Ana Sayfa Yazılar DOĞU AKDENİZ’DE ORTAK KADER: KIBRIS VE FİLİSTİN’İN MÜCADELESİ, TÜRKİYE’NİN TARİHSEL SORUMLULUĞU

DOĞU AKDENİZ’DE ORTAK KADER: KIBRIS VE FİLİSTİN’İN MÜCADELESİ, TÜRKİYE’NİN TARİHSEL SORUMLULUĞU

19

Doğu Akdeniz, 21. yüzyılın jeopolitik rekabetin en yoğun yaşandığı alanlardan biridir. Hidrokarbon rezervleri, enerji aktarım hatları, deniz yetki alanlarının belirlenmesi ve emperyalist güçlerin bölgesel nüfuz mücadelesi bu coğrafyayı küresel sistemin kırılgan düğüm noktalarından biri hâline getirmektedir. Doğu Akdeniz’de son dönemde tırmanan egemenlik mücadelesi, yalnızca bölge ülkelerinin değil, Atlantik merkezli emperyalist güçlerin de sahaya yüklendiği çok boyutlu bir cepheye dönüşmüştür. ABD ve İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden Türkiye’yi dar bir sahile sıkıştırmayı; deniz yetki alanlarımızı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) varlığını tartışmalı hâle getirmeyi hedeflemektedir. Bununla da yetinmeyerek Doğu Akdeniz’deki büyük savaş senaryosunu da gündeme getirmektedir. Bu sadece Türkiye’nin değil tüm bölge ülkelerinin sınavıdır.

BÖLGESEL SAVAŞIN KİLİDİ KKTC


   Bugün Doğu Akdeniz, küresel enerji koridorlarının düğüm noktasıdır. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynağı aramaları, Avrupa’nın enerji güvenliği ve Asya-Avrupa ticaret yolları için stratejik öneme sahiptir. Batılı emperyalist merkezler, bu gerçeği Türkiye’yi dışlayacak projelerle kendi lehlerine çevirmek istemektedir. Ancak Türkiye’nin Mavi Vatan mücadelesi, Karadeniz’den Ege’ye ve Akdeniz’e uzanan sahada yalnızca ulusal güvenliği değil, Avrasya’da barış ve dengeleri de koruyacak bir işlev üstlenmektedir. Bu politika başta Rusya, Çin, İran ve komşu ülkelerimizle çok yönlü iş birliği zeminini güçlendirerek bölgeyi tek kutuplu hegemonyaya teslim etmeme iradesini temsil etmektedir. ABD’nin küresel enerji denklemini yeniden kurma isteği ve İsrail’in yeni ihracat yolları arayışı bölgeyi olağanüstü stratejik kılmaktadır.

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS/UNCLOS) kıyı devletlerine münhasır ekonomik bölge (MEB) ilan etme hakkı tanırken Türkiye sözleşmeye taraf olmamakla birlikte “hakça ilke”yi (equitable principle) esas alan uluslararası teamül hukukunu savunmaktadır. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) adalara tam etkiyle MEB ve kıta sahanlığı hakkı tanıma iddiası, orantılılık ve hakkaniyet ilkeleriyle çelişmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin 2019 Türkiye-Libya Deniz Yetki Alanları Mutabakatı, uluslararası hukukun dinamik yorumuna dayalı örnek bir adım niteliğindedir.

ABD’nin Girit’ten Kıbrıs’a uzanan üs ağını genişletmesi, İsrail’in Kıbrıs Rum Yönetimi ile ortak tatbikatları ve Doğu Akdeniz Boru Hattı (EastMed) projeleri, Türkiye’yi bölgeden dışlamayı hedefliyor. Oysaki Doğu Akdeniz’de başrol Türkiye’dir ve yapacağı her hamle kritik önem arz eder. ABD ve İsrail’in bu adımları sadece enerji kanallarına sahip olmak için değil, bölgesel güç dengelerini de değiştirme niyetini de taşıyor. Washington ve Tel Aviv’in bölgemize bu yoğun ilgisi, Filistin meselesinden bağımsız değil. Filistin mücadelesinde başarısızlık demek İsrail’e Akdeniz’e daha geniş erişim, Kıbrıs çevresindeki enerji havzalarına yönelme imkânı sunmak demek ve bölgemizde emperyalist-siyonist hegemonyanın artmasına yol açar.

Çok değil, daha bir yıl bile olmamışken GKRY, İsrail’den Barak MX Hava Savunma Sistemi aldı. Nedir bu sistem diyecek olursanız; uçak, İHA, seyir füzesi ve balistik füzeleri etkisiz hale getirebilen bir hava savunma sistemi. Bu da ABD ve NATO’nun GKRY’yi bir askeri üsse dönüştürme çalışmasının bir parçası olarak önümüze çıkıyor. Çok açık görünüyor ki burnumuzun dibinde silahlanan, hava savunma sistemleri ile donatılan GKRY elbette hedef olarak başta Türkiye olmak KKTC, Filistin, İran gibi bölge ülkelerine ve emperyalizme karşı savaşan ön cephe ülkelerini koymuştur.

FİLİSTİN VE KKTC KARDEŞTİR

Filistin’in 7 Ekim 2023’te başlattığı Aksa Tufanı harekâtı sonrasında silah alışverişi yaparak ve İsrail’in Filistin’i işgal etme planını konusunda İsrail’in yanında bulunan GKRY ve İsrail arasındaki ilişkiler oldukça derinleşti. ABD, İsrail, Yunanistan ve GKRY’den oluşan cephe, Doğu Akdeniz’i kendi ablukası altına almaya çalışan bir politika izliyor. Bu durum, KKTC ve Filistin’i doğrudan tehdit ediyor.

Doğu Akdeniz’de tek bir cephe var. Filistin mücadelesini kaybedersek KKTC’yi kaybederiz. KKTC ve Filistin, Doğu Akdeniz’in ön cephesindedir. KKTC’nin tahkim edilmesi sadece Türkiye’nin değil; Rusya, İran ve Arap dünyasının güvenliğinin meselesidir. KKTC, Avrasya kuvvetlerinin temel direğidir.

KIBRIS’TA İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM PERSPEKTİFİ

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), 1983’te bağımsızlığını ilan etmiş olmasına rağmen uluslararası tanınma sorunu yaşamaktadır. Vatan Partisi’nin uzun süredir vurguladığı gibi “iki devletli çözüm” modelinin diplomatik alanda meşrulaştırılması, Doğu Akdeniz’deki Türk varlığının anahtarıdır. Türkiye’nin garantörlük hakları (1960 Garanti Antlaşması) ve KKTC’nin kendi MEB ilanı, uluslararası hukukta güçlü argümanlara dayanmaktadır.

  1. KKTC’nin tanınması için Türk dünyası, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Afrika Birliği gibi çok taraflı platformlarda yoğun bir çalışma yürütülmelidir.
  2. Mavi Vatan tatbikatlarının sürekliliği, yerli sismik araştırma gemilerinin ve sondaj filolarının faaliyetleriyle desteklenmelidir.
  3. Doğu Akdeniz’deki hakların korunması, dışa bağımlılığı azaltan milli üretim ekonomisiyle bağlantılıdır. Bu yönüyle deniz egemenliği, sanayi ve enerji politikalarının stratejik uyumunu zorunlu kılar.
  4. Rusya, Çin, İran ve bölgedeki komşularımızla enerji ve güvenlik iş birliği, Atlantik merkezli mekanizmalara karşı stratejik bir denge kuracaktır.

Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, Türkiye’nin 21. yüzyıldaki jeopolitik konumunu belirleyecek tarihsel bir dönemeçtir. Mavi Vatan doktrini, yalnızca deniz yetki alanlarını değil, uluslararası sistemde çok kutupluluk ve antiemperyalist direnç perspektifini de temsil eder. Türkiye, bu çerçevede Avrasya merkezli iş birliklerini derinleştirerek hem egemenliğini tahkim edebilir hem de küresel enerji ve güvenlik mimarisinde dengeleyici bir güç rolünü üstlenebilir.

TÜRKİYE’YE DÜŞEN GÖREV


Türkiye, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta geri adım değil, kararlılık ve caydırıcı askerî varlık politikası izlemelidir. Bu bağlamda:

  1. KKTC’nin egemen bir devlet olarak tanınması ve tanıtılması başta Türkiye’nin görevidir. Sadece Türk dünyasında değil, Asya ve Afrika’daki dost ülkeler nezdinde kararlılıkla mücadele edilmesi gereken bir konudur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasının yanı sıra Abhazya Devleti’nin de tanınması bölgesel caydırıcılık bakımından kritik önemdedir.
  2. Doğu Akdeniz’deki haklarımızı savunmak, ekonomik bağımsızlığımızla doğrudan bağlantılıdır.
  3. Türkiye, Rusya, Çin, İran ve bölgedeki diğer dost ülkelerle enerji ve savunma iş birliğini stratejik seviyeye taşımalıdır
  4. MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) mücadelesi ve haklarımızın fiili araştırma-gemi faaliyetleriyle pekiştirilmesi ertelenemez.

ATLANTİK’İN BATAKLIĞINDAN AVRASYA’NIN GENİŞ UFKUNA

21. yüzyılın en keskin hesaplaşmalarının Doğu Akdeniz’de gerçekleşeceği bir gerçektir.

 Batı Asya’nın kapısı diyebileceğimiz Kıbrıs, bu cephenin en önünde yer almaktadır. Doğu Akdeniz’in bugünün enerji-politik olarak gözbebeği olduğu gerçeği, bölge ülkelerinin dışında ABD-İsrail’in de zihnine çakılmış durumda. Bu da Doğu Akdeniz üzerindeki senaryoların önümüzdeki süreçte en yakıcı rolü üstleneceğini bize göstermektedir.

Türkiye ve KKTC, deniz yetki alanlarını kararlılıkla savunmalı, ortak enerji arama ve ortak güvenlik hamlelerini hızla hayata geçirmelidir. ABD ve İsrail’in bölgedeki kışkırtmalarına karşı; Rusya, Çin, İran ve komşu bölge ülkeleriyle Avrasya merkezli stratejik ittifak güçlendirilmelidir. Vatan Partisi’nin yıllardır savunduğu gibi çözüm, Atlantik sisteminin taleplerine boyun eğmekte değil, Türkiye’nin tam bağımsızlık ve çok kutuplu dünya stratejinde yatmaktadır.

Vatan Partisi, 2020 yılında yaptığı Karadeniz-Akdeniz Dostluk ve Barış Planı’nda açıkladığı şekilde KKTC ve Abhazya tüm bölge devletleri tarafından tanınmalıdır. Önümüzde Türkiye-Rusya-Çin gibi bir ittifak birikimi ve stratejisi duruyorken yapmamız gereken görevler çok açık. Türkiye’nin Abhazya’yı tanıması demek, Rusya’nın KKTC’yi tanıması demektir. Türkiye’nin Kıbrıs’ı tanıması yeterli değil, başta Rusya gibi komşularımıza ve tüm dünyaya Kıbrıs’ı tanıtma sorumluluğu Türkiye’nin omuzlarındadır.

Bu bağlamda;

  • KKTC’nin tanınması sürecine hız verilmesi,
  • Filistin’in uluslararası hukuk temelindeki haklarının savunulması,
  • Avrasya merkezli ittifaklarının derinleştirilmesi,
  • Mavi Vatan stratejisinin bütünleştirilmesi ve derinleştirilmesi
    hem Türkiye’nin hem de komşularımızın güvenliği için esas teşkil etmektedir.

Bağımsız ve tanınmış bir KKTC ile Özgür Filistin, Türkiye’nin esaslı meselesidir. KKTC ve Filistin davası Türkiye’nin davasıdır. Bugün Kıbrıs ve Filistin’de verilen mücadele, Türkiye’nin ve tüm Batı Asya’nın bağımsızlık sınavıdır. Bu sınavdan başarıyla çıkmak, bölgemizin tarihsel sorumluluğu ve 21. yüzyılın en büyük zorunluluğudur.

Elif Beyza Tekin
Öncü Gençlik Ankara İl Başkanı