“68
Nostalji Değil,
Anlatmak Değil, Yaşatmak Gerekli”
Röportaj: Özgür
Bursalı – Vatan Partisi Öncü Gençlik Genel Başkanı
Kırmızı
Beyaz Dergisi
Sayı: 48
Tarih: Kasım-2018
Kırmızı Beyaz’ın bu özel sayısında, sayfalarımızı çok özel bir konuğumuza ayırıyoruz; Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek…
50 yıldır mücadelenin merkezinde eylemli olarak yer alıyor. Tecrübesi ve birikimiyle Türk siyasal hayatına damga vuran, Türkiye’nin tüm kritik dönemlerinde kendisinin ve partisinin aldığı tutum ve tavırlarla tarihe geçen bir lider. Son yıllarda sözde Ermeni Soykırımı yalanının Avrupa’da dize getirilmesi, Ergenekon kumpasının dağıtılması, Atatürk’ün programıyla Türkiye’nin yeniden birleştirilmesi sürecinin tartışmasız önderi…
Dr. Doğu Perinçek aynı zamanda 68 Kuşağının resmi ve fiili genel başkanı… Yıllardır anlatılan, yazılan, çizilen 1968’in baharında, öğrenci hareketlerinin zirve noktasında, dönemin öncü örgütü Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) Genel Başkanı.
KB: On yıllara damgasını vuran “68 hareketi” nasıl var oldu? Kökleri nerede saklı?
DP: FKF’nin kuruluşundan önce, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Fikir Kulübü vardı. Biz de, 1963 yılının başında, ben, Uğur Mumcu, Adil Özkol, ve daha sonra Amasya Milletvekilliği yapmış olan Orhan Kayıhan ve Hüseyin Günday bu beş kişi Hukuk fakültesi Fikir ve Sanat Ocağını kurduk. Daha sonra bu fikir kulüpleri, siyasal, hukuk ve diğerleri birleştiler ve Fikir Kulüpleri Federasyonu kuruldu. Öncesinde 27 Mayıs’ın açtığı zeminde getirdiği anayasa, hukuki olanaklar, demokratik dengelerindeki etkileri çok önemliydi. Hem emekçi, hem aydınlanma hareketi anlamında önemli bir yükseliş oldu. 60’ların gençlik hareketi de 27 Mayıs’la ateşlenmiştir.
KB: 27 Mayıs’ta öğrenci miydiniz?
DP: Lise son sınıf öğrencisiydim. Çok ilginç bir anım var. 27 Mayıs sabahı sıkıyönetim var. Biz arkadaşlarla lise son sınıftayız. Bahçelievler Deneme Lisesi. Sevgililerimize gül toplamak için sabahın beşinde kalktık. Gül toplarken bir jip geldi. Saat beşte sıkıyönetim bitiyordu. “Gidin evlerinize dedi” Biz de “Saat beşi on geçiyor, sıkıyönetim bitti” dedik. “Arkadaşlar gidin, radyolarınızı açın” dedi. 27 Mayıs’ı biz böyle öğrendik.
KB: Alışılagelmişin dışında bir sıkıyönetim diyorsunuz…
DP: Despot, gençleri potansiyel suçlu olarak gören bir sıkıyönetim değil, gençliğe sıcak bakan bir tavır vardı. Bu çok önemli. O zamanki manzaralar hakikaten göz yaşartıcı, arabaların üzerinde insanlar, birbirleriyle kucaklaşan askerler, öğrenciler… Babam 54-57 yıllarında DP milletvekiliydi. Hiç unutmuyorum. 27 Mayıs’ta babam “Ohh” dedi. “Türkiye kardeş kavgası tehlikesinden kurtuldu”
KB: 68’de Doğu Perinçek’in konumu neydi?
DP: Türkiye tarihinin en kitlesel ve etkili gençlik eylemlerini kapsayan 1968 gençlik hareketi sırasında, Fikir Kulüpleri Federasyonu Genel Başkanı görevini yaptım. 1968 Gençlik eylemlerinin hem genel başkan sıfatıyla kamuoyu önündeki resmî önderiydim, hem de eylemli önderi… 1968 yılında devrimci gençlik hareketinde tartışılmaz bir otoritem olduğu herkesçe bilinir.
KB: 68 Nerede başladı?
DP: 1968 Gençlik hareketi, Devrimciler Güçbirliğinin (DEV-GÜÇ) kuruluşuyla başladı. DEV-GÜÇ, Tam bağımsız ve demokratik Türkiye hedefiyle, 27 Mart 1968’de kurulmuştu. Bizim, yani Milli Demokratik Devrimi savunanların FKF’nin yönetimine gelmesiyle birlikte bütün gençliği kucaklayan bir yapu ortaya çıkmış oldu.
KB: Kimler vardı DEV-GÜÇ’te?
DP: Atatürkçüsü, sosyalisti, CHP’lisi bütün gençlik vardı. Deniz Gezmiş de o zaman Sultanahmet cezaevinden yolladığı mesajla bizi coşkuyla kutlamıştı. 27 Mayıs Devrim Derneği Başkanı Kadri Kaplan, FKF Genel Başkanı Doğu Perinçek, DİSK Ankara Şube Başkanı Uğur Cankoçak, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu Genel Başkanı Prof.Dr. Bahri Savcı, Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Başkanı Sencer Güneşsoy yürütme kurulunu oluşturan isimlerdi.
KB: Süreci başlatan ilk eylem?
DP: 68 Gençlik Hareketi 29 Nisan 1968’de gerçekleşen büyük bir miting ve yürüyüşle başladı. Ankara Zafer Meydanında büyük bir kitle toplandı. 27 Mayıs 1960 Devrimine giden halk hareketinde, 29 Nisan, Ankara’daki tarihsel gençlik direnişinin yıldönümüydü. Eyleme doğrudan FKF önderlik etti. Konuşmacılar arasında Kadri Kaplan, Prof.Dr. Bahri Savcı Aziz Nesin ve İlhan Selçuk da vardı.
KB: Siz konuşmacı olmadınız mı?
DP: FKF Adına benim konuşmamı doğru bulmadım. Bir üniversite öğrencisi konuşmalıydı. Ben o zaman Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim kadrosunda Doktor Asistandım. Gençlik adına FKF Genel Sekreteri Ömer Özerturgut’a konuşma görevi verdim. Ancak o dönem arandığı için konuşmayı Atıl Ant yaptı.
KB: Mitinge bir saldırı oldu mu?
DP: Miting daha başlamadan 1000’in üzerinde gerici grup, Orduevi’nin karşısına yığılmış ve kışkırtmaya başlamışlardı. Aziz Nesin ile birlikte Yüksel Palas’tan çıkıp bu kalabalığı yararak alana girişimiz unutamam. Miting başlayınca saldırıya geçtiler. Hazırdık. Mitingin genel güvenlik sorumlusu FKF Genel Başkanıydı. Çok özenli bir güvenlik örgütlenmesi yapmıştık. Yolların kapatılması olasılığını bile dikkate aldık ve ulaşım ve haberleşme için bisikletli görevliler belirledik. Tam Aziz ağabey konuşurken, ses cihazı çalışmaz oldu. Uzaktan bir binadan alınan elektrik telleri kesilmişti. Başına yol boyu nöbetçiler koymuştuk, fakat teller binanın içinden kesilmiş. Aziz ağabey konuşmasına bağırarak devam etti. Miting başlayınca saldırıya geçtiler. Saldırganlar Orduevinin havuzuna döküldü.
KB: Miting etkili oldu mu?
DP: Eylem dünya basınında yankılandı, hatta Çin’in yabancı dilde çıkardığı yayın organlarına kadar girdi. O zamana kadar bu tür saldırılar amacına ulaşıyordu. Saldırganların bozguna uğraması devrimci güçlere ayrıca büyük bir moral kazandırdı.
KB: Avrupa’da yükselen öğrenci hareketiyle Türkiye’deki hareketin bir ilişkisi var mıydı?
DP: 68 bize dünyadan ithal edilmedi. Tamamen Türkiye’nin kendi dinamikleri temelinde yükseldi. 60’lardan gelen büyük devinim, halk ve öğrenci hareketi 68’i yarattı.
KB: 68’e Damgasını Vuran Diğer Eylemlerden Bahseder misiniz?
DP: 14-19 Mayıs 1968: İstanbul FKF’nin başında bulunduğu 17 örgütün gerçekleştirdiği, “NATO’ya Hayır” haftası. Haziran ayında gerçekleşen üniversite işgallerdi. Temmuz ve ağustos aylarında İstanbul, Ankara ve İzmir’de 6. Filo’ya karşı protesto eylemleri, NATO’ya Hayır haftası, ve Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü. 68’n maddesini bu eylemler oluşturur.
KB: Üniversite
İşgalleri nasıl başladı?
DP: 10 Haziran’dan 25 Haziran’a kadar iki hafta süren üniversite işgalleri oldu. Türkiye tarihinin en kitlesel ve en etkili öğrenci eylemlerini içeren Demokratik Üniversite Hareketi, 10 Haziran 1968 günü Ankara’da Hukuk, DTCF ve ertesi gün Fen Fakültelerinin işgaliyle başladı. İki gün sonra, 12 Haziran günü, öğrenciler istanbul Üniversitesi ve Teknik Üniversite’nin hemen bütün fakültelerini işgal ettiler. Ankara’da ilk işgalleri gerçekleştiren Hukuk, DTCF ve Fen Fakülteleri Fikir Kulüpleri’nin başkanları, hem FKF’nin önde gelen yöneticileriydiler, hem de hazırlıkları yapılan Aydınlık dergisinin kurucuları arasında yer aldılar. İstanbul’daki işgallere ise Deniz Gezmiş’in başında bulunduğu DÖB ve İstanbul Fikir Kulüpleri önderlik etti.
KB: İşgaller nasıl sonuçlandı?
DP: Demokratik üniversite eylemleri 25 Haziran’da büyük bir zaferle sonuçlandı. Türkiye 15 gün boyunca bu öğrenci hareketiyle sallanmıştı. Gençlik kitleleri FKF’nin önderliğini kabul etti. Bunun yanında taleplerimizin çoğu bu eylemlerle birlikte kabul edilmiş oldu.
KB: 6. Filo Eylemleri Nasıl Gerçekleşti?
DP: 1968 Gençlik Baharının son eylemidir 6. Filo erlerinin denize dökülmesi. FKF’nin birkaç kat büyüdüğü ve kitleselleştiği bir dönemdi. İşte bu koşullarda ABD 6. Filosu, 1968 yılı Temmuz ayı ortasında İstanbul’a geliyordu. FKF, DÖB ve 76 kuruluş toplanarak, 6. Filoya karşı eylemler için hazırlıklara başladı. 11 gençlik önderi gözaltına alındı. 15 Temmuz akşamı ilk protestolar Taksim’de başladı. 17 Temmuz akşamı, polis İTÜ Gümüşsuyu Yurdunu bastı. Çıkan çakışmada 47 kişi yaralandı. 30 öğrenci göz altına alındı. Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu, pencereden atıldı ve ağır yaralandı, hayatını kaybetti.
KB: Eylem esnasında neler yaşandı?
DP:
Saldırılar 17 Temmuz sabahından 18 Temmuz gününe kadar süren ve ABD deniz
piyadelerinin Dolmabahçe’de denize dökülmesi ile sonuçlanan çok büyük
gösterilere yol açtı. Veysi Sarısözen ve Harun Karadeniz’in başında bulunduğu
FKF İstanbul Sekreterliği, 17 Temmuz günü Dolmabahçe’ye akan gençliği durdurmak
istedi ve barikat kurdu. Fakat başarısız oldular. Deniz Gezmiş ve Hasan
Yaçın’ın önderlik ettiği kitle onları yarıp geçti. Yakaladıkları askerleri
denize attılar. Bir grup ABD askeri ise motorlara binerek gemiye kaçtılar. Bir
süre sonra halk da gösterilere katıldı. Gösteriler saat 21.00’e kadar yedi saat
sürdü.
KB: Sembol eylemlerden birisi de Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü galiba…
DP: Yürüyüş 31 Ekim 1968 günü Samsun’da başlamıştı. 49 yıl sonra Türkiye Gençlik Birliği de, Samsun’dan başladı ve 29 Ekim günü Ankara’da onbin genç oldu. Yürüyüş, aynı yürüyüştür.Deniz Gezmiş’in Atatürk’e ve Kemalist Devrime bakışını yansıtması açısından Tam Bağımsız Türkiye için Mustafa Kemal Yürüyüşü’nün bildirisi çok önemlidir. Eyleme Deniz önderlik etmiştir. Yürüyüşün önünde taşınan pankartta da yürüyüşün adı yazılıdır.
KB: Yürüyüşte siz de bulundunuz mu?
DP: O zaman Hukuk Fakültesi öğretim kadrosunda görevli olduğum için Mustafa Kemal Yürüyüşü’ne 9 Kasım 1968 sabahı Kırıkkale’de katıldım. Elmadağ’a kadar 40 kilometre yürüdük. Ertesi günü Ankara’ya girdik. Önce İşçi Partisi’nin Genel Kurultayına katıldık. Sonra Anıtkabir’e giderek Yürüyüşü hedefine ulaştırdık.
KB: Anıtkabir’de neler yaşandı?
DP: Elmadağ’daki gecenin sabahında Deniz ile Arslanlı Yol’dayız ve Anıtkabir merdivenlerini çıkıyoruz. Deniz beyniyle ve yüreğiyle bir Mustafa Kemal devrimcisiydi. Her hakiki sosyalist gibi Atatürk’e büyük sevgisi, derin bağlılığı vardı. Çelengi mozoleye bırakıyoruz ve g saygı duruşundan sonra görevli subay bii Anıtkabir Anı Defteri’nin bulunduğu salona davet ediyor. Deniz, “Deftere sen yaz” diyor. “Olmaz” Diyorum. “Yürüyüşe ilk günden beri katılan arkadaşlardan biri yazsın.” Deniz de, öyleyse ne yazacağımızı söyle diyor ve bunun üzerin üç-dört satır yazıyorum bir kağıda… Hepimiz adına hazırladığım yazıyı Cevat Ercişli deftere işliyor ve imzalıyor.
KUTUCUK-BİLDİRİ :
“1919’da
başlayan Mustafa Kemal devrimi kendisinden sonra gelen yöne ticiler tarafından amacından saptırılmış,
cumhuriyetin bütün kurumları yozlaştırılmıştır.
Bugün Türkiye’miz dünyada ilk antiemperyalist ve anti kapitalist devrimi gerçekleştiren
Mustafa Kemal’e rağmen yabancıların desteklediği
karşıdevrimcilerin etki alanına girmiştir. Biz Mustafa Kemal gençliği olarak, saptırılan devrimi
rayına oturtmaya azimliyiz, kararlıyız. Bugün başlayan yürüyüşün amacı budur.”[i]
KB:
Bu hareketli süreç, örgütsel ve ideolojik düzleme nasıl yansıdı? Bol
tartışmalı, bol kongreli süreçlerin yaşandığını biliyoruz. O süreci anlatabilir
misiniz?
DP: 1968 Gençlik Hareketine
damgasını vuran ideolojik ve örgütsel önderlik, 23-24 Mart 1968 günleri
toplanan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) 2. Genel Kurultayı’nda oluştu.
Kurultaya Sunduğumuz “Sosyalist Gençlik
Biraraya, Eylemde Birlik, Tartışmada Hoşgörü” başlıklı program, TİP
yönetiminin sosyalist devrim tezine tavır alıyor, millî demokratik devrim
stratejisini savunuyordu.
KB: Neler yaşandı kongrede?
DP: Kurultayda çok etkili bir mücadele yürüttük. Divan Başkanlığı seçimini kaybetmemize rağmen, gençliğin birliğini savunarak kurultayı etkiledik. Sonuç olarak kurultayı iki gün süren açık bir fikir mücadelesiyle kazandık. Tek dereceli seçimle Doğu Perinçek Genel Başkanlığa seçildi.
KB: Sizin Genel Başkan seçilmeniz nasıl bir etki yarattı?
DP: Milli Demokratik Devrim stratejisini savunan bir önderliğin FKF’nin başına geçmesi, 1968 Hareketi’nin ideolojik ve örgütsel ortamının oluşmasında belirleyici olmuştur. O zamana kadar SBF’de Hüseyin Ergün çevresinin oluşturduğu FKF yönetimi, CHP’li gençlerle ve Kemalist gençlikle çekişme halindeydi, hatta neredeyse cephesini onlara dönmüştü. Bu nedenle Doğu Perinçek ve arkadaşlarının Kurultay seçimlerini kazanması, hem sosyalist saflarda hem de CHP’nin önderliğindeki gençlik saflarında ve 27 Mayıs Devrim Derneği çevresindeki Kemalist gençler arasında sevinçle karşılandı. FKF’nin yeni devrimci yönetimi, emperyalizme karşı ortak eylem ve cephe siyaseti izlemeye başladı; bunun üzerine ortam birden bire değişti.
KB: Milli Demokratik Devrim mi,
Sosyalist Devrim mi tartışması hakkında ne düşünüyorsunuz?
DP:
Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim tartışması, Türkiye sosyalist
hareketindeki en önemli tartışmadır. Son kırk yılın doğru ve yanlış çizgileri
en sonunda bu eksenlerde toplanır. Bu tartışma, ülke gerçeğine dayanmak ile
gerçeklere kafa tutmak arasındadır. 1968 eylemleri ancak Milli Demokratik
Devrim stratejisini savunanların önderliğinde gerçekleşebilirdi. Çünkü
Türkiye’nin ve gençliğin önünde sosyalist devrim değil, bağımsızlık ve
demokrasi görevleri vardı. Millî Demokratik Devrim stratejisini savunan FKF
önderliği, hem gençliği birleştirdi, hem de gençlik ile geniş halk yığınları
arasındaki bağı kurdu. 1968 Eylemlerini bu koşullarda hayata geçirdik.
KB: FKF’den Dev-Genç’e giden
ideolojik süreç nasıl gelişti?
DP:
1970’e
doğru maceracı eğilimlerin alıp yürümesi sonucu devrimci gençlik hareketi
bölündü, yollar ayrıldı. 1969 sonbaharındaki FKF 4. Kurultayı’nda, bu bölünme
su yüzüne çıktı. Bu Kurultay’da Fikir Kulüpleri Federasyonu, Türkiye Devrimci
Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adını aldı. Dev-Genç’in tüzüğünü ve programını
hazırlamak üzere Kurultay’da, hatırladığıma göre, benim de aralarında olduğum
üç kişilik bir komisyon seçildi.
KB: Dev-Genç’in adını siz mi koydunuz?
DP: Komisyon, bu görevi bana verdi. Tüzük önerisini hazırladım ve FKF’nin adının Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu diye değiştirilmesini önerdim. Federasyon’un kısaltılmış adının Dev-Genç olması da benim görüşümdü. Bu öneriler Kurultay’da kabul edildi.
KB: Atatürk’e sarılarak kitleselleşen 1968 hareketi, nasıl sönümlenmeye başladı?
DP: 1968’in ideolojik biçimlenişinin bir öncesi vardır, bir de sonrası. Öncesi, Milli Demokratik Devrim stratejisinin kabul edilmesidir. Bir de 1968’in sonrası vardır. 1968’in sonrası, 1971’dir. 1971 maceracılığı, 1968’in reddidir. Denebilir ki, 1968 doruğu, 1968 öncesindeki cephe politikalarını reddeden pasifist sekterlik ile 1971 dönemindeki maceracı sekterlik arasında kalmıştır. Milli Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim stratejileri arasındaki mücadelenin doğru çözümü, 1968 Hareketi’ni yaratmıştır. O doğru çözümden maceracılık yönündeki vazgeçiş ise, 1968’i batırmıştır.
KB: 1968-1971’in farkı
nedir?
DP: 1968 gerçeğine ters olan maceracılık ve bireysel terör, 1971 sonrası süreçte 1968 imgesine damgasını vurdu. Şöyle de söylenebilir: 1968 gerçeği, daha sonra efsaneye dönüştürülürken, 1971 kılığına büründürüldü. Her efsane, aynı zamanda bir ideolojik kırılmadır. Gerçekler, efsaneye dönüşürken, yüzen gezen ideolojinin müdahalesine uğrarlar. 68’in başına gelen de budur. Demek ki, bir 68 gerçeği vardır, bir de 68 efsanesi. 68 efsanesi, 68 gerçeğinin, “1971 Direniş Ruhu” denen ideolojik değerlerle yeniden imal edilmesiyle oluşmuştur. Oysa 68 gerçeği ile “71 Direniş Ruhu”, birbirine karşıttır.
KB: Bu karşıtlığı (68-71) açar
mısınız?
DP:
68, gençliğin kitle hareketinin doruğudur; kitleseldir, büyük bir demokratik
çıkıştır, gençlik kitlelerini dönüştürmüştür. Bu nedenle 68, Türkiye toplumunun
maddesini etkilemiştir; gençlik kitlelerinin özgüveninin eseridir ve büyük
umutlar bırakmıştır. 71
ise, kitle hareketinin dibe vurduğu bir sırada, bireysel çıkışlardır. Kitlelere
güvensizlikten ve karamsarlıktan kaynaklanmıştır; kitlelerden kopuktur; saman
alevi gibi parlamış ve sönmüştür. Bu nedenle arkasında umut değil, eziklik
bırakmıştır. Ama her bireysel çıkış gibi, 1971 eylemleri de bireysel
“kahramanlık” ve trajedileriyle efsaneleştirilmiştir. 1971 eylemlerinin
arkasında kuşkusuz bir ideoloji vardı. Bireycidir, isyancıdır, kahramancadır,
ama bilimsel değildir; gerçeğe dayanmaz, halk kitleleriyle birleşemez, bu
nedenle tarihi gidişi belirleme yeteneğinden yoksundur.
KB: 1971’deki bu atmosfer eylemlere nasıl yansıdı?
DP: Ocak ayından başlayarak, banka soygunları, şoför Mesut Erdinç’in bir evde kazayla bırakılarak ölümüne yol açılması, Mete Has’ın ve Hakan Duman adlı çocuğun fidye için kaçırılmaları, İsrail Konsolosu Efraim Elrom’un öldürülmesi, Sibel Erkan adlı küçük bir kızın rehin tutulması, dört ABD’li askerin kaçırılması, Ünye’deki İngiliz teknisyenlerin kaçırılması, bakkal soygunları vb. 1968 Hareketi, Türkiye’nin devrimci tarihine yaslanıyordu, Mustafa Kemal, o eylemlerin en güçlü tarihsel beslenme kaynağıydı. Bağımsızlık, en büyük amaçtı, yürüyüşlerin en önünde daima ayyıldızlı bayrak dalgalanırdı. İşçi Köylü gazetesinin başlığında Türkiye bayrağı vardı.Halktan kopuk 1971 maceracılığı ise, bir süre sonra Atatürk düşmanlığına vardı, Türkiye’ye yabancılaştı, İstiklal Marşı’na ve Türk bayrağına saygısızlık eylemlerine yöneldi.
KB: 1971’deki eylemlere halkın tepkisi nasıl oldu?
DP: Halkın 1968 kitle hareketine ve 1971 bireysel eylemlerine karşı duyguları da çok farklıdır. 1968 Hareketine halk, sıcak ve candan sevgi beslemiştir. 1971 eylemleri ise, başta soğuk duygularla izlenmiş, arkasından nefretle karşılanmıştır. Özetle, 1968 gençlik hareketi, kitleseldi, birleştiriciydi, demokrasi ve bağımsızlık gibi halkın özlemlerini amaçlıyordu, doğru bir eylem çizgisi izliyordu, Türkiye’nin devrimci tarihinden güç alıyordu. 1971 eylemleri ise, ABD operasyonuna alet oldu ve 1980 öncesinde bireysel terörizmin varacağı yere ulaştı, uyuşturucu batağına saplandı, en sonunda SüperNATO güdümlü halk düşmanı bir karakter kazandı.
KB:
Bunların üzerine 68’in gerçek karakterinin tarifini istesek?
DP: 68 Paylaşmaktır. 1971’in bireysel kahramanlığı ise
paylaşılamaz.68 türkü gibiydi, hepimizindi, paylaşıldı ve gelecek
kuşaklara paylaşılabilecek bir miras bıraktı.Kahramanlıkları,
paylaşmayı bilmeyen seçkinlere bırakabiliriz. Ama 68, paylaşanlarındır, gençlik
kitlesinindir, bütün halkındır.Dahası 68, bütün dünyada paylaşıldı. İşçi
sınıfı devrimcilerinin en önemli değerlerinden biri, paylaşmaktır. Özgürlüğü
paylaşmak, mülkiyeti paylaşmak, çalışmayı paylaşmak, üretimi paylaşmak,
mutluluğu paylaşmak, acıları birlikte göğüsleyip, sevinçleri paylaşmak.
Paylaşmak güzeldir özet olarak. Kahramanlık ise paylaşılamaz.
KB: Peki kahramanlık nedir?
DP: Kahramanlık kişiye aittir, özeldir, yücedir, kitlelerin üzerindedir ve kitlelere hayranlık dayatır. Çünkü kahramanlık, kabile toplumunun çözüldüğü kahramanlık çağından beri, aslında kitleleri tahakküm altında tutan sınıfın değeridir. İlle bir kahramanlıktan söz edeceksek, 68’in gerçek kahramanı gençlik kitleleriydi. 71’de ise, kitle kalmadığı için bireyler, kahramanlık sevdasına kapılarak büyük çıkışlarını yaptılar. Derin bir felsefi ve sınıfsal sorundur bu. 68, paylaşılabildiği için güzeldi. Gençlerin, bencilliğe ve çıkarcılığa karşı bir başkaldırısıydı. Gençlik, 68 eylemlerinde, toplumla birlikte mutlu olabileceğini duydu; başka insanlar sayesinde var olduğunu hatırladı ve her gününü her saatini emekçilere borçlu olduğunu düşündü.
KB: Biraz da 68’in liderleri hakkında konuşmak isteriz. Deniz Gezmiş’le nasıl tanıştınız?
DP: Deniz’le arkadaşlığımız, Sultanahmet Cezaevi’nin demir parmaklıklarında başladı. Deniz’i ve Bora’yı ziyaret etmiştim. Bunu görüşmeden kısa süre sonra FKF Genel Başkanı seçildim. Deniz de bizimle beraber hareket ediyordu.
KB: Sizde bıraktığı ilk intiba neydi?
DP: Olağanüstü efendi, pırıl pırıl, çok temiz, çok sevilecek bir insan, toplumdaki izdüşümünden farklı, yüz yüze geldiğiniz zaman temiz Anadolu çocuğu, teorisyen, eylem adamı ama o zamanın en dolu insanlarından biri.
KB: Deniz Gezmiş’in 1968 ve 1971 yıllarındaki çizgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
DP: 1970 yılı, Deniz için bir karar yılıydı. Veya kararsızlık yılı da denebilir. Nasıl bir eylem çizgisi izlenecek, tartışılan buydu. 70’e kadarki Deniz, tarihi köklere sarılan, Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı sevgisi çok içten, coşkusu. 70’ten sonra kitle hareketinde bir iniş başladı. O sıralarda Deniz’le bunu çok tartıştım. 71 Öncesinin Deniz Gezmiş’ini hakim sınıflar hep unutturmaya çalışır. O, öğrenci kitlesini birleştiren bir gençlik önderiydi. Daha sonra 70’e kadarki çizgisinden kopan bir pratiğin içerisine girdi. Ve aslında oraya tereddütlü girdi. O sıralar, “öncü savaş” yoluyla kuvvet toplayabileceğimiz gibi birtakım tezleri savundular. Latin Amerika pratiklerinden örnekler veriliyordu. Mermi delikli kitaplar çıkmaya başlamıştı. Bu rüzgar, devrimci gençlik saflarında da etkili oldu.
KB: Bu süreçte Türkiye İşçi Partisi (TİP) yöneticilerinin tavrı nasıl oldu?
DP: O zaman TİP dışında bir örgütlenmemiz yoktu. Mihri Belli’nin çevresinde bir önderler gurubu oluşmuştu. Bir karar alacağımız zaman Mihri ağabey ile bazı arkadaşları çağırarak toplantılar yapardık. Bir süre sonra içimizde partileşme tartışması başladı. Biz “artık partisiz olmaz” diyorduk. Deniz de tabii “parti lazım, partisiz olmaz bu işler” fikriyle bu tartışmalara katılıyordu. Toplantıdan sonuç çıkmamıştı. Zaten o gün 21 Mayıs 1969 günü Kızılay’da Fevzi Çakmak Sokak’ta Mihri ağabeyin annesinin evinde yapılan toplantıdan çıktık ve Güvenpark’ın mermerlerine oturduk, konuyu tartıştık. Partimizi kurma kararını orada aldık.
KB: Mihri Belli partileşme tartışmalarında nasıl tavır almıştı?
DP: Kızılay’da, Mihri Belli’nin annesinin evinde, 21 Mayıs 1969 günü Deniz Gezmiş, Ömer Özerturgut, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar’ın da bulunduğu çok tarihi bir toplantı yapmıştık. Orada da parti kurma fikrini savunduk. Deniz de o toplantıda benimle birlikte partileşmenin şart olduğunu savundu. Sert sözler de söyledi. Daha sonra Mihri Belli ile bu meseleyi Küçükesat’ta bir kahvede konuştuk. Mihri ağabey bana 1951 tutuklamalarından ders aldığını, çalışmaları böyle gevşek bir yapıyla götürmenin daha uygun olacağını söyledi.
KB: Deniz Gezmiş’in tavrı daha sonra nasıl gelişti?
DP: Deniz o ortamda bana, “Filistin’e gideceğim, izin istiyorum” dedi. Ben Ona, “Sen Türkiye’de Deniz Gezmiş’sin. Türkiye’deki mücadeleye çok önemli katkıların oluyor. Gençlik içerisinde bir otoriten var. Herkes seni çok seviyor. Filistin’de herhangi bir askersin. Çok yanlış olur” dedim. İşte o zaman Deniz bana, “bir partimiz olsaydı bana gitme deseydi gitmezdim.” Yanıtını verdi. Daha sonra 1969 Haziranı sonunda Filistin kamplarına gitti, iki ay kaldı ve geri döndü. O süreçte Aydınlık’ın Ekim 1969 tarihli 12. Sayısında maceracılığa karşı “Proleter Devrimci Safları Çelikleştirelim” başlıklı çok önemli bir bildiri yayınlamıştık. Daha sonra Deniz yeni yönünü çizmişti. Atık gençlik hareketine küçümser bir edayla bakıyorlardı.1970 yılı sonlarına doğru da Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nu kurdular.
KB: Deniz Gezmiş’le yakın olduğunuzu biliyoruz. Arkadaşınız Deniz Gezmiş’i anlatır mısınız?
DP: Deniz’le çok değerli bir arkadaşlığımız vardı. Hayatında iki mektubu vardır. Birisi babasına yazdığı mektup,diğeri de 7 Şubat 1969 günü Sağmalcılar Cezaevi’nden bana yazdığı mektuptur. Mektubunda “Sen İstanbul’a gelip de bizim çocukların FKF’ye giriş işini bir düzene soksan çok iyi olur” diyordu. Bir de Deniz’in tutuklanması kararının yüzüne okunmasından dört gün sonra, 8 Nisan 1971 günü saat 17:15’te, Ulucanlar Cezaevi’nden bir yıldırım telgraf aldım. Kırmızı telgraf kağıdını hızla açıyor ve okuyorum: “Acele gel” yazıyor. Tam Deniz Gezmiş’lik bir cümle. Deniz’in hayatı yıldırım zaten. Hareketleri de yıldırım gibiydi. Birden parlar. Sevdaları, tutkuları, özlemler, arzuları çok ateşliydi. Özlediği Türkiye bir an önce olsun istiyordu. Deniz, yıldırım gibi geldi geçti ve ciğerleri yaktı geçti.
KB: Hemen gittiniz mi?
DP: Akşam olduğu için o gün görüşmek mümkün değildi. Sabırsızlıkla sabahı gözledim. Ertesi sabah cezaevinin kapısındaydım. Deniz’, çağırdım, kucaklaştık. Yakalanmalarından sonra Deniz’le ve Hüseyin’le ilk görüşen arkadaşları ben oldum. Onlar adına bir basın toplantısı yapmamı istediler. Seve seve yaptım.
KB: Deniz Gezmiş’le özel bir anınız var mı?
DP: Hukuk Fakültesi’ndeki odamda hatırladığıma göre Erhan Erel, Mustafa Kuseyri, Atıl Ant ve başka arkadaşlar da vardı. Çok kalabalıktı. Deniz ayrılırken, “sen herkesin bileğini yapıştırıyormuşsun, gel de bir kol güreşine tutuşalım” dedi. Arkadaşların tezahüratları eşliğinde tutuştuk Deniz’le. Onunla geçen her dakika bir başka güzeldi. Neşeliydi, coşkuluydu, şakacıydı, sohbeti tatlıydı.
KB: Mahir Çayan?
DP: Mahir Çayan Kızıldere’ye gitmeden önce, Hülagu Bulguç’un evinde kalıyor, kaçak dönem. Hulagü Bulguç diyor ki, “Mahir Çayan bizim evdeydi, Doğu Perinçek’le görüşmek istedi.” Mahir’le sert tartışmalarımız olmuştu ancak o dönem o intihar eyleminden önce benimle görüşme isteği önemlidir. Çünkü Mahir’i o eylemden vazgeçirecek tek kişi bendim. Yapacağı eylemin başarıya yönelen devrimcilikte bir yeri olmadığını dürüstçe ve cesaretle ona söyleyebilecek başka kimse yoktu.
KB: Buluşabildiniz mi?
DP: O sırada Milas-Söke arasındaki Beşparmak Dağlarında olduğum için buluşamadık. Tabii ben Beşparmak Dağlarına kendimi korumak için çıktım, gerillacılık yapmak için değil, güvenlik için. Mahir Çayan birkaç kez daha benimle görüşmek istediğini söylüyor ama bir araya gelemiyoruz. Sonra İngiliz teknisyenleri kaçırmaya gidiyor. Beni bir tek sebeple aramış olabilir. Onu maceradan caydıracak tek adamım ben. Çevresindeki adamlar “bana korkak derler” öbür psikolojisi içinde. Maalesef bu ruh hali arkadaşları büyük yanılgılara götürdü. Mahir beni tanıyor. Çünkü ben bu uyarıları onlara birkaç kez yapmışım, bu yüzden aramız da bozulmuş. Fakat o koşullarda insan o ayrılıkları unutuyor. Artık öyle bir kavgaya girmişiz ki, o sırada birbirimizi görsek büyük bir muhabbetle sarılacağız.
KB: İbrahim Kaypakkaya ile ayrılığınız nasıl oldu?
DP: İbrahim’le 1972’de, Beşparmak çağırdık, da uzunca tartıştık ve sonrasında bizden ayrıldı. Ayrıldıktan sonra dahi kendisine 17.000 TL para vermiştim. Çünkü yanında hiç parası yoktu. Yakalanmaması için köylülerle güvenliğinin alınmasını sağladım ve Menderes nehri üzerinden salla geçtiler. Daha sonra Nazilli’den otobüse bindi ve gitti.
KB: Dolu dolu, derslerle ve tecrübelerle dolu bir süreç.. Peki bu yoğun süreçte özel hayatlarınız nasıldı, neler yapardınız?
DP: Devrimciler hakkında dışardan çok ön yargılı fikirler üretilir. Bu adamlar yaşamıyor sanıyorlar, oysa dolu dolu yaşadık. Arkadaşlığı, aşkı, sevdayı, üstelik çıkarcı olmayan aşkı, gerçek olanı. Yaşamak, yani paylaşılan büyük mutluluklarla birlikte, sanat, müzik, resim, sinema, bunlardan hiçbir zaman kopmadık. Mesela ben o zaman klasik müziğe çok düşkündüm. Borodinler, Çaykovskiler, Smetanalar, Dvorjaklar, çok sayıda plağım vardı. Bir yandan kendi müziğimizdeki demokratik atılım, Emrahlar, Yunus Emre, Pir Sultan Abdallar, halk türküleri vs. 60’lardan sonra yükseldi. Bu aslında Kemalist Devrimin devamıdır. Şatafat, para pul merakı mülkiyet sevdası yok, daha büyük manevi değerler, arkadaşlıklar, dostluklar…
KB: Son olarak, Türkiye Gençlik Birliği’ne dair neler söylemek istersiniz?
DP: Zorluklar varsa, Türkiye’nin devrimci gençliği de vardır. TGB, zorlukları devrimle aşan iki yüzyıllık Genç-Türk Devrimciliğinin örgütlenmesidir. Genç-Türk Devrimcisinin zorluklara yanıtı, devrim olmuştur. Bugün de Türkiyemiz, Vatan Savaşımızı kesin zafere ulaştırma ve Üretim Devrimini başarma göreviyle karşı karşıyadır. TGB’nin görev zamanı gelmiştir. Bu görev, son elli yılın gençlik hareketinin en büyük görevidir. Türkiye Gençlik Birliği’ne güveniyoruz. Genç Türk Devrimciliğinin çetin mücadele ruhunu, Türk Milletine bağlılığını ve örgütlü mücadele geleneğini ayağa kaldırdınız. Üniversitelerimizi PKK ve FETÖ gibi ABD güdümlü terör örgütlerinden temizlediniz. Bu birikimiyle, Türkiye Gençlik Birliği, Türkiyemizin gururudur ve umududur. Türkiye’nin yarınları size emanettir.
KB: Bugünün gençlik mücadelesine ışık tutan ve tecrübeler aktaran bu çok değerli söyleşi için sizlere teşekkür ediyoruz. Bu tecrübeler ışığında ve bu büyük birikimlere yaslanarak bugün vatanımızın birliği ve bağımsızlığı için verdiğimiz büyük mücadeleyi zaferlere ulaştırma sürecinde gençlik olarak varlığımızı Türk varlığına feda etme kararlılığıyla görevlerimize kararlılıkla sarılacağımıza söz veriyoruz.
oncugenclik.org.tr, 04.01.2019