Felsefeyi popülerleştiren kitaplarıyla tanınan bir İngiliz filozof “Nıgel Warburton”. Kendisinin birçok popüler felsefe kitabı Türkçeye çevrilmiş durumda. Bunlar arasında da en çok okunan “ Felsefeye Giriş” adlı yapıtı. Kitap piyasada bulunan birçok “Felsefeye Giriş” kitabından ayrı bir konsepte sahip. Felsefeyi gerçek nesnel hayatla bağını kurmaya çalışan bir zemine çekmeye uğraştığı için diğer “ Felsefeye Giriş” kitaplarından ayrı bir değerlendirme istiyor. Kitap diğer “ Felsefeye Giriş “ kitaplarının çok kavramsal ve ağdalı dilinden kendisini sıyırmak için yazılmış. Bir çok insanın korkuyla yaklaştığı felsefe ve felsefi problemleri herkesin anlayabileceği bir açıklıkla dile getiriyor.
Felsefe Hayatın Dışında mı?
“Felsefe” birçokları için hayatla bağı olmayan gerçekle temas edemeyen soyut kavramlar içinde ömür geçirmek demektir. Büyük filozoflar büyük teoriler oluşturdukları halde sıra gerçek hayata geldiği zaman sıradan bir insan için çok küçük bir şeymiş gibi görünen bir sürü olayı hayata geçiremez. Düşünün ki bir filozof Hegel felsefesinin olağanüstü zorlayıcı pasajlarını çözümleyebilir. Ama bir yumurta kırmayı bile beceremez. Kendisine bulutların üzerinde bir dünya kurmuştur ve bütün vaktini orada geçirir. Bu gibi görüşler ne kadar doğru? Tanıtımını yapacağım kitap işte tam da bu anlayışıyla hesaplaşmak için yazılmış. Filozoflar gerçekten kenara çekilip sadece düşünme eylemini gerçekleştiren insanlar mı? Yazar felsefe ve filozoflar hakkındaki bu önyargıları bizatihi filozofların hayatlarından da örnekler vererek çürütmeye çalışıyor. Birçok “ Felsefeye Giriş “ kitabında kullanılan felsefenin kavramsal dünyasına da çok yer vermeden. Çok daha önemlisi halen çözülememiş felsefi problemlerin gerçek hayatla bağlantısını kurarak okuyucuya da felsefi problemler üzerinde bir düşünme alanı açıyor. Ayrıca bir çok kuramı eleştirisiyle de vererek okuyucuya da elden geldiğince tarafsız bir tablo sunmaya çalışıyor. Biz burada kitapta yer alan felsefenin bütün disiplinlerine ait felsefi problemlerin hepsini değil sitemizi ilgilendiren disiplinler hakkındaki felsefi problemlerin neler olduğunu aktarmaya çalışacağız. Böylelikle bu kısa yazıyı okuyan insanların da bu meseleler üzerine göreli olarak düşünmelerini sağlayacağız.
Evrensel Ahlak Mümkün mü?
Denebilir ki felsefenin en çetrefilli alanlarından biri etik başka deyişle ahlak felsefesidir. Bu alanda birçok farklı filozof görüş belirtmiş bazıları da bütünsel bir etik felsefesi oluşturmuştur. Elbette ki içinde yaşadığı çağın egemen dünya görüşü ölçüsünde o görüşe uygun ya da karşı bir alternatif ahlak alanı oluşturmaya çalışmıştır. Çünkü ahlak ve etik tek tek bireylerin oluşturabileceği bir kurallar kümesi değil kendisinden önceki toplumsal gelişmeler sonucu toplumun gündeminde zaten var olan toplumun maddesi tarafından oluşturulmuş bir alandır. Filozoflar bu oluşmuş değerleri kendinden de bir şeyler katarak bir araya getirip bütünsel bir görünüm vermeye çalışanlardır. Başka deyişle teoriyi oluşturanlardır. Düşünce tarihinde bu bahsettiğimiz bütünlük açısından ele alındığı vakit 3 tür etik kuram oluştuğunu söyleyebiliriz. Görev temelli etik kuramlar, sonuççu etik kuramlar, Erdem temelli etik kuramlar. Bu kuramlar arasında sadece görev temelli etik kuramlar hakkında kısa bilgiler verip “ahlak evrensel olabilir mi?” sorusu üzerine okuyucularından da düşünmesini sağlayacağız.
Görev temelli etik kuramlar her birimizin belirli türden görevleri yapmamız ve yapmamamız gerektiği üzerine vurgu yapar. Yani yapılan eylemin getireceği sonuç ne olursa olsun önemli olanın daima görevi yerine getirmek olduğu vurgusu üzerine şekillenir. Bazı eylemlerin ortaya çıkaracağı sonuçlardan bağımsız olarak mutlak doğru ve mutlak yanlış olduğu fikri savunulur. Görev temelli etik kuramların en bilinen örnekleri Hristiyan etiği ve Kantçı etiktir. Daha çok bu ikisi üzerinde duracağım.
Hristiyan etik; bir başka deyişle tek tanrılı dinlerin ahlak anlayışı mutlak doğru ve mutlak yanlış fikri üzerinde temellenir. Bu görevler beraberinde getireceği sonuçlar ne olursa olsun yerine getirilecektir. Yahudiliğe göre Musa’ya vahyedilmiş olan On Emir’de öldürmemelisin emri vardır. Ya da komşuna yardım etmelisin emri vardır. Pekâlâ şöyle bir soru sorulabilir: Bir komşun dayanılmaz ve çaresi olmayan bir hastalığa yakalandığı için ötenazi uygulamak istiyor. Bir Hristiyan bu durum karşısında nasıl davranacak? Bir tarafta öldürmemelisin diğer tarafta da komşuna yardım et emirleri var. Bu emirler sonuçları ne olursa olsun yerine getirilmesi gereken emirler. Bu tarz özgül bir durumda Hristiyan ve hatta bütün tek tanrılı dinlerin ahlak anlayışları ciddi problemler ile karşılaşır. Bir de Kantçı etik açısından meseleye yaklaşalım. Alman filozof Kant için ahlaki eylem asla çıkar gerektirmemelidir. Arkadaşların arasında saygınlığın artacağı için fakir bir insana yardım etmen Kant’a göre ahlaksız bir eylemdir. Çünkü yardım edeceğin insana kendisi için değil kendin için yardım ediyorsun. Karşılığında bir sosyal statü bekliyorsun. Dolayısıyla Kant için bir eylemin gerekçesi eylemin kendisi ve sonuçları açısından çok daha fazla önemlidir. Kant’ta tıpkı Hristiyan etik anlayışı gibi ahlakın mutlaka evrensel olması gerektiği üzerinde ısrarla durur. Fakat Kant’ın bu anlayışı da bir çok eleştiriyle karşılanmıştır. Kant’ın ahlak kuramı ve evrenselleştirilebilir olması ilkesi biraz içeriksizdir. Çünkü Kant’ın etiği ne yapmaları gereken insanlara hiçbir şekilde yardımda bulunmaz. Sadece genel ilkeler verir. Ama bu ilkelerin pratikte karşılaşacağı çelişme durumları söz konusu olduğunda hiçbir şey söylemez. Örneğin Kant’a göre yalan söylemek sonucu ne olursa olsun ahlaksız bir eylemdir. Pekâlâ bu sefer şöyle düşünelim: Bir adam elinde büyük bir balta ile birini öldürmek istiyor olsun. Öldürmek istediği kişinin yerini başka birinin bildiğini varsayalım. Böyle bir durum altında Kant’ın etik kuramına göre elinde baltası olan adama yalan söylemek ahlaksız bir eylemdir. Sonucunda öldürülecek insanın durumu ne olacak peki? Kant’ın etik kuramı bu vb. sorulara yanıt veremez. Görüldüğü gibi görev temelli etik kuramlar evrensel ahlak ilkesinden hareket ederler. Ama bir çok pratik duruma da genel ilkelerle uyum içinde bir yanıt getiremezler. İşte burada okuyucuların “evrensel bir ahlâk geçerli olabilir mi?” sorusu üzerinde düşünmesi gerekiyor.
Siyaset Felsefesinin Düşündürücü Soruları
Bir başka felsefe disiplininin problemlerine geçelim: Siyaset Felsefesi. Özgürlük nedir? Eşitlik Nedir? Adalet nedir? Bu vb. sorular üzerinde yükselen oldukça derin ve düşündürücü bir alan. Örneğin “eşitliği nasıl anlamalıyız”. İnsanlar hüviyetleri bakımından birbirlerinden oldukça farklıdır. Bireyler zekâ, güzellik, yetenek, vücut özellikleri bakımından birçok farklılık gösterirler. Siyasette eşitlikçiler olarak gösterilen kişilerin eşitlik anlayışı her bireyin mutlak eşitliği midir? Kuşkusuz bu çok saçma bir istem olurdu. Çünkü tamamıyla aynı olmanın insanı cezbedici hiçbir yanı yoktur. Eşitlikçiler eşitlik anlayışından neyi kast ediyorlar? Her bakımdan eşitlik mi? Belirli bakımlardan eşitlik mi? Dolayısıyla birisi kendini eşitlikçi olarak tanıtıyorsa hangi alanda eşitliği kastettiğini açıklamak mecburiyetindedir. Paranın mı eşit dağıtılması istihdamın mı eşit dağıtılması gücün mü eşit dağıtılması ya da fırsat eşitliği mi? Bütün bu sorulardan “Adalet nedir ? Merhamet Nedir?” sorularına doğru yol almak zorunda kalıyoruz. Adaletin ve merhametin tarih boyunca o çok çekişmeli mücadelesini düşünmek zorunda kalıyoruz. Örneğin adalet kavramını ele alalım. Adalet; daima ama daima güce dayanan bir kavramdır. Gücün ve güçlünün olduğu yerde adalet vardır. Akılda kalıcı olması bakımından örneğin 19. yüzyılda güçlü olan Batılıların Doğuluları sömürmesi adaletli bir davranış mıdır? Adalet bu soruya olumlu bir yanıt verir. Çünkü güç kapitalizmin gelişme çağında Avrupa’nın elindedir. Elbette güçlü dünyanın nimetlerinden daha çok pay sahibi olmak isteyecektir. Tavşan ve öküze aynı yemeği yedirebilir misiniz? Kapitalizm çağında kapitalist üretim ilişkilerine geçmeyi başarmış Batılılar ile halen feodal üretimle hayatını ilerletmeye çalışan Doğulular aynı yemeği yiyebilirler mi? Adalet açısından bu söz konusu değildir. Ama merhamet açısından söz konusu mudur? Denebilir ki adalet ve merhamet çelişmesi gücün ve güçlünün olduğu insanın insanı sömürdüğü dünyada var olmaya devam edeceklerdir. Kim kime üstün gelecek? Adalet mi merhamete ? Yoksa merhamet mi adalete?
Bunun gibi daha bir sürü düşündürücü sorular kitabın içerisindeki var olan argümanlardan çıkarılabilir. Biz sadece etik ve siyaset felsefesi kısmına kısmi olarak değindik. Bunun dışında din felsefesi, epistemoloji( bilgi felsefesi) , sanat felsefesi gibi başka birçok alanda düşündürücü sorular ve cevaplarla dolu bir kitap.
Bu kapanma sürecinde düşünmeye vakit var. Bu sorular üzerinde düşünmek isteyen kısacası felsefeye üstünkörü bir giriş yapmak isteyen okuyucular için iyi bir başlangıç kitabı.
Deniz Şahin
Öncü Gençlik İstanbul İl Saymanı