Başta güzel ülkemiz olmak üzere tüm komşularımızın başında türlü türlü dertler var. Türkiye’ye darbe yapılmaya kalkıldı. Edirne’den elimizi uzatsak değebileceğimiz yakınlıklara askeri yığınak yapılıyor. Şehirlerimizde bombalar patlatıldı. Mehmetçiğimiz şehit ediliyor. Rusya’yı kirli ve kanlı amaçlarına engel gören ve tarih sahnesinden silmek isteyenler Rusya’nın komşularını boş vaatlerle kışkırttı. Ukrayna gibi dertsiz tasasız bir ülkenin başına dert ördü. İran’a ambargolar uygulanıyor. Komutanları faili belli bombalarla şehit ediliyor. Suriye’yi 12 yıldır parçalamaya uğraşılıyorlar. Bombalanmadık şehri kalmadı. Vatandaşları vatanlarından uzak bırakıldı.
100 YIL ÖNCEYLE AYNI ŞARTLAR
Tarih tekerrürü diye bir şey var mıdır bilemiyoruz ama bugün içinde bulunduğumuz şartlar 100 sene öncekilerin aynısı.
“Hasta adam” ilan edilen Osmanlı dört bir yandan parçalanmaya çalışılıyor. Sevr dayatılıyor. İçimizdeki mandacılar bir manda gibi güdülüyor. 1917 Rus Devrimiyle kendisini emperyalist denklemden çıkaran ve Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Türkiye’nin bağımsızlığı mücadelesine destek veren bir SSCB var. Mazlum milletler emperyalizme karşı bir önder, bir program, bir kurtuluş reçetesi arıyor.
Atatürk’ün en önemli özelliği dost ve düşmanı doğru belirlemesiydi. Durum yukarıda yazdığımız gibiyken yapılması gereken de buydu. Dost kim, düşman kim? Her ne kadar Atlantik müfredatı Atatürk’e “Batıcı” lekesini yapıştırmaya çalışsa da Atatürk, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Asya ülkelerinin dost, Asya ülkelerinin de içinde bulunduğu mazlum devletleri işgal etmek isteyen Batı emperyalizminin düşman olduğunu görüyordu. 2 Mart 1922’de söylediği, “Biz Türkiyalılar, Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz” (1) sözü bu görünün nesnel sonucuydu. Bir diğer konuşmasında da “Dünya iki zümreye ayrılmaktadır. Birincisi Doğu: ki kendi mevcudiyetini, insanlığını, istiklalini müdriktir, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir zümre var ki, bunlar sırf kendi hırslarını tatmin etmek için çalışmaktadır. Fakat bunların gayesi insaniyetin, beşeriyetin iyiliğine yönelik olmadığı gibi bilakis zulüm, baskı olduğu için, onları lanetle yad etmekte kendimizi haklı görürüz” (2) diyordu.
Emperyalizme karşı en büyük mücadele en büyük birlikle verilebilirdi. Atatürk de ona göre hareket etti.
SOVYET DOSTLUĞU, SADABAKT PAKTI
Türk ve Rus devrimleri adeta el ele yapılmış devrimlerdir. 1905 yılında gerçekleşen Rus Demokratik Devrimi, Türk devrimcilerine cesaret ve güven vermiştir. Rusya’da parlamentonun kurulması, Türkiye’yi de hareketlendirecektir. Bu hareketlenme 23 Temmuz 1908 günü Hürriyet Devrimi’yle (2.Meşrutiyet) vücut bulur.
Devamında 1915’te yaptığımız savunmayla Çanakkale’den geçemeyen emperyalist kuvvetler Türkiye’nin dört büyük düşmanından biri olan Çarlık Rusyası’na yardım götüremediler. Böylelikle 1917 devrimiyle Çarlık yıkıldı ve Türkiye’nin kurtuluş mücadelesinde önemli bir cephesi sağlama alındı. Bunun da ötesinde Lenin önderliğindeki Bolşevik hükümeti tüm gizli ve açık emperyalist anlaşmaları açıkladı ve hepsinden çekildiklerini duyurdu. Lenin, Anadolu’ya silah ve para gönderdi. Devrimci hükümetimizi kurduğumuz 1920’nin vaziyeti umumi böyleydi.
Lenin, Mustafa Kemal Paşa’ya güvenini Aralık 1921’de Sovyet Elçisi Aralov’a “Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki iyi bir teşkilatçı, kabiliyetli bir liderdir. Milli burjuva ihtilalini o idare ediyor. İlerici, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist inkılabımızın önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarını da silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona, yani Türk halkına yardım etmemiz gerekiyor” (3) sözleriyle dile getirmiştir.
Atatürk de 4 Ocak 1922’de Lenin’e yazdığı mektubunda kendisine “Aziz Başkanım” (4) olarak hitap ediyor. Düşmanların canına okuyan lider dostlarına karşı olağanüstü nezaketli ve kibar. Eşsiz bir devlet adamı karakteri.
Atatürk Sovyet dostluğuna o kadar önem veriyor ki, 1928’de yapılan ve halen ayakta duran Taksim Anıtına Sovyet Elçisi Aralov’un heykelini koyduruyor.
Atatürk’ün vasiyetinin dahi Türk-Rus dostluğu olduğunu biliyoruz. Atatürk, 1937’de Başbakan Celal Bayar, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve arkadaşı Kılıç Ali’yle görüşmesinde dünyanın bir savaşa gittiğini ve Sovyet dostluğundan ayrılmamamız gerektiğini anlatıyor. Fakat ne yazık ki Atatürk’ün vasiyetine sadık kalınmıyor. Türkiye 1945’ten itibaren Atlantik sistemine dahil oluyor ve 1950’de NATO’ya girerek karşı devrim sürecini hızlandırıyor. SSCB de 1953’te Stalin’in ölümüyle kapitalizme geri dönüş sürecine giriyor. Türk ve Rus devrimlerinin el ele yapılması gibi karşıdevrimleri de birlikte gerçekleşiyor.
Atatürk’ün girişimleriyle imzalanan Sadabat Paktı da en az Sovyet dostluğu kadar önemli. Çünkü bu paktla Türkiye, İran, Irak ve Afganistan kendilerini yok etmek isteyen emperyalizme karşı el ele veriyor. Atatürk bu ülkelere karşı burun kıvırmıyor, üstten bakmıyor, basmakalıp düşünmüyor, iğrenmiyor. Emperyalizme karşı kim varsa yanına oturtuyor.
Bu ittifakın düşünsel temelinin 1920’lerin başında atıldığını görüyoruz. 24 Ocak 1920 tarihinde Halep’teki Arap Milli Teşkilatı Riyaseti’ne gönderdiği mektupta, Suriye, Irak ve Türkiye’nin bağımsızlıklarını kurtaracak bir konfederasyon teşkil eylemeyi veya gelecekte kararlaştırılmak üzere bir irtibat sağlamak amacıyla birlikte hareket etmeyi kabul ettiğini yazıyordu. (5) Bugünün ultra Atatürkçülerinin burun kıvırdığı milletlerle konfederasyon kurmayı planlıyor Atatürk. 1920’nin konfederasyonunun bugüne yansıması sıkı sıkıya ittifaktır. Acaba ultra Atatürkçüler mi yanlış düşünüyor yoksa Atatürk’ün kendisi mi?
BUGÜN DE REÇETE AYNI
Reçetemize yanlış ilaç yazılırsa ne olur? Daha çok hastalanırız ve sonunda hayata veda ederiz değil mi? Türkiye’nin reçetesine yıllardır yanlış ilaçlar yazılıyor. Öyle bir müfredat koyuyorlar ki eğitim sistemine daha çocukken beynimize zerk ediliyor AB-D seviciliği. Umudu oralarda aramak… Diziler, filmler, çok uluslu reklam şirketleri, burgerler, americanolar, tişörtler ve satın alınmış aktörler… Hepsi reçeteye yazılanın mürekkebini oluşturuyor.
Türkiye’yi 80 yıldır bu yanlış reçeteler ölüm döşeğine getirdi. Şimdi ayağa kalkma vakti. 100 yıl önce ayağa kalkmıştık. Bugün daha sağlam ayağa kalkıyoruz, hiç oturmamak üzere. Sadece biz değil, tüm mazlumlar ayağa kalkıyor bizimle. Çünkü düşmanımız ortak, geleceğimiz ortak…
Ata Ogün Kaplan
Öncü Gençlik Genel Başkan Yardımcısı
KAYNAKÇA
(1): Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, 3. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2015, s.297; Hâkimiyeti Milliye, 5 Mart 1922.
(2): Asya Çağının Öncüleri, Doğu Perinçek, 4. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Ekim 2019, s. 95.
(3): Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları 1922-1923, S.İ. Aralov, 1. Basım, Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, Aralık 1997, s.46.
(4): Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, 3. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 2015, s.209.
(5): Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.6, 5. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Eylül 2017, s.217.