Ana Sayfa Yazılar EMPERYALİZME DİRENMENİN PROGRAMI: KEMALİZM 

EMPERYALİZME DİRENMENİN PROGRAMI: KEMALİZM 

7

Emre Karakocaoğlu- Eskişehir İl Başkanı

Kemalizm’in özü, Türkiye’nin kaderini belirleyen anti-emperyalist bir duruştur. Osmanlı’nın çözülüş döneminde ülke, Avrupa sermayesi ve işgalci devletlerin baskısıyla yarı-sömürgeleşmiş bir yapıya sürüklenmişti. Mustafa Kemal önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı, topraklarımızı savunmanın ötesinde, bu bağımlılık düzenini kökten yıkmak anlamına geliyordu. Türk milleti emperyalizme karşı bağımsız bir devlet kurarak mazlum milletlere örnek olmuştu.

Kemalist Devrim’in hedefi, tam bağımsızlık temelinde milli egemenliği, halkçı-devletçi bir kalkınma yolunu ve bölgesel dayanışmayı kurmaktı. Sovyetlerle yapılan işbirliği, Arap dünyasıyla birlik arayışları ve Altı Ok’un programı, bu anti-emperyalist çizginin somut ifadeleridir. Bugün Türkiye’nin Atlantik kuşatmasıyla karşı karşıya bulunması, bu tarihsel mirasın güncelliğini yeniden ortaya koymakta, Avrasya merkezli bir yönelişi zorunlu kılmaktadır.

Osmanlı’nın Çözülüşü ve Mustafa Kemal’in Anti-Emperyalist Programı

Türkiye’nin emperyalizmle karşılaşması, Osmanlı’nın çözülüş sürecinin ekonomik, toplumsal ve siyasal çürümesiyle birleşen tarihsel bir dönemeçti. Emperyalizm, dünyada büyük sanayi devrimini tamamlamış ülkelerin, genişleme ve istila harekâtı olarak sömürge sistemini kurduğu bir aşamaydı.

Bu gerçek, Osmanlı toplumunun yüzyıllardır taşıdığı feodal-teokratik yapının çöküşünü hızlandırdı. İmparatorluğu dış borçlara, kapitülasyonlara, yabancı sermaye denetimine açık hale getirdi.

Osmanlı’nın iktisadi yapısı, üretim ilişkileri ve devlet örgütlenmesi modern bir ulus devlet kurmaya elverişli değildi. Feodal düzen içinde saray, medrese ve yeniçeri teşkilatı toplumu dondurmuş, kapitalistleşme süreci yaşanmadığı için iç dinamiklerle doğabilecek bir milli burjuvazi ortaya çıkmamıştı. Tanzimat’ın görünüşte “yenileşme” hamleleri, gerçekte emperyalist sermayenin Osmanlı topraklarına girişini kolaylaştıran bir mekanizma olmuştu. İmparatorluk, ekonomisini yabancı sermayeye açarak yaşamını uzatmak istedi. Ancak bunun sonucu, tam anlamıyla bir yarı-sömürgeleşme süreci oldu.

Özellikle 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması ve ardından gelen serbest piyasa düzeni, Osmanlı ekonomisini Avrupa tekellerinin açık pazarı haline getirdi. Yabancı mallar yerli üretimi boğarken, devlet her yıl daha fazla borçlanıyor, borçlarını ödeyebilmek için yeni imtiyazlar vermek zorunda kalıyordu. Emperyalizm zalim ve mazlum millet mücadelesinin dünya ölçeğinde aldığı şekildi ve bu mücadelede Osmanlı coğrafyası mazlum milletlerin safında yer alıyordu.

Bu koşullar içinde Mustafa Kemal Paşa’nın tarih sahnesine çıkışı, salt bir askeri dehanın yükselişi değil, anti-emperyalizmi devlet kurucu programın merkezine yerleştiren bir devrimci önderliğin belirmesiydi. Mustafa Kemal’in daha Harbiye yıllarında, Osmanlı’nın çözülüşünü doğru tahlil ederek “milli devlet” fikrine yöneldiği bilinir. Suriye ve Beyrut’taki gençlik yıllarında yaptığı değerlendirmelerde, imparatorluğun çok uluslu yapısının emperyalizmin baskısı altında yaşayamayacağını görmüş ve geleceğin ulus esasına dayalı bağımsız bir devletle mümkün olacağını dile getirmişti. Bu yöneliş somut tarihsel zorunluluğun sonucuydu.

Emperyalizmin Osmanlı Üzerindeki Çökertici Etkisi

Mustafa Kemal’in kurucusu olduğu Ankara Hükümeti’nin gazetesi Hakimiyeti Milliye yazılarında sıkça belirtilen bir gerçek vardır: Osmanlı’nın başındaki bela, yalnızca Yunan ordusu, İngiltere’nin siyaseti ya da Fransa’nın ihtirası değildi. Bunların tümünü belirleyen kapitalist-emperyalist sistemin kendisiydi. Gazete şöyle yazmaktaydı:
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı ne falan ne de filan millettir; bilakis bu, adeta dünya çapında bir Yahudi saltanatı halinde bütün dünyaya hâkim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.”

Emperyalizm, Osmanlı’nın ekonomik damarlarını kurutmuş, azınlık burjuvazisini emperyalist devletlerle işbirliği içinde güçlendirirken Türk köylüsü ve esnafını ağır vergi, borç ve pazar kaybıyla ezmişti. Bu durum, milli iktisat fikrinin Cumhuriyet programında merkezi bir yer tutmasını sağlamıştır.

Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın özgürlük vaatleri, Türk halkına değil, Avrupa sermayesine ve Osmanlı dışındaki unsurlara yaradı. Bu politikaların sonucu, Anadolu halkının daha da yoksullaşması, devletin borç batağına sürüklenmesi ve emperyalist müdahalelerin artması oldu.

Cumhuriyet Devrimi’nin anti-emperyalist karakteri işte bu tarihsel zemin üzerinde yükseldi. Mustafa Kemal, emperyalizmin yalnızca dış düşman olmadığını, aynı zamanda içeride de işbirlikçileri olduğunu biliyordu. Hakimiyeti Milliye yazılarında bu içerideki işbirlikçilerinin niteliği açıkça koyuluyordu:
“Düşman himayelerine sığınarak, yabancı kuvvetlerinden yardım umarak milletin haklı sesini ve hâkimiyetini boğmak teşebbüsünden kolay kolay vazgeçeceklerini zannetmiyoruz.”

Bu tespit, milli mücadelenin hem dış hem de iç cepheye karşı verilen çift yönlü bir savaş olduğunu gösteriyordu. 

Osmanlı’nın Dağılma Sürecinde Kazandığı Tarihsel Zorunluluk

Osmanlı’nın çok uluslu yapısı, emperyalist rekabetin baskısı altında sürdürülemez hale gelmişti. Balkanlarda ve Batı Asya’da milliyetçilik hareketleri yükseliyor, Avrupa devletleri bu hareketleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyordu. Emperyalizm aynı zamanda milletler arasına fitne sokan bir zihniyet taşıyordu:
“Avrupa emperyalizminin eski şekilde devam edebilmek çaresini bulmak için istifade ettiği şey, bağımsız ve milliyetlerine şiddetle bağlı küçük kavimleri birbiriyle mücadeleye sevk etmektir.”

Mustafa Kemal bu süreci çok erken kavradı ve milli devlet projesi bu kavrayışın sonucuydu. Ona göre imparatorluk enkazının altında kalmamak için yapılması gereken, ulus esasına dayalı, halkçı ve bağımsız bir devlet kurmaktı. Bu program, 1919’da Erzurum ve Sivas Kongrelerinde somutlaştı. Misak-ı Milli ise bu programın uluslararası ilanı oldu.

Anti-emperyalizm böylece Kemalizm’in temel taşı haline geldi. Çünkü yeni Türkiye, varlığını sürdürebilmek için emperyalizme karşı savaşmak, onun tüm siyasi, ekonomik ve kültürel bağlarını koparmak zorundaydı. Bu nedenle Kemalist Devrim, ulusal egemenliğe ve bağımsız ekonomiye dayalı bir devrim olarak doğdu.

Kurtuluş Savaşı: Anti-Emperyalist Milli Mücadele

Kurtuluş Savaşı’nın ideolojisi açıktır: Anti-emperyalist bir milli mücadele. Osmanlı’nın çözülüş döneminde biriken tüm bağımlılık ilişkilerini yıkmış, Anadolu’nun emekçi halkı, köylüsü, memuru, esnafı ve aydınlarıyla birlikte emperyalizme karşı ulusal bir bağımsızlık cephesi kurmuştur. 

Anadolu’nun Paylaşım Planı

Mondros Mütarekesi’nin hemen ardından Osmanlı topraklarının işgale uğraması, uzun yıllardır hazırlanan emperyalist planların sonucuydu. Hakimiyeti Milliye, İngiltere başta olmak üzere İtilaf Devletleri’nin programını açık bir dille teşhir eder. Gazete şöyle diyordu:

“Harbi Umumi sonunda bizimle mütarekename imzalayan devlet İngiltere’dir ve bu mütarekename hükümlerini daha ilk gününden itibaren ihlal eden yine İngiltere’dir.”

Bu tespit, Türk milletine şu gerçeği gösteriyordu:
Sorun yalnızca Yunan ordusunun İzmir’e çıkması ya da Fransız birliklerinin Adana’ya girmesi değildi. Sorun, emperyalizmin dünya çapında yürüttüğü istila siyasetiydi.

Anadolu’nun içine düştüğü durum Türkiye’nin devlet olarak ortadan kaldırılmasını öngören sistemli bir emperyalist müdahaleydi. Emperyalistlerin yürüttüğü plan, Anadolu’yu manda rejimleri arasında bölüştürmekti. Bunun için içeride işbirlikçiler yaratılmıştı. 

Kurtuluş Savaşı, hem dış hem iç düşmana karşı yürütülüyordu.

Yunan İşgali: Dünya Emperyalizminin Taarruzu

Yunan ordusunun taarruzu hiçbir zaman Yunanistan’ın tek başına saldırısı olarak tanımlanmaz. Yunan ordusu, emperyalizmin Anadolu’daki son saldırı aracıdır.

Bu savaş yalnızca iki ulus arasında geçen bir çatışma değil, dünya sisteminin Anadolu’daki yerli uzantılarıyla birlikte yürüttüğü bir işgal hareketidir.

Bu durumun farkında olan Ankara hükümeti, cephede Yunan askeriyle değil, arkasındaki emperyalist güçlerle mücadele ettiğini bilerek hareket etmiştir.

Milli Ordu – Kızıl Ordu Dayanışması

Kurtuluş Savaşı’nı benzersiz yapan unsurlardan biri, Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesinin, aynı yıllarda dünyayı sarsan Sovyet Devrimi ile aynı cephede yer almasıdır. Her ikisi de dünya kapitalizminin sömürü düzenine karşı kendi kaderini tayin hakkını savunan devrimci hareketlerdir.

Hakimiyeti Milliye gazetesi bu dayanışmayı ideolojik bir ortaklık olarak temellendirir:

“Türklerle Bolşevikler yahut Türk milleti ile Rus milleti aynı Doğu’nun milletleridir; birinin başındaki dert diğerinin başında da vardır.”

Bu dünya emperyalizmine karşı Asya milletlerinin ortak kaderini gösteren tarihsel bir tespittir.

“Yeni Rusya yeni Türkiya el ele, dünyayı emperyalist zulmünden kurtaracak olan hareketin öncüleridir.”

Bu çerçevede, Ankara hükümeti Asya’daki bütün mazlum milletlerle dayanışmayı savunmuş, Hindistan’dan Mısır’a kadar pek çok ülkede Türk Kurtuluş Savaşı, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin örneği olarak görülmüştür. 

“Londra ve Hindistan’da yükselen İslam sesi şimdiye kadar emsali görülmeyen bir ciddiyetle bizi müdafaa ediyor…”

Emperyalizme karşı mazlum milletlerin moral birliği oluşmuştu, Türkiye’nin zaferi doğunun bütün mazlum halkları için bir umut kaynağı haline geliyordu.

Neden Bolşevik Rusya?

Ankara’nın Sovyetlerle ittifakı bazı stratejik çıkarların sonucuydu:

  1. Batı Asya’da İngiliz hâkimiyetine karşı tek gerçek güç odağı Sovyetlerdi.
    İngiliz işgal planları Anadolu’dan Orta Asya’ya uzanan bir zincir oluşturuyordu; bu zinciri kırabilecek tek güç Bolşevik Devrimi’nin yarattığı yeni Rusya’ydı.
  2. Sovyetler, Mazlum Milletler Cephesi’nde yer alıyordu.
    Sovyetlerin emperyalizme karşı dünya çapında örgütlediği mücadele, mazlum milletlerin safındaydı. 
  3. Sovyet yardımı, savaşın materyal temelini oluşturdu.
    Altın, cephane, silah ve askeri eğitim desteği Anadolu ordusunun nefesini açtı.

Mustafa Kemal, İstanbul basınının bir kısmında yürütülen “Bolşevizm düşmanlığı” propagandasına karşı, emperyalizme karşı verilen mücadelede, Sovyet ittifakının önemini birçok kez vurgulamıştır.

Sovyet yardımının stratejik etkisi aynı zamanda siyasi olmuştur. Türkiye’nin bağımsızlık savaşına dışarıdan meşruiyet kazandırmış, İngiltere’nin Anadolu’daki oyunlarını boşa düşürmüştür.

Asya Halklarıyla Ortak Mücadele

Mustafa Kemal’in daha 1920’lerdeki siyaseti, Asya milletlerinin birlikte kurtuluşu fikrine dayanıyordu. 

“Avrupa emperyalizminin eski şekilde devam edebilmek çaresini bulmak için istifade etmesi, bağımsız ve milliyetlerine şiddetle bağlı küçük kavimleri birbiriyle mücadeleye sevk ederek, bir tarafı himaye etmek suretiyle asırlık siyasetini tekrara yol bulması çok mümkündür.”

Kemalizm, ortak mazlum milletler cephesini savunmuştur.

Ankara hükümeti, Hindistan’daki Hilafet Hareketi’yle bağ kurmuş, Mısır, Afganistan, İran ve diğer Doğu ülkelerine heyetler göndermiştir. Bu diplomasi, Batı merkezli sömürge düzeninin zayıflayan halkalarında etkili bir dayanışma yaratmıştır.

Birçok mazlum millet, Türkiye’nin mücadelesini kendi özgürlüğünün anahtarı olarak görmüştür. Hindistan Müslümanları tarafından toplanan yardımlar, Mısır basınının güçlü desteği, Afganistan’ın diplomatik tanıması bu dayanışmanın somut göstergeleridir.

Bu uluslararası dayanışma ortamı, Türk Devrimi’ni yalnızlaştıran bir iklimi kırmış, Anadolu’daki halkın moral gücünü yükseltmiştir.

Anti-Emperyalist Bir Devrimin Evrensel Sonuçları

Mazlum milletlerle dayanışma ve Sovyetlerle ittifak, Türk Devrimi’ni dünya tarihinde özel bir yere oturtur. Bu devrim:

  • Sömürgeci düzenin yenilmez olmadığını göstermiş,
  • Asya ve Afrika’daki bağımsızlık hareketlerine meşruiyet kazandırmış,
  • Emperyalizmin “medeniyet” maskesini düşürmüştür.

Kemalizm’in anti-emperyalizmi, hangi dönemde ele alınırsa alınsın, dünya halklarının ortak hafızasında yer etmiş bir devrimci birikimdir.

Atatürk’ün Arap Ülkeleriyle Konfederasyon Girişimi 

Kurtuluş Savaşı yıllarında Arap meselesi ve konfederasyon tartışmaları, karşı karşıya gelen iki farklı devlet tasarımı üzerinden yürümüştür.

1) Mandacı–Himayeci Devlet Tasarımı
Osmanlı İmparatorluğu’nun eski toprak bütünlüğünü, Arap vilayetlerini de içine alacak biçimde korumayı hedeflemekteydi. Ancak bu, Mustafa Kemal Paşa’nın da vurguladığı gibi, yalnızca İngiliz mandası altında gerçekleşebilirdi. Eski imparatorluk hudutlarını “genel himaye veya vekâlet” altında muhafaza etmeyi savunan bu anlayış, fiilen bağımsızlıktan vazgeçmeyi ve Türkiye ile Arap topraklarını emperyalist bir gücün çıkarlarına bağlamayı öngörüyordu. 

2) Milli Devletçi–Tam Bağımsızlıkçı Devlet Tasarımı
Mustafa Kemal’in temsil ettiği bu tasarım ise, Türklerin çoğunlukta olduğu topraklarda tam bağımsız bir milli devlet kurulmasını, Arap halklarının da kendi kaderlerini tayin ederek bağımsız devletler oluşturmalarını esas alıyordu. Bu anlayışa göre konfederasyon, imparatorluğun manda yoluyla devamı değil, tam bağımsız milli devletlerin, emperyalizme karşı eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde kuracağı bir mücadele ve dayanışma birliğiydi. Atatürk’ün Suriye ve Irak ile konfederasyon girişimi, bu nedenle, Osmanlıcılığın değil, tam bağımsızlık programının bölgesel bir uzantısı olarak şekillenmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın hedefi Türkiye’nin Arap dünyasıyla ortak bir anti-emperyalist cephe kurma hedefidir. Bu hedef, Atatürk’ün daha genç bir subayken kavradığı temel bir tarihsel gerçeğin sonucudur:
Türk ve Arap halkları, emperyalizmin baskısı altında kader birliği yapan iki büyük Asya milletidir.

Mustafa Kemal’in 1906’da Şam’da görev yaptığı yıllardan itibaren tuttuğu notlarda, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılacağını ve Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde bir milli devlet kurmanın tek çözüm olduğunu söylediği bilinir. Fakat bu milli devlet tasarımının Arap coğrafyasını nasıl konumlandırdığı genellikle yüzeysel anlaşılır.

Gerçekte Mustafa Kemal’in değerlendirmesi son derece nettir:

  • Arap halkları, Osmanlı’nın çürümesinden ve emperyalizmin baskısından bizimle birlikte zarar gören kardeş halklardır.
  • İngiltere ve Fransa’nın Arap milliyetçiliğini araçsallaştırarak bölgeyi parçalamaya çalışması, emperyalizmin temel taktiğidir.
  • Bu nedenle Türklerin izlemesi gereken yol, Arap halklarının kendi kaderlerini tayin hakkına saygı duymak ve emperyalizme karşı ortak bir siyasi birlik aramaktır.

Mustafa Kemal’in sıkça vurguladığı gerçek şudur:
Türk–Arap ilişkilerinin bozulması, iki halkın değil, emperyalizmin eseridir.

Dolayısıyla Milli Mücadele’nin başarısı, Arap dünyasında da büyük bir yankı bulmuş, Suriye, Irak ve Filistin’deki anti-emperyalist örgütlenmeler Anadolu’daki mücadeleyi kendi mücadelesi olarak görmüştür.

Atatürk’ün bölgesel anti-emperyalizm anlayışının en somut örneği, 1920’de Suriye ve Irak’taki Arap Milli Teşkilatları ile yürüttüğü konfederasyon görüşmeleridir.

Bu girişimin temel kaynaklarından biri, 24 Ocak 1920 tarihli ve Halep’teki Arap Milli Teşkilatı’na gönderilen belgedir. Belgede Mustafa Kemal Paşa, Suriye, Irak ve Türkiye arasında bağımsızlıklarını koruyacak bir konfederasyon kurma teklifinin kendisine iletildiğini ve bunu prensipte kabul ettiğini bildirir. Bu ifade, dönemin koşulları düşünüldüğünde son derece radikal bir adımdır.

Bu tasarının altındaki temel düşünce şudur:

  • İngiltere, Suriye ve Irak’ı mandater yönetimlerle parçalayarak bölgeyi tamamen kontrol altına almak istemektedir.
  • Fransa, Suriye üzerinde ayrı bir nüfuz alanı yaratmaya çalışmaktadır.
  • Bu koşullarda Arap ülkeleri ile Türkiye’nin birlikte hareket etmesi, emperyalizmin bölgesel stratejisini boşa çıkaracak tek seçenektir.

Mustafa Kemal, bu planı uzun vadeli bir siyasi birlik olarak görür. Bu bakımdan, konfederasyon fikri dönemi aşan bir vizyon içerir.

TBMM’nin ilk dönem tutanakları incelendiğinde, Atatürk’ün Arap meselesine yaklaşımının iki temel ilkeye dayandığı görülür:

  1. Arap halklarının bağımsızlığı, Türk milletinin bağımsızlığıyla doğrudan bağlantılıdır.
    Bu düşünce, emperyalist kuşatmanın Asya’nın bütün mazlum milletlerini bir zincirin halkaları gibi birbirine bağladığı fikrine dayanır.
  2. Türk milletinin Arap dünyasıyla kardeşliği, Osmanlı dönemindeki feodal-imparatorluk ilişkilerinden farklıdır.
    Burada halkların eşitliğine dayanan devrimci bir dayanışmadan söz edilir.

Bu tutum, Atatürk’ün 1937’de Suriye Başvekili Cemil Mardam’a söylediği şu sözlerle açıklık kazanır:

  • Osmanlı’nın Araplara istiklal vermediği için tarihsel bir hata yaptığını,
  • Eğer erken dönemde Türk–Arap siyasi birliği kurulmuş olsaydı, bugün çok daha güçlü bir bölgesel blok oluşturulabileceğini,
  • Ve en önemlisi, Türk–Arap ilişkilerinin emperyalizmin müdahaleleri nedeniyle bozulduğunu ifade eder.

Atatürk’ün konfederasyon planının yalnızca 1920’lerin zorunluluğu değil, daha eskiye dayanan bir stratejik vizyon olduğunu görebiliyoruz.

Ancak, Suriye ve Irak’ın tamamen İngiliz ve Fransız işgali altına girmesi, Arap liderliklerinin kendi içinde parçalanması, Ankara’nın Anadolu’da devam eden savaş nedeniyle sınırlı diplomatik imkânlara sahip olması nedenlerinden Atatürk’ün ileri görüşlü bu girişimi, çeşitli nedenlerle hayata geçirilemedi.

Türkiye’de Anti-Emperyalizmin Güncel Karşılığı: Atlantik’e Karşı Avrasya Seçeneği

Türkiye’nin 21. yüzyıldaki stratejik konumu, yüz yıl önceki emperyalist kuşatmadan farklı görünse de öz itibariyle değişmemiştir. O dönem Anadolu’yu işgal eden İngiltere ve Fransa’nın yerini bugün ABD emperyalizmi ve onun bölgesel aparatları almıştır. Yüz yıl önce Yunan işgali emperyalist planın taşeronluğunu yapıyordu. Bugün aynı planlar Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt Koridoru, ABD-İsrail’in Doğu Akdeniz’de kuşatması, ekonomik operasyonlar ve siyasi yaptırımlar şeklinde yürütülmektedir.

Kemalizm’in anti-emperyalist doğası, bugünün koşullarında Atlantik sistemine karşı Avrasya seçeneğini zorunlu hale getirir. Bu yalnızca bir dış politika tercihi değil, tarihsel bir zorunluluktur. 

ABD–NATO Kuşatmasının Niteliği 

Türkiye’nin çevresine bakıldığında Atlantik merkezli kuşatma çok açıktır:

  • Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli PKK/YPG yapılanması, Türkiye’nin güneyinde bir koridor oluşturarak ülkeyi bölmeyi hedeflemektedir.
  • Doğu Akdeniz’de Yunanistan–Güney Kıbrıs–İsrail ekseni, ABD desteğiyle Türkiye’yi denklemin dışına itmeye çalışmaktadır.
  •  FETÖ, Kontrgerilla, NED gibi aparatlar, karşıdevrim araçları olarak kullanılmaktadır.

O dönem İngiltere’nin işgallerine karşı verilen mücadele, bugün ABD’nin bölgesel hakimiyetine karşı verilen mücadeleyle benzer bir tarihsel zemine oturur.

Kemalizm, NATO’nun Türkiye’yi ittifak adı altında denetim altına almasını kabul etmez. Çünkü Kemalizm’e göre:

  • Tam bağımsızlık, başka devletlerin askeri ve siyasi vesayetini reddeder.
  • Milli güvenlik, ancak komşularla barış ve bölgesel işbirliği temelinde sağlanabilir.
  • Devletçilik ve milli ekonomi, küresel finans baskısını kırmak için zorunludur.

Avrasya Seçeneği

Atatürk’ün yüz yıl önce savunduğu dış politika, bugün genişlemiş bir jeopolitik alan olarak “Avrasya” başlığı altında şekillenmektedir. 

Türkiye’nin güvenliği, Çin, Rusya, İran, Irak, Suriye, Filistin ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile kuracağı dayanışmaya bağlıdır.

Bu eksen, Atatürk’ün “Doğu milletleri birlikte kurtulacaktır” anlayışının 21. yüzyıldaki karşılığıdır. 

Emperyalizm, Asya halklarını ortak tehdit olarak hedef alırken, Asya devletleri arasındaki dayanışma, bu tehdide karşı doğal bir savunma hattı oluşturur.

Dünya bugün yeniden bloklar arası rekabete dönmüştür. ABD dolar sistemi ve yaptırımlarla ülkeleri denetim altında tutarken, Avrasya ülkeleri yerel para birimleriyle ticaret, enerji birlikleri ve bölgesel kalkınma bankaları kurarak bu bağımlılığı kırmaktadır.

Avrasya seçeneği aynı zamanda siyasi bağımsızlık fikrinin de zemindir. Türkiye’nin Atlantik sisteminden bağımsız politika üretebilmesi, ancak çok kutuplu dünyaya yaslanmasıyla mümkündür.

Bugünün Anti-Emperyalist Programı: Kemalist Devrim’in Tamamlanması

Kemalizm’in anti-emperyalist karakteri, Türkiye’nin jeopolitik konumundan kaynaklanan süreklilik taşıyan bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun bugün üç temel ayağı vardır:

  • Sınırların Güvenliği ve Milli Savunma

Suriye ve Irak’ta ABD tarafından desteklenen terör yapılanmalarına karşı mücadele, Kemalizm’in Misak-ı Milli sınırlarını koruma, Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü savunma iradesinin devamıdır. O gün İngiltere’nin Yunan ordusunu sahaya sürmesi neyse, bugün ABD ve İsrail’in YPG’yi, PKK’yı sahaya sürmesi aynıdır.

  • Milli Ekonomi ve Üretim Devrimi

Kemalizm, ekonomik bağımsızlığı siyasi bağımsızlığın temeli sayar. Bugün küresel ekonomik saldırılara karşı, üretim ekonomisi, planlama, devlet öncülüğünde sanayi, devletçilik anlayışının güncel somutlaşmış halidir.

  • Dış Politikada Komşularla Barış ve Batı’ya Karşı Denge

Atatürk, tam bağımsızlık için komşularla çatışma değil, işbirliği temelinde bir dış politikayı savunmuştur. Bu ilke bugün daha da belirgin hale gelmiştir:
ABD’nin bölgemizdeki varlığı, Türkiye’yi KKTC, Rusya, İran, Suriye ve Filistin ile zorunlu bir işbirliğine itmektedir.

Kemalist Devrimi Tamamlayabilecek Tek Seçenek: Vatan Partisi

Vatan Partisi, tüzüğünün başlangıcında da belirttiği gibi Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Anayasa Tasarısı olarak sunduğu 13 Eylül 1920 tarihli Halkçılık Programı’nda ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 17 Kasım 1920 günü kararlaştırdığı Halkçılık Beyannamesi’nde saptanan temel programın bugün de geçerli olduğunu ilan eder.

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, hayat ve bağımsızlığını kurtarmayı yegâne ve mukaddes gaye bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulmünden kurtararak, irade ve hâkimiyetin hakiki sahibi kılmakla gayesine ulaşacağı kanaatindedir.”

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, milletin hayat ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların tecavüzlerine karşı müdafaa ve harici düşmanlarla işbirliği yapıp milleti aldatmaya ve ifsada çalışan dahili hainlerin cezalandırılması için orduyu sağlamlaştırmayı ve onu millî bağımsızlığın dayanağı bilmeyi borç sayar.”

Kemalizm’in milli, anti-emperyalist karakteri, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu emperyalist kuşatmayı çözebilecek en güçlü tarihsel deneyimdir. Kemalist Devrim’i bütünlüklü bir siyasal program haline getirip uygulayabilecek tek örgütlü kuvvet Vatan Partisi’dir. 

NATO’ya karşı Avrasya stratejisini ve üretim ekonomisini savunan, Devletçi, kamucu, Amerikan Emperyalizmine ve İsrail Siyonizmine karşı açık ve kararlı tavır alan tek siyasal harekettir.

Kemalist Devrim’in tamamlanması, yalnızca ilkelerin korunması değil, bugünün koşullarında Atatürk’ün anti-emperyalist programının yeniden uygulanması demektir.

Türkiye’nin kurtuluşu, milletin kendi gücüne dayanması ve emperyalizmin zincirlerinden kurtulmasıyla mümkündür. Bugün bu çizgi ancak Kemalist Devrim’i tamamlayacak siyasi önderlikle süreklilik kazanabilir. Vatan Partisi, bu tarihsel sürekliliğin somut siyasi gücüdür ve tek seçenektir.

KAYNAKÇA:

Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi Hakimiyeti Milliye Yazıları – Hadiye Bolluk – Kaynak Yayınları, Genişletilmiş 2. Basım.

Türk İnkılabının Karakterleri – Sadri Etem Ertem – İstanbul Devlet Matbaası, 1933.

Kemalist Devrim-3 Altı Ok – Dr. Doğu Perinçek – Kaynak Yayınları, Genişletilmiş 6. Basım.

Atatürk’ün Suriye ve Irak ile Konfederasyon Girişimi – Dr. Doğu Perinçek – Teori Dergisi Sayı 245, Haziran 2010.