuştu. İlk görev TSK’yı yakından izlemek ve Atatürkçü yükselişi önlemek olacaktı. Halk hareketlerini bastırmak Türk Ordusu’nu denetim altında tutmak adına Derin Devlet’in katı disiplini uygulandı.

Daha önce çeşitli derneklerde dağınık halde bulunan Irkçı Türkçüler ilk kez Alparslan Türkeş’in önderliğinde bir siyasi partide örgütlendiler. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni (CKMP) ele geçiren Türkeş adını Milliyetçi Hareket Partisi(MHP) olarak değiştirdi. Bundan sonra da ordu ve devlet kurumlarında faaliyet yürütmeye ve örgütlenmeye devam ettiler.

1968-1969 yılları gençliğin ve halk hareketlerinin yükselişe geçtiği yıllar oldu. Gençlik tam bağımsız Türkiye ve demokratik üniversite istiyor, ABD’nin 6.Filosunu protesto ediyordu. İktidar gençliği bastırmak adına 12 Mart 1971’e doğru polis ve komando çeteleriyle birlikte gençliğe olan saldırılarını artırdı ve birçok gencimiz şehit oldu.

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, ABD’nin geri kalmış ülkelerde hakimiyetini korumak için dayattığı bir sözde kurtarma planı hazırlanmasını emretti. 1967’de Yunanistan’da, yine ABD taraflı yapılan darbenin bir benzeriydi.

Orduda Tağmaç cuntasının yanı sıra, Atatürkçü subayların oluşturduğu bir grupta vardı. Müdahale için uygun anı kollasalar da hareketleri Sunay-Tağmaç kliği tarafından büyük ölçüde kontrol ediliyordu. Reformcu, ilerici grup 9 Mart’ta iktidara müdahale kararı almıştı. Ancak başarılı olamadı. Bu grupla birlikte hareket eden Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur’un, Org. Memduh Tağmaç’ın tarafına geçmesiyle ilerici grup Tağmaç cuntası tarafından dağıtıldı. Darbeyi ise 12 Mart 1971’de Sunay-Tuğmaç cuntası diğer yönüyle Amerika yaptı.

12 Mart Darbesinin sebebi olarak halkın sosyal gelişiminin ekonomik gelişimden önde olması gösterildi. 12 Mart’a doğru Derin Devlet’te ağırlığını artıran asker, Tağmaç cuntasından sonra duruma tam anlamıyla hâkim olmuş oldu. Amerikancı devlet örgütlenmesi yeniden yapılandırıldı. ÖHD ve MİT’in, CIA ve Brüksel’deki NATO karargahıyla işbirliği yoğunlaşarak devam etti. Kontrgerilla merkezi Sıkıyönetim Koordinasyon Komitesi’nden mevzilenmişti.

12 Eylül 1980’e doğru bıçak kemiğe dayandı. Bir sağ-sol çatışması yaratıldı ve bunun durdurulması toplumsal talep haline getirildi. Kontrgerilla’nın kışkırtmaları ve operasyonlarıyla ortaya çıkarılan anarşi ve terör 12 Eylül sonrası kesildi. Amaç zaten buydu, müdahale için sorun yaratıldı, sonra aynı sorun bu sorunu ortaya çıkarılanlar tarafından “ortadan kaldırılmış” oldu. Türk-Kürt, Alevi-Sunni çatışmaları bu süreçte ABD tarafından kışkırtılmış ve darbeye ortam hazırlanmıştı.

12 Eylül, Türkiye’yi Küçük Amerika yapma sürecinde Atatürk Devrimi’ne en köklü darbeyi indiren karşıdevrim dönemi olmuştu.

90’lı Yıllarda Kontrgerilla

1980’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle ABD tek süper devlet haline geliyordu. SüperNATO’nun, Kontrgerilla faaliyetlerinin devam etmesi ABD hegemonyasının devamı için şarttı. 50’li, 60’lı, 70’li yılların “Sovyet tehdidi” yalanının yerini “Radikal İslam” almıştı. ABD’nin Yeni Dünya Düzeni adlı küresel hegemonyasının devamı için gerekli olan Gladyo’nun da varlık nedeni bu korkulukla açıklanıyordu. Türkiye’ye ise “Ilımlı İslam” misyonu verilmişti. Atatürk’ün ve devrimlerinin “modası geçtiği” söylemleri dolaşıyor, Milli devlet ve onun laiklik ilkesi hedef alınıyordu.

Milli savunma ve Milli ekonomi çözülerek yerini serbest piyasaya, özelleştirmeye ve ülkemizin ABD ve NATO’nun bekçilik görevini üstlenmesine bırakılması adına Cumhuriyet rejimi yerine Mafya-Gladyo-Tarikat sistemi uyguluyorlardı.

Turgut Özal ise ABD için Türkiye’de bu görevi yerine getirecek en uygun isimdi.

Mafya-Gladyo-Tarikat rejimi Atatürk Devrimleri’ne bağlı birçok insanımızın şehit düşmesine, katledilmesine sebep oldu.

Gladyo merkezli saldırılarda 31 Ocak 1990’da Türk Hukuk Kurumu ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Muammer Aksoy’u, 7 Mart 1990’da Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi Çetin Emeç’i, 4 Eylül 1990’da Turan Dursun’u, 6 Ekim 1990’da Doç. Dr. Bahriye Üçok’u, 24 Ocak 1993’te gazeteci-yazar Uğur Mumcu’yu, 17 Şubat 1993’te Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’i ve 2 Temmuz 1993’te Sivas Katliamı’nda 34 aydınımızı şehit verdik.

Şehit edilen tüm insanlarımızın ortak özelliği ABD’nin Türkiye’deki bölücü ve gerici faaliyetlerine karşı olmalarıydı.

Bütün bu yaşananların yanına aynı dönemde gerçekleştirilen 1.Körfez Savaşı’nı, yani ABD’nin Irak’a saldırısını ve Kuzey’inde bir kukla devlet kurma girişimini değerlendirdiğimizde suikastlar daha da anlamlı hale geliyordu.

ABD 90’lı yılların başında ülkemizi ve bölgemizi parçalamak hedefiyle bir Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) atağı gerçekleştirdi. Bugüne baktığımızda bu projenin halen devamını, Türkiye’nin ve bölge komşularımızdan Suriye, Irak ve İran’ın tehdit altında olduğunu görebiliyoruz.

Özal döneminde sivilleşme ve sivilleştirmeye özen gösteriliyordu. Özal’ın stratejisi esas olarak dört adımdan oluşuyordu:

1-) Üruğ-Öztorun’un 2000 yılına uzanan askeri hiyerarşi planını bozmak

2-) Güneydoğu’da bir süper vali aracılığıyla askeri güçleri denetim altına almak

3-) MİT’i sivilleştirmek

4-) Genel Kurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak

Özal, planın birinci ve ikinci adımlarını gerçekleştirmiş ancak üçüncü adım CIA-MOSSAD bağlantılı Hiram Abas’ın MİT’ten uzaklaştırılmasıyla başarısızlığa uğramıştır.

Turgut Özal’ın Özal-Co(Özal’ın Özel Bürosu) ile temellerini attığı Mafya-Gladyo-Tarikat örgütlenmesini daha sonra Tansu Çiller devraldı ve Çiller Özel Örgütü(ÇÖÖ) olarak sürdürdü.

Çiller Özel Örgütü’nün Gladyo-Mafya ayağı merkezinde 1980 öncesinde ÖHD ve MİT içindeki CIA yuvalanması olan Abdullah Çatlı ve Grubu bulunuyordu. CIA 80 öncesinde bu ülkücü terör çetesini 12 Eylül Darbesi’nin koşullarını oluşturmak için kullandı.

Mafya-Gladyo iktidarının ideolojik ve toplumsal temelini ise ABD’nin dayattığı “Ilımlı İslam” modeli oluşturuyordu. Bu toplumsal yapının temelinde tarikat ve cemaatler bulunuyordu. Bu sistemde FETÖ’nün devlet kurumlarına sızması daha da anlam kazanıyordu. Mafya-Gladyo-Tarikat sistemi ABD’nin dayatmış olduğu görevleri üstleniyordu. Bu dönemde işlenen suçlar bir hayli kabarıktı: Azerbaycan’da Darbe tertipleme, Çeçenistan’a silahlı müdahale, İran’la çatışma kışkırtma, MİT’i CIA’laştırma, uyuşturucuya bağlı ekonomi, kaçakçılık, ABD’nin kukla Kürdistan planına yardım, suikastlar, mafya ve tarikat ilişkilerinin derinleşmesi…

Susurluk Olayı ve 28 Şubat 1997’de Genelkurmay’ın 20 maddelik “Devrim kanunları uygulansın” muhtırası Çiller Özel Örgütü’nün çözülme sürecinde dönüm noktası oldu. Bu dönemde ÇÖÖ’nün çekirdeğini oluşturan iki merkeze, Emniyet İstihbarat Dairesi ile MİT Kontrterör Merkezi’ne, yani örgütün operasyon merkezine darbeler indirildi.

2000’li Yıllar: Cumhuriyet Çökertilme Sürecinde

2000’li yıllar milletimizin Avrupa kapısında parçalandığı ve Cumhuriyetimizin çökertilme seviyesine gelindiği buna tepki olarak da tarihimizin en büyük kitle hareketlerinin yaşandığı yıllar oldu.

Avrupa Birliği’ne girmemiz için Lozan’dan ve milli egemenlikten vazgeçilmesi, Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olarak tanınması, 1915’teki Ermeni Tehcir’inin bir soykırım olarak kabul edilmesi Türkiye’ye dayatılıyordu.

Başta Bülent Ecevit hükümeti ve sonrasındaki sistem partileri AB dayatmalarına boyun eğdi ve Türkiye AB kapısında parçalanma sürecine girdi. Sürece itiraz edildiğinde ise ekonomi 2001 Krizi ile çökertildi. Emperyalizm tam teslimiyeti arzuluyordu.

11 Eylül 2001’de ABD’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırı, ABD’nin Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni somutlaştırmasını ve güncelleştirmesini getirdi. Asya’ya, Ortadoğu’ya ve İslam’a yönelik psikolojik saldırılara hız verildi. ABD dünyanın tek efendisi olmak, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarını ve yollarını denetim altına almak için BOP’un düğmesine bastı. Defalarca kez BOP Eşbaşkanı olduğunu ilan eden Recep Tayyip Erdoğan iktidara getirildi.

Türkiye’nin bu süreçte olumlu tavrı, 80 bin ABD askerinin ülkemizde üslenmesine yol açacak olan, ABD’nin Irak’ı Türkiye üzerinden işgal tezkeresini 1 Mart 2003’te TBMM’de reddetmesiydi.

4 Temmuz 2003 günü Irak’ın işgali devam ederken Süleymaniye kentinde ABD Silahlı Kuvvetleri Özel Kuvvetler’e bağlı 11 subayımızı rehin aldı ve başına çuval geçirdi. Kuzey Irak’ta bu rezilliğin yaşandığı saatlerde iktidar ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök sessizliğini korumuştu.

O tarihten günümüze kadar TGB’li ve Vatan Partili gençler tam 7 defa ABD askerinin başına çuval geçirmiş, hükümetin gösteremediği tepki ve cesareti göstermiştir.

Ergenekon Kumpası ve FETÖ Darbesi

5 Kasım 2007’de ABD Başkanı George Bush’un talimatıyla Ergenekon kumpası başlatıldı. ABD, Türk devletinin içine yerleştirdiği Fethullahçıları kullanarak kaleyi içerden fethetti ve TSK’ya geniş çaplı bir operasyon yaptı.

ABD’den yalnızca talimat gelmedi. Ergenekon Operasyonu’nu eylemli olarak yürütecek 35 kişilik ekip de geldi. CIA-Pentagon Heyeti, 18 Şubat 2008 günü Ankara’ya indi ve ABD Büyükelçiliği yakınında bir binaya yerleşti. Operasyon Ekibi, Türkiye’deki en üst düzey ABD askeri temsilciliği olan ODC (Office of Defense Cooperation = Savunma İşbirliği Dairesi) bünyesinde çalışıyordu. ODC’nin başında ABD’li bir tümgeneral bulunuyordu.

Ergenekon adlı bir suç örgütün olduğu iddia ediliyordu. Ancak bahsedilen örgütün kurucusu, yöneticisi, eylemi, programı, toplantısı yoktu. Amerikancı Gladyo Türkiye’yi parçalama ve kendine tam bağımlı hale getirme sürecinde tehdit gördüğü isimleri bu örgüte mensup olmaktan yargılamış ve hapse atmıştı.

Bu dönemde milli güçlerin direnişi hiç durmadı. Ergenekon kumpasında yargılanan kuvvetlerden biri olan Türkiye Gençlik Birliği önderliğinde 13 Aralık 2012, 8 Nisan 2013 ve 5 Ağustos 2013 tarihlerinde milleti birleştiren, yüz binlerin buluştuğu Silivri Kuşatması eylemleri yapıyordu. “Yeminler edildi, yıkılacak Silivri’’ sloganlarıyla Türk gençliği ve milleti ABD kumpasına boyun eğmeyeceğini haykırıyordu.

Türk milletinin direnişi sonuç vermişti. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, “Program yok, toplantı yok, örgüt organları yok, örgüt yönetimi yok, eylem yok, bu nedenlerle ortada bir örgüt yok” diye karar verdi ve FETÖ yargıçlarının verdiği kararı esastan bozmuştu.

17-25 Aralık 2013’te yaşanan bir başka kritik gelişme ise Amerika’nın Polis içindeki FETÖ örgütünü kullanarak düzenlemeye çalıştığı Hükümet Darbesi’ydi. Bu girişim başarısız oldu. Bunun üzerine Fethullah Gülen’e bağlı yapılanma, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY) adıyla bir terör örgütü olarak kabul edildi. Polis içindeki binlerce FETÖ mensubu tasfiye edildi. Polisin Türk Milleti’nin Polisi olma süreci başladı. Bunu, başta yargı olmak üzere, diğer kurumlardaki temizlik operasyonları izledi.

ABD-Türkiye Savaşında, Silivri duvarlarının yıkılmasıyla birlikte girişim, Türkiye’ye geçti. Türkiye’nin milli kuvvetleri, FETÖ’nün polis ve yargıdan temizlenmesi için vitesi artırdı.
En kritik olanı da 24 Temmuz 2015 günü Türk Ordusunun ve Polisinin, PKK Terör Örgütünü silahla bastırma harekâtı başladı. Ergenekon-Balyoz tertiplerine karşı mücadele, artık Vatan Savaşıydı. Savaşın bu aşamasında, Türk Ordusu ve Polisi, ABD’nin “Kara Gücünü” hendeklere gömdü.

FETÖ ve Tayyip Erdoğan artık bir iktidar savaşı içerisine girdi. ABD’nin Erdoğan’dan vazgeçerek FETÖ’yü tercih etmesi Erdoğan’ı milli kuvvetlerin safında yer almaya itmişti. Erdoğan ABD’nin hedefi haline gelmişti. Bir başka deyişle Erdoğan artık ABD için istenmeyen adamdı. BOP Eşbaşkanı Erdoğan artık BOP’a karşı mücadele verme cephesine gelmişti.

Tarihler 15 Temmuz 2016’yı gösterdiğinde ABD, Türk Ordusu içinde 60 yıldır örgütlediği silahlı gücü harekete geçirdi. Darbenin merkezi İncirlik Üssü oldu. Darbe için uzun süredir hazırlandığı anlaşılan detaylı ve kapsamlı plan uygulamaya konuldu. Darbe esas olarak 16 Temmuz 2016 sabaha karşı 03.00’da başlatılacaktı. Daha sonra ortaya çıkan “Sıkıyönetim Direktifi”nde yönetime el koyma saati 03.00 olarak yazılmıştı. Ancak darbe planı deşifre oldu. 15 Temmuz saat 16.00’da MİT, Genelkurmay Başkanlığı’na darbe girişimini haber verdi. Cunta hızla harekete geçmek zorundaydı. Eğer plan uygulandığı gibi gitseydi, darbe çok daha kanlı olacak ve bastırılması çok daha uzun sürecekti.

Darbeciler, 15 Temmuz gecesi önce tüm dünyanın gözü önündeki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerini işgal ederek, en korunaklı yerde gövde gösterisi yaptılar. Alçak irtifada ses hızının üstünde uçan uçaklarla bombalanma etkisi yaratarak halkı sindirmeye çalıştılar.
TRT ele geçirildi. Silah zoruyla okutulan darbe bildirisinde Atatürkçüleri ikna etmeyi amaçlayan ibareler vardı. Türksat vurularak uydu yayını kesildi. Darbe sırsında gözü dönmüş FETÖ’cü darbeciler, polis ve sivil 246 vatandaşımızı şehit etti, 1491 vatandaşımızı yaraladı. TBMM, Emniyet Genel Müdürlüğü, Özel Harekât Merkezi, MİT Yerleşkesi uçaklarla bombalanmış, sivil halkın üzerine helikopterlerden ateş açılmıştı. Binlerce Fethullahçı subayın katıldığı ve binlerce masum er ve erbaşın kullanıldığı tarihin en kanlı darbe teşebbüslerinden biri yaşandı.

Darbenin amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 24 Temmuz’da Amerika’nın kara gücüm dediği PKK’ya karşı başlattığı, Vatan Savaşına cevap vermekti. Amerika, bölge ülkeleriyle işbirliği yapamazsın, Atlantik’e bağımlı olmak zorundasın, PKK’yı hendeklere gömemezsin, FETÖ’cü yuvalanmayı temizleyemezsin demek istemişti. Bu darbe girişimi, Vatan Savaşının bir cephesiydi.

Darbe girişimi Türk Ordusunun, Polisinin ve Milletinin kenetlenmesiyle başarısız oldu. Bu savaşın kaybedeni ABD olmuştu. ABD emperyalizminin 70 yılda inşa etmiş olduğu Kontrgerilla silahlı darbe girişiminde bulunmuştu ve Türk Ordusu tarafından ezilmişti.

ABD kesin bir yenilgiye, büyük bir hezimete uğramıştı fakat günümüze kadar uzanan bu savaş henüz bitmemişti.

KAYNAKÇA:

Kontrgerilla 1 Teorisi – Ferit İlsever, Kaynak Yayınları.

Kontrgerilla 2 Örgütlenmesi – Ferit İlsever, Kaynak Yayınları.

Gladyo ve Ergenekon – Dr. Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları.

FETÖ Darbesi – Dr. Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları.

Çiller Özel Örgütü TBMM Susurluk Komisyonu’na Sunulan Dosya ve Belgeler – Dr. Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları.

Amerikancı FETÖ Darbe Girişiminin Stratejisi ve Psikolojik Savaş – Serdar Üsküplü, Teori Ağustos 2016, Sayı 319.

6-7 Eylül 1955 Olayları Gladyo’nun İlk Eylemiydi – Ercan Dolapçı, Aydınlık Gazetesi, 7 Eylül 2021.

Ergenekon Davasının Esası – Dr. Doğu Perinçek, Aydınlık Gazetesi, 6 Aralık 2012.

FETÖ’cü Darbenin Seyir Defteri Serisi 1-2-3-4-5-6 – Dr. Doğu Perinçek, Aydınlık Gazetesi, 5 Ağustos 2016.